18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 17 TEMMUZ 2011 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Türkçe, Türkçede Kalmalı, Kirlenmemeli Bir Kale Daha Yıkıldı! “Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk” Bu, bir derginin adıdır. Aylık Kemalist bir dergi... On beş yıl sonra kapandı! Bunun bir anlamı var... Müdafaai Hukuk neyin adıydı? Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin!.. O cumhuriyet, bütün devrimci ilkeleri, uygulamaları ile yaşıyor mu? Yaşıyor, ama can çekişircesine? Derginin son sayısında Prof. Dr. Çetin Yetkin “Veda Yazısı”nda bakın ne diyor: “Yayın yaşamına atıldığı ilk günden başlayarak okurlardan gelen mektupları saklamış bulunuyorum. Üç kalın klasör tutuyor. Tümü de övgü dolu? Bir ikisi dışında hemen tümü beğeni ve övgü yazıları. Besbelli dergimiz ilgi uyandırmış. Ne ki, bu ilgiye karşın okur sayımız artmamış, tersine azalmış bulunuyor. Bunun nedenlerini sıralayacak değilim. Şu kadarını söyleyeyim ki, dergimizin ülkemizin içine sürüklendiği acıklı durumun dışında kalmayacak olmasının doğal bir sonucu bu?” Üzüntü duydum. Biliyorum bu değerli dergiyi sonuna kadar izleyenler de, bir yakınlarını yitirmiş gibi olmuşlardır. 1998 Ağustosu’ndan bu yana “Müdafaai Hukuk”un hemen her sayısında, Çetin Yetkin’in, Altemur Kılıç’ın, Prof. Mehmet Yalçın’ın, Yetkin Aröz’ün, Prof. Dr. Cihan Dura’nın, Prof. Dr. Tahsin Yücel’in, Orhan Özkaya’nın, Prof. Dr. Anıl Çeçen’in, Av. Hüseyin Özbek’in, Emin Değer’in, Hüsnü Merdanoğlu’nun, Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı’nın, Mehmet Yalçın’ın, Prof. Dr. Ömer Demirci’nin yazılarını okuyanlar yakın bir dostu yitirmenin acısını duyacaklardır. Günden güne çözülen bir şeyler var! Öyle şeyler ki, Türklüğümüzü, bağımsızlığımızı, kişiliğimizi, özgürlüğümüzü, günümüzü, geleceğimizi elimizden almak isteyen iç ve dış düşman güçler sonunda başarı kazanmış olmaktalar. Kim ki, altı oklu bir düşüncenin savunucusudur, yürürlükteki ters anlayışa, karşıdır. Bu yüzden onun yolu tıkanmıştır, daha da direnirse, karşılığı yüzlerce, binlerce askersivil Atatürkçü devrimcinin soluğunun kesilmesidir. Çetin Yetkin son yazısını şu satırla bitirmiş: “Uğur Mumcu’nun cenazesine yüz binler katılmıştı, ama Cumhuriyet gazetesinin okur sayısı bu kitlenin onda biri bile değildi. Ama bir yakınmamı dile getirmeden edemeyeceğim. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin beş yüzden fazla şubesi var, her biri tek bir abone olsaydı bu derginin yaşamasına büyük bir katkıda bulunmuş olurdu.” Derginin sürekli yazarlarından, dostum Altemur Kılıç’ın son yazısını da okurlarıma sunmak istiyorum: “Romalı savaşçılar savaşa giderken ‘Biz ölüme doğru giderken siz yaşayacak olanları selamlıyoruz’ derlerdi. Şimdi buradan yeni kuşaklara selam ederim. Bizler ölsek de savaşımıza devam edin. Bu devlet demokrasiyle, bir tramvay dolusu oyla kurulmadı. Yobazların ihanetine rağmen, bir avuç sivilasker Kuvvayi Milliyeci tarafından kuruldu. Yoksa, etmeyiz sizlere hakkımızı helal.” “Müdafaai Hukuk” dergisinin yayınına son vermesiyle, Atatürk cumhuriyeti devrimlerinin bir kalesi daha yıkılmış oldu! Umut ederim, yıkılan son kalesi olur!.. Türk Dil Kurumu, Dil Derneği, Türkçenin yenileşme ve gelişmelerine yönelik işlevlerini sürdüren aydınlanma kurumlarıdır. Yabancı sözcük kullanma eğiliminin giderek arttığı günümüzde, bu aydınlanma kurumları Türkçe karşılıkları üretme konusunda yoğun emek vermelidirler. Ü . Gürşen KAFKAS EğitimciYazar lkemizde ses, ulaşım, doğa, siyaset ve sevgi kirliliğinde önceliği Türkçenin kirliliği aldı. Türkçemizin, bir gün sularımız gibi arınacağına, gerçek kimliğine ulaşacağına inanıyorum. Dilimiz kirlilikten arınmalı ve derin bir soluk almalıdır. Özgür bir dil, özgür bir ulusun kimliğidir. Doğal olmayan, Türkçenin yaşadığı dil karmaşasını, dil kirliliğini benimser gibi olmamızdır. Toplumumuz, kum yığını gibi birikimli fakat duyarsız ve bananeci. Türkçede devrim kaçınılmazdır. Tüm fazlalıklar, engeller, pürüzler, yabancı sözler gitmelidir. Türkçede daha iyi bir gelecek, özgür, duru ve öz bir yapı ile olabilecektir. Sürdürülebilir, akılcı ve özgür Türkçe, dilde sıfır kirlenmeyle gerçekleşebilecektir. Dilimizi saran yabancı sözler ve terimler ruhumuzu da sarıp sarmalamaktadır. Kendimize olan güvenimizi yitirir olduk. Dilimizdeki yüzde 3040’lara varan bu kirlilik ve yozlaşmayla çağdaş uygarlığı nasıl yakalayabiliriz diye düşünüyorum. Dilimizdeki kirlenme içinden çıkılmaz düzeylere ulaşır oldu. Dilimiz, günlük yaşamımızın olmazsa olmazıdır. Güzel konuşmak, yazmak ve okumak, ona gönül vermek bir tutku olmalıdır. Türkçe, öz, özgür ve halkın onurlu dili olmalıdır. Bugün, Türkçemizde karmaşık ve anlaşılmaz bir girdi çıktı yaşanmaktadır. Dil kirliliğinde, hava kurşun gibi ağır. Dilimizi kuşatan (istila eden) yabancı sözler ve ilginç çizgiler her yerde, her zaman görülmektedir. Yemek, giyim, resmi ve özel işlerde, ekonomide, eğitimde, sporda ve de her alanda kapılar aralanmış, içeri buyur edilmiş yabancı tanıtım adları… Dilimizdeki bu boyunduruk bir kara leke gibi duruyor. Paydos denilecek süreci bek liyoruz. Türkçe özgür ve egemen olmalıdır. Dilimizdeki değişimin başlangıcını görmek istiyoruz. Yabancı söz, deyim ve terimlerin yayılmacılığını yıkmak, güçlü bir devletin güçlü, özgür dili olmak erdemdir. Türkçede suları bulandıran, dilimizi bozan, onu yanlış kullanan bizleriz. Şu yabancı hayranlığımız, moda, marka tutkumuz ve yabancıya özentimiz, benliğimizi sarsıyor. Her nedense, bizi bizden alıyor, bu anlamsız ve yanlış tutkumuz. Şimdide oturmuş, aykırı ve ayrık yabancı sözleri sulu gözlerle izliyor, ağıtlar yakıyoruz… “Dilini kaybetmeyen uluslar varlıklarını da kaybetmezler” özdeyişinin anlam zenginliğini düşünmeliyiz. Dilini kaybeden ulusların güçsüz ve geri kalmışlığının acı faturası pek de ödenecek gibi değil. Türkçenin bilimsel ve dizimsel bütünlüğü işletilerek konuşma ve yazın dilinde çokça eserler üretilmelidir. Türk dilinin kimliği, yaygınlığı ve kalıcılığı evrenselliğe taşınmalıdır. Türkçenin hızını kesmeden, onun yapıcı gücüne güven duyulmalıdır. Ülke olarak gelişmemiz, değişmemiz dilimizin zenginliğiyle ilgilidir. Türkçe tutkusu, dil sevgisi vazgeçilmez bir tutkudur. Türkçede öze dönüş ve arınma kaçınılmazdır. Türkçe severlik, ülke severlikle doğru orantılıdır. Dilimiz bugünkü durumuyla karanlıklarla boğuşuyor. Kırılganlıklar, baş edilmez gibi görülen engeller, yabancı dillerin baskısı ve de birçok kişinin içinde alevlenen yabancı tutkusu içimizi burkuyor. Eski değerlerin değiştiği, yeni ve teknolojik verilerin hızla geliştiği çağımızda, ister istemez egemen dillerin etkisi altında kalınmaktadır. Ancak, bu etkileşimin büyük oranda olması ve gün geçtikçe çoğalması düşündürücüdür. Türkçe, Türkçede kalmalıdır. Türk dilinde yabancı sözcük kullanmak dil kirliliğinin göster gesidir. Yabancı dildeki sözcükleri ve yanlışları konuşma ve yazımda, hatta eğitim ve öğretim kurumlarında göz göre göre kullanarak suskun kalmak anlaşılamamaktadır. 19321983 yılları arası 51 yıl yaşayan Türk Dil Kurumu’nu Atatürk kurmuştu. O yıllarda halkın ağzındaki değişlerden ve dil kaynaklarından, Türkçe deyim, terim ve sözlerden yararlanılmıştı. Türkçenin bir bilim ve sanat dili olmasına çalışılmıştı. Bu düzeyli ve titiz çalışma Türk Dil Kurumu’nu devrimci bir kimliğe ulaştırmıştı. “Dil, bir ulusun aynasıdır” / Dil, düşüncenin aracıdır, dil’siz düşünülemez” özdeyişleri ulusal kimliğimizi ve bireyin düşünce zenginliğinin dille olabileceğinin anlatımıdır. Türk sanatının, kültürünün ve bilimin gelişmesinin ve yaygınlaşmasının temel kaynağı Türkçedir. “Türkçeden yana olmak, Türkiye’den yana olmaktır./Türkçe giderse Türkiye gider” özdeyişleri bu anlatımın açıklamasıdır diye düşünüyorum. Türkçe toplumsal ve bireysel yaşamımızın öz kaynağıdır. Türkçenin kullanımı konusunda eleştiri ve özeleştirileri daha etkince yapmalıyız. Bilim, kültür, sanat ve düşüncede Türkçe eserlerin üretiminin arttırılmasına özen gösterilmelidir. Türk Dil Kurumu, Dil Derneği, Türkçenin yenileşme ve gelişmelerine yönelik işlevlerini sürdüren aydınlanma kurumlarıdır. Yabancı sözcük kullanma eğiliminin giderek arttığı günümüzde, bu aydınlanma kurumları Türkçe karşılıkları üretme konusunda yoğun emek vermelidirler. Halkımızın zengin folklorundan yararlanarak “halkın dili, değişleri, terimleri” toplatılarak değerlendirilmelidirler. Düşünce yapımızın, kültürümüzün, bilgimizin, eğitimimizin ve sosyal yapımızın dışavurumunun ana kaynağı Türkçemiz övüncümüzdür. Türkçe, Türkçede kalmalı, kirlenmemelidir. “Yıllar eklendikçe, / içine doldu yabancı sözler, / yaban dillerin kuşatması / yüreğimin tasası, / Güneşin takılır karanlığa / özgürlüğüne engel / Hüzün bulutları yüreğimi burkar. / Tükenirken Türkçem…” (G.K) Satılık Vatan... Vatan, bir harita kâğıdındaki çizgiler değil ki... Ya da sadece toprak... Ve bir sözcük... Ormanı vardır vatanın... Bir tek ağacını kestiğinizde bile eksilir vatan... Ovaları vardır... Meraları... Yaylaları... Bir göl kurutulduğunda, vatan azalır... Irmaklar... Dereler... Şelaleler... Çakıl taşları dahi... Tümünün toplamı vatan eder... Denizi vardır vatanın... Kıyıları, kumsalları... Koyları... Bunları çıkarın... Kalır mı vatana benzer yanı?.. Vatanın dağları vardır... Yalçın, heybetli, görkemli... Hani insanın gidip yaslanası gelir... Yamaçlarında çobanların sürü gezdirdikleri... Tepesi karlı... Dağları hadi yok sayın... Vatan mıdır kalanı?.. İşte; şehitlerimiz bu vatan için çarpışıp canlarını verirken, siz vatanın ırmaklarını, derelerini satıyorsunuz ya... Vadileri yıkarak... Göllerini kurutarak... Ormanını çıkarttınız pazara... Bir karışı için gençlerimiz canlarını verirken, gözünüz dönmüş, yağmalayıp talan ediyorsunuz vatanı... Düşman bu kadarını yapmazdı... Bir bakın: Bir dağında askerimiz vurulup da şehit olurken... Öbür dağını yıkımcı madencilere sattınız vatanın... Ne diyebiliriz ki?.. Şehitlerden utanın... T oprak, su, emek için öldü o. “Dereler özgür aksın!” “Üretilen çaya değeri verilsin!” diye Hopa meydanına çıkılmıştı. En önde, o toprakların yetiştirdiği emekli öğretmen Metin Lokumcu vardı. Vay sen misin bunları isteyen... Sonuç, Metin Lokumcu, “Biber gazının tetiklemesiyle kalpten…” Öğretmen Metin Lokumcu’nun, yenilir, yutulur lokmalardan olmadığı kısa zamanda anlaşıldı. Metin öğretmenin suçu ne? Bu ülkede, bu koşullarda Metin öğretmenler kolay yetişemiyor. Başlarına nelerin gel Metin Lokumcu Lokması… Nusret ERTÜRK diği ortada. Farkında mısınız, Metin öldüğü andan sonra, duruşu, doğrulardan ödün vermeyen örnek kişiliği Hopa sınırlarını çoktan aştı. Şimdi Metin daha etkili, daha güçlü, daha evrensel. Adına yazılar yazılıyor, izlenceler, konserler düzenleniyor. Onurla, gururla anılıyor. Ülkemizin bir başından öte başına yankı buluyor. Şimdi Metin öğretmen bir bayrak, her yerde dalgalanıyor. Suları kurut. Buna, olmaz diyenleri gazla! Ardından 5 Haziran’da “Dünya Çevre Günü”nü kutla... Buna, bizde hizmet deniyor! Ölüye kızanlar bile görüldü. Öldürüldü yetmedi. Suçu, öğretmen Metin Lokumcu’ya yıkanlara ne demeli? Bekir Çoşkun, “Ölüye Kızan İmam” adlı yazısıyla (04.06.2011) konunun can damarına basıyordu. Kimileri, “birileri” diyerek, Metin öğretmeni aklınca kü çümsüyormuş. “Eşkıya” sözcüğünü kullananlar bile çıkmış. Bunlar, halkın ağzında, kamu vicdanında var mı? Metin öğretmeni çok yakından tanıyorum. Ortaokulda üç yıl öğrencim oldu. Yüzündeki, o sürekli tatlı, temiz gülücüğünü unutamıyorum. Dinleyen, okuyan, araştıran, soran, eleştiren bir öğrenciydi. Öğretmenliğinde de o yolu izledi. Sıcak ilişkilerimiz kesintisiz sürdü. Başarılarıyla sevindim. Sorunları aklıyla çözüyordu. Eline sopa almamıştı; Hopa meydanında son gördüğümüz gibi. Metin öğretmen yine en önde, o hep orada kalacak... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle