18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 TEMMUZ 2011 SALI CUMHUR YET SAYFA ABD İZLENİMLERİ Türkiye özgürlükte sarı bölgede Türkiye’de 12 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo, ABD’de de hemen her düzeyde mercek altına alınmış durumda. Atlantik’in öbür kıyısından, nesnel bir gözlük takılıp bakıldığında, Türkiye’de bugün için en önemli sorun olarak basın ve ifade özgürlüğü görülüyor. Resmi söylem dışındaki değerlendirmelerin ve saptamaların yelpazesi oldukça geniş. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısını! Ortadoğu ve Avrupa’daki gelişmeler ile dünyadaki sıcak para akımını şekillendiren koşullara bağlayan da var, Türk demokrasisinin polülist retorikten çok fazla etkileniyor olmasına bağlayan da. Değerlendirmeler ve yorumların ağırlık kazandığı nokta, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde çok kırılgan bir süreç içinde olacağı yönünde. AKP hükümetinin varlığını sürdürmesinde ve uyguladığı politikalarda Atlantik ötesi dinamiklerin belirleyiciliği gelecek dönemde de sürecek gibi görünüyor. BAHADIR SEL M D LEK 9 Değerlendirmeler zinciri... 12 Haziran sonrası en önemli kaygı, basın özgürlüğüne ilişkin kısıtlamalar... ABD’de ‘gündem loto’ 12 Haziran seçimleri sonrasında, ABD’deki düşünce kuruluşları da arka arkaya değerlendirme toplantıları yaparak gelecek döneme ilişkin öngörülerde bulunmaya çalıştı. Bir anlamda, Türkiye için “gündem loto” yapıldı yani Türkiye seçim sonrası nasıl bir gündemin içine girecek, yönünü nasıl belirleyecek, öncelikler ne olacak? Bütün bu soruların yanıtları aranırken “öneriler, telkinler ve beklentiler” de adeta havada uçuştu... Bu toplantılardan belki de en dikkat çekici olanı, Carnegie Endowment’ın “Türkiye: Fırsatlar ve Zorluklar” başlıklı toplantısıydı. Kuruluşun önde gelen uzmanlarından Henri Barkey’in bundan sonraki süreçte en önemli gündem maddesi olarak yeni anayasa yazım sürecini göstermesi, Türkiye’yi yakından izleyen uzmanlar ve diplomatlar tarafından “işaret fişeği” olarak da değerlendirildi. Barkey’in toplantıda altını çizdiği nokta, Kürt konusunun yeni anayasada yer alması, laiklik kavramının yumuşatılması ve “ılımlı slam demokrasisi” kavramının lafzi olmasa bile ruhunun anayasaya girmesi oldu. Barkey’in uyarısı ise Erdoğan’ın Başkanlık sistemi düzenlemesinin aynı pakette yer almaması yönündeydi. Barkey, Erdoğan’ın başkanlık düzenlemesinin yeni anayasaya sokulması çabasının, süreci akamete uğratacağına inanıyor. Barkey için; süreç akamete uğrarsa, Kürt meselesi gibi, laiklik gibi ABD’nin çıkarlarıyla doğrudan ilgili konuların da düzenleme dışı kalacağı kaygısı ön planda. Bir başka konuşmacı olan Brooking Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Ömer Taşpınar da, AKP’nin seçim zaferini ekonominin iyi gitmesine bağladı. Taşpınar, büyümenin aynı şekilde devam etmemesi ve bütçe açığının giderek artması durumunda AKP’nin zor durumda kalabileceğine işaret edip gelecek döneme ilişkin değerlendirmesini ekonomi üzerine oturttu. Taşpınar’ın kutuplaşmaya da dikkati çekmesi önemliydi. AKP’nin yeni anayasayı tek başına geçirebilmek için gerekli çoğunluğa ulaşamamasını Türkiye açısından iyi bir durum olarak değerlendirdi. WASHINGTON/NEW YORK Türkiye, 12 Haziran seçimlerinin ardından yeni bir döneme girdi. Yeni anayasa yazımından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Başkan” sıfatıyla Çankaya Köşkü’ne çıkmasına, Kürt açılımının yeniden ivme kazanmasından Ortadoğu’daki gelişmelere ilişkin AKP hükümetinin takınacağı tutuma kadar önemli konu başlıkları, yeni dönemin en kritik gündem maddeleri. Bütün bu gündem maddeleri, bölgesel ve uluslararası çıkarları bağlamında ABD yönetimini de yakından ilgilendiriyor. ABD Başkanı Barack Obama’nın, Erdoğan’ı arayıp kutlaması ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yapılan “ince ayarlı” açıklamaların dışında ABD demokrasisi için “olmazsa olmaz” kabul edilen sivil toplum kuruluşları, seçim sonuçlarını çok daha temkinli değerlendirme noktasındalar. Sivil toplum örgütlerinin ve meslek kuruluşlarının Türkiye’ye yönelik gündeminin ön sıralarında ağırlıklı olarak basına yönelik baskılar var. 12 Haziran sonrasında Simon, hazırladıkları raporda Türkiye’de, eleştirel haber ya da yorumların bastırılmaya çalışıldığı, yayın organları ve gazetecilerin ürkütüldüğü değerlendirmesinin yer aldığını anımsatıp, “AKP hükümeti, 12 Eylül’de gerçekleşen referandum öncesinde, demokrasiyi güçlendirme ve Türkiye’yi AB normlarına çekme söylemini benimsemişti. Ama görüyoruz ki bu söylemler basın özgürlüğü anlamında son derece başarısız oldu” değerlendirmesini yapıyor. CPJ’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı Koordinatörü Mısırlı Muhammed Abdel ise AKP’nin İslamcı kimliCPJ Başkanı ğinin basın özgürlüğünü kısıtlaması ile bir ilgisi bulunmadıJoel Simon ğını savunup CPJ adına önemli bir çelişkiye de imza atıyor. en önemli sorun olarak Türkiye’de basına yönelik baskılar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve muhalif gazetecilerin terör örgütü üyesi suçlamasıyla hapse atılması görülüyor. Basın özgürlüğü ve gazetecilerin haklarının korunması konusunda dünyanın en önemli ve saygın basın kuruluşlarından biri kabul edilen New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) Türkiye’deki basın özgürlüğü konusunda ciddi kaygı taşıyor. CPJ Başkanı Joel Simon, “Hükümet bir taraftan demokratikleşme sürecinden söz ediyor, diğer yandan kitabevi baskınları yaşanıyor. Hapiste olan tutuklu gazetecilerin tamamının hükümete muhalif olması tesadüf değil. Eskiye göre iyileşme var, bugün Türkiye’de daha açık ve canlı bir basın var. Ancak son dönemde yaşanan gazeteci tutuklamaları son derece rahatsız edici” derken 12 Haziran’da AKP’nin oyunu arttır Klasik slamcı geleneği CPJ Türkiye’deki basın özgürlüğü açısından havayı “parçalı bulutlu, mutedil dalgalı” olarak bile tanımlamıyor. Onlara göre gerek Erdoğan’ın kişisel yaklaşımları ve siyasetçi özellikleri, basın özgürlüğüne karşı ciddi bir sıkıntı potansiyeli taşıyor. Çünkü, Erdoğan klasik bir İslamcı gelenekten geldiği için eleştirilmeyi sevmiyor ve eleştirilere de tahammül gösteremiyor. Bu yaklaşım, CPJ gibi kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütüne ait olsa da aslında WasTürkiye’deki basın özhington’daki genel gürlüğüne ilişkin kaygılar görüş de bundan çok sadece CPJ ile sınırlı defarklı değil. Wasğil. Merkezi Washinghington’daki adını ton’da bulunan Gazeteciİngilizce haber ve ler İçin Uluslararası Mermüze kelimelerinin kez’de de benzer kaygıbirleşiminden alan ları görmek ve işitmek basın müzesi (Newolası. Direktör Yardımcısı Ben Colmery, basın özseum), Türkiye’yi gürlüğü konusunda çok basın özgürlüğü kodaha fazla hassasiyet nusunda ikinci sınıf gösterilmesini istiyor. ülkeler arasına koyAmaçlarının gazeteciliğin muş durumda. Müzekalitesinin arttırılması olnin duvarında yer duğunu dile getiren Colalan ve dünya üzemery’ye “Türkiye’de garindeki ülkelerin bazeteciler hapse atılırsın özgürlüğü açısınken, neden sizin sesidan renklendirildiği niz daha gür çıkmadı” büyük haritada, basın sorusunu yönelttik. Geözgürlüğünde en ileri lişmeleri çok iyi izleyemedikleri yönünde özedüzeyde olanlar yeleştiri yaptı. Türkiye’den şille, basına kısıtlagelen haberler, AKP hümaların olduğu ülkekümetinin demokratikleşler sarıyla, basın özmeye daha fazla önem gürlüğünün olmadığı verdiği bilgisi üzerine kuülkeler ise kırmızı ile rulu olduğu için 2007 yıgösteriyor. Türkiye lında gazetecilerin tutukise maaselef; Arnalanmaya başlaması sürevutluk, Moğolistan, cinin arka planını iyi okuKolombiya, Gürcisyamamışlar. Dolayısıyla tan, Malezya ve Nişimdi 12 Haziran’dan sonra ortaya çıkan tablo jerya gibi ülkelerle onlar için de ciddi anlamaynı kategoride yer da kaygı verici. alıyor. Stratfor’un satır araları Raporda önemli tespitler masının, basın üzerindeki baskıların da giderek artması tehlikesini beraberinde getirdiğine işaret ediyor. “Biz daha önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e kaygılarımızı ileten bir mektup gönderdik” diyen Simon, Gül’ün basın özgürlüğüne ilişkin olumlu açıklamalarının da yeterli olmadığına vurgu yapıyor. Simon, ifade özgürlüğünün sadece yargı süreçleri ile değil, medya kuruluşları üzerinde ekonomik baskı uygulamakla da kısıtlandığına işaret edip Türkiye’de özellikle Doğan Medya Grubu’na yönelik vergi cezalarına dikkat çekiyor. Bu noktada, “Siz bu kaygılarınızı ABD yönetimine ne kadar aktarabiliyorsunuz. ABD yönetimini bu konuda etkileme ve harekete geçirme şansınız var mı” sorusuna verdiği yanıt ise dikkat çekici: “Biz kamuoyu oluşturma ve kamuoyu üzerinden gazetecilerin haklarını koruma çabası içindeyiz. Buradaki değil, ama belki Türkiye’deki kamuoyu hapisteki gazeteciler konusunda çok daha hassas olmalı.” 12 Haziran seçimleri sonrasında belki de en çok koşulan değerlendirme, George Friedman’ın istihbarat analizcilerine yakınlığı ile bilinen düşünce kuruluşu Stratfor’da yayımlanan makalesi oldu. Makalede, seçimlerin AKP’nin siyasal sistem içindeki etkisinin sınırlı kaldığı değerlendirmesi dikkat çekti. Makalede, “AKP politikaları anayasa kapsamında değiştirebilecek ancak anayasanın ötesine geçemeyecek” denmesi, bir anlamda Washington yönetiminin de beklentisini ortaya koyuyordu. Bu, “AKP hükümetinin gücü sınırlı olmalı ki Washington yönetiminin pazarlık zemini üstünde kalsın. AKP, anayasayı değiştirecek gücü bulursa, Erdoğan bu pazarlık zemini üstünde kolay kolay durmaz” değerlendirmesinin yansımasıydı. Friedman’ın, “Eğer Türkiye radikal slamcıların eline geçtiyse ki ben şahsen buna inanmıyorum, bu öncelikle ABD sonra da bölgedeki müttefikleri için bir jeopolitik felaket olacaktır. Dahası Türkiye’yi işgal etmek gibi bir seçenek de söz konusu olmadığı için tek çözüm kabullenmek olacaktır” yönündeki cümlesi, Türkiye’deki seçim sonrasındaki değerlendirmelerde üzerinde en fazla tartışılan yorumlardan biri oldu. Washington’da Erdoğan’ın tek adam rejimine doğru gittiği, Türkiye’deki laik sistemi erozyona uğrattığı yönündeki değerlendirmeler de büyük önem taşıyor. Ancak seçimin ardından anayasanın uzlaşma ile değiştirilebilecek olması Washington yönetimine rahat bir nefes aldırmış gibi görünüyor. AKP’ye eleştirel bakış Düşünce kuruluşları 12 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan tabloyu bu öngörülerle değerlendirirken ABDTürkiye ilişkilerini yakından izleyen emekli diplomat/uzmanın yaptığı, “Erdoğan’ın başarısı konjonktürel, Ortadoğu ve Avrupa’daki gelişmelerden bağımsız değil” değerlendirmesi de dikkat çekiciydi. Aynı ismin yaptığı değerlendirmeye göre Körfez ülkelerindeki sıcak para Türkiye’ye kaçtı. Bunda yüksek faizin yanı sıra Avrupa ve Amerika’daki finans kuruluşlarına olan güvensizlik de etkili oldu. Bu, ekonomiyi ayakta tutarken AKP güç kazandı. Erdoğan, bu gücü bütün sistemi denetim altına almak için kullandı. Ortadoğu’daki çöküş süreçleri de Türkiye’nin öne çıkmasını sağladı. Ancak Indiana Üniversitesi’nin eski öğretim üyelerinden Ekonomi Profesörü Morton Marcus, ekonomi açısından AKP hükümetinin ateşle oynadığını düşünüyor. Uzakdoğu ve Ortadoğu ülkelerine yönelik uzmanlığı ile bilinen Marcus’a göre, “Sıcak para ile ekonomik istikrar sağlamak çok tehlikeli. AKP de tam olarak bunu yapıyor. Türkiye’nin ekonomik büyümesine karşın işsizliği azaltamaması dikkat çekici. Sıcak paranın çekilmesi durumunda Türkiye ekonomisi ciddi anlamda çöküş yaşayabilir. Kalıcı bir ekonomik istikrar elde etmek yerine, yapay bir görüntü ile ekonomi iyileştirilip siyasi güç kazanılıyor.” Marcus’un saptamaları dikkat çekici. Özellikle, Türkiye’de 2001 yılındaki ekonomik krizin aşılmasında AKP hükümetinin başarılı bir ekonomi politikası izlediği kanısı yaygın. Ancak Marcus, ekonomik krizin sosyal bir krize neden olmadan atlatılmasında AKP’nin izlediği politikalardan çok Türkiye’nin sosyal yapısının etkisi büyük. “Türkiye’de aile yapısı çok güçlü” diyor Marcus ve ekliyor: “Ekonomik kriz patlak verdiğinde, iyi yetişmiş birçok kişi, ki bunların arasında mühendisler, doktorlar, gazeteciler de var işsiz kaldı. Bunlar sosyal bir krize zemin hazırlamak yerine aile büyükleri ile dayanışmaya girdi. Aynı evde oturmaya başladılar, aynı bütçe ile geçindiler, aynı arabayı kullandılar. Tıpkı Singapur’da olduğu gibi... Orada da bütün aile işletmelerinde aile büyükleri çalışır, aileden kimsenin işsiz kalmasına izin verilmez. Türkiye’de de aile dayanışması sosyal krizin önüne geçti. Ancak Amerika’da bu böyle değil, Singapur ve Türkiye gibi ülkelerde ‘evsiz’ kavramı yoktur. Çünkü aileler, aileden birinin sokakta yaşamasına izin vermez.” Önemli olan ABD’nin çıkarı Gerek Washington’da gerekse Türkiye’yi yakından izleyen New York Times ve Washington Post gibi önemli gazetelerin dış haberler departmanlarında yanıtı aranan soru, Başbakan Erdoğan’ın AKP hükümetinin gücünü arttırarak seçimlerden galip çıkmasından sonra, özellikle Ortadoğu konusunda ABD’den daha bağımsız hareket edip etmeyeceği yönünde... AKP hükümeti, oy oranını yüzde 50’ye dayayınca; slamcı tabanın beklentilerini daha fazla karşılamak isteyecek mi? Erdoğan, gücünü halktan aldığına inanıp ABD çıkarlarına aykırı bir tutum içine girebilir mi? Bu iki sorunun olası yanıtları şimdiden önemli bir tartışma konusu. Indiana eyalet senatörü Cumhuriyetçi Mike Delph, Türkiye’de işbaşında kim olursa olsun, ABD hükümetinin Ankara ile mutlaka yakın ilişki içinde olması gerektiğini düşünenlerden. Delph’in ABD’deki basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi konuları ön plana çıkarıp başka ülkeler açısından sadece ABD çıkarları bağlamında yakın ilişkikavramını kullanması, Cumhuriyetçilerin genel yaklaşımının bir yansıması. Delph, “Bizim çıkarlarımız da örtüştüğü için Türkiye’nin gücünü arttırması bölgesel istikrara ve güvenliğe önemli bir katkı sağlıyor. Seçimler de Türkiye’de zaten demokrasi kültürünün gelişmekte olduğunu gösteriyor” diyor. Tepkiler aynı... Ahmet Şık. Mustafa Balbay. Nedim Şener. Türkiye’de araştırmacı gazetecilik bitiyor Sadece New York ve Washington’da değil, Florida Orlando’da yapılan Araştırmacı Gazetecilik konferansında da Türkiye’deki basın özgürlüğü, gündem maddesi oldu. 912 Haziran tarihlerinde yapılan konferanstaki oturumlarda, AKP hükümetinin izlediği politikalar sonucu Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin bitme noktasına geldiği, hükümetin ve hükümeti destekleyen çevrelerin (Gülen Cemaati kastediliyor) kurgulanmış habercilik üzerinde yoğunlaştığı görüşü dile getirildi. Basın Özgürlüğü için Gazeteciler Komitesi’nden (Reporters Committee for Freedom of the Press) Lucy Dalglish, Türkiye’de basın özgürlüğünün tehdit altında olduğuna ilişkin önemli işaretler olduğuna vurgu yaparken özgür gazeteciliğin mutlaka korunması gerektiğine işaret etti. Konferansta Türkiye’nin gündeme geldiği bir başka oturum ise “Parayı takip etmek” başlıklı oturum oldu. Hükümet ve medya ilişkileri bağlamında yapılan konuşmalarda, hükümetlerin vergi ve benzeri konuları medya üzerinde baskı aracı olarak kullanmasına örnek olarak AKP hükümetinin uygulamaları gösterildi. AKP hükümetinin Doğan Medya Grubu’na çıkardığı vergi cezasının dünyada örneği olmadığı üzerinde duruldu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle