24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 27 TEMMUZ 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 16 KÜLTÜR Türk cazının en değerli kontrbasçılarından Oğuz Durukan’ı iki yıl önce yitirmiştik Caz âleminin ‘cool’ basçısı Dostları ona ‘Çarli’ derdi. Çevresinde çelebi ruhlu olarak tanınırdı. Haramiler ve Dervişan’dan sonra rock defterini kapatıp caza yönelmişti. smet Sıral, Okay Temiz, Nükhet Aruca, Önder Focan, Kerem Görsev gibi müzisyenlerle çalıştı. Son olarak Korukent Caz Bar’da çalmıştı. MURAT BEŞER ‘Kimim Ben?’ Çoğu zaman düşünürüm; şu içinde yaşadığımız günlerden geriye ne kalacak? Bu soruyu daha da kişiselleştirebiliriz: Bizlerden, yaşadığımız hayatlardan geriye ne kalacak? Gençlik günlerimizin heyecanlarına ne oldu? Elbet ülkülerimizin ateşi içimizde yanmayı sürdürüyor: Bağımsız, özgür, onurlu bir ülke, barış içinde bir dünya, insanların esenlik içinde yaşadığı bir toplumsal düzen. İnsanca bir yaşam biçiminin sanat ve edebiyatla yoğrularak oluşabileceğine inandım. Edebiyatın olgunlaştırıcı etkilerini tatmamış insanların ne denli önemli konumlara gelseler de içlerindeki hamlığı gizleyemedileri bir gerçek. Bu yüzden olsa gerek, günlük hayatın hayhuyu, gelip geçiciliği karşısında sanata, edebiyata sığınmalı. Gerçek, kalıcı değerlerin yaşadığı, soluk aldığı yer orasıdır çünkü. Günün geçiciliğinin kalıcılığa dönüştüğü yerdir edebiyat. Tahsin Yücel’in yeni yayımlanan denemeler kitabı Kimim Ben’i (Can Yayınları) okuyorum bir süredir. Tam da yukarıda değinmeye çalıştığım, günlük hayatla edebiyatın sınırları arasında gidip gelen yazılar. Tahsin Yücel, geçen yıllarda Salaklık Üstüne Deneme adlı kitabında da, günlük hayatımızdan trajikomik yanları keskin bir mizah duygusuyla ele alıp işleyerek edebiyatımıza benzersiz bir ürün kazandırmıştı. Kimim Ben? Daha alçakgönüllü bir yapıt. Edebiyatla hayatın sınırları arasında anılar, kişiler, olaylar bağlamında bir gezinti. Kimi zaman geçmişin kimi zaman da bugünün olaylarından yola çıkıp düşünen, eleştiren, gülümseten satırlar. Böylesi kitapları okumaktan özel bir tat alıyorum. Çünkü bir yandan yazarın gözüyle her gün içinde yaşadığımız sıradanlaşmış olaylara ne denli farklı bakış açılarıyla yaklaşılabileceğini görerek şaşırıp mutlu oluyorum, öte yandan edebiyat dünyasının dünü bugününe ilişkin renkli olayları anımsatan bir anı kitabı okuyormuşçasına da güzel anlar yaşıyorum. Yazar ya da yayınevi kitabı bölümlere ayırmayı gerekli görmemiş ama denemelerin üç ana başlıkta toplandığı söylenebilir: Doğrudan edebiyat sorunları üzerine, anılar ve Türkçe sorunları üzerine olanlar. Ancak tüm yazıların ortak özelliği, kısa, kolay okunan, buna karşın okurunda kalıcı izler bırakan nitelikte olması. Tahsin Yücel, edebiyatın ticaret alanı değil, değerler bütünü olduğu bir dönemin yazarı. Bu nedenle yazdıklarında hep edebiyat değerleri öne çıkıyor. Onun Ataç’la, Tanpınar’la ve daha nice edebiyatçımızla ilgili anılarını okuyunca edebiyatımızın yıllar içinde nasıl olumsuz değişim süreçleri yaşadığı da daha iyi anlaşılıyor. Aslında Tahsin Yücel’i okurken bir yazarı değil, sanki bütün bir edebiyat tarihini okur gibi oluyorsunuz. Öylesine dolu, edebiyatın bütün bir geçmişi ve değerleriyle. Böylesi yazar bulmak da güç artık edebiyatımızda. Günümüz yazarları sanki yalnızca “ben” demek için açıyorlar ağızlarını. Tahsin Yücel’in kitabı edebiyatın nasıl geniş düşünce ve hayat alanlarına yayıldığını göstermesiyle de örnek bir yapıt. Zamanın hızla akıp geçtiğini iki yerde daha iyi anlıyoruz; biri doğumlar, diğeri ölümler. Tarih 27 Temmuz 2009. Bakın, Türk cazının kıymetli kontrbasçılarından biri olan Oğuz Durukan’ın vefatının üzerinden iki yıl geçivermiş bile. 63 yaşındaydı Durukan, yakınındaki insanlar ‘Çarli’ diye hitap ederdi ona. Gittiği her yerde çok sevilir, garsonundan patronuna özel insan muamelesi görürdü. Görülmemiş ölçüde disiplinliydi. Her provaya en az bir saat önce gider, sahneye notalarını dizer, diğer müzisyenler gelene kadar günlük elbiselerini çıkarıp katlar ve sahnede giyeceklerini ütüleyip giyerdi. Bütün çevresi tarafından itidal sahibi, çelebi ruhlu biri olarak tanınırdı. Kalabalık ortamların olgunluk timsaliydi; sakin ve “cool” görünüşünün gerisinde zekâ seviyesi yüksek espriler gizlerdi. Hayatı boyunca, çelimsiz görüntüsüyle özdeşleşmiş yerli model station külüstür bir araba kullandı. Onu tanıyanların aklına ilk getirdiği sözcüklerden biri sakinlik idi. Eğer iki işi varsa, onları aynı hafta değil, müteakip haftalarda yapar; hele sahne dendi mi, hiçbir şeyi aceleye getirmezdi. Biraz acele edilmesi gereken durumlarda keyfi kaçar, paniğe kapılırdı. Sololarında risk almaz, maceraya girmeden mümkün olduğunca güvenli sularda yüzerek çal Önder Focan, Oğuz Durukan ve mer Demirer dığı için sağlamcı olarak tanınırdı. Çevik çalar, temiz iş yapar, uçlara gitmezdi. Örneğin Cole Porter’ın “I Love You”sunu on yıllar boyunca tek bir nota değiştirmeden çalmıştı. Akustik müzik sevdalısı, trio meraklısıydı. İçinde “swing” olmayan müziği ne dinler, ne de çalardı. Zamane müziklerine ve moda eğilimlere mümkün mertebe şüphe besler; birlikte çaldığı solocular arasında en çok İmer Demirer’i beğenirdi. 1986’da Yamaha DX7 alarak dijital kayıtlara başlamıştı. Biri 150 yıllık özel, üç kontrbası vardı. Konservatuvardan ayrıldıktan sonra, ilk cid di deneyimini Uğur Dikmen’le beraber Çetin Yorulmaz, Koray Oktay ve Asım Ekren’in de yer aldığı Haramiler topluluğunda yaşadı. 1975’te Dervişan’dan ayrılana dek Uğur Dikmen ile aynı gruplarda çalıştı; ardından rock defterini kapatarak caza yöneldi; seksenlerin başına dek İsmet Sıral ve Okay Temiz ile çalıştı; 1983’te Nükhet Aruca, Can Ayer, Önder Focan ve Deniz Dündar ile Oğuz Durukan Beşlisi’ni kurdu. Önder Focan ile 1982’de tanıştı, Özdemir Erdoğan’ın hastalık nedeniyle katılamadığı bir gece mesaisi münasebetiyle. iyano) örsev (p erem G K ldu, lı iki yıl o dan ayrıla bir günümüz ramız z’suz ama Oğu r esprimizde, her He iyor. giyle ve bile geçm ızda saygıyla, sev u. n m konuşma üklerle anıyoruz o gülüc Hülya Tunçağ (radyocu) ürk caz sahnesine emeği geçmiş, iyi müzisyen, iyi basçı, iyi insan, yüzünde eksilmeyen dingin tebessümüyle, “down” tempoda konuşmasıyla belleğimde yer eden sevgili Oğuz Durukan aramızdan çok erken ayrıldığı için hâlâ isyan ediyorum. A T r Ayşe Gence (vokal) evgili Oğuz Durukan’ın hayambaştımdaki yeri ba beyr kadır. Hakiki bi r ardi, hakiki bi efen bir mükadaş, değerli lı bir vefa zisyen ve ri doldosttu. Asla ye olan durulamayacak mu ğu sevgili Oğuz’cu uz, ıyor sevgiyle an ın... nur içinde yats S Önder Focan (gitar) B eyefendi adam denince aklıma ilk gelen isim odur. Bugüne kadar kalbini kırdığı, üzdüğü hiç kimseyi görmedim. Veysel Ç adır (da vul) endisini 1 967 yılınd tan a dik. Hani ıdım. Birbirimize Haramiler zamanın hiç kırılm derler ya, da gün, güve a nilir ve se adam gibi adamdı. dık, üzülmevgi d Dürü çok zama olu birisiydi. Yaş st, düzlı değildi, nsız kayb ettik. K Oğuz Durukan Hakiki bir beyefendi DOSTLARININ GÖZÜNDEN OĞUZ DURUKAN O günden sonra her konuda sonsuz güven duydu Önder ona. Oğuz, pek çok insana olduğu gibi Kerem Görsev’e de akıl hocalığıyla karışık ağabeylik yapıyordu. İlk albümü “Hands & Lips”de çalmıştı. 1979 gibi tanımıştı, konservatuvardan ayrıldığı günlerde Kerem kendisini. Esentepe’de oturdukları semtin büyüğü idi. Bahçeli bir evde annesi üstte, kendisi altta müstakil bir evde oturuyorlardı. TRT İstanbul Hafif Müzik Orkestrası’nın provaları bu evde yapılırdı. Süheyl Denizci’den Cengiz Teoman’a, Metin Çotal’a; hepsi ayak basmıştı mekâna. Oğuz Durukan Beşlisi de bu evde doğmuştu. İlk kez 1985’te çalmaya başladılar, önce Gayrettepe’deki Gazino, ardından Taksim Kristal Büfe’nin altındaki Bodrum Bar’da. Sonrasında Ihlamur (Cemal Reşit Rey’in piyanosunun bulunduğu mekânda) Deri Şov’da haftada 3 gün duo yapıyorlardı. İki sezon kesintisiz çaldılar, 1988’de, davulda Veysel Çadır, trombonda Elvan Aracı, vokalde Tufan Ünal eşliğinde Korukent Caz Bar’a geçtiler. Bu topluluk uzun solukluydu, doksanlı yılların ortalarına kadar devam etti. Robert Kolej mezunu ve halen burada çalışan eşi Ayşe Hanım ile 30 yıllık beraberliğinin sadece son iki yılını evli olarak geçirmiş, çocuk sahibi olmamıştı. ([email protected]) Hilal Esen toprağa verildi Kültür Servisi Önceki gün hayata gözlerini yuman, Türk sinemasının 1960’lardaki çocuk oyuncularından Hilal Esen, dün Zincirlikuyu Camii’nde kılınan ikindi namazının ardından Hasdal Mezarlığı’nda defnedildi. Türk sinemasının ilk kadın yönetmenlerinden Feyturiye Esen’in kızı olan Hilal Esen, “Gönül Ferman Dinlemez”, “Çiçeksiz Bahçe”, “Şafak Yıldızı”nın da aralarında bulunduğu filmlerde rol almıştı. NECAT CUMALI’NIN K TABINDAN UYARLANAN F LM KASIMDA GÖSTER MDE Şerif Gören’den ‘Ay Büyürken Uyuyamam’ Kültür Servisi Türkiye’ye 1982’de “Yol” filmiyle “Altın Palmiye” kazandıran “Endişe”, “Deprem”, “Köprü” gibi filmlerin de yönetmeni Şerif Gören’in yeni filmi “Ay Büyürken Uyuyamam”ın çekimleri Ayvalık, Alaçatı ve Çeşme’de sürüyor. Gören, Necati Cumalı’nın aynı isimli kitabından sinemaya uyarladığı filmde bir Ege hikâyesi anlatıyor. Yapımcılığını M.G Productions’ın üstlendiği filmde Ayça Bingöl, Hazal Kaya, Fırat Çelik, Selin Şekerci, Fırat Tanış, Hakan Boyav, Serdar Yeğin, Ezgi Mola, Ali Düşenkalkar’ın da bulunduğu kalabalık bir oyuncu kadrosu rol alıyor. “Ay Büyürken Uyuyamam” 4 Kasım’da, 400 sinemada gösterime girecek. Latin Grammy ödüllü Kültür Bakanı LİMA (AA) Peru’da Devlet Başkanlığına seçilen Ollanta Humala, ünlü şarkıcı Sisana Baca’yı Kültür Bakanı olarak seçti. “Lamento Negro” albümüyle 2002’de Latin Grammy ödülü alan 67 yaşındaki Baca, ülkenin İspanya’dan bağımsızlığını kazandığı 1821’den bu yana ilk siyahi bakanı oldu. Humala, Eğitim Bakanlığı’na da sosyolog Patricia Salas’ı getirdi. Selin Şekerci, Şerif Gören ve Hazal Kaya. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle