23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 TEMMUZ 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA 17 medyada bir başkasını görmek 1991 yılı yazıydı. Çalıştığım için çıktığım “patron katı”ndan, onunla dost olarak indim. Beline kadar uzun sarışınlığıyla çok alımlı bir genç kızdı. Ama onu, başka alımlı “yirmilik”lerden ayıran bir üstünlüğü vardı: Az rastlanır keskinlikte zekâsı. Papuç kadar dili, benimki kadar sivri ve kıvraktı. Aramızdaki fark, benim acı dilimle sindirip sokuşturduğum yılanı, tatlı diliyle deliğinden çıkarıp kafasını ezmesiydi! Tüm üstün zekâlar gibi, yaşıtlarında bulamıyordu aradığı cevapları. Aramızdaki yaş farkına rağmen, o benim beynimi kimsenin sormadığı taze sorularla fethetti, ben ona aradığı yanıtları veren oldum. Abla kardeşliği unuttuk, “alter ego” olduk. Dostluğumuz, yaşamın duraklarında el ele tutuşup kimisi utkularımızı, kimisi umutlarımızı alıp götüren ihanet zamanlarına birlikte direnirken pekişti ve bilendi. Çoğu arkadaşlarımız binip gittiler o ihanet katarlarına, sahne ışıklarının çekimine, paranın sahte mutluluk vaatlerine kanıp... Yıllar yılları izledi, biz ne kimseye ihanet ettik, ne kendimize. Ve çok eğlendik, çok güzel anılarla ördük geride bıraktığımız ömür dilimini. Derken, yedi yıllık bir lanete vurulduk biz de… Tüm doğrular, ihanet trenlerine binmeyi reddedip dik duranlar gibi, bizim için de namusun bedelini ödediğimiz, zor zamanlar başladı. Elif, başka kimsede görmediğim zekâsının yanı sıra kimsede tanık olmadığım kadar büyük bir vicdan sahibi olduğunu kanıtladı. Her şeyini yitirdi, zorla gün sonra dirilir. Zaten en genç ölen bu Tanrı sözcüsü, hepi topu 40 ay boyunca vaaz verebilmiştir. Kutsal Budha, 40 yaşında açıklar insancıl bilgeliğini. Hz. Musa’ya Sina dağındaki bir mağarada geçirdiği 40 gün 40 gece sonunda iner Allah’ın on emri. Hıra dağındaki bir mağarada, Hz. Muhammet’e tam 40 yaşındayken iner ilk vahiy. Ona ve öğretisine herkesten önce 40 yoldaşı inanır. Zaten İslamiyet’e göre evrenin 40 payandası, Kudüs’teki Mescidi Aksa’nın da 40 kubbesi vardır… 40’ların kutsallığı böylece sürer gider ve gizemine kırklar karışırken... Kötüler elbette 40 harami olarak çıkar karşımıza. Kırk katır mı, kırk satır mı diye ölümlerden ölüm beğenmek düşer iyilere. Bebek nasıl kırk hafta kalırsa ana rahminde ve yaşayacağı ancak kırkı çıkınca kesinleşirse, ölen de kırkı çıkınca yeniden uğurlanır dualarla. Düğünler de 40 gün 40 gece sürer, yaslar da. Başka bir deyişle 40, evrenin uyumu demek olan ikiz karşıtlığın kavşağı, birinden ötekine açılan gizemli geçittir. Kırkından sonra azanlar vardır, saz çalanlar vardır. Sen vicdan sözünle çal sazını, seç yolunu, Elif. Yedi yıllık lanet bizim için bitti, başkaları için başladı. Kırkın da çıktı artık: Yanındaki cesur yürek, Mete’nle birlikte mutlaka mutluluğa yelken açacaksın artık. Madem bir kahvenin kırk yıl hatırı var, daha yirmi yıl hatırımız var, ortak! “Dostlara uzanan elin parmakları açık olmalıd ır.” DİYOJEN (İÖ 4. Yüzy ıl) Elif’in Kırkıncı Yıldızı hakkını ödeyemeyeceği arkadaşına nasıl bir armağan verebilir ki kırkıncı yaş gününde… Yüreğini koyup kırkları karıştırdığı ve okurlarıyla paylaştığı bir yazıdan başka? Her sayının bir büyüsü vardır ve 40, kadim tarihin dönüşüm sayısıdır. Ödül ya da cezayla bitecek bir bekleyiş, hazırlık ve sınavın sonunda erişilen olgunluğun simgesidir: Eski Mısır inancına göre, insan varlığı 40 billur kaynaktan beslenir. Uçan ruh, duran gövdeden 40 gün sonra ayrılıp evrenin enerjisine karışır. Kavimlerin helakı Nuh Tufanı, 40 gece sürer denizlerde. Hz. Musa 40 yıl vurur kendisini dağlara. Hz. Fotoğraf : DAN EL COLAGROSS İsa 40 gün 40 gece aç biilaç yürür çöllerde. aldılar elinden hatta işini, ama o Tevrat, Hz. Davut’u vicdanını satmadı. gökkubbede 40 fersah Kimseye eyvallah demedi, yüksekliğinde, ateşten bir tahta temenna çakmadı, boyup büküp oturtur. Çünkü iyiliği savunan el öpmedi. Mıh gibi durdu, Davut, kötülük devi Calut’u tam uğrunda her şeyini yitirdiği o 40 gün dövüştükten sonra vicdanın arkasında. yenebilmiştir. Bir yazar, güneşte ve yağmurda Çarmıha gerilmeden önce 40 hiç elini bırakmayan, hak olup kırbaç yiyen Hz. İsa, öldükten 40 ‘Taraftar Sahaya ndi!’ ‘Karantina’yı bir tecrit eylemi olarak bilirsiniz. Ama hangi dilden alınıp ne anlama geldiğini bilir misiniz? Bir ülkeden bir ülkeye giden yolcular, bulundukları taşıtta bulaşıcı hastalık olduğu takdirde karantinaya alınırlar. Karantina, yabancı diyarlardan gelen canlı ve cansız varlıkların, sağlıklı olsalar da bulaşıcı hastalık taşımadıklarını belirlemek için tecrit edildikleri sürenin de adıdır, aynı zamanda. Karantina sözünün kökeni, popüler Latincede “quarranta” olup dilimizde “kırklık” demektir ve karantina süresinin 40 gün oluşu da elbette bir raslantı değildir! Karantina, 40 sayısının latince karşılığı “quarranta”dan gelir... N O K T A S I Görsel ve yazılı basın haberi böyle verdi: “Taraftar sahaya indi!” Üç haftadır süregelen, giderek bir kakofoniye dönüşen şike tartışmalarından bunalan, yazılan ve söylenenlerden kulüplerinin “mağdur” olacağı sonucundan başka bir sonuç çıkaramayan Fenerbahçeli yandaşların gerilen sinirleri perşembe akşamı Saracoğlu Stadyumu’nda Ukrayna’dan Shaktar Donetsk takımıyla oynanan hazırlık/dostluk maçında kopma noktasına gelmiş, yüzlerce yandaş sahaya inince karşılaşma tatil edilmişti. Kimi basın organları olayı “skandal” başlığıyla verdiler, Fenerbahçeli yandaşların bu davranışlarını “ayıp”, “yakışıksız” gibi sözlerle eleştirdiler. Bir takımın yandaşlarının sahaya inip karşılaşmayı durdurmaları doğal ki hoş bir durum değil, fakat o insanları bu noktaya getiren polisin, kimi basınyayın organlarının, Türkiye Futbol Federasyonu’nun, Kulüpler Birliği’nin hiç mi suçu yoktu? Fenerbahçe zor günler geçiriyor; başkanı, yöneticisi tutuklu, cezaevinde. Şike suçu işlemişler mi, işlememişler mi henüz belli değil. Hukukta “masumluk ilkesi” denen bir kural var. Sanık, yargı tarafından suçluluğuna karar verilene kadar “masum” kabul ediliyor. Oysa polis daha ilk tutuklamaların başladığı gün Süper Lig ve 1. Lig’de 19 maçın şikeli olduğunu ilan edip çok sayıda görsel ve işitsel malzemeyi basına sızdırdı. Üç gün sonra ise bünyesine 18 Süper Lig kulübünün tümünü toplamış olan Kulüpler Birliği, en yaşlı başkan sıfatıyla İlhan Cavcav’ın ağzından “tek vücut, tek yürek” olduklarını kamuoyuna duyurdu. Bu açıklama, “Aramızda şikeye bulaşmış hiçbir kulüp yok” anlamına gelmiyor mu? Oysa polisin servis ettiği haberlere göre en az dört Süper Lig takımı şaibeli durumda! Bu durumda nasıl tek yürek olunabiliyor? Kim doğrudan yana, bilmek mümkün değil! Öte yandan Türkiye Futbol Federasyonu yavaş mı yavaş, ürkek mi ürkek, fakat arada ne oluyorsa oluyor, hiçbir gerekçe göstermeden Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında oynanacak Süper Kupa final karşılaşmasını ileri bir tarihe erteliyor. Demek ki ortada gerçekten şaibeli bir durum var. Yoksa yok mu? Çünkü aynı kurum üzerlerinde kuşku bulutlarının dolaştığı söylenen kulüplerin Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası maçlarını oynamalarına itiraz etmiyor, ama iki gün sonra liglerin ağustos sonuna ertelendiğini açıklıyor. “Hava çok sıcak” gerekçesi ise hiç kimseye inandırıcı gelmiyor. Bu arada kimi basınyayın organları kirli bilgi yaymayı sürdürüyor. Parola: “Daha çok tiraj, daha çok reyting!” TFF Başkanı Sayın Mehmet Ali Aydınlar’a ilişkin olarak söylentiler yayılıyor. Aydınlar yürekten Fenerbahçeli. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1907 Fenerbahçe Derneği’nin ve 1907 Fenerbahçe Vakfı’nın üyesi. Ayrıca beş yıl Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yönetim kurulu üyeliği yapmış. Başarılı bir işadamı, Acıbadem Sağlık Grubu’nun patronu. Acıbadem Sağlık Grubu ise FenerbahçeAcıbadem Bayan Voleybol Takımı’nın ana sponsoru. Fenerbahçe, Beşiktaş, Kayserispor, Çaykur Rizespor, Sivasspor, Bursaspor ve Eskişehirspor’un da sağlık sponsorluğunu üstlenmiş. Bu takımların oyuncularının sağlık denetimleri ve yaralanmaları durumunda bakımları Acıbadem hastanelerinde yapılıyor. Sponsorluk kuruluşu olarak Acıbadem’in adı bu takımların evde oynadıkları maçlarda stadyumlardaki kenar panolarında ve sağlık görevlilerinin giysilerinde yer alıyor. Lig süresince her hafta stadyumlarda ve televizyon başındaki milyonlarca futbol izleyicisinin belleklerine “Acıbadem” simgesi kazınıyor. Sayın Aydınlar’a, “Haydi artık, hangi takımları alt kümeye düşürecekseniz, düşürün” demek bir yanıyla ona ip uzatıp “Kendini as” demekle eşanlamlı, çünkü dört büyüklerden bir ya da ikisinin Süper Lig’de yer almaması Acıbadem’in “marka imajı” açısından büyük bir hedef kitlenin algı kaybı anlamına geliyor. Bu konumu Aydınlar’ın şike olayındaki kararsızlığına gerekçe olarak gösteriliyor. Uzaktan izleyip gözlemlediğim kadarıyla Mehmet Ali Aydınlar saygın bir kişilik; duygusal bağlarıyla, özel ticari ilişkileriyle futbol dünyamızda üstlendiği sorumluluğu birbirine karıştıracağına ihtimal vermiyorum. Yine de zor bir durum. Doğrusu Sayın Aydınlar’ın yerinde olmak istemem. Uzun sözün kısası, hak yerini bulup olay bir an önce noktalansa da bizler o eski, keyifli futbol dünyamıza yeniden dönebilsek… K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ behicak@yahoo.com.tr Kaptan Gündüz Aybay adındaki “vefa”nın ve Boğaziçi için taşıdığı “anlam”ın farkındaydılar? 20 dakikalık yolculukta, ne karşılarındaki Topkapı Sarayı’ndan, ne Kızkulesi’nden, ne de Galata Kulesi’nden söz ettim. Kaptan Gündüz Aybay’ın adını taşıyan bir vapurla Boğaziçi’ndeki “seyri sefer”in bizler için ne denli önem taşıdığını anlattım... Emektar vapurumuz aslında eski “KlyosIII”dü. 2001’in Ekim ayında “Kaptan Gündüz Aybay” adını aldığı törene ailesi dışında kimsenin katılmadığını okumuştum. 1988’de Haliç Tersanesi’nde yapılan yaklaşık 77 tonluk, 47 metre uzunluğunda ve Kaptan Aybay Boğaziçi’nde... 9 metre genişliğindeki, 14 mil hıza ulaşan “İstanbul etmek isteyen Batılı Şehir Hatları Vapuru” da devletlerin beklentisi olan yeni adıyla gurur duyuyor Türk boğazlarındaki olmalıydı... egemenlik haklarımızı terk Kaptan Gündüz Aybay’ın etmek demektir. Önemli “Montrö ile oynama”ya olan, gemilerin geçişinde gerek kalmadan, Türk güvencemizi sağlayacak boğazlarından kendi kuralları koymak hakkımızı deyimiyle “uğraksız geçen” kullanabilmektir.” yabancı gemiler için kaleme Gündüz Aybay bu fikrinin aldığı 13 Mart 2001 tarihli “muhtıra”sını bile yazmasına “muhtıra”da özetle şu rağmen, ülkeyi kurallar anımsatılıyor: yönetenlerden gereken ilgiyi 1 Montrö, “masun gör(e)medi. Yaşamını (zararsız) geçiş”lere noktaladığında, hukuk serbestlik tanır. İhlalinde ise dünyamızın duayenlerinden önleme ve hatta “tutuklama” ve gazetemizin emektarı yetkimiz kesindir. Prof. Dr. Aydın Aybay ile 2 Her devletin kendi BosnaHersek İnsan karasuları üzerinde güvenlik Hakları Mahkemesi Yargıcı yetkileri vardır ve tüm Prof. Dr. Rona Aybay’ın, uluslararası hukuk denizciliğimizin bilge belgelerinde kabul kaptanı “kardeşleri”ni edilmiştir. yitirmelerinin acısını 3 Kıyı devleti deniz altı paylaşmak da bize kablolarının korunması, düşmüştü... balıkçılık, kendi sivil deniz apurun ‘gurur’u ulaşımının serbestliği, güvenliği vb. nedenlerle Geçenlerde, İstanbul’a gelen yabancı konuklarımıza masum geçişlere sınırlamalar koyabilir. “yemek kültürü”müzü de 4 Bu nedenlerle kıyı tanımaları için Üsküdar’daki devletinin kendi Kanaat Lokantası’na karasularından uğraksız gittik… Otomobilde geçen masum gemileri, köprünün trafik çilesini kuralları ihlal ederse çekmek yerine yargılama yetkisi de Boğaziçi’nden martıların bulunmaktadır. eşliğinde karşıya geçmeleri Başbakan “kanal için Beşiktaş’ın tarihi projesi”ni açıklamadan önce iskelesinden bindiğimiz keşke Kaptan Gündüz vapurun adı “Kaptan Aydın Aybay vapuruna binerek Aybay”dı. “bu isim nereden geliyor?” Yolculardan acaba kaç diye sorabilseydi... kişi, bindikleri vapurun Başbakan’ın Boğaziçi’ni tankerlerden kurtaracak bir “kanal” açacaklarını alkışlar arasında açıkladığı günlerdi... Aklıma 2001’de yitirdiğimiz deniz hukuku uzmanımız “Kaptan Gündüz Aybay” gelmişti. Kanal projesine “gerekçe” gösterilen kazalar olduğunda, yabancı gemilere geçiş serbestliği sağlayan Montrö anlaşmasını kim eleştirirse karşısında Gündüz Aybay’ı bulurdu. Özetle derdi ki: “Montrö ile oynamak, Cumhuriyetimizin tam bağımsızlık ilkesini yok Ç ZG L K KÂM L MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA 1 SOLDAN SAĞA: 1/ Burgaçlar oluş 1 turarak akan bir akışkanın devini 2 mi. 2/ Asya’da bir 3 göl... Ayak direme. 4 3/ Ateşte ya da kap içinde susuz ola 5 rak pişirilmiş et... 6 Bir işi yerine getir7 me. 4/ Osmanlı ordusunda ve donan 8 masında hafif pi 9 yade askeri... Şarkı, türkü. 5/ Gümüşbalığı. 6/ “Kakım” da denilen kürk hayvanı... İkiyüzlülük. 7/ Müslüman ülkelerde oturan Yunan asıllı kimse... Kuvvetli esen rüzgâr. 8/ Adaletten ve haktan ayrılmayan... Kuşbaşı doğranmış et. 9/ İstanbul’un Beyoğlu semtindeki ünlü tarihi otel. SEDAT YAŞAYAN 2 3 4 5 6 7 8 9 HARB SEM H POROY V UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 S 7 A 8Ö D 9Ç E 1 Ö D E N C E 2 R A M İ 3 4 5 6 7 T Ü ŞME İ R E G E R G E F E R L İ M İ T AME İ N A T OM EM R İ L E N N 8 K Ö N Ü 9 K E N Y F A İ Y A U R YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Şenliklerde caddelere kurulan süslü kemer... “ atlar yakın eyler ırağı / Yüce dağdan aşan yollar bizimdir” (Dadaloğlu). 2/ Tarımda kullanılan azotlu gübre... “Ölüm bahar ülkesidir bir rinde” (Yahya Kemal). 3/ Fas’ın başkenti... Rus köylü topluluğuna verilen ad. 4/ Bir tür spor ceket... Bir nota. 5/ Avrupa’da bir başkent. 6/ Adları sıfat yapan bir yapım eki... Yassı ve büyük yemek tabağı. 7/ Kars’ın doğusundaki ünlü eskiçağ kenti... İnen, inmiş. 8/ Bir yeri bayındır duruma getirmek için yapılan işlerin tümü... Kimi Türk lehçelerinde “ağa” yerine kullanılan sözcük. 9/ Yelkenli bir yarış teknesi... Genellikle yakmak için kullanılan iri saman. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle