18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 24 TEMMUZ 2011 PAZAR 14 PAZAR YAZILARI otomobiller ve Viyana operetleri K araormanlar’ın şirin, şifalı suları ve tarihi kumarhanesi ile ünlü küçük kenti BadenBaden için; “Rusya dışındaki tek Rus kenti” deniyor. Rusların BadenBaden sevgisi 1793’te Çar Aleksander ile başlamış ve aralıksız sürmüş. Yeşillerin ortasında köşkler, villalar satın almışlar. Tolstoy, Dostoyevski, Gogol, Turgenyev burada aylar, yıllar geçirmiş. Almanlar şifalı banyolardan çıkmazken onlar kumarhaneyi, at yarışlarını, lokantaları, şaraphaneleri yeğlemişler. Bugün de değişen pek bir şey yok. Yeni Rus zenginleri sadece Karlsbad ve Viyana’nın, St. Moritz ve Davos’un, Nice ve Cannes’ın villalarıyla otellerini kapatmamışlar. BadenBaden’in yamaçlarını dolduran çoğu tarihi villa da son yıllarda giderek daha çok el değiştirmiş, Almanlardan Ruslara geçmiş. Karaormanlar’ın bu şirin küçük kenti, parası olanlar için yaşamaya değer büyüleyici bir yöre. Büyük bahçeler içinde villalar, yamaçlarda çamlar altında tarihi evler. Ortasından Oos Irmağı’nın geçtiği, tarihi ağaçlı kocaman parkların kente yayıldığı BadenBaden hipodromu, tarihi kumarhanesi ve eski Roma’yı anımsatan kaplıcaları ile moneymaker’lerin buluşma yeri. Zengini, orta hallisi, fakiri akşamları büyük parkın yanı başındaki kumarhanenin kırmızı salonlarını dolduruyor. BadenBaden’de 1748’den bu yana kumar oynanıyor. Geçen yıl burada 300 bin insan kumara para yatırmış. Bunlardan 70 bini yabancı pasaportlu. Pırıl pırıl bir Jaguar giriyor otoparka. Zürih plakalı. İriyarı adamın biri iniyor. Mini etekleri daracık, kısa mı kısa, başlarındaki şapkalar kocaman iki sarışın kırıta kırıta peşinden yürüyor. Şık, pahalı, tarihi otomobiller dizi dizi ağaçlar altında. Plakalarına bakarsanız Avrupa’nın dört bucağından gelmişler BadenBaden’deki 35. Oldtimer buluşmasına. Kent üç gün boyunca büyüleyici bir “açık hava müzesi.” İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Tam 360 oldtimer, 84 değişik dillere destan marka BadenBaden’de... Seksen, doksan BADENBADEN yaşındaki araçlar Karaormanlar’ın yolunu bulmuş. İçlerinde biri var ki, 1913 Amerikan yapımı Stanley Mountain Wagon. Asırlık araç buharla AHMET ARPAD çalışıyor! Akşama doğru parkın ağaçlarını süsleyen iki bin fener yanıyor, ışığında tarihi araçlar daha bir gizemli görünüyor, ötelerden bir yerden ünlü caz melodileri kulağa geliyor. Az sonra BadenBaden Festival binasının kapısından içeri adımınızı atarken o akşam dinleyeceğiniz Viyana operet şarkılarını düşleyip seviniyorsunuz. Ne de olsa kulağa hep hoş gelen ünlü şarkılar sizi bekliyor. Programda Franz von Suppé, Franz Lehár, Emmerich Kálmán var. Lüksemburg Kontu ve Çareviç, Çardaş Fürstin ve Kontes Mariza... BadenBaden Festival binası Avrupa’nın yüzde yüz özel girişimle ayakta duran tek kültür kuruluşu. Devlet desteği olmadan yaşıyor ve senenin on iki ayı uluslararası üne sahip birçok yabancı sanatçıyı Karaormanlar’ın bu şirin kentine çekmeyi başarıyor. Dev yapının önemli bir bölümünü eski tren istasyonunun neoklasik binası oluşturuyor. 2500 kişilik konser salonu bundan on beş yıl önce Viyanalı mimar Holzbauer tarafından eski rayların olduğu bölüme inşa edilmiş. Konserlere, opera, bale etkinliklerine Stuttgart’tan, Strasbourg’dan, Basel’den meraklılar akın akın geliyor. Bolşoy, Hamburg ve Mariinsky balesi sürekli her yıl BadenBaden’e uğruyor. İki saat sonra taksi kuyruğunda beklerken pek mutlu sayılmazsınız. Operet sanıldığı kadar kolay bir tiyatro türü değil. Coşku, şarkı, dans, müzik, neşe, aşk, hepsi bir arada. Hatta kimilerine göre operadan da zor. O akşam yetmiş kişilik BadenBaden Filarmoni Orkestrası eşliğinde Natalie Karl ve Matthias Klink’ten dinlediğimiz Viyana operet melodileri ne yazık ki bizi yerimizden hoplatmadı. Beethoven, Wagner, Vivaldi çalmaya alışmış filarmoni orkestrası operet melodilerine pek uyum sağlayamıyordu. Opera sahnelerinde ünlenen çiftin operet şarkılarında da coşku yoktu. Bu akşamın ardından şu kanımız iyice perçinleşti: Opera Almanların işi, operet de Viyanalıların! www.ahmetarpad.de Oldtimer Su soygunculuğu... S abah sabah sinirlerim gene ayaklandı. Doğru dürüst duş yapamaz oldum. Duş demek sabahları suyun altına girip tazyikli suyun bedene çarpmasıyla insanın uyku mahmurluğundan kurtulup kendisine gelmesi, güne zindeleşmiş bir beden ve ruh haliyle başlaması demek değil midir?.. Önce sıcak tazyikli suyun altında gevşemek, sonra suyu yavaş yavaş soğutup gevşeyen bedeni zindeleştirmek bir keyif değil midir?.. İşte bunu haram ettiler. Kiralık konutların sahibi şirketler duş sistemini değiştirmeye başladı. Biz ilk piyango talihlilerinden sayılırız. Artık sonuna kadar açılsa da armatürden tazyikli su gelmiyor. Duş değil sanki tarım alanlarındaki damlama usulü sulama sistemi. Sanki ben de bahçedeki fasulye sırığıyım. Neymiş efendim, suyu tasarruflu kullanmak gerekiyormuş. Herkes üzerine düşen görevi yapmak zorundaymış. Su meselesi yıllardır gündemde olduğundan büyüklerimizin dönemde milyonlarca duş sisteminin duş sistemlerinin değiştirilmesi değiştirilmesiyle, acaba ekonomiye ne yolundaki fetvaları hemen kabul görüverdi. İki paralık zevkimiz vardı onu kadar girdi sağlandı?.. Sakın bu da piyasayı hareketlendirme buluşlarından da elimizden aldılar. biri olmasın? Suyu da ateş pahasına Önce “sular tükeniyor”, “su savaşları sattıklarına göre bu işte bir bit yeniği çıkacak”, “susuz kalacağız” diye diye olmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan da beynimizi yıkayıp bizi Pavlov’un geçen gün, artık suyun petrolden daha köpeklerine çevirip suyu tassarruflu kıymetli olacağını söyledi. Bir kullanmaya alıştırdılar. “Elini yerde de suyun tasarruflu sabunlarken suyu kapat, STOCKHOLM kullanımı için tazyikli su durularken aç”,“Dişlerini sistemlerinin değiştirilmesi fırçalarken suyu kapat, gerektiği yolunda bir yazıya ağzını çalkalarken aç.” rastladım. İnsanları yeni Hepimiz iyi insanlar olarak uygulamalara hazırlamak için buna uyduk. Sıra duşa geldi. düşünsel planda bir altyapı Musluğu açıp kapatma OSMAN İKİZ hazırlığı gibiydi sanki ileri zahmetine eyvallah da tazyikli sürülenler. Acaba İsveç suyuma dokunduklarında modeli mi örnek alındı?.. Bütün bunları sinirime dokundu. Sinirlerim damlama usulü duştan sonra sabah ayaklanınca beynim de galiba daha iyi kahvesini içerken düşündüm. Tabii ki çalışmaya başladı. Bu işin içinde bir bit tazyikli suyumu engelleyenlere de yeniği var diye düşünmeye başladım. kalaylama operasyonu yaparak. Geçenlerde müzede bir küçük şişe suya Operasyonu eşimin kızgın protestosuyla 35 kron (3.5 Avro) ödeyince ayılır gibi kesmek zorunda kaldım: oldum. Piyasaların durağanlaştığı bu Söylenip durma. Artık sen yoksun. İnsan yok. Ekonomi var. Sen de ekonomi için varsın. Bu gerçeği kabullensen iyi olur. Bu acı gerçeği hatırlattığın için teşekkür ederim Nilgün Hanım... Tabii ki hiçbir kıymetiharbiyesi olmasa da kabullenmiyorum. Üstelik duş sistemini değiştirmiş olmalarına sinirlenmem sabah keyfi bencilliğinden dolayı değil. Çünkü akarsuların, yeraltı sularının kirletilmedikleri, heba edilmedikleri takdirde insanlığa fazlasıyla yeteceğini biliyorum. Suları kirletenlere, milyonlarca metreküp suyu altın, nikel, gümüş madenlerinin havuzlarında kullananlara iktidarların ses çıkaramadıklarını da görüyorum. Onların gücü sadece bana yetiyor. Üstelik insani duyguları istismar edip, tazyikli suyumu keserek, küçük pet şişesindeki suyu 35 krona satarak. Sabah sabah kendimi sağmal inek gibi hissettim. [email protected] Biz şimdi uzaya nasıl gideceğiz? enim bir hayalim vardı. Uzaya sıradan insanların da katılacağı seferlerin önümüzdeki üç, beş yıl içinde başlamasını ve bu yolculuğu anlatması için bizim meslekten de birilerinin katılmasını ümit ediyordum. Nedense Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın böylesine tarihi bir olaya öncülük edeceğini geçirmiştim aklımdan. Görünen o ki bu düşünce hayal olarak kalacak. Ekonomik sıkıntılarla beli bükülen ABD’nin ilk işlerinden biri NASA’nın bütçesini tırpanlamak oldu. NASA da mecburen 30 yıldır sürdürdüğü uzaya mekikle astronot gönderme programına son vermek durumunda kaldı. Uzay mekiği Atlantis’in geçen perşembe günü 13 günlük seferini tamamlayıp ABD’ye geri dönüşü aslında Amerikan tarihi için bir dönemin sonunu temsil ediyor. ABD Başkanı Barack Obama yönetimi NASA’nın astronotları uzay istasyonuna taşıyan uzay mekiği programının çok pahalı (her bir uçuşun maliyeti 1.5 milyar dolar) ve bu işi özel sektöre devretmenin en akıllıca olduğuna karar vermiş görünüyor. Oysa NASA’nın 18 milyar dolarlık bütçesi ABD’nin yıllık WASHINGTON 3.7 trilyon dolarlık federal bütçesinin çok küçük bir parçası. NASA da 2025’e ELÇİN kadar küçük bir POYRAZLAR gezegene ya da Mars’a astronot gönderme gibi programlara yoğunlaşacakmış. Bunun maliyeti konusunda açık bir bilgi yok. Astronot yalnız giderse ucuza getireceklerini düşünüyor olabilirler. Kimileri “Amerikalılar sokakta aç uyurken biz neden uzaya gidiyoruz” mantığıyla yaklaşıyor meseleye. Kimileri ise bu işi Ruslara kaptırmaktan endişeli. Bir ankete göre Amerikalıların yüzde 78’i ABD’nin uzayda liderlik rolünü koruması gerektiğini düşünüyormuş. Ancak Amerikalı astronotları uzaya taşıması beklenen özel sektör henüz yeterince ilerleme kaydetmiş değil. O zamana kadar Amerikalılar Rus uzay mekiklerinde bir koltuk alabilmek için 63 milyon dolar civarında bir para ödeyecekler. Rusya’ya bağımlı olmaktan hoşlanmayan Amerikalıların yüzde 56’sı ABD’nin kendi uzay mekiği programını sürdürmesi gerektiğini savunuyor. Hadi sıradan insanların uzaya yolculuk yapmasından geçtim, bari bir Türk astronot uzaya çıkabilseydi. Şimdiye kadar uzay mekiklerinde Avrupalı, Kanadalı ve Japon astronotlar davetli olarak yolculuk etmişler. Bana kalırsa Ruslar bize kendi mekiklerinde yer vermez. Amerikalıları “biz sizin çok önemli model ortağınız” diye kandırıp mekikte bir koltuğu ucuza kapatabilirdik ama artık o şans da kaçtı. Peki biz şimdi uzaya nasıl gideceğiz? [email protected] B ‘Medya asla sadece medya değildir’ on olarak Kraliyet ailesinin düğünüyle uluslararası kamuoyunun dikkatini üzerine çeken İngiltere, bu kez tarihi bir skandalla dünyanın gündeminde. ABD’de dönemin Başkan’ı Richard Nixon’ı koltuğundan eden Watergate olayına benzetilen, gazetelerin yasadışı telefon dinlemeleriyle ilgili telekulak skandalı ülkeyi tam manasıyla sarsmış durumda. Skandalın baş aktörünün, Wall Street Journal gazetesinden Fox kanallarına dünya üzerinde onlarca gazete, televizyon, radyo, yapım şirketi ve yayınevine sahip olan küresel medya imparatoru Murdoch ailesi olması skandalı uluslararası alanda özel olarak ilgi çekici kılıyor. Kaçıranlar için süreci en başından alalım… Her ne kadar yasadışı telefon dinlemeleri 2005’ten bu yana ülkenin gündeminde olsa da konunun vehameti geçen haftalarda ortaya çıkan bir olayla gözler önüne seriliyor. Skandal, Murdoch’a ait bulvar gazetesi News of the World’le irtibattaki bir özel dedektifin, 2002’de kaybolan bir kız çocuğunun telefonunun sesli mesaj bölümüne girip yeni mesajlara yer açmak için eski mesajları silmesi, böylece polis ve kızın ailesini yanlış yönlendirerek kızın hâlâ hayatta olduğunu düşünmelerine neden olmasıyla patlak veriyor. Bu olay İngiliz kamuoyunda tek kelimeyle infial yaratıyor. Bunun ardından gazetenin telefon dinlemelerini sürekli yaptı(rdı)ğı, aralarında Irak ve Afganistan’da ölen İngiliz askerlerinin ailelerinin, Londra metrosundaki terör saldırısında hayatını kaybedenlerin yakınlarının, ünlü oyuncuların, siyasetçilerin de bulunduğu binlerce kişinin telefonlarını, özel dedektiflere ya da muhabirlere dinlettiği ortaya çıkıyor. Tepkiler üzerine Murdoch, 168 yıllık News of World’ü kapatıyor, İngiltere’nin en büyük uydu kanalı S Bskyb’yi satın almak için verdiği teklifi geri çekiyor. Tatilini erteleyen İngiliz parlamentosu medyasiyasetpolis üçgeninde iç içe giren ilişkileri tartışmak üzere acilen toplanıyor, Başbakan David Cameron da Afrika turunu kesip ülkeye dönüyor. Murdoch’ın İngiltere’deki şemsiye şirketi News International’ın yönetim kurulu başkanı Rebekah Brooks istifa ediyor ve gözaltına alınıp kefaletle serbest bırakılıyor. Kapatılan gazetenin eski editörlerinden birini halkla ilişkiler danışmanı olarak işe aldığı için eleştirilen Londra Emniyet Müdürü Paul Stephenson görevinden istifa ediyor. News of the World’ün telefon dinlemeleriyle ilgili içeriden bilgi veren eski muhabir Sean Hoare 18 LONDRA Temmuz günü evinde ölü bulunuyor. Hafta içinde konuyla ilgili İngiliz parlamentosuna MAHMUT ifade veren HAMSİCİ Murdoch “hayatının en aciz gününü yaşadığını” söylüyor ve suçu “güvendiği insanların” üzerine atıyor... Medyayla başlayıp medyapolissiyaset üçgenine sıçrayan skandalın yankıları kolay kolay dinecek gibi görünmüyor. Bugünlerde ülkedeki tüm yazarlar “sırada kim var” diye soruyor. Git gide büyüyen girdap Başbakan Cameron’a da ulaşmış durumda. Cameron, aynı gazetenin telefon dinleme skandalına adı karışmış eski bir çalışanını geçen yıllarda danışman olarak kadrosuna almakla eleştiriliyor. Her ne kadar o danışman skandaldan sonra görevinden istifa etmiş ve Cameron da özür dilemiş olsa da Başbakan’a “istifa et” çağrıları dinmek bilmiyor. Zira Cameron’ın Murdoch ve Brooks’la [email protected] C MY B C MY B uzun zamandır yakınlığı bulunuyor. İngiltere’de siyasetin Murdoch medyasıyla yakın ilişkisi Cameron hükümetiyle başlamış değil. Şirketinin merkezi ABD’de bulunan Avustralyalı işadamı Murdoch İngiltere siyasetine 40 yıla yakın zamandır tam anlamıyla yön veriyor. Arşivlere bakınca Murdoch’ın Margaret Thatcher’dan Tony Blair’e tüm liderlerle samimi fotoğraflarına rastlamak mümkün. Medya patronunun, hangi partinin iktidar olup olmayacağı konusunda dahi büyük etkisi olduğuna inanılıyor. Ancak birçok yorumcuya göre artık hem muhafazakârlar hem de İşçi Partililer Murdoch’ın siyaset üzerinde bu derece etkin olmasını istemiyor. Kamuoyundaki iyimser görüşler bu skandalla artık 40 yıllık kâbusun bittiği, Murdoch’ın zayıfladığı ve siyasetin İngiltere’de bundan sonra çok daha şeffaf ve demokratik bir yola gireceği yönünde. Ancak gerçekçi olmak gerekirse skandal, medyanın ekonomi ve siyaset alanıyla ilişkisi üzerine daha genel bir sorgulamayı zorunlu kılıyor. Büyük şirketlerin sahip olduğu medya kurumlarının hükümetler ve devlet kurumları üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak ne kadar mümkün? Bu medya gruplarında editoryal bağımsızlığın hayata geçirilme imkânı var mı? Bilginin üretim ve dağıtım süreci bu grupların elindeyken kamunun doğru bilgiye ulaşma hakkı nasıl güvence altına alınabilir? Çeşitlendirilebilecek bu sorular medyanın piyasa sistemi içindeki işlevini ve medyadaki mülkiyet yapısını yeniden sorgulamayı gerektiriyor. Zira, Simon Kuper’in futbolla ilgili kitabının başlığından uyarlayacak olursak, “medya asla sadece medya değildir”! Hele ki kapitalizmin merkezlerinde…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle