18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 31 TEMMUZ 2011 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Adam Gibi Adam Olmak... Tırmık’lar Sarman’lar... Tırmık, Pamuk, Sarman, Karman, Minnoş... Nerden çıkıp geldiler; yoksa biri mi kapı önüne attı? Ya da anneleri mi tek tek getirip bıraktı?.. Yıllar önce de böyle olmuştu. Bir sabah baktık bahçede minik minik kedi yavruları var. Çaresiz benimsemiştik. Şimdi bir kez daha mı? Ağacın gölgesinde sarmaş dolaş!.. Anne her birini tek tek öpüyor, diliyle temizliyor. Annelik işte bu; doğur, sonra yaşatmaya çalış. Kapı kapı, bahçe bahçe dolaş; iyi niyetli, sevecen bir yer bulunca, ser postu oraya... Yazlıklarda hep böyle olur... Bir kez de, dört köpek yavrusu bırakmışlardı. Yaz, ekimde sona erer, biz İstanbul’a döneriz... Arkamızda bıraktığımız yavru kediler, köpekler ne olur? Ben üzülürüm, ama bir şey yapamam... Aylar sonra geldiğimizde, ara da bul, kimi ölmüş, öldürülmüş, kimi de artık bize zorlu bir düşman olmuş... Zamanı mı şimdi kediden köpekten söz etmenin! Bakın, halkımızda sağcı düşünceler kat kat artmış! On, on beş yıl önce en güven duyduğunuz kurumlar nedir diye sorduğunuzda halkımızın yanıtı Türk ordusu idi... Şimdi yüzde 97’den yüzde bilmem kaça düşmüş... Ordunun nerdeyse yüzde kırkı tutuklanmış, mahkemelere sürüklenmiş durumda olursa, ona güven kalır mı? Bak, 30 Ağustos’ta yeni komutanlıklara atanacak kişi bile bulmak zorlaşmış! Sen kalk bahçedeki Pamuk’tan, Tırmık’tan söz et! Hem o Tırmık denen yaramaz, kendisini sevmek isteyen eşim Ayla’nın elini yaralamış! Sevmek, sevmeye kalkmak tehlikeli bir iştir. Sevmenin de bir yöntemi olmalı! Kimi zaman senin sevgin karşılığını bulmaz işte!.. Bu sabah bir de baktım beş yavrudan biri bile yok bahçede... Ne oldu da çekip gittiler. Daha iyi, daha zengin bir yere mi? Konu komşuda da yoklar! Yakınlarda olsa Bekir Coşkun’lar, oraya koşmuşlardır diyeceğim. Sevgiyi orda bulacakları için... Kıbrıs’ta Başbakan gürlemiş! Oysa bir iki yıl önce Denktaş’a “onun dönemi geçti” diyordu. Kıbrıs’ta gerçek bir ulussever kesilmiş, meydan okumaya kalkmış Batı’ya!.. Bir değişme mi var, yoksa bu da bir başka oyun mu? Bahçede şimdi başka bir kedi dolaşıyor. Kapkara... Birkaç yıl önceki Kara kedinin torunu mu yoksa? Belki de bu aldı yavruları güzel bir yerlere götürdü. Bizim ilgimizin azlığını kınayarak... Yılların tahtından indiremediği “kendini bilmek” erdemine gelip dayanıyor. En azından bilmediğini bil. “Kendini bil”meye çalış, ama sakın söyleme. Bırak başkaları söylesin senin “kendini bil”diğini. Binlerce yıl önce Kartacalı Terence “Ben ötekiyim” demiş; herkesi “ötekileştiren” küresel dünyamız hâlâ sorup soruşturuyor: Kartacalı ozanın bu gerçegi nasıl bilebildiğini... Bozkurt GÜVENÇ oplumların yaşamında, adalet, güvenlik, eğitim, sağlık ve alışveriş gibi kamusal görevler ve hizmet alanları vardır. Olmazsa olmaz bilinen bu süreçler devletlerin de varlık nedeni ve gerekçesidir. Kültür düzeylerine göre, toplumlar örgütlenir, kurumlaşır, işbölümü yapar; yurttaşlarına geçici görev, hizmet ve uzmanlık unvanları verirler: Başkanlık, bakanlık, hocalık, kumandanlık, hekimlik, hâkimlik, hakemlik vb. Bazıları hayat boyu görünse de, eğitime, sınava, diplomaya bağlı olanlar verildiği yoldan geri alınabilir. Yazarlık, sanatçılık, kahramanlık, bilgelik ve adamlık gibi nadir bazı unvanlar vardır ki eğitime, belge ve ruhsata tabi olmadığı gibi, ne verilir ne de alınır. Onlar toplumun ortak vicdanında kazanılan yerler, oluşan değerlerdir. Verilmediği için geri de alınamazlar. Toplumlar “ozan, sanatçı, besteci, kahraman, devlet adamı” derler ya sahipleri bu unvanları kullanmaz. Kullanmaya kalkarsa unvanın büyüleyeci gücü sarsılır. Devlet hizmetinde geçen yıllardan söz etmek herkesin hakkıdır. “Şu kadar yıllık “devlet adamlığım” sözü bir sürçü lisan değilse, yapılan hizmete gölge düşürebilir. Kamusal unvan kişiye öylesine yakışır ki söylenmesine gerek duyulmaz. Yahya, Yaşar gibi bazı Kemal’ler Devlet Sanatçısı unvanını kullanmadı. T Cumhuniyeti kuran bir başka Kemal de, dünyanın kendisine sunduğu “Devlet Adamı” unvanını hiç kullanmadı. Ömrünü devlet hizmetine adayan, Milli Şef İnönü de “devlet adamlığı” unvanı kullanmazdı. Kişi bu unvanı başkaları için özgürce kullanabilir ama kendisi için asla. İdil Biret ile Fazıl Say ülkemizi sanatta Dr. Yaşargil ile Dr. Öz sağlıkta, Hido ile Memo sporda, Yücel ile Saylan eğitimde temsil eden efsaneleşmiş kişilerdir; fakat bu unvanları kullandıklarına tanık olmadım. Dilimizin sesini soluğunu dünyaya duyuran Nâzım Hikmet, “Türkçeyi en iyi kullanan ozan”dı ama bunu biz söylüyoruz Amerikalı Mimar Frank Lloyd Wright öldüğünde sanal rakibi Fransız Le Corbusier şöyle demiş: “Büyük mimar mesleği mimarlık olan büyük insandır; Frank büyük bir insandı!” Bu kişiliklere cinsiyet ayrımı gütmeden sunulan evrensel unvan, “adam gibi adam”lıktır. Uğur Mumcu, Turhan Selçuk, Leyla Gencer de bizim “adam gibi adam”larımızdır. Sakın telaşa kapılıp kaleme sarılmayın. Adını anmadıklarım saydıklarımdan kat kat fazladır. Bu alanda sınav ve yarışma açılmadığı gibi uluslararası kotalar dolmuş, adaylık başvuruları kapanmış değildir. Ünlü meseldeki “vezir” dışında herkes “adam adayı” olabilir. Adamlık hiçbir Ademoğlunun ya da Havvakızının teke linde değildir. Taklitten sakınmak şartıyla herkes “adam gibi adam” olabilir. Bir hekimi tavsiye eden arkadaşım, “Adını hiç duymamış olabilirsin ama ‘adam gibi adamdır’ ”demişti. Genç yetenekler programının onur konuğu olar genç sanatçımız, kendini şöyle tanıtıyordu: “Sanat hayatım, yani sanatçılığım, üç yaşımda Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde başladı.” Sanırım “müzik eğitimim” demek istemiş ama moda deyişten kurtaramamıştı kendini. Peki, şimdi sanatçılığı TV dışında hangi kurumun sponsorluğunda sürüyor ya da gelişiyordu? Adamlığın, moda, medya, marka, para ve politika ile ilişkisi yok gibidir ama onlar, “adam gibi adam”lar ya da adaylarla yakından ilgilenir, eteklerine sarılarak hayatta kalmak, güç veya ün kazanmak, marka olmak isterler. Adam gibi adamların ortak özelliği tevazu olabilir. Sanatın ne olduğu sorusuna Picasso, “Ah sanat, o ne değildir ki?” demiştir. Bilim eğitimi konusunda görüşü sorulan Nobel ödüllü genç Japon, “Ben atomaltı küçüklerle çalışıyorum” yanıtını vermiş. Bilim adamlığı tartışılmayan Einstein şöyle yazmış: “Bir töreyi değiştirmek, sanki atomu parçalamaktan daha zor görünüyor.” Doğu’nun büyük Sufileri, Zen Budistler gibi, “ben” demekten kaçınmalarıyla ünlüdür. Sözün özü, yılların tahtından indiremediği “kendini bilmek” erdemine gelip dayanıyor. En azından bilmediğini bil. “Kendini bil”meye çalış, ama sakın söyleme. Bırak başkaları söylesin senin “kendini bil”diğini. Binlerce yıl önce Kartacalı Terence “Ben ötekiyim” demiş; herkesi “ötekileştiren” küresel dünyamız hâlâ sorup soruşturuyor: Kartacalı ozanın bu gerçegi nasıl bilebildiğini... Keman Dinleyen Kedi... Adı; Sarışeker... Ne zaman alt kattaki yerimde keman çalsam, merdivenlerden sessizce inip en son basamağa oturuyor, kuyruğunu ağır ağır iki yana sallıyor... Onu çağırmak istediğim zaman keman çalıyorum... Muhterem karım “Çünkü kemanından bir yere sıkışmış kuş sesi çıkıyor, o aslında kuşu yakalamaya geliyor” diyor.. “Peki niye öbürleri gelmiyor?...” “Araba kovalayan köpek sesi de çıkartıyorsun çünkü, öbürleri saklanıyorlar...” Ben hikâyeyi biliyorum aslında; o Cunda akşamları camın önünde keman çaldığımda görmüştüm onu... Bir elin avucuna sığacak kadar küçüktü, nasılsa annesiz kalmıştı... Küçük bir hırsız gibi gelip Postal’ın tabağında kalmış kırıntıları yiyordu... Keman sesi onun için karnını doyurma anlamına geliyordu belki... Onu sevdiğimizi anlayınca evin içine girmeye başladı, kendisi gibi adanın yetimi köpek Postal ile arkadaş oldu, çoğu zaman onları kucak kucağa uyurken görüyorduk. Kocaman gözlü sarı bir kızdı artık... Andree adını “Sarışeker” koydu... Ve sonbaharda Ankara’ya dönme günü geldiğinde... Kepenkleri kapatıp, eşyaları arabaya yüklerken, ayrılmamız gerektiğini anlamıştı... Onu ilk gördüğüm yere, camın önündeki çiçeklerin arasına gidip oturdu... Her şeye küstüğü yüzünden belliydi sanki... Biz ise binip gidemedik... Evin içine dönüp sessizce oturduk... O gece Ankara’ya vardığımızda, arabanın arkasında Postal ile Sarışeker kucak kucağa uyuyorlardı... Ailemiz bir nefes daha artmıştı sadece... Ve kış geceleri keman çaldığımda, Sarışeker alt kata inip, merdivenin son basamağına oturdu her zaman... Keman sesi bu kez onun için doğduğu yerin özlemi olmuştu belki de... Bu yazı yazıldığında, Sarışeker Cunda’ya gelemedi bu yaz, Veteriner Tıp Merkezi’nde tedavi görüyor. Veteriner hekimler kanser olduğunu söylediler... Andree kimi zaman umutla, kimi zaman burnunu çeke çeke onu yalnız bırakmıyor... Birlikte savaşıyorlar, hastalığı yenmek için, ayrılmamak için, yine güzel günler için... Postal ile ikimiz ise adada onları bekliyoruz... Geceleri o camın önünde keman çalıyorum... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Açık Mektup Gerçek dostlarınız gerçekleri söyledikleri için size düşman gibi görünen, sizi uyaran aydınlardır; askerlerdir; Balbay’lar, Haberal’lar, Perinçek’ler, bugün Silivri’de bulunan komutanlardır; mahkemelerde vicdanlarına göre karar veren yargıçlardır. Sacit SOMEL Emekli Elçi ayın Başbakan, İktidara geldiğinizden beri yapılan bütün seçimleri kazandınız. Yapılan referandumlar da lehinize sonuç verdi. Her başarıdan sonra halka güzel haberler verdiniz. Artık ülkemizde her şeyin başka olacağını; size oy vermeyenler dahil, bütün milleti kucaklayacağınızı; basına da baskı yapılmayacağını söylediniz. Bu sözleriniz halkımızın hoşuna gitti. Sizin de bildiğiniz likleri çabuk unutur. Çıkarları nerede ise oraya dönerler. Ortadoğu’ya bakınız. Mısır’a, Libya’ya bakınız. Mübarek ve Kaddafi uzun yıllardan beri halklarına aynı baskı rejimini uyguluyorlardı. Hiç kimsenin sesi çıkmıyordu. Sonra birden çıkarlarını bu diktatörleri devirmekte buldular. Birden halklarını ezdiklerini anımsadılar. Amerika işaret verince bütün dünya, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve hatta Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi harekete geçti. Zalim despotlar cezalandırılmalıydı; hapse atılmalıydı. Batılıların, Amerikalıların dostlukları bu kadardır. Zaman oldu, Irak’ı İran’a karşı tuttular. Zaman geçti, bu kez İran’ı Irak’a karşı kullandılar. Sonra her ikisini birbiriyle çarpıştırdılar. Yarın aynı şeyi bize de yapabilirler. Bugün size Suriye’ye karşı cephe aldırtırlar; Suriye ile aramızı açarlar... Onların yakınlığı geçicidir. Türk halkı size daima daha yakındır. Gerçek dostlarınız gerçekleri söyledikleri için size düşman gibi görünen, sizi uyaran aydınlardır; askerlerdir; Balbay’lar, Haberal’lar, Perinçek’ler, bugün Silivri’de bulunan komutanlardır; mahkemelerde vicdanlarına göre karar veren yargıçlardır. Lütfen onlara özgürlüklerini vererek onları bir an önce ülkeye kazandırın. İnanın ülkemiz için de tek selamet yolu budur. Saygılarımla. S gibi Türk halkı kavgadan hoşlanmaz. Kendisine yapılan haksızlıkları çabuk unutur. İyiliklere bağlanır. Sizin vaatlerinizi yerine getireceğinize inandı, umutla bekledi. Daha sonraki seçimlerde de aynı vaatleri tekrarladınız. Fakat vaatleriniz hiçbir zaman gerçekleşmedi. Türk halkının çıkarlarını göz ardı ederek Amerikalıların isteklerine uyuyorsunuz. Fakat Sayın Başbakan, şunu biliniz ki Batılılar yapılan iyi C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle