25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 31 TEMMUZ 2011 PAZAR leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr 14 PAZAR KONUĞU Beyoğlu Belediyesi’nin Asmalımescit marifetine tepki gösteren mimar Doğan Hasol ‘belediyeler şehrin efendisi değil ev kadınıdır’ diyor: İnsana saygı gösterin SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Türkiye’nin önde gelen mimarlarından, şehircilik uzmanı Doğan Hasol’la Beyoğlu Belediyesi’nin Beyoğlu’nda Asmalımescit ve çevresindeki bar, lokanta ve meyhanelerin sokaklar ve kaldırımlardaki masa ve iskemlelerini hoyratça kaldırması operasyonunu konuşuyoruz. Hasol, kurallar zinciri içinde hiç kimsenin bir başkasının hayat tarzına karışmaya hakkı olmadığını söylüyor. “Belediyeler şehrin efendisi değil, ev kadınıdır. Kendi bölgelerinde yaşayan insanlara hizmet götürmekle yükümlüdürler” diyor. Osmanlı döneminde Hıristiyanı, Müslümanı, Yahudisiyle herkesin barış içinde bir arada yaşamasıyla övündüğümüze dikkat çekerek, “Acaba bugün Müslümanlar arası hoşgörü niye yok” diye soruyor. Bir de Beyoğlu Belediyesi’nin bu tür uygulamalarının aylar önce Tophane’de yaşanan, sanat galerisi davetlilerinin sokakta içki içiyorlar diye taşlı sopalı saldırıya uğramaları rezaleti benzeri olayları cesaretlendireceğine önemle işaret ediyor. Bir süredir Beyoğlu bir cazibe, eğlence merkezi haline geldi. İstiklal Caddesi ve yan sokakları kafeler, barlar, lokantalar, meyhanelerle doldu. Ama bu lokantalar, barlar ve meyhanelerin sahipleri yaz H oyratça davranışlar hiç kimseye, üstelik bir belediyeye hiçbir şekilde yakışmıyor. Önceki Ankara Belediye Başkanlarından rahmetli Vedat Dalokay ‘Belediye şehrin ev kadınıdır’ derdi. Belediye şehri, evin annesi gibi kucaklamalı sahip çıkmalıdır. O smanlı döneminde cami, kilise, sinagog yan yanaydı farklı dinlerden insanlar barış içinde bir arada yaşadıları diye övünüyoruz. Aynı hoşgörü bugün niçin Müslümanlar arasında yok diye soruyorum. kilise, sinagog yan yanaydı, farklı dinlerden insanlar bir arada barış içinde yaşadılar, diye övünüyoruz. Hatta birbirlerinin âdetlerini benimsemiş, bayramları, özel günlerinde bir araya gelmişlerdir. Aynı hoşgörü bugün niçin Müslümanlar arasında yok, diye soruyorum. Bunun kabul edilebilecek bir tarafı yok. İnsana saygı, inanca saygı. geldiğinde kaldırımlara masa ve iskemle koyunca olanlar oldu. Başbakan ve Beyoğlu Belediyesi ekiplerinin hışmına uğradılar. Söylenenlere göre Berat Kandili akşamı Başbakan masa ve sandalyeler nedeniyle bu sokaklardan geçemeyince, “Bunlar kaldırıla” diye emir vermiş. Bütün Batılı uygar kentlerde sokak kafeleri ve lokantaları kültürünün yaygınlaşmasına rağmen bizimkiler hoyratça ve müşteriler varken bu masalar ve iskemleleri kaldırdılar. Bunu nasıl karşıladınız? D. Tıpkı “ucube heykele” yapılan gibi. Ama ben bu masa ve sandalyelerin Başbakan’ın emriyle kaldırıldığını düşünmek istemiyorum. Zaten Sayın Başbakan, “Hiç kimsenin yaşama biçimine karışmayacağız” demişti. O nedenle buna ihtimal vermek istemiyorum. Ayrıca Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan da son derece uygar bir insan. Onun da karıştığını düşünmek istemiyorum. Kim karıştı acaba? Bugüne kadar Beyoğlu sokaklarında o düzen devam ediyordu. Bu herhalde birtakım yasalara karşı bir düzen değildi. Öyle olsaydı çok daha önce önlem alınırdı diye düşünüyorum. Ne değişti de böyle oldu? Bilmiyorum. Bir de basından izlediğim kadarıyla hoyratça davranışlarla masalar ve iskemleler kaldırılmış. Bence şunu öğrenmemiz gerekiyor: Her şey insan içindir. Öteki canlıları da ihmal etmek istemiyorum, tabii. Onlar da insanla birlikte yaşıyorlar. Bütün canlıları gözetmemiz ve korumamız gerekiyor. Hoyratça davranışlar hiç kimseye, üstelik bir belediyeye hiçbir şekilde yakışmıyor. Meslektaşım, önceki Ankara belediye başkanlarından rahmetli Vedat Dalokay, “Belediye şehrin ev kadınıdır” derdi. Belediye ev kadını, evin annesi gibi şehri kucaklamalıdır, sahip çıkmalıdır. Peki, sizce nedir bu hoşgörüsüzlüğün nedeni? D. Biz hep, Osmanlı döneminde cami, Hayat tarzına karışmama sözünüzü tutun Beyoğlu Belediyesi’nin Asmalımescit ve çevresindeki eğlence yerlerine yaptığı operasyonun tam ramazan öncesine denk düşmesi de anlamlıdır. Ramazan boyunca da içki içilmemesi için bir baskı kendini hissettirecektir, deniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? D. Bu baskınların bu tarihlerde yapılmış olması eğer rastlantı değilse insana tuhaf geliyor. Üstelik bunun seçim sonrasına da rastgetirilmesi tabii ki değişik yorumlara yol Kuralsızlık kural oldu Bir söylenen de, lokanta, bar ve meyhane sahiplerinin kural tanımazlığı nedeniyle yollardan insanların geçemeyeceği bir işgal durumunun yaratıldığı... D. O zaman düzenlersiniz. Bunu hoyratça yapmazsınız. Bunun bir planlaması olur. Bu iş keyfi kararlarla olmaz. Tıpkı planda olduğu gibi. Planda İstanbul’a eklenecek iki yeni şehir, üçüncü köprü, Avrasya Tüneli, denilen lastik tekerlekli taşıtlar için güzergâh yok. Plansızlıktan söz ediyoruz. Sokak bar, meyhane ve lokantalarının kaldırıldığı Asmalımescit yaya bölgesi olmasına rağmen buradan taşıtların geçmesine izin veriliyor. Oraya taşıt giremez. İstiklal Caddesi yaya ve tramvay yolu. Ama oraya da taşıt girmesine izin veriliyor. Peki, bu kural tanımaz mantıkla nasıl baş edilebilir? D. Bu kural tanımazların yaptıklarının karşılığını görmeleri gerekir. Boğaz’da gece seyreden teknelerin çıkardıkları inanılmaz müzik gürültüsüne karşı da durulamıyor. Sahildeki gece eğlence yerlerini denetim altına aldılar. O zaman tekneler ne oluyor? Artık Türkiye’de kuralsızlık kuralların yerini alıyor. Aylar önce de Tophane’de sanat galerisindeki bir sergi açılışında davetliler galeri dışında sokakta içki içiyor diye taşlı sopalı saldırıya uğramışlardı. Asmalımescit örneği uygulamalar o taşlı sopalı saldırganları daha da cesaretlendirmez mi? D. Cesaretlendirir. Bu tür uygulamalarda çok dikkatli olmak lazımdır. Özellikle belediyelerin kendi bölgelerinde yaşayan insanları sevgiyle kucaklamaları lazım. Belediyeler şehrin ev kadını olduklarını unutmamalılar. Belediyeler ve belediye yöneticileri şehrin efendisi değildir. Onlar şehrin insanlarına iyi hizmet etmekle, hizmet götürmekle yükümlüdür. İnsanlara dilediklerince yaşama olanaklarını sağlamaları gerekir. açacaktır. Gazetelerde okuyoruz. Anadolu’nun pek çok kentinde bırakın lokantalarda içki içmeyi, içki satın alabileceğiniz dükkânlar da kapatılmış. Sadece ramazanda değil, ramazan dışında da böyle olduğu yazılıp çiziliyor. Birtakım devlet kuruluşlarında zaten artık ramazanda yemekhaneler bakıma alınıyor. Oruç tutmayanlar için belki yemek yiyecekleri yerler gösteriliyordur ama onlar da mahalle baskısından, mimlenmemek için oralara uğramak istemiyorlar. Biraz önce sözünü ettiğim hoşgörü ya da hoşgörüsüzlük işte bu. Oysa insanların birbirine hoşgörüyle yaklaşmaları lazım. Öte yandan AKP Hükümeti de son derece hoşgörülü olduklarını ve hiç kimsenin hayat tarzına karışma gibi bir düşünceleri olmadığını beyan etmiyor mu? D. O nedenle Beyoğlu’ndaki o baskının hükümetten geldiğini düşünmek istemiyorum. Demin de dediğim gibi Sayın Başbakan’ın bu konuda taahhüdü var. “Biz kimsenin yaşama biçimine karışmayacağız” diyor. Herhalde bu taahhüdünü yerine getirir. Ben Beyoğlu’nda yapılan bu yanlıştan kesinlikle geri dönüleceği düşüncesindeyim. Yıllar önce de Beyoğlu’ndaki Nevizade Sokak’taki lokanta ve meyhaneleri kaldırmak istemişlerdi. O iş yürümemişti. Bunlar Beyoğlu’nun rengidir, karakteridir. Bir Çiçek Pasajı’nı kaldırırsanız Beyoğlu Beyoğlu olmaktan çıkar. Herkes birbirinin hakkına saygılı olsun Deniyor ki, meyhane, lokanta sahipleri kuralları çiğneyerek tek sıra masa koyacak yerde iki, üç sıra masa koydular ve bütün sokakları işgal ettiler. Belediye de onun için bu önlemi aldı... D. İyi de madem böyle bir kuralsızlık vardı, bugüne kadar neden göz yumuldu? Bu işin bir boyutu. Biraz da Beyoğlu’na bakalım. Beyoğlu İstanbul’un Avrupa’sıdır. Bir adı da Pera. Beyoğlu’nun alt tarafı tarihten bu yana liman. Limanlar insanların özgür yaşadığı, eğlence aradıkları alanlardır. Beyoğlu ve çevresi geçen yüzyıl ortalarına kadar gayrimüslim azınlıklar ve levantenlerin bölgesiydi. Bunlar Türkiye’yi terk ettikten sonra Beyoğlu bir çöküş dönemi yaşadı. Tarlabaşı’ndaki evler terk edilince bunlar işgale uğradılar. Bugün bile Beyoğlu kolay kolay dönüşemiyor. Ama yine de belli bir dönüşüm yaşadıktan sonra şu anda çok canlı bir konuma geldi. Genç insanların buluşma noktası. Özellikle sigara yasağından sonra oralardaki bütün meyhane, bar ve lokantalar masa ve iskemlelerini kaldırımlara, sokaklara taşıdılar. Paris de, Roma da, bütün Avrupa şehirleri böyle yaşıyor. Oralarda herkes sokaklarda yaşıyor. Bu bir yaşama biçimidir. Ama bütün bunlar bir kural dahilinde yapılmalı. Şehir yaşamında herkesin birbirinin hakkına saygı göstermesi gerekir. Herkes kural dahilinde yaşamalıdır. Kuralsızlık anarşiyi getirir. P DOĞAN HASOL O Sivas, 1937 doğumlu. stanbul Galatasaray R Lisesi’nden sonra TÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi. Bir asistanlık yaptı. T süre aynı fakültededergisini çıkaran196162 arası Mimarlık ve Sanat gruba katıldı. Mimarlar Odası yönetim kurullarında görev aldı. R 1968’de bir grup arkadaşıyla birlikte yapı alanında bilgi E merkezi olan Yapı Endüstri Merkezi’ni kurdu. Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği’nin (UICB) üçer yıllık dönemler için üst üste iki kez başkanlığına, daha sonra onur üyeliğine seçildi. Şu anda Yapı Endüstri Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı. Katıldığı kimi mimarlık projelerinde ödül ve mansiyonlar aldı. Eşi Hayzuran Hasol’la birlikte Mimarlar Odası’nın 1990 Ulusal Mimarlık Ödülü’nü yapı dalında kazandı. 199096 arası Galatasaray Kulübü kinci Başkanlığı’nı yaptı. Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü ile ngilizce, Fransızca ve Türkçe Mimarlık ve Yapı Terimleri Sözlüğü’nü hazırladı. Son olarak “Aferin Desinler Diye Bir Doğan Hasol Kitabı” isimli, Derya Nüket Özer’le yaptığı nehir söyleşisi kitap halinde yayımlandı. stanbul aldığı göçler yüzünden ‘azman kent’ haline geldi Siz kent kültürüne çok önem veren bir mimarsınız. Kentli olmak, kent kültürü nedir? D. Kentli olmak her şeyden önce medeni olmaktır. Medine Arapçada şehir, medeni de şehirli demek. Dolayısıyla uygarlıkların merkezi şehirlerdir. İnsanlar şehirlere ekonomik durumlarını düzeltmek, iş bulmak için geliyorlar. Ama bir yandan da şehirlerin nimetlerinden yararlanmayı amaçlıyorlar. Bütün uygarlıklar şehirlerde gelişiyor. Eski Yunan ve Roma şehirlerine baktığımız zaman oralarda da uygarlıkların ne kadar gelişmiş olduğunu görebiliyoruz. Bugün büyük şehirlerde de öyle. Ama ne var ki şehirler ölçüyü kaçırmamalı. Bugün Orta Avrupa şehirleri ideal büyüklüktedir. Bunlar aşağı yukarı bir milyon nüfusludur. Buna karşılık o şehirlerin operaları, tiyatroları, kültür merkezleri, kültürel, sanat olayları vardır. Bütün bunları bünyelerinde barındırır. Ama bu şehirler büyüdükçe yönetimleri de sıkıntıya düşüyor. Bunlar özellikle plan dışı gelişirse oralarda altından kalkılamayacak önemli sorunlar çıkar. Anormal büyüklükler kendiliğinden gelişen anormal çözümleri de beraberinde getiriyor. Bunlar plana karşıdır. Bu söyledikleriniz tıpa tıp İstanbul’daki gelişmelere benziyor... D. İstanbul artık megapol oldu. Megapolün Türkçedeki tam karşılığı azman kenttir. Azman kentle baş edilemez. Bir köprü yaparsınız; yetmez. Bir köprü daha yaparsınız. O da yetmez; başka bir köprü yapmak istersiniz. Bunlar son derece riskli gelişmeler. Önemli olan bu büyük nüfusun büyük şehirlere göçünün doğal yollarla engellenmesidir. Bu göç İstanbul’a gelmeden önce birtakım cazibe merkezleri yaratılabilirdi. Nüfus göçü bu şekilde durdurulabilirdi. Ama bu yapılmadı. Bütün siyasi partiler ortaya çıkan gecekondulara ve kaçak yapılaşmaya göz yumdu. Çünkü oraları oy deposu oldu bu siyasi partiler için. Her şeyden önce şehirler için bir plan fikrinin önemli olması lazım. 1960’larda planlı kalkınma dönemi başladığında Ekonomik ve Sosyal Planlama Daireleri kuruldu. O tarihlerde biz Mimarlar Odası bünyesinde bir Fiziksel Planlama Dairesi kurulmasını savunduk. Ama bir türlü gerçekleşmedi. Biz bunu Türkiye’de iş gücünün doğru dağılımının sağlanması için istiyorduk. Daha sonra bölge planlama büroları kuruldu. İstanbul için nazım plan denemeleri yapıldı. Ama bunlar başarıyla uygulanamadı. Bu düşünceler önce kafalarda oluşmak zorunda. Tıpkı demokrasi gibi. Yani insanların demokrasiyi gerçekten içselleştirmeleri mi gerekiyor? D. Demokrasi içselleşmezse çeşitli demokrasi tanımları yapabilirsiniz. Ama demokrasi bilincinin önce insanların kafasında, beyninde olması lazım. Üçüncü köprü cinayet olur İstanbul’a megapol, dünya kenti deniyor. İstanbul bunlardan hangisi? D. İkisini birbirinden ayırmak lazım. İstanbul gerçekten bir dünya kenti. Üç imparatorluğa başkentlik yapmış. Birçok haritada dünyanın merkezi olarak gösterilmiş. İstanbul’un doğası, mimarlığı ve tarihi vardır. Bir de ben buna canlılığını eklemek istiyorum. Yaşamayı bilen bir şehir. Dünyadaki saptamalar da böyle. Öte yandan azman kent konusunu ele aldığımız zaman İstanbul neresidir sorusu ortaya çıkıyor. 15 milyon nüfuslu, Çorlu’dan Kocaeli’ye kadar uzanan bir İstanbul düşünün. İstanbul tarihi yarımadadır, Beyoğlu’dur, Boğazlar’dır, Anadolu yakasıdır, Adalar’dır. Doğan Kuban’ın çok güzel bir tanımı var. “Denizden görülen her yer İstanbul’dur. Denizin görüldüğü her yer İstanbul’dur” der. Bilimsel şehircilik açısından bir kere İstanbul’un nüfusunun artmaması gerekiyor. Yıllardan beri söylenir. Hatta mümkünse nüfusunun azaltılması lazımdır. İkincisi de İstanbul’un kuzeye doğru kaymaması gerekiyor. Çünkü İstanbul’un bütün yeşil alanları, akciğerleri kuzeyde. Oraya doğru genişledikçe İstanbul’u kaybediyorsunuz. Bugün İstanbul’a üçüncü köprü yapılması gündemde. Ama Sayın Başbakan belediye başkanı olduğu dönemde üçüncü köprü yapılmasını cinayet olarak tanımlıyordu. Şimdi üçüncü köprünün yapılmasını istiyor. Üçüncü köprünün yapılması İstanbul’un yeşil örtüsünün, ormanlarının, su kaynaklarının yitirilmesi anlamına geliyor. Bir de iki yeni kent projesi var... D. Bu İstanbul nüfusunun daha da artmasına yol açar. Bunlar yapılmaması gereken işler. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle