18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 24 TEMMUZ 2011 PAZAR 2 Ötelere kadar giderdik. İlhan yüzerek, ben yürüyerek! Sular belimizi aşardı. Batıp batıp çıkardım. Ah yüzme bilseydim! Nadir Bey, “İstanbul çocuğusun, nasıl yüzme bilmezsin” demişti. Hiç değilse suyun içinde olmak, temmuzun tadını duymak... Handan’la Ayla kıyıdaki kahvede beklerlerdi. Az sonra Yılmaz gelecekti, Hamdi Bey derken... Uzaktan bizi seyrederlerdi. Bir ara İlhan geri döner, denizin uzaklıklarına değil, arkamızda kalan Gökova dağlarına bakardı. Dalıp giderdik doğanın güzelliğine... Çevremizde coşkulu insanlar, kadınlar, çocuklar. Bir mutlu günün başlangıcı... Kalkıp, gideyim yine oralara diyorum. Şu yokuştan inip, Yücelen’in kıyısında bir kahve içip denizden çıkanları seyretmek. Sokağa adım atınca duraklıyorum. Yüzmek yasaklanmış! Köşeye gitmeden geri dönüyorum. Verandadaki koltuğa gömülüp geçmişi yaşamak istiyorum. Kala kala bunlar var elimde. Anı değil, elle tutulur, gözle görülür yaşantılar. “Nedir, zaman insanısın... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Haydi kalk, çık sokağa, o eğri büğrü taşlara basa basa dön köşeyi, tut yokuşu, bastonu savurarak hızla geç ağaçlı yolları. Bir an, dağlar yıkılır yeniden dirilir. Doğanın oyunları bitmez. Sen bir parçasısın. Kendini dev gibi görsen de zaman zaman! Şu koskoca doğanın orta yerinde tek bir anın içindesin. Kopup giden nicelerinden birinde, şu gökyüzü, şu güneş, şu bulutlar, şu yağmur damlaları, hepsi bir hiç, bir boşluk. Sürüklese de seni oralara... Oralar, eski yerinde mi? Ya insanlar, ya insanlar! Nerdeler? Belleklerde, anı bile olmadan durup dururlar... Yine de denize koş, suları avuçla, bir şeyler geriye dönsün diye? Aldırma, sen çok yürüdün eskiden! Hep öyle sandın... Yine yanılmaktasın. Çıkarım sokaklara, giderim oralara diye. Oralar yasak. Bir yerlerde kaldı, düşlerinde... Koş koşabilirsen, yaşat yaşatabilirsen, unut unutabilirsen... Vazgeç hepsinden, şu bir tek anın içinde yaşa, yaşayabilirsen... Sevr Alçalışı, Lozan Onuru... Lozan’da elde edilen ‘tam bağımsızlığa’ günümüzde bile yabancı olanlar, Sevr imzacılarından farksızdırlar. Ama tarihsel seyir, ulusal benlik ve ülkesel duyarlılığa adanmış çabaları hem unutmaz ve hem de halklarına ihanet etmiş emperyalist işbirlikçileri yadsımada duraksamaz. Av. Ertuğrul KAZANCI Eski ADD Genel Başkanı Özlem, Anı Değil! nedir” demiş şair. Ama o da bilmemiş ne olduğunu! Uçup gitmiş, bir esin gibi, yıllar, günler, geceler... Yalnızlıktan hep korkmuşumdur. Oysa çok tattım bu duyguyu... Elle dokunan bir şeydi yalnızlık... Bir canlı nesne, konuşan, tersleyen, kızdıran, varlıkla yokluk arası bir garip biçim... Ne dersen de, şu elinde bastonla oturup ağaçlara, yapraklara bakmaktan başka bir şey yapamayan yaşlı adam... Masadaki kitaplar en yakınların, son dostlukların, dostun... Bir gün gelecek. O gün hangi gün? Onlar için de böyleydi. Vardılar, yok oldular. Ellerini tutamıyorsun, gözlerinle göremiyorsun, ama varlar, senin dünyanın içindeler. Kimi zaman düşlerle gelirler, düşlerle giderler... Sen de bir düşsün, kendi düşünü yaşayan bir düş Banktaki Ayı... Doğanın milyon yıllarca yarattığı vadiyi önce HES ile darmadağın ettikten sonra “Çevre düzenlemesi” yapacaklar... Ben biliyorum, bank koyacaklardır... Ayı gece gelecek... Bakacak; bank... O vadi ve o dere... Dünyada eşi olmayan büyüleyici bir güzellikte... Zaten dünya çevre örgütleri görür görmez korunması gereken miraslar listesine alıp, yeryüzünde böyle bir cennet olduğunu dört bir yana duyurdular... İşte o sırada bunların aklına geldi: Vadiye HES kurmak... Dozerler, kepçeler, greyderler girişip asırlık ağaçları kestiler, yataktaki çakılları dağıttılar, dere şaşkındı, kurbağalar öldü, ördekler gittiler... Şimdi “çevre düzenlemesi” yapacak... Ayı gece gelecek... Bakacak; bank... Genelde böyle yapıyorlar; doğa cennetlerini pazarlıyorlar, satıyorlar, yakıyorlar, yıkıyorlar... Asla bir daha geri gelmeyecek biçimde ortadan kaldırıyorlar... Sonra göz boyamak için “çevre düzenlemesi” yapmaya kalkıyorlar... Kaldırım döşüyorlar mesela cennete, taşlarından birisi sarı, birisi beyaz boyalı... Çöp bidonları, park yerleri, değnekçi... Tabii ki siyasetçi ile cingöz yandaş doğayı çaldıktan sonra oraya bir de bekçi lazım; kimse bir şey çalmasın diye... Eh... Köfteci, simitçi, dondurmacı... İçine etmişken; “WC Bay...”, “WC Bayan...” Ve bank.. Ayı gece gelip bakacak: Bank koymuşlar... İnsanlık suçudur bu... Karadeniz’in vadilerinde, Kaz Dağları’nda, Akdeniz’in kıyı ormanlarında, Yalova örnek ormanlarında, Ege’nin tarih yatan doğa parçalarında... Fırat havzasından, İstanbul Boğazı’na... Kuş cennetlerinde, sulaklarda, koruluklarda... Yıkmadıkları, yok etmedikleri, çalmadıkları doğa bırakmadılar... Bir de tabela dikiyorlar tabii ki: “Doğayı koruyalım...” Ayı ise gelip bakacak: Bank... Etrafında dolanacak, koklayacak, patisi ile ittirecek, burnu ile dürtecek... Bankın; doğa cennetinde ne işi olduğuna asla aklı ermeyecek ayının... T ürkiye, ulusal değer ve kazanımların kıyasıya törpülenmek istendiği bir süreçten geçiyor. Karamsar olunması, geleceğe ilişkin ülkesel kaygıların duyulması için her türlü neden var. Ama yurttaş olmanın bilincini taşıyan idealistler, “Kemalist” devrim yolundaki dirençlerini sürdürüyorlar. Lozan’ın 88. yıldönümünde görünen odur ki, siyasal arenanın aldatıcı koşullarında; dışa bağımlı, emperyalizme tutsak ve yurttaşlık coşkuları zedelenmiş yığınsallık yaratılmıştır. Cumhuriyetin toplumsal dokusunda bulunan “sosyal devlete” dayalı ekonomik yapı liberal vahşetin insafsızlığına bırakılarak aydınlanmanın kültürel aşamalarından da geri dönülmüştür. Kurtuluş Savaşı’nı yadsıyıp sonra da Lozan’a bakarak, “hezimetten” konu açan karşıdevrimcilerle “üniter devlet” yapısına karşıt ayırımcı cephe beraberce ortadadır. Bunlarca Sevr, yenilenmek istenilen bir amaçtır. Lozan ve Cumhuriyet düşmanları bu noktada, “Resmi tarihi irdelemek ve demokrasiyi yerleştirmek için eleştirel bakış” savıyla kasıtlı bir bilenmişlik içindedirler. Evrensel ant Türkiye, Lozan’da hukuken tanınan evrensel bir “ant” çerçevesinde kurulmuştur. “Tam bağımsızlık” ilkesiyle; sömürgeciliği, kapitülasyonları, devletlerarası eşitsizliği ve içteki hıyanetleri silkip atan antlaşmanın adı; Lozan’dır. Lozan, yönetsel ve ekonomik vesayet altında olmayı kesen ve Atatürk’ün tanımlamasıyla, “Tarihte misli görülmemiş bir hesaplaşmanın” görkemli sonucudur. 24 Temmuz 1923 günü imzalanan Lozan Antlaşması, kimilerince tartışılmak istenilen konudur. 19231950 yılları arasını kapsayan Cumhuriyet dönemini alabildiğine eleştirenlerin, siyasal ganimetler elde ettiği bu ülkede Lozan temelini baltalamak, şaşmaz uğraştır. Oysa ki, Nâzım Hikmet’in “Kuvayı Milliye” destanında: “Bir müthiş ve kutsal macerada/ön safta, en ön sırada /şahlanıp ölesi geliyor insanın..” dizelerinde anlatımını bulan olağanüstü bir kalkışma, dış basın diliyle, “ateşler içinden yeni bir devlet doğuyor” saptaması yapılan bir diriliş ve dünya devrim tarihinde yer eden bir ihtilalin ucundaki diplomatik başarı, Lozan’da amacına erişmiştir. Lozan, Hitit ve Mısırlılar arasında barış için yapılan “Kadeş” Antlaşması’nı izleyen en geçerli ve uzun ömürlü yazılı barış uzlaşmasıdır. Lozan Antlaşması, bir ulusun “yedi düvele” karşı can pahasına kazandığı bir mücadelenin evrensel nitelikli hukuk belgesidir. Lozan, “mazlum halkların” zulme kafa tutuşuna öncülük eden direnç sayfası ve “Sevr” alçalışının sindiremediği yükseliş gururudur. Kurtuluşumuzun koşullarını bilmek ve anlamak istemeyenlerin, Lozan’a nesnel yaklaşımları da olanaksızdır. Lozan sonrası ülkemiz anayasalarında korunan devrim öğelerini çekiştirmek, sarsmak ve dışlamak amaçlarıdır. Lozan’da maddi temelleri atılan Cumhuriyetle, karşıdevrimci ve bölücülerin didişmesi bu yüzdendir. Lozan karşıtları, olayları kendisine özgü koşullarda görmeyenlerdir. İnönü meydan savaşlarıyla, “Sakarya” ve “Dumlupınar’ı” hiçe sayanlardır. İlerici ve toplumcu kavramları bir kenara bırakarak, hanedanlık özlemini andıran oligarşiye “biat” edenlerdir. Lozan’dan sonra kurulan devrimci Cumhuriyet; kula kulluk yapan gelenekleri kaldırmıştır. Yine Lozan’dan sonra, siyasal erkte özgürlük, ekonomide kamuya yararlı atılımlar, sosyal ölçekte uygarlaşma ve kültürel anlamda ulusal değerleri özümsemek vardır. Siyasal düşüncelere demokratik hak ve olanak tanıyan öncü sistemin adı Kemalizmdir. Esasında Lozan’a Anadolu ihtilalinden kudret alarak giden güç, en demokratik ölçüt olan ulusal iradeden esinlenmiştir. Diğer taraftan Kemalist anlayış, çok partili yaşamı da asla yasaklamamıştır. 1925 ve 1930’lu yıllarda “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” ile “Serbest Fırka” demokratik ortamdan yararlanmışlardır. Ama Cumhuriyet ve devrim ilkelerini yadsıyan tutumlarına karşın rejim yasal önlemlerini de almıştır. Karşıdevrimci ve bölücülerin kısa süreli bir durgunluktan sonra 1945 yılında yine rejim tarafından özendirilen demokraside takındıkları içtensiz ve kötücül işlev sonuçlarını bugünlerle birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Sonuç Tüm olumsuzluklara karşın, Lozan’dan alınan güçle kurulan halkçıdevrimci Cumhuriyete inananlar; emperyalist sarkmalara ve ülke bütünlüğünü parçalamak isteyenlere karşı yine dimdikler. Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde Atatürk’ün deyişiyle “Ulusun ters dönmüş alın yazısını yenen” İsmet İnönü’yü saygıyla anıyor, Sevr’e karşı Lozan’ı koruyup kollamanın yurttaşlık sorumluluğu olduğunu bir kez daha vurguluyoruz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle