17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 22 HAZ RAN 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Aydınlanma Diyarında Birinci Yıl Prof. Dr. Coşkun ÖZDEM R Zoraki Görev YENİSİ kuruluncaya kadar sorumlu olan hükümetin üyelerinden biri çıkıp hepimize açıklamalı: Ortadoğu’da yürütülen dış politika bizler adına devlet organlarımızca kararlaştırılan bir politika mıdır, yoksa başkalarınca kararlaştırılıp bizce yürütülmesi istenen bir politika mı söz konusudur? Kısacası eskilerin deyimiyle, “üstümüze vazife mi bizim?” Olsa olsa, Suriye konusunda yapılanların bizim için dert olması anlaşılabilir çünkü yanı başımızdalar ve sığınmacıları bize akıyor. Ya öbürlerinde olup bitenler? sanç verici olmak pahasına yine soralım: “Ne işi var NATO’nun orada?” dedikten iki gün sonra NATO gücüne katılarak Libya’da görev almanın anlamı ne? Silah ablukasının tam uygulanıp uygulanmadığını havadan ve denizden denetlemek için de olsa, üstlendiği görevlerin operasyonlar yüzünden Türkiye’nin üzerine bir şeyler sıçrattığı belli değil mi? Örneğin, geçen gün bombalanan Deniye kasabasında yetişkinler yanında üç de çocuk ölünce, günahına biz de katılmış olmuyor muyuz? İsterseniz, başka türlü soralım: Kaddafi yönetimi bize karşı ne yaptı ki, böyle bir operasyona katılmaktayız? Üstelik, o ülkeyle ticaret ilişkilerimizi tehlikeye atarak, hatta yıkarak? elki, “NATO görevidir, kuruluşun üyesi olarak kabul ettik” denecektir. Peki, Türkiye NATO’nun önemli ve sözü dinlenir olması gereken üyelerinden biri olduğuna göre, kararların, operasyonların ve birkaç Batılı ülkenin hesaplarına yarayan politikaların yanlışlığını ileri sürüp düzeltilmesini istemek hakkı ve ödevi yok mu? Yapılanlarda NATO’nun felsefesine, yetki ve görevlerine ters bir şeyler bulunmuyor mu? Türkiye bunları anımsatmak için ses çıkaramayacak kadar aciz midir? Hele Tunus’tan başlayıp Suriye’ye gelen ve şimdi Fas’a da sıçramak üzere olan olaylarda bizi endişelendirmesi gereken bir nitelik yok mu? İçte başlamış gözüken ve dış müdaheleye yol açan kargaşada dış tertiplerin hiç mi payı yok? Acaba bunların başlatılmasında ve azıtılmasında rol alanların gerçekten insan hakları ve demokrasi kahramanları olduğundan emin miyiz? “Onlar içtenlikli olmasalar, hatta ajan falan sayılsalar da, madem başarılı oluyorlar ve olaylar böylesine büyüyebiliyor, o halde herkes için tehlikeli ve düzeltilmesi gereken bir durum var demektir” diye düşünülebilir ama o “düzeltiş”te görev almak ve hele başka devlet başkanlarına nasihat vermeye kalkmak için acele etmek doğru mu? te yandan, kendi içinde, o denli olmasa da, düzeltilmesi gereken insan hakları ve demokrasi sorunları olan bizimki gibi bir ülkenin böyle bir göreve soyunması biraz tuhaf değil mi? Birileri çıkıp “Siz kendinize bakın” derse yüzü kızarmayacak kaç kişi olabilir içimizde? Köşkümüz sırça değil ama yine de komşulara taş atmadan durabilmeliyiz. S U evgili İlhan, 40 yıllık can arkadaşım, dostluğundan onur duyduğum büyük yazar, büyük devrimci, bağnazlığa, tutuculuğa, cehalete, bilinçsizliğe, emperyalizme karşı, aydınlanmadan, çağdaşlıktan, akıldan, bilimden, emekten, emekçiden yana bir bilge insan. Tüm bunların ödünsüz savunucusu. Bunun için de Atatürkçü, vurgulamak, yinelemek istiyorum, solcu ve Atatürkçü. Türk basınının yüz akı İlhan Selçuk. Onu ananların görüş birliği içinde belirttikleri gibi açtığı pencereden yayılan ışık yolumuzu aydınlatmaya, ufkumuzu açmaya devam edecektir. Yılgınlığa düşmeden direndi Onu aklın, bilimin, hümanizmanın, aydınlanmanın merkezi, Rönesansa ilham veren Yunus Emre’lerin, Pir Sultan MUSA KART Abdal’ların Âşık Veysel’lerin Hacı Bektaş Veli’lerin diyarında toprak anaya teslim ettik. Aydınlanma ışığını yaymaya devam edeceğine kuşku yoktur. Orada huzur içinde ışıklar içinde sevgili Turhan Selçuk’la birlikte uyuyacaktır. Son 40 yılını yakından izlediğim yaşamı boyunca hiç eğilmedi, daima ilkeli ve tutarlı, başını dik tutan bir devrimci idi. Hiçbir rüzgâra, hiçbir küresel akıma kapılmadı. Onu hapislere koydular, işkence ettiler, hiç yılmadı, yılgınlığa düşmeden direndi. Düşünüyorum, düşünmeye ve onları yaymaya devam edeceğim, gücünüz yetiyorsa vurun dedi. 21 Mart 2008’de, bir terörist örgütlenme lideri suçlaması ile saat 04.00’te evine baskın yaparak gözaltına aldılar. Gelen polislere çay ikram etti bu büyük yazar. O daha adil, daha güzel bir Türkiye için var gücü ile mücadele ediyor, en sade şekilde yaşıyordu. Daima zarif bir insan imajı vermiştir, sesinin yükseldiğine hiç tanık olmadık. Bu ülkede daha güzel bir dünya için çabalarken can veren çok sayıda insan vardır. Dava arkadaşlarından ve onun rahlei tedrisinden geçmiş olan bazıları, küresel rüzgârların önünde savrularak muhteşem dönüşler yaptılar. Kaybından sonra onların zor yazılarına ve ah vahlarına tanık olduk. Ne yapsalar bu savruluşun, İlhan Selçuk’un o tertemiz, insancıl dünyasından uzağa, çok uzaklara düşmelerinin açıklamasını yapamaz ve ikna edici olamazlar. Onu sonsuzluğa uğurlarken, bugünkü ilkeli, tutarlı dava arkadaşlarından ve izleyicilerinden bir bölümü yazık ki aramızda bulunamadılar. umhuriyet bu vasiyete sadık kalacaktır Hastalığını başından sonuna yakından izledim. Sık sık odasına girip sohbet etmeye, onu dinlemeye çalıştım. 21 Mart 2008 baskını kuşkusuz çok ağır bir stres olmuştur. Bunun hastalıklarında önemli bir rol oynadığı yadsınamaz. Yurdumuzda bugün geçerli olan hukuk ağır sorumluluklar altında bulunuyor. Ergenekon iddianamesindeki suçlamalar ve bunların gerekçeleri tüyler ürperticidir. Zeki ve yetenekli olmanın, cep telefonu kullanmamanın bir suç delili olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Bir ameliyat geçirdi, sonra yine yatağa düştü. Hiç sızlanmadı, şikâyet etmedi. Zaman zaman “miadımız doldu Coşkun” diyordu. Sürekli olarak ve öncelikle gazetesini ve onun bugününü ve yarınını düşünüyordu, “Orada iyi geçinmeli dayanışma içinde olmalısınız” diyordu. Bu onun vasiyetidir. Cumhuriyetçiler bu vasiyete sadık kalacaklardır Rahat uyu, Sevgili İlhan Selçuk. Karşıdevrim seni yok etmek, seni etkisiz kılmak, teslim almak için çok çaba harcadı. Seni yıkmak şöyle dursun o dimdik duruşunda en ufak bir eğilme yaratamadılar. Kendi heykelini kendin yonttun. Türk milleti senin o heybetli duruşunu yıllar boyu övgü ile iftaharla izleyecektir. C Kurultayla Bozmak... Ben gözümü açtım; CHP kurultaya gidiyordu... Olağan kurultay olmadığı zamanlarda da olağanüstü kurultay yaptıkları için yeryüzünün en çok kurultay yapan partisidir CHP... “Kurultay” eski Moğol kurumudur... Barış ya da savaş kararları kurultaylarda alınırdı. Hadi “barışı” geçiniz... CHP de iç savaş sürekli olduğu için, kurultay biter bitmez yenisi toplanıyor, biz tam “bitti” derken... Moğollar kurultayda savaş kararı aldıklarında, bunun ilanı anlamında, genç savaşçılar koşarak atlarına binerlerdi... Bunlarda at yok... Artık kim kimi yakalarsa... Moğollarda hakan öldüğünde de kurultay şölenlerle toplanırdı ve ölenin yerine yenisini kurultay seçerdi... CHP’de genel başkanlar ya da genel sekreterler ölüp ölüp dirildikleri için, kurultay da haliyle dağılıp dağılıp toplanıyor... Diyelim ki sadece Deniz Baykal için; bir gittiğinde, bir gittiğine pişman olduğunda, bir dönmeyi düşündüğünde, bir dönmeye karar verdiğinde ve bir döndüğünde toplanan kurultay sayısı, Moğolların tarihleri boyunca yaptıkları kurultay sayısından fazladır... Koyun bunun üzerine; adı neredeyse kurultay ile eşanlama gelen Önder Tay’ın gidiş ve gelişleri için yapılan kurultay sayısını... İyi ama: Türkiye’nin başı dertte... Demokratik bir mücadele ve cumhuriyetimiz adına direnmek için CHP’ye ihtiyacımız var... Başka seçeneğimiz yok... Ona muhtacız... CHP ise canı yanan insanlara biraz olsun umut vermek, hüznü dağıtmak, Cumhuriyeti savunmaktan vazgeçmeyenlerin önüne düşmek, yeniden yola koyulmak yerine.... Yine hizip oyunları, geri dönme taktikleri, adam yeme entrikaları içinde kurultay kavgasında... Bu artık yüzsüzlük... Hepimize karşı saygısızlık... Böyle midir sosyal demokratlığın erdemliliği?.. Yetti artık... [email protected] B Ö lhan Selçuk Cumhuriyetin Sesi! Alpaslan BERKTAY B ir insan başka nasıl dolu dolu yaşayabilir? Onu öldürdüklerini sananlar feci biçimde aldanıyorlar. Hesaplarınca, 84’ünde birini gecenin köründe uykuda bastırıp 2 gün sürekli sorgulayınca hem de taammüden!yok edilebiliyordu. Socrates’e baldıranotu zehiri içirenler de, Bruno’yu diri diri yakan zavallılar da aynı yanılgı içinde idiler; binlerce yıl geçti, öldürebildiler mi? Yaşayan hangisi? Duygusal olmamaya çalışıyorum, bilmem başarabilecek miyim. Ortak anılarımız aklıma geliyor. ‘Yön’ bildirisini imzalayışımız, ben, Mustafa Aslan olarak... 1968’de Demokratik Devrim Derneği’nin İzmir Şubesi’ni kuruyorum. Meydanlar “Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın tam Bağımsız, Gerçekten Demokratik Türkiye!” sesleriyle inim inim inliyor. Söke’de toprak mitingi düzenliyoruz. Ağalar da “Toprak elden gidiyor” diye telaşlanmış, doğudan 300 tane silahlı Kürt getirecekleri söylentileri duyuruluyor. “Bu tertip önceden açıklanmazsa, kan gövdeyi götürecek” diyerek İlhan Selçuk’a yazıyorum, o, hemen tertibi yazıyor ve oyun bozuluyor. Cumhuriyet’te Doğan Nadi anısına düzenlenen fıkra yarışmasına yolladığım fıkralar elemeyi kazanıp yayımlanıyor ise de hemen ardından 12 Mart darbesi geliyor ve bizim fıkralar güme, biz Mamak’a... Çıkınca, “İzmir’de artık bizi barındırmazlar” deyip, İstanbul’a... Giderken, karşı kaldırımda şemsiyeli biri, İstanbulda karşı kaldırımda şemsiyeli biri... (Meraklanmayın, teslimtesellüm edildiniz, beyefendi!). orunları aklıyla çözerdi Turhan, ayrı bir güzellik... 12 Mart sonrasında ilk bayrağı o açmıştı. Tünel’in üst başında Elhamra sinemasında Abdülcanbaz sahnelendi. Abdülcanbaz açmış ağzını, veriştiriyor. Salon tıklım tıklım, millet coşmuş. Her sıranın başında bir “sivil”, sırtı sahneye, yüzü salona dönük oturmuş, sert bakışlarla korkutma görevini yerine getirmeye çalışıyor, ama artık kimin umurunda... İlhan’ın sinirlendiğini hiç görmedim, aklıyla çözerdi sorunları. Dikili’deki emek ve barış etkinliklerinde Cumhuri S yet’in bir panelindeydik. Biz hukukçu Halit Çelenk, gazeteci Mustafa Ekmekçi ve benpanelistlerin arkasındaydık. Küçük bir grup, “Kahrolsun Kemalist köpekler!” diye bağırmaya başladı. Panel başkanı İlhan Selçuk, herkesi Uğur Mumcu için bir dakika saygı duruşuna davet etti. Arkasından tüm basın şehitlerini sıraladı, Musa Anter’i de unutmadı. Hepsinde de susmak zorunda kalan provokatörler, sonunda dağılıp gittiler. Ekmekçi: Doğrusu, İlhan’ın bu denli sakin olduğunu bilmezdim, dedi. Küçük bir yolcu gemisinde yakalandığım fırtınayı anlatıyordum. İçim dışıma çıkmıştı, bitkin bir durumdaydım. Yüzüm bembeyaz olmuştu. Yatıyorum bir türlü, oturuyorum bir türlü... Ambardan koyunlar, kümes hayvanları bağırışarak fırladı. “Bundan ötesi ölüm” dedim. “Öyle değil” dedi sükunetle. “şimdi yukarıya, şimdi aşağıya... Şimdi yukarıya, şimdi aşağıya” diyeceksin. Böylesine idi onun sinir sistemi! Bir anısını anlatmıştı: Ecevit’le, arabasında yalnızdık. “Sizce, bu karanlık olayların arkasında kim var?” dedim. “Sizin de bildiğiniz ve benim adını söylemek istemediğim kuruluş var” dedi. Kontrgerillayı kastediyordu ve kendisi bu karanlık oyunlardan çok rahatsız oluyordu. “Tehlikenin farkında mısınız?” deyip, bölücülüğe ve irticaya 2 kırmızı çizgi çekerek de, oynanan oyunlar karşısında “meşruiyet”in sınırını çiziyordu. Gelin görün ki, o meşru olan ve olmayan, yer değiştirdi ve düzmece bir oyunla bu Cumhuriyet âşığı yok edilmek istendi. ehlikenin farkında mısınız?’ İlhan Selçuk, Cumhuriyetle özdeşleşmişti, onun sesi idi. Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı A.N. Sezer’e: Ama siz de Cumhuriyet ağzıyla konuşuyorsunuz, demesi de, Cumhuriyete bakışının ve duygularının ifadesiydi. Ondaki, aklın güzelliği idi. Kocaman bir yürek, hoşgörü, sabır, iyimserlik, olumlu yaklaşım...“Tehlikenin farkında mısınız?” deyip, gericilikle bölücülüğün altına 2 kırmızı çizgi çizmişti yalnız. Akılda birleşmekti yolu, birleştiriciydi, sömürüye, emperyalizme karşı ve Kuvayı Milliyeci idi, o yüzden ‘Cumhuriyet düşmanları’nın 1 numaralı boy hedefi oldu. İlhan Selçuk aramızda, yaşıyor. Cumhuriyet’le yola devam! ‘T Onu Unutamayız Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar İ lhan Abi’yi kaybedeli tam bir yıl oldu bugün. Bir A4 kâğıdına onun nelerini sığdırabilirim diye düşünüyorum. O hiç değişmeyen siyah elbisesi, sakin ama unutmadığımız konuşmaları, dinlemesini de konuşmasının etkinliğini hazırlayan bir zaman aralığı şeklinde kullanmasının mı altını çizsek bilmiyorum. O da, herkes bilmez, benim gibi bir deniz sevdalısıydı. Sefer dönüşlerinde denizlerden konuşurduk. Başkalarını bilmiyorum ama ben onun konuşmasında en ufak bir gramer eksikliğine şahit olmadığım gibi, hiçbir zaman sinirlendiğini ya da sesini yükselttiğini görmedim. O kadar mütevazı bir kişilikti ki ne bir hareketinde ne de bir sözünde bir vakfın ve Türkiye’nin en eski gazetesinin tek adamı olmasının bir sezdirisini görebilirdiniz. Bununla birlikte sakin bir disiplin adamıydı İlhan Selçuk. Gazetecilik işinin ayrılmazı olan bazı risklere soğukkanlılıkla bakmasını, ölçülü olmasını her zaman bilebilmişti. Onu hastayken görmem hiç mümkün olamadı. Benim de doktorum olan doktorlarından biri vasıtası ile sağlık durumunu adım adım izliyordum ama ne fayda; yitirdik İlhan Abi’yi. Aydınlık, çok aydınlık bir insandı. Kaybı bir yerde var oluşunun bizlerde içtenlikle sürmesi oluyor. Işıklar içinde yatsın. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle