18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 25 TEMMUZ 2011 PAZARTES [email protected] 25 TEMMUZ 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] 10 EKONOMİ EKONOMİ 11 Üçüncülüğe razı değiliz SEKTÖRDEN Kron’dan ran’a ADSL Kron Telekomünikasyon, İran’da AryaCell ile ADSL hizmeti sunacak. Kron’dan yapılan açıklamada “Şirketimizin payının yüzde 40 olduğu ortak girişimimizin İran Telekom’dan elde edeceği gelirler ADSL abone sayısına bağlı olarak hesaplanacak. Şu anda 500 bin aktif kullanıcının 10 yılda minimum 5 milyon aktif kullanıcıya çıkması bekleniyor” denildi. B az is ta sy on u ‘i le ti şi m ku le si ’ ol du eniyle Kamuoyundaki olumsuz algı ned iği dird “iletişim kulesi” olarak isimlen yılında 5 baz istasyonlarının sayısının 200 u itibayarı son 6 bin 600 iken 2011 ilk Avea rıyla 19 bine ulaştığını belirten ir, yılsonunda bu rakaCEO’su Akdem lediklerimın çok daha yükselmesini bek ni söyledi. a Akdemir, 7 yıllık tarihi boyunc leştirdiği 7 ilki sıralarAvea’nın gerçek gibi tarifeken, öğretmen, öğrenci, kamu şteri talerine değinerek, “Bugünkü mü şteriı bu mü banımızın önemli kısmın gelir yalerle oluştu. En sadık, en çok dedi. abone kitlesi” ratan, en önemli Avrupa’nın Krizi ve Türkiye Dersleri… Başta Yunanistan olmak üzere, “devletin mali krizi” biçimine bürünmüş küresel krizin ikinci fazında, tıkanma nasıl aşılır? Bu sorunun yanıtı, farklı iç ve dış konjonktürde mali kriz yaşamış Türkiye deneyiminde yer alıyor aslında. Ama Türkiye’de yaşanan ve yaşatılanlar Avrupa’da yapılabilir mi, o başka. Yine de küçük bir zihin idmanında yarar var. Yunanistan başta olmak üzere, yüksek kamu bütçe açığı ve döndürülemeyen kamu borç stokunun ağırlığı altında ezilen ülkelere, “kurtarma” adı altında bulunan çözümler, sadece sündüren, sorunu öteleyici çabalar, o kadar. “Kurtarma operasyonları” adı altındaki mutabakatların hiçbiri iflası tek başına önlemeye yetmiyor. Nitekim, İngiliz Financial Times gazetesi, Yunanistan’a ağırlıklı olarak borç takası ve özel sektörün elindeki tahvillerin vadesinin yayılması şeklinde sağlanacak olan 109 milyar Avro tutarındaki son paketin çok da işe yaramayacağını söylerken haksız değil. Yenilik ne? Yenilik, özel bankaların da elini taşın altına sokması talebinde ısrarcı olan Almanya Başbakanı Merkel’in muradına ermesi. Ama borcu bir el daha çevirmek neye yarayacak? Bu borç nasıl makul bir büyüklüğe indirilecek? Sorun bu. Borç stokunu milli gelirin makul bir düzeyine indirmek için üç şey önemli: 1 Bütçede vergi gelirlerini arttırmak, harcamaları kısmak gerekiyor. Bu operasyon, bütçeden borç ödemelerine artan ölçüde kaynak ayırmayı mümkün kılmalı. Bu, işin “mali disiplin” ayağı. 2 Özelleştirmelerle, kamu varlığını eritip elde edilen gelir bütçeye aktarılıp borç azaltmada kullanmalı. 3 Büyümeyi, ihracatı ihmal etmeden sürdürülebilir bir kulvara oturtmalı. Dünya iş bölümünde avantajlı sektörleri belirleyip oradan ilerlemeli. Türkiye bunu 2001 krizinde yaşadı ve eksikfazla bir şeyler yaptı. Şimdilerde dostu Yorgo Papandreu’ya gayri resmi akıllar vererek ondan teşekkür alan Kemal Derviş, mutlaka Türkiye’ye IMF ile içirdiği acı ilacın deneyimini aktarıyordur. 2001’de Türkiye’nin yaptığı, Avrupa’nın ise bugün yapmakta zorlandığı ve zorlanacağı şeylerin bir kısmı iç koşullar bir kısmı da dış koşullarla ilgili. Türkiye, 2001’de dış konjonktür açısından şanslıydı. Dışarıda küresel kriz öncesinin balonu şişiyordu, likidite bolluğu vardı ve büyüyen bir dünya ekonomisi söz konusuydu. Dolayısıyla içeride gerekli operasyonlar tamamlandıktan sonra, 2001 kriziyle değersizleşmiş TL, ihracatçılar için teşvik oldu. Krizde işsiz kalmış işgücünün hızla ucuzlaması Türk ihraç ürünleri için rekabet gücü oldu ve özelleştirmeye hem içeriden hem dışarıdan alıcılar çıktı; iştah yerindeydi. Bütün acı operasyonlar, bir koalisyon hükümeti eliyle yapılıyordu. Halkın muhalefetine öncülük edecek bir parti yoktu. Muhalefetteki CHP, hayırhah bir tutum içindeydi. O kadar ki operasyonların mimarı Derviş’i partinin vitrinine koymaya vardırdı işi. Kuruluş halindeki AKP ise yıkımın parsasını toplamanın hazırlığını yapıyordu. Avrupa’nın mali krizdeki ülkeleri için bugünün dış konjonktürü iç açıcı değil. ABD, yeniden küçülme iklimine geçerken Asya bile durgunluğa gidiyor. Avro, krizdeki Avrupa ülkeleri için devalüe edilecek bir para değil, dolayısıyla Avro’yu veri alıp malhizmet ihraç edebilir halde olmaları gerekiyor. Sendikal, sosyal strüktür, bizdeki gibi vahşi bir çalışma iklimine geçişe izin vermiyor. Avrupa sosyal normları, kazanılmış sosyal haklar var. Özelleştirme projelerine hemen alıcı çıkar mı bilinmez. Özelleştirilecek kamu işletmelerinde çalışanların ücretleri, sosyal hakları yüksek. Mesela Yunanistan, 2015’e kadar 50 milyar Avro’luk özelleştirme geliri elde etmek istiyor. İlk etapta mevduat bankası Hellenic Postbank’ın yüzde 34’ü satılmak isteniyor. Ayrıca Pire ve Selanik limanlarını elden çıkarmak, kamu enerji şirketinin, telekom şirketi “Ote”nin ve su şirketinin satışından gelir bekliyorlar. Ama bunların hiçbiri çöpsüz üzüm değil ve umulan fiyatlarda teklifler almaları zor. Vergi gelirlerini arttırmaları tüm sınıflardan, özellikle de varlıklı kesimin iknasını gerektiriyor; kolay değil. Bizdeki gibi vur abalıya misali, dolaylı vergiye abanabilirler mi, sanmıyorum. İş, kamu harcamalarını kısmaya gelince, orada da kimse bizim gibi, “Vur ensesine al hakkını” acizliğinde değil; her hak kısıtlama operasyonu, tepki görüyor. Sağlığı, eğitimi diğer sosyal devlet hizmetlerini bizde yapıldığı gibi özelleştirip, ticarileştirip metalaştırmaya kolay kolay onay vermiyor Avrupalılar... Özetle, bizde 2001 krizinde uygulanan ağır reçeteleri Avrupa altorta sınıflarına uygulamak hiç kolay değil. Kaldı ki, dünya ekonomisinde yeni bir büyüme ivmesi yakalanmadan, düze çıkmak da kolay değil. Avrupa’daki sancı, Türkiye’ye de uzanıyor. Cari açıkla başı beladaki Türkiye, Avrupa’da daralan çemberin etkisiyle, bir de sıcak para çekilişi ve ihracat talebi düşüşü yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Bu, umulanın ötesinde bir küçülme, önce sanayide, inşaatta, sonra finans kesiminde esmer günler anlamına gelebilir. Elektrikte ek süre bugün doluyor Ekonomi Servisi Dağıtım özelleştirmelerinde geçici teminatların yatırılması için ikinci kez uzatılan süre, bugün doluyor. İhalelerde en yüksek teklifi veren firmaların, hisse satış sözleşmelerini imzalayabilmeleri için teklif ettikleri bedelin yüzde 2’sini geçici teminat olarak yatırmaları gerekiyor. Buna göre firmalar, hisse satış sözleşmelerini imzalayabilmek için toplam 188.3 milyon doları ÖİB’ye teslim edecek. Görüşmelerde çözüme ulaşamayan ülke için vakit daralıyor, gözler Asya’da ABD’de kriz alarmı ABD’de bütçe görüşmeleri giderek bir çıkmaza sürükleniyor. Ülkenin temerrüte düşmemesi için borçlanma tavanının 2 Ağustos’a kadar yükseltilmesi gerekirken, Asya piyasaları açılmadan önce ilerleme sağlayabilmek için görüşmeler hızlandırıldı. Ekonomi Servisi ABD’de Beyaz Saray ile muhalefetteki Cumhuriyetçiler arasında yapılan, borç tavanını arttırma ve bütçe açığını azaltma görüşmelerinde uzlaşı bir türlü sağlanamazken borç krizinin çözüme kavuşturulması için vakit iyice daralıyor. Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner’ın önceki gün Beyaz Saray ile görüşmelerden çekildiği yönündeki çıkışından bir gün sonra taraflar Beyaz Saray’da tekrar bir araya geldi. ABD Başkanı Barack Obama, soruna çözüm bulma çabaları çerçevesinde Kongre liderleriyle Beyaz Saray’da düzenlediği yaklaşık 1 saat süren acil durum toplantısında, Kongre liderlerinden aralarında uzlaşı alanları yaratmaları ve federal hükümetin borçlanma limitini yükseltmelerini istedi. Obama’nın toplantıda, Kongre liderlerini ABD’nin 14.3 trilyon dolarlık borçlanma limitini kısa vadeli yükseltme peşinde koşmamaları yönünde uyardığı, kısa vadeli yükselişi Ekonomi Demokrasi ç çeliği Görülmedikçe... Hükümetin ekonomi ile ilgili bakanları sırayla kamuoyuna uyarılar yapıyor. Bakanlar, ekonominin çok dalgalı sulara sürüklenmekte olduğunu; ekonomi oyuncularının çok dikkatli olmalarını ve özellikle gereksiz harcamalardan kaçınmaları gerektiğini ısrarla vurguluyor. Hükümetin birdenbire ekonomide tehlike var noktasına gelmiş olması, ülkemizde siyasetin ekonomiyle ilişkisinin sorgulanması gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Ekonomi bu noktaya bir günde ya da son bir ayda gelmedi. Özellikle, mart sonunda, ekonominin 2010 yılında, yüzde 8.9 bir büyüme oranına ulaştığı açıklandığında, AB/OECD ülkeleri arasında rekor kırdık destekli alkışlar göklere yükseliyordu. O günlerde ülke seçimlere gidiyordu. Ülke siyaseti, iktidarı ve muhalefetiyle, ekonomik bütününe ilişkin konulardan söz etmekten ısrarla kaçındı; seçimlerde ekonomi konuşulmadı. Örneğin, Türkiye, AB ve OECD ülkelerinin tamamına yakını arasında, vergilerin en haksız ve adaletsizi olan dolaylı vergilerde de birinci sıradadır. Yine aynı ülkeler içinde tarımını en az destekleyen; gelir dağılımı aşırı eşitsiz ve bu eşitsizliği giderek büyüyen ülkedir. Seçimlerde siz bu vergi adaletsizliğini ve bunun düzeltilmesi gerektiğinden; tarım desteklerinin yetersizliğinden; gelir eşitsizliğinden söz edildiğini duydunuz mu? Kaldı ki, seçim sonuçlarını hükümet için olumlu etkilediği öne sürülen rekor büyüme, tarım ve sanayideki üretim artışlarının değil, esas olarak ithalat artışının beslediği tüketime dayalı bir büyümeydi. Oysa komşumuz Yunanistan uzunca bir süredir ekonomik krizle kıvranıyordu; hastalığın AB’nin özellikle güney kanadını vuracağı öne sürülüyordu. Özetle, küresel gidiş de iyi değildi ve mevsim sıcaklarına girilirken küresel finans uzmanı yorumculardan bile Türkiye ekonomisi ısınıyor uyarısı gelmekteydi. Haziran sonunda da 2011’in ilk üç ayında büyüme hızının hızını alamadığı ve yüzde 11.0 olduğu görüldüğünde, büyüme rekoru sarhoşu olan ve seçimlerde ekonomiyi gündem dışında tutmayı başararak büyük bir seçim zaferi kazanan hükümet, şimdilerde iğne batırılmışçasına birdenbire uyandı. Oysa 2009 yılındaki büyüme oranı eksi yüzde 4.8’di; ekonomi, çok ağır bir daralma ya da küçülme yaşamıştı. Bu eksi büyüme oranı da AB/OECD ülkeleri arasında bir rekordu. Ancak ülke siyasetinin merkezine yerleştirilecek yerde, Başbakan’ın ünlü teğet geçti sözleriyle geçiştirildi. Yalnız, unutulmamalıdır ki, büyüme oranı, sonunda vücut sıcaklığı gibi bir göstergedir. Eğer bu oran bir yıl gibi çok kısa bir zaman diliminde, eksi 4.8 ile artı 8.9 arasında inip çıkıyor, sonra da üç aylık da olsa 11 tırmanıyorsa, ortada çok sağlıksız bir ekonomi vardır. Ekonominin küçülmesinin hangi toplum kesimlerini vurduğu; rekor büyümesiyle gerçekten kimlerin büyüdüğü, yani kimlerin gelirlerini arttırdığı ve daha da önemlisi artan gelirlerden ne kadar vergi alındığı, seçim sürecine denk gelmesine karşın, sorgulanmadı; bilinmedi.. Bu durumda, yapılması gereken, bu sağlıksız büyümenin kaynaklarını doğru saptamak ve bunları düzeltmek için gerekli politikaları üretmek olmalı değil mi? Oysa hükümet böyle yapacak yerde, tüketmeyin/harcamayın gibi uyarılar yaparak; korkutucu boş laflarla, ateşi düşürmeye uğraşıyor. Çok geç kalmış olan bu tutum, ateşli hastayı soğuk suya sokmaya benzer; hastalığı iyileştirmeye hiçbir biçimde yetmez. Demokratik anayasa sözünü sürekli gündemde tutan hükümet, demokrasinin sağlam temellerinin yalnız ve ancak hızla sanayileşmekten ve hakça bir gelir paylaşımından geçtiğini artık öğrenmek zorundadır. Bu arada, başkanlık sistemini istediğini hiç saklamayan Başbakan’ın da ABD Başkanı’nın son haftalarda muhalefetten neler çektiğini çok yakından izlemesinde de yarar var. Ancak burası Türkiye. Burada, anlaşılan muhalefet de karar vermiş, ya ekonomiyi, örneğin vergiyi hiç ağzına almayacak ya da konuşursa da hükümet gibi konuşacaktır. Böyle olunca başkanlık sistemini kim istemez ki! Her neyse. Türkiye halkı, enflasyon, faiz ve yoksullaşma gibi onca yıkıcı deneyden sonra da olsa, doğru demokrasinin doğru ekonomiden geçtiğini öğrenmedikçe ve de siyasetçilerine bunu öğretmedikçe, görünen o ki çekilen çileler hiç bitmeyecektir. Avea CEO’su Erkan Akdemir pazarda her zamanki dinamikliklerini ve agresifliklerini koruyacaklarını söyledi. ÇEŞME Avea Üst Yöneticisi (CEO) Erkan Akdemir, “2010’da hedefimiz kârlı büyüme dedik ve 2010’u kapattığımız zaman vitesi büyüttük, büyümeyi sağladık, kârlılık hedefine ulaştık. 2011 yılında ise depara kalktık” dedi. Avea’nın kuruluşunun 7. yılı ve 2011’in ilk yarı performansına ilişkin İzmir Çeşme’de düzenlenen toplantıda konuşan Akdemir, 2010’da 643 milyon lira olan satış gelirlerinin yüzde 18 artışla bu yılın aynı döneminde 759 milyon liraya ulaştığını, ilk 6 aylık büyüme oranının ise yüzde 13 olduğunu açıkladı. Akdemir, karlılığın da geçen seneki seviyelerde devam ettiğini ve amortisman, faiz ve vergi öncesi kârın (AFVÖK) 69 milyon lira olarak gerçekleştiğini kaydetti. Uygun fiyatlı arama imkânı sağlayarak iletişimi özgürleştirdiklerini kaydeden Akdemir, 2004’de sektörde dakika başına MMEKA’nın durumu İstanbul Anadolu Yakası ve Boğaziçi Elektrik Dağıtım özelleştirmelerinde en yüksek teklifi veren MMEKA’nın da toplam 96.1 milyon doları bugün yatırması gerekiyor. Ancak, özelleştirmelere KaramehmetKazancı ortaklığı (MMEKA) olarak giren firmanın ortaklık yapısıyla ilgili sorunlar çıkmıştı. Cuma günü MMEKA Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kazancı, ortağı Karamehmet ile anlaşma sağladıklarını ve yüzde 5050 eşit ortaklıkla kurulan MMEKA şirketinde, ortağı Mehmet Emin Karamehmet’in yüzde 50 hissesini devraldığını duyurdu. Kazancı, ortağını da bugün açıklayacağını belirtmişti. Toplantıya Avea reklamlarında oynayan oyuncu Ata Demirer de katıldı. Avea’nın 7. yıl pastasını Akdemir ve Demirer birlikte kestiler. Turkcell raporuna ödül Turkcell’in 2010 yılı Faaliyet Raporu, League of American Communications Professionals LLC tarafından telekom sektöründe ‘Dünyanın En İyi Faaliyet Raporu’ seçildi. Rapor ayrıca en iyi anlatım dalında dünya çapında ‘Altın’, AvrupaOrtadoğuAfrika bölgesinde ise ‘Platin’ ödüle layık bulundu. ortalama ücretler 33 kuruşken, 2011’de 9 kuruşa gerilediğini ifade etti. Kullanıcı başına ortalama gelir (ARPU) konusunda sektörde 2010 son çeyreğinde bir kırılma yaşandığını söyleyen Akdemir, “Sonrasında Avea’nın ARPU’su en yüksek operatör olduğu net şekilde görülüyor. Bu yılın ilk ve ikinci çeyreğinde geldiğimiz nokta ilk defa 20 lira üzerine çıkarak 20.5 lira oldu” diye konuştu. Akdemir, 2005’te yaklaşık 6 milyon olan toplam abone sayısının bugün ikiye katlanarak 12.2 milyona çıktığını, o tarihlerde gelir anlamında yüzde 12’lerdeki pazar payının ise 2011 ilk yarısı sonu itibarıyla yüzde 20 civarına çıktığını kaydetti. Sektör üçüncülüğüne razı göründükleri yorumu üzerine Akdemir, “Üçüncülüğe razı değiliz. Öyle olsak, bu kadar çok yatırım da yapmayız. Mevcut olanı korumaya çalışırız. Pazarda her zamanki dinamikliğimizi, agresifliğimizi devam ettirdik, ettireceğiz” diye konuştu. Ara bağlantı ücretlerinin, ortalama fiyatla karşılaştırıldığında hâlâ yüksek olduğunu dile getiren Akdemir, “Ara bağlantı ücretlerinin düşük olmasının kimseye bir zararı yok. Gönlüm sıfır olmasından yana” dedi. Erkan Akdemir, son gelişmeleri şöyle özetledi: “Geçen sene 268 dakika olan abone başına konuşma süresi, 309 dak ikaya çıktı. Bir saniyede iki kelime söyleyebilirsiniz. Seni seviyorum diyebilirsiniz. Ama biz daha rahat rahat bunu ifade edin istiyoruz. Avea’yı aynı zamanda sevgililerin, dostların, dertlilerin, âşıkların, din lemeyi sevenlerin operatörü olarak da açıklayabiliriz. İlk altı ayda 3 bin 500 yeni iletişim kulesi ilave ettik. Yenilenen bayi sayısı 200’e yaklaşt ı. Abone tabanımız 615 bin kişi arttı.” Se vg ili ler in, do st lar ın, de rtl ile rin op er at ör üy üz Piyasalar ABD’yi izleyecek içeren bir çözümün, ABD’nin kredi notunda düşmeye ve Amerikalı tüketiciler için faiz oranlarının artmasına neden olabileceği hususlarına dikkati çektiği öğrenildi. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD’den yükselen sesler, borç krizinin Avrupa ile sınırlı kalmayacağı korkularını tırmandırıyor. Bu nedenle piyasalar haftalardır tedirgin. Cumhuriyetçi bir Kongre yetkilisi, piyasalarda yaşanacak düşüşleri önlemek için Kongre liderlerinin, üyelere pazartesiye kadar bir paket sunmayı ve Asya piyasalarının açılmasından önce anlaşma doğrultusunda ilerleme sağlamayı amaçladığını söyledi. Kongre’de Demokrat ve Cumhuriyetçi liderler arasındaki görüşmelerde, borçlanma limitini yükseltme süresi üzerinde yeni anlaşmazlığın patlak verdiği haberleri de geliyor. De mokrat Çoğunluk Lideri Harry Reid, “derin hayal kırıklığına uğradığını” belirtti ve çözüm bulunmadıkça ABD’nin temerrüte düşmeye daha da yaklaştığını söyledi. HP’den yeni yazıcı HP, LaserJet segmentinde yer alan en küçük renkli lazer yazıcısı HP LaserJet Pro 100 renkli MFP M175nw’yi satışa sundu. Yazıcı KOBİ’lerin verimlilik ve etkinliklerini artırmalarına yardımcı olmayı amaçlıyor. Mobil ödeme yaygınlaşıyor Bu yıl küresel ölçekte mobil ödeme uygulamasından 140 milyonu aşkın kişinin yararlanması öngörülüyor. ABD’li Gartner Inc tarafından hazırlanan piyasa araştırmasına göre, mobil ödeme pazarı, beklenenden yavaş gelişmekle birlikte geçen yıla göre yüzde 38 artarak 141.1 milyona ulaşacak. 2010 yılında bu rakam yaklaşık 102 milyondu. Rapora göre geçen yıl yaklaşık 49 milyar dolar olan ciro ise yüzde 75 artışla 86 milyar doları geçecek. Raporda şirketlerin, yakın alan iletişimi konusuna ilgi gösterdiği belirtilirken önemli olan konunun başında, nakit ya da kredi kartı kullanan tüketicilerin, cep telefonları ile ödeme yapacak şekilde davranışlarının değişmesi geliyor. NOK A C601 599 TL’YE SATILACAK Nokia yeni C Serisi telefonu Nokia C601’i Türkiye’de 599 TL’ye kullanıcılarıyla buluşturacağını duyurdu. Nokia’nın dış mekân kullanımına özel geliştirdiği ClearBlack teknolojisiyle daha net bir görüntüye sahip Nokia C601, 3.2 inçlik tamamen dokunmatik AMOLED cam ekrana sahip. 8 megapiksel kamera ve HD video özelliğine sahip olan Nokia C601, bellek kapasitesi 32GB’a kadar çıkabiliyor. Krediler ve kredi kartları kullanım tutarı 2010 sonundan bu yana yüzde 19 arttı Tüketicinin borcu 200 milyar TL Ekonomi Servisi Mevduat bankalarının tüketici kredileri ve kredi kartları kullanım tutarı 2010 yılı sonundan bu yana yüzde 19.3 artarak, 200 milyar 690 milyon 978 bin liraya ulaştı. Tüketici kredileri ve kredi kartları kullanım tutarı, 31 Aralık 2010 itibarıyla 168 milyar 167 milyon 777 bin lira düzeyindeydi. AA muhabirinin Merkez Bankası verilerinden yaptığı derlemeye göre, söz konusu tarihte 124 milyar 935 milyon 513 bin lira düzeyinde bulunan tüketici kredileri de 15 Temmuz 2011 tarihe kadar geçen süreçte yüzde 21.4 oranında artış gösterdi ve 151 milyar 690 milyon 227 bin liraya çıktı. 2010 sonunda 43 milyar 232 milyon 264 bin lira olan bireysel kredi kartları kullanım tutarı da 15 Temmuz itibarıyla 49 milyar 751 bin liraya yükseldi. Bireysel kredi kartları kullanım tutarındaki oransal artış yüzde 13.3 olarak gerçekleşti. Söz konusu dönemde konut kredilerindeki artış ise yüzde 17.1 oldu. Perşembe günü AB liderlerinin Brüksel zirvesinde alınan Yunanistan’ı kurtarma kararları, piyasaları çok sevindirdi. Borsalarda, indeksler hızla yükselirken Financial Times, Lex köşesinde, “Fazla abarttınız” diyordu, ama genelde “Avrupa Birliği, dünya mali sistemi uçurumun kenarından döndü” havası hâkimdi. Aynı gün, New York Times Başkan Obama ile Cumhuriyetçi Parti’nin meclis grup başkanı Boehner’in bütçe açığını azaltmaya yönelik bir program üzerinde anlaşmak üzere olduklarını aktarıyordu. Daha sonra, Boehner’in sözcüsü Twitter’de “yok bir şey dediyse” de piyasalar, 14 trilyon dolarlık borçlanma sınırına dayanan ABD’nin 2 Ağustos’ta temerrüde düşerek küresel mali piyasalarda bir fırtına yaratma olasılığının zayıfladığına inanıyorlardı. Ama, insan beyni garip, birden aklıma, Meşrutiyet dönemi eğitim bakanlarından Emrullah Efendi geldi, hani şu “Mektepler olmasaydı Maarifi ne güzel idare ederdim” sözüyle ünlü zat. “Haydaa, ne alakası var” diyordum ki, jeton düştü: “Şu halk olmasa bu krizden ne güzel çıkardık”... Hep, “bankalar şöyle rahatladı”, “bulaşıcılık böyle önlendi” filan... Ama alınan önlemlerin başarısı, halkların, krizin bugüne kadar yarattığı yıkıntıya ek olarak, yeni yükleri üstlenmeyi kabul etmesine bağlı. Ya etmezlerse? Yunanistan Komünist Partisi yayın organı Rizospastis, cuma günü “Avro zirvesi işçi sınıfını daha da yoksullaştıracak yeni önlemler getiriyor. Halk bu borç plütokrasisini tanımıyor ve onun borçlarını ödemeyecek!” diyordu... Büyük dönüm noktası... Yunanistan’ın Yeni Demokrasi Par tisi (muhafazakâr) eski milletvekillerinden Petros Doukas’ın Tovima’daki yorumuna bakılırsa (22/07/11), perşembe günü Brüksel’de alınan kararlar “büyük bir dönüm noktası” oluşturuyor. Bu kararlar sayesinde “Yunan hastalığının metastaz yaparak İtalya’yı hatta belki de ABD’yi etkilemesi” önlenmiş. Brüksel’de sert pazarlıklardan sonra üzerinde anlaşılan paket 14 maddeden oluşuyor. Yunanistan’la ilgili maddeler, Avrupa Finansal Stabilizasyon Kurumu’ndan (EFSF),109 milyon Avro’luk bir yardım paketini, alacaklı özel sektör bankalarından 37 milyar Avro’luk gönüllü bir katkıyı içeriyor. Paket 2010’daki kurtarma paketinde EFSF’nin verdiği kredilerin vadesini 7.5 yıldan 15 yıla uzatıyor, faizlerini yüzde 5.5’ten 3.5’e düşürüyor. Paket Yunanistan’a, rekabet kapasitesini, büyüme olanaklarını güçlendirmesine ve reformları uygulamasına yardımcı olmak amacıyla bir Avrupa Marshall Fonu kurmayı hedefliyor. Stabilizasyon araçları başlıklı ikinci bölümde, EFSF’nin esnekliği, gerektiğinde ikincil piyasalara müdahale edebilecek biçimde arttırılıyor. EFSF’nin Yunanistan’a yardım koşularının Portekiz ve İrlanda’ya da uygulanacağı açıklanıyor. Ekonomik Yönetişim başlıklı üçüncü bölüm, İstikrar Paktı’nı güçlendiren, makro ekonomik gelişmeleri yakından izlenmesine olanak veren bir yasal paketin en kısa sürede tamamlanmasını, bağlayıcı bir mali kuralların çerçevesini 2012’nin sonuna kadar tamamlamayı amaçlıyor. Paket AB dışındaki kredi değerlendirme kurumlarına bağımlılığın azaltılması gerektiğini vurguluyor. Piyasalar Çok Sevindi, Ama... Bu önlemleri “piyasa” ve uzmanlar tarafından AB’nin ileri derecede merkezileşmesi, bir Avrupa Para Fonu oluşturulması yönünde atılmış adımlar olarak yorumladılar. Daily Telegraph’ın ekonomik editörüne göre de “Almanya arzu ettiği imparatorluğa kavuşmuştu”. Borç ödeme sürelerinin uzatılmasıysa “temerrüde düşürmek” olarak yorumlandı. Ancak, Financial Times Lex’in vurguladığı gibi “Madem ki hükümetler Avro’yu ayakta tutmaya kararlı olduklarını açıklamışlardı, yatırımcıların bu karara karşı oynamaları çok riskli olacaktı”. Anımsarsanız, krizden önce, “piyasalar karar verdi, hükümetler ne yapabilir ki” denirdi. “Şimdi hükümetler karar verdi piyasalar ne yapabilir ki” noktasına geldik. ... ama ‘Depresyon’ hâlâ gündemde Peki, bundan sonra ne olacak? Geçen hafta Prof. Krugman’ın New York Times’da işaret ettiği gibi bu paket kısa dönemde bir çöküşü engellemiş olabilir ama, “daha genelde, kaçınılmaz olarak ekonomik krizi derinleştirecek”. Alınan önlemler, neoliberal re formların uygulanması koşuluna bağlandığından, bir taraftan, ekonominin kaynaklarını halkın daha da yoksullaşması, işsizliğin artması, ekonominin resesyona itilmesi pahasına borç ödemeye yönlendiriyor. Öbür taraftan, bu yeni önlemler paketi, AB yönetiminde seçilmemiş, hükümetler üstü bürokratların gücünü arttırıyor. Böylece AB’nin “demokratik açık” denen meşruiyet sorunu derinleşirken, önlemlerin uygulanmasıyla halk daha da yoksullaştıkça, ulusal düzeyde AB düşmanlığı, önlemlere karşı toplumsal direniş daha da güçleniyor. AB liderliği kısa dönemli sorunu atlatmaya çalışırken halkın tepkilerini göz önüne almadığından kendini, “sürekli bir siyasi ekonomik krizin içine atıyor” (Breakthrough Europe, 21/07/11). ABD’de, piyasaların umutla beklediği bütçe açığını azaltmaya yönelik anlaşmanın da sorunu aynı: Halkın tepkisini göz önüne almadan, en zengin kesimi korurken, bütün yükü çalışanların, en alt sınıfların sırtına yıkmayı amaçlamak. The Nation dergisinden George Zornic’in, Obama ile Boehner’in üzerinde anlaşmaları beklenen paketi irdelerken gösterdiği gibi zenginlerin vergilerinde bir artış olmuyor, kurumlar vergisi azaltılıyor, savunma harcamalarına dokunulmuyor. Bunlara karşılık, sosyal güvenlik ödemeleri, sağlık, ilaç fiyatları destekleri azaltılıyor. Federal hükümetin öğrencilere ve özürlülere yönelik mali desteklerinde de kesintiler yapılıyor. Tüm bunlar, Reagan’ın Ekonomik Danışmanlar Konseyi’nin Başkanı, Harvard’dan Prof. Martin Feldstein, “Amerikan ekonomisi belirgin biçimde yavaşladı, her gelen veri yeni bir gerileme olasılığının arttığını gösteriyor” (The Daily Star, 22/07/11) sözleriyle betimlediği bir ortamda planlanıyor. Prof. Krugman da tüketici talebinin ne kadar gerilemiş olduğuna dikkat çektikten sonra “daralmış bir ekonomimiz var. Peki, politikacılar ne öneriyorlar. Hiçbir şey”... “Aksine Brüksel ve Washington’da kamu harcamalarında kesinti yapmaktan başka bir şey konuşulmuyor” diyor. Diğer bir deyişle adeta, toplumda yalnızca bankacılar ve devlet varmış, halk yokmuş gibi davranıyorlar. Ama halk var. Geçen hafta Roubini “Ekonomik büyüme olmadan, kemer sıkma ve reform, toplumsal istikrarsızlık ve siyasi tepki yaratır” diyerek uyarıyordu. Financial Times da bir yorumunda, bugün dünyada en büyük siyasi istikrarsızlık kaynağını “orta sınıfların tepkisinin” oluşturduğunu savunuyordu. “Orta Sınıf Ayaklanmaları Küresel Bir Tehdit Oluşturuyor” başlıklı yazı, esas olarak, gelişmekte olan ülkelerde ama giderek her yerde, yoksullaşan, beklentileri karşılanmayan orta sınıfların (ücretle çalışanların bizim orta sınıf proletarya kavramıyla dikkat çekmeye çalıştığımız kesim) sokak gösterilerinin, protestolarının, öğrencilerin, gençlerin, “daha çok katılım ve en önemlisi daha çok eşitlik talepleriyle” ayaklanmalarının, toplumsal istikrara yönelik büyük bir tehdit oluşturduğunu savunuyordu. Tüm bunlardan sonra, Brüksel ve Washington’dakilere bakarak “Tanrılar mahvedeceklerini önce çıldırtırlarmış” diyen Yunan atasözünü anımsarsam acaba çok mu iyimser davranmış olurum... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle