18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 27 TEMMUZ 2011 ÇARŞAMBA 2 yanıltmayla her anayasa değişikliğinin “hayırlara vesile” olacağına inandırılıyor ve sonuçta hayal kırıcı durumlara kurban ediliyor. Değişikliği kimlerin niçin istediğine eleştirici gözle bakılmalıdır. u sıra en çok anayasa değişikliği isteyenlerin başında iktidar partisinden bir grup var. Herkes değil, Başbakan ve ona yakın olanlar özledikleri başkanlık sistemi için anayasa değişikliğinden medet ummaktalar. O sistemin, başlarına ve ülkenin başına ne gibi dertler getirebileceğini tam kestiremediklerinden. Değişiklik hevesiyle sabırsızlanan bir başka zümre de BDP’nin kopamadığı feodal sistemin evladı ve torunu olan hanımlarla beyler. Onlar, Cumhuriyetin getirdiği düzenle pekâlâ bütünleştikleri ve nimetlerinden yararlandıkları halde, bütün ülkelerde etnik hakları kurcalayanlar gibi oy rantı elde etme peşindeler. Cumhuriyet ve ulus kavramlarının asıl çağdaş olanaklarını kullanarak halklarının desteğini kazanmaya çalışmak zor geliyor galiba onlara. Anayasa değişikliğinde kendi deyişleriyle “aktif rol” oynayarak özde özgürlükçü olmayan bir yönetim anlayışının temelini atmak istiyorlar. İlk bakışta, bu iki heves kutuplaşması endişe verici görünebilir ama, her diyalektikte olan umut vericilik yabana atılmamalıdır. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bunalımlı Gelecek ÖYLE anlaşılıyor ki, sonbaharın ilk haftalarında iki krize birden gireceğiz: Biri ekonomik, öbürü siyasal. Ekonomik olanın çanları çalmaya başladı bile. Bereket, ciddi bir tartışma da başladı. Önceki krizlerin kazandırdığı deneyim var. Örneğin, cari açığın bir ölçüde daraltılması gerekiyor; kişisel tüketimi daraltmada da ölçülü davranıp ekonomik canlılığın birdenbire yitirilmesinden kaçınmak gerekecek. Asıl endişe verici olan öbürünün, yani “bunalım” sayılmayan ve tam tersine ferahlaşmaymış gibi neredeyse davul zurnayla karşılanmak istenen, siyasal krizdir. Çünkü kendisine bu niteliği vermiş görünen bir hukuksal yanı var onun. Her anayasa değişikliği mutlaka özgürlükçü açılımmış gibi olumlu bir izlenim yaşatır bu ülkeye. Özelleştirmeye anayasal temel sağlayan değişiklik de öyle oldu; yabancılık unsuru taşıyan imtiyaz sözleşmelerine ilişkin uyuşmazlıklarda uluslararası tahkim yolunu açan anayasa değişikliğinde de öyle. İnsanımız içli dışlı Ş Norveç Katliamına Götüren Nedenler Dünyanın en özgür ve en demokratik ülkelerinden olan Kuzey Avrupa ülkelerinin, ırkçı parti ve görüşlere ödün vermeleri bugünleri hazırladı. Prof. Dr. Hakkı KESK N 20052009 Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi Biberonlu Katil... Hrant Dink’in katilini çocuk mahkemesinde yargıladılar... Bebek tabii... Mükemmel bir planla, uzun süre izleyip kurbanını tek kurşunla kafasından vurduktan sonra, kaçarken biberonunu unutmamış olması... Alt bezini olay yerinde bırakmaması, iyi hal sayıldı belki... Ayrıca iyi ki cezayı Hrant Dink’e vermediler... Küçük yaştaki çocuğa zarar vermekten... Verilen ceza, 21 yıl 6 ay... Ama 10 yıl 6 ay sonra “iyi halden” çıkacak diyorlar... Demek ki geçmişte kaldırımda vurulmuş yatanın “kötü hali” belli değil... Ama katilinin gelecekteki “iyi hali” şimdiden belli... Çocuğa ruhsatsız silah taşımaktan da 1 yıl 4 ay ceza verip onu paraya çevirdiler: 600 lira... Böylece 600 lira ödeyince, demek ki cinayette sanki silah yokmuş gibi bir şey... Eee silah yoksa, demek ki patlamamıştır da... Buradan beraat de edebilirdi çocuk... Ayrıca, 1 yıl 4 ay 600 lira ederse... 10 yıl 6 ay, çarpı 600... Yatacağı 10 yıl 6 ay 6.8 bin lira gibi bir para ediyor ki... Keşke öyle yapsalardı... Yatmaya değmez... Sen önemlisin hukuk... Canı yanan insanlar sana koşarlar... Mahkemelerin koridorları, kapıların önündeki banklar, adliye duvarının dibi, geniş uzun merdivenlerin çıkışı inişi... İnsanlar içlerinde kim bilir hangi umut ve güven duygusuyla senin kapına gelirler... Ama ne yapalım ki sen yoksun... Acaba çocuğu hapishane yerine kreşe mi gönderseydiniz?.. Ne diyebiliriz ki?.. Eğer; kimisi devletin içinde, kimisi sokakta, kimisi kahvehane köşesinde örgütlenmiş üç beş çapulcu senden daha becerikliyse... Eğer; suçlu olmak, masum olmaktan daha iyiyse... Eğer; hukuka güvenenler, hukuksuzluğa güvenenlerden daha güçlüyse... İstemem seni... Canım çıksa da kapını çalmam... Ayağım kırılsın... skandinav ülkeleri olarak tanınan ve birbiriyle kültürel ve dilsel bakımdan çok yakın olan Danimarka, İsveç, Norveç ve bu ülkelerle yoğun ilişkide olan Hollanda, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupası’nda demokrasi, hukuk devleti, kişisel özgürlükler, özellikle de sosyal devlet ve farklı kültürlere gösterilen hoşgörü bakımından örnek ülke konumundalardı. Diğer Batı Avrupa ülkelerini bile bu alanlarda ve tabiiki refah toplumu bakımından de kendilerine imrendirecek durumdalardı. İsveç, Danimarka, Hollanda ve Norveç, 1980’li yıllarda, bu ülkelere göçmen işçi olarak gelenlere yerel İ yönetim düzeyinde seçme ve seçilme hakkını yasalaştıran, vatandaşlıklarını kolayca edindiren ve çokkültürlülüğü toplumsal bir model olarak benimseyen örnek ülkelerdi. 1983 yılında Hamburg’da çalıştığım fakültede düzenlediğimiz bir sempozyuma, Danimarka, İsveç ve Hollanda’dan politikacı ve bilim insanlarını davet ederek, bu ülkelerdeki göçmen politikalarını ve seçme seçilme hakkının Almanya için de örnek alınmasına çalışmıştık, farklı kültür, din ve etnik kökenden insanların çokkültürlü toplum anlayışıyla bir arada yaşamalarının, gerekli bir toplumsal proje ve hatta zenginlik olacağını savunuyor ve bu Arkası 8. Sayfada C MY B C MY B nun gereği projeleri destekliyordu. Ancak, işsizlik sorunu ve refah toplumundaki sarsıntılar ırkçı partilerin bu ülkelerde de siyasi sahneye çıkmalarını sağladı. 1980’li ve 1990’lı yıllarda işsizliğin giderek artması ve çözülemeyen bir sorun haline gelmesi, buna alışık olmayan BatıAvrupa ülkelerinde, özellikle göçmenlere karşı politikaların izlenmesine neden oldu. Genelde gelişmiş kapitalist ülkelerde periyodik olarak ortaya çıkan işsizlik sorununun, 1960’lı ve 1970’li yıllarda kısa sürede aşağıya çekilerek ciddi bir toplumsal ve siyasal sorun olması engellenmeye çalışıldı. Ancak, son 20 yıldır artan ve adeta kalıcılaşan işsizlik, bununla birlikte belli kesimlerdeki yoksullaşma ve fakirzengin farkının daha belirgin hale gelmesi, özellikle göçmenleri bu durumun sorumlusu ve hedef kitlesi haline getirdi. Kaba kuvveti ve terör olaylarını da zaman zaman amaçları doğrultusunda kullanan aşırı sağcıırkçı parti ve kuruluşlar göçmenlerin bu ülkelerden geldikleri ülkelerine geri dönmeleri durumunda, başta işsizlik olmak üzere diğer toplumsal sorunların da çözülebileceğini, ana konu olarak işlemeye başladılar. 1985’ten sonra Almanya’da özellikle Türklere karşı bir dizi kundaklama olaylarını yaşadık. Bunların unutulamaz olanları Mölln, Solingen ve Manheim’de çok sayıda Türk’ün ölümüne neden olan kundaklamalardı. Almanya’da son 25 yılda resmi rakamlara göre 100’den fazla göçmen, ırkçı motifli saldırı ve kundaklamalar sonucu yaşamını kaybetti. Demokrat partiler göçmen düşmanı ırkçı partilere karşı ortak tavır koyamadı Yabancı düşmanlığından beslenen bu ırkçı siyasi oluşumlar ve partiler karşısında, sağ eğilimli demokrat ve Hıristiyan partiler ne yazık ki son derece yanlış bir politika izlediler. Kısmen yabancı karşıtı ve popülist yaklaşım ve politikalarla seçmenlerinin ırkçı partilere kaymasını önlemeye çalıştılar. Irkçı partilerin söylem ve politikalarını zaman zaman üstlenen bu partiler ve güttükleri politikalar, ırkçı partilerin giderek daha da güçlenmesine neden oldu. Yakın Nazi geçmişi nedeniyle Almanya’da ırkçı bir partinin yüzde 5’lik baraj nedeniyle federal parlamentoya girmesini engellese de bazı eyalet parlamentolarına girmeyi başardılar. Ne var ki özellikle Danimarka’da ve hatta Benelüks ülkelerinden Hollanda’da aşırı sağcı, daha çok İslam karşıtı partiler giderek son yıllarda parlamentoya girmeyi ve bazen de hükümetlerin politikaları üzerinde etkin olmayı başardılar. Bununla da kalmayarak sağ eğilimli demokrat partilerin politikalarını yabancı karşıtı çizgiye çekebilmekte önemli rol oynadılar. O kadar ki diğer ülkeler tarafından çokkültürlü toplum projesiyle büyük bir ilgiyle izlenen Hollanda, aşırı sağcı bir partinin etkisi altına girmeye başladı. Bu çizgiyi Danimarka da izledi. Şimdi sırada İsveç var. Son seçimlerde bu ülkede de aşırı sağcı bir parti büyük bir sıçramayla parlamentoya girmeyi başardı. İleri demokrasi, sosyal hukuk devleti ve refah toplumu geleneği olan İskandinav ve Hollanda giderek ve ardı ardına ırkçı ve aşırı sağcı partilerin siyasi ve toplumsal alanda etkin olabildikleri bir konuma geldiler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle