18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 HAZ RAN 2011 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 ‘Çılgın projeler’ Ankara, İzmir ve diğer kentlerde de seçim propagandası gündeminde Başbakan ‘Başbelediye Başkanı’ 4 züm olmayacağı; ayrıca “yol ve kavşak bağlantılarının İzmir için çok önemli sit alanlarını tahrip edeceği”ni belirtmesi üzerine Yıldırım’ın şu açıklaması doğaya ve çevreye bakışı yeterince özetliyor: “Sit, otur demek değildir...” ‘Susarsam, Suçlu Sayılırım...’ Gazeteler yazmadı ya da minicik bir haberle geçiştirdi. Televizyonlarda ise hiç rastlamadım. Esma Ocak’ı geçen hafta yitirdik… Esma Ocak yazardı. Ünlü değildi, hele şan şöhret peşinde hiç değildi… Ama yürekliydi. Çok cesurdu. Kendini öyle nitelemese, adlandırmasa da sıkı bir feministti. Ondan önce hiç ama hiç kimselerin yazmaya cesaret edemediklerini önce o yazdı. Bilinip de söylenmeyenleri, görmezden gelinenleri yazdı… Doğup büyüdüğü, tüm yaşamını geçirdiği Diyarbakır ve çevresinde kadınların durumunu yazdı. “Berdel” sözcüğünü, “insan takası” demek olan bu sözcüğü; başlık parası çıkışmayan ailenin, kız almak için, kendi kızını vermesi olayını, Türkiye’nin Batı’sı ondan öğrendi… Başka bir ülkede yaşamış olsaydı, eller üzerinde tutulurdu. Belki de tartışmalardan hep uzak kalmayı benimsemesi; bağırarak değil fısıldayarak konuşmayı seçmiş olması; kadın hareketinin içinde yer almaması; edebiyat dünyasından uzak yaşaması; Türk milliyetçiliğine de Kürt milliyetçiliğine de öncelik tanımaması… Bunlar onun önemini benim gözümde hiçbir zaman azaltmadı. Ama “Büyük Medya”nın onu “yok” saymasında neden olabilir… Esma Ocak’ı 70’lerin sonunda, 80’lerin başında tanıdım. Önce, kitaplarından: “Berdel”, “Kırklardağı’nın Düzü” ve “KervanServan”... 12 Eylül zulmü beni ha bire Güneydoğu’ya yönelttiğinde, gittim Esma Ocak’ı buldum. Beni köyünde, evinde konuk etti. Geceler boyu konuştuk. Gündüzleri çok yoğundu. Kazancı Köyü’nde sabah beş buçukta kalkar, tüm köyü dolaşır, Kürtçe, Arapça, Türkçe, Farsça konuşarak herkesin derdine derman arar, ağır işçi gibi çalışır, bunlardan arda kalan zamanda kitaplara dönerdi. Varlıklı bir ailedendi. Çocukluğunda anne baskısıyla yerleştirildiği bir hocanın yanında din dersleri etkisiyle, dilinin dönmediği duaları okuyamadığı için cehennem ateşinde yanacağını düşünür, karabasanlar görürdü. 16 yaşında, kendinden 20 yaş büyük dayı oğluyla evlendirildi. Cehennem korkusuna evlilik korkusu karıştı… Sonraki yıllarda kocasını çok sevdi. Köydeki tarlalarla hep kocası ilgilenirdi. Üç çocukla dul kaldığında 33 yaşındaydı. İşin başına geçti, köye yerleşti, köylülerin “Esma Hocası” oldu… Küçük yaşta başlamıştı kitaba sarılmaya. Kitaplarda zebaniler, cehennem ateşleri yoktu. İlk şiirlerini, öykü ve roman taslaklarını yazmaya başladığında 14 yaşındaydı. Dengbejlerden, türkülerden, âşıklardan besleniyordu... Bir gün ağabeyine gösterdi yazdıklarını. Ağabey çok heyecanlandı. Derhal birilerine okutmalıydılar bunları. Bir kopya Ahmed Arif’e, bir kopya Veysel Öngören’e yollandı. İkisi de hayran kaldılar, desteklediler. O andan sonra günlerini tarlalarıyla köy sokakları arasında, yazı masasıyla kilim dokuma tezgâhları arasında, türkülerle torunları arasında geçirirken kitaplar birbirini izledi. Kitaplarına kadının ezilmişliği, sömürülmesi kadar, kadının tutkularını, düşlerini, düş gücünü, sevincini, yaratıcılığını, umudunu ve direncini de kattı; karşı çıkışını, başkaldırışını da... Şiddet sarmalındaki insanların aydınlığı, suyu arayışını dile getirdi. Yaşadıklarını ve gözlemlediklerini yazdı. Hep söyledi: “Burada yaşanan gerçekleri görüp kavrayıp, susmak olmazdı. Sussaydım, söylemeseydim, suçlu sayılırdım” dedi. Esma Ocak adı, o hayattayken Diyarbakır’a bir çay bahçesine verilmişti. Cahit Sıtkı Tarancı Kültür ve Sanat Merkezi içindeki çocuk kütüphanesine de onun adının verilmesi kararı alınmıştı. Bunun gerçekleştiğini göremeden geçen hafta 83 yaşında aramızdan ayrıldı Esma Ocak. Işık içinde yatsın. Ben onu her hatırlayışta, içimden Ahmed Arif’in şu dizelerini mırıldanıyor olacağım: “Dayan kitap ile,/ Dayan iş ile/ Tırnak ile, diş ile, /Umut ile, sevgi ile, düş ile.” Trabzon’a NATO üssü Yaklaşan seçimler “ülke yönetimi” için; ama Başbakan birçok kentte “çılgın projeler”iyle oy istiyor.. hatta muhalefet partilerinin belediye başkanlarını eleştiriyor; Eskişehir’de herkesin takdirini kazanan Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’i bile!.. Oysa 12 Haziran’da, örneğin üniversiteye giriş “muamma”sı gibi birçok “ulusal sorun”a çözüm umuduyla sandığa gidilecek. Ne var ki mitinglerde diğer liderlere yüklenmenin dışında, sadece “proje”ler var! Belediye başkanları ise kendilerinden bile gizlenen bu projeler karşısında şaşkınlar; çünkü çılgın ya da normal, her türlü kentsel tasarımın “önce belediye meclisleri”nde benimsenmesi hem yasanın temel ilkesi hem de evrensel yerel yönetim kuralı. Öyle görünüyor ki “ileri demokrasi”, yerel ve katılımcı demokrasiyle değil, sadece “başbakan projeleri”yle kentleşmeyi öngörüyor! 1 zmir’in Kuvayı Milliye faytoncusu, Başbakan’ın projelerini bekliyor! 2 Başbelediyecinin zmir Körfezi Otomobil Tüneli... 2 3 Başbelediyecinin Ankara projeleri! 4 Başbelediyecinin stanbul projeleri! 1 3 üssü olacak”; “300 bin m2’lik adalet sarayı; 7 bin yataklık hastaneler, 40 bin kişilik stadyum, 1.8 milyon m2’lik fuar alanı, 1.7 milyon m2’lik hayvanat bahçesi” gibi vaatleri de “Başbelediye Başkanı” projelerinden bazıları.. Çılgın seçim projelerinden Trabzon da nasibini alıyor. Bu kentimizin özellikle “savunma” alanında görevler üstleneceğinin belirtilmesi üzerine öne çıkan soru şu: “Trabzon da NATO üssü mü olacak?” Yerel basında İbrahim Karagülle ta 20 Şubat 2009’daki yazısında bu “niyet”i özetle şöyle yazmış: “Afganistan, Taliban sorununa karşı lojistik destek için Doğu Karadeniz ABD açısından önem kazanıyor. Ne dersiniz? Trabzon’u böyle bir senaryoya kurban edelim mi?” Kentte işte bu “karabasan proje”nin, Trabzonspor’un şampiyonluğu averajla yitirmesi nedeniyle de kızgınlık duyulan “Fenerbahçeli” başbakan tarafından nasıl açıklanacağı merakla bekleniyor. zmir’e körfez tüneli ‘Başbelediye Başkanı’ haliyle İzmir’e öngörülen “çılgın projeler”in ise 2 Haziran’da Ankara’da ya da 4 Haziran’daki AKP İzmir mitinginde açıklanacağı belirtildiğinden bu yazıda değerlendiremiyoruz. Ancak bu “müjde”yi(!) veren eski Ulaştırma Bakanı ve İzmir adayı Binali Yıldırım’ın açıklamaları bazı ipuçlarını veriyor. Otomobillerin Körfezi geçmeleri için İnciraltıÜçkuyular’dan dalıp Bostanlı’dan çıkacak “denizaltı tüneli” tasarlanıyor. Uzmanlar ise İzmir’de artık “otomobile bağlı ulaşım” yerine toplu taşımın geliştirilmesinden, denizin ise insanlar için, Körfez’de mekik dokuyacak vapurlar ve hızlı feribotlarla değerlendirilmesinden yanalar. Bu nedenle, Başbakan’ın projesi “bilim”e ve “kent”e değer veren İzmirlilerin oylarını etkilemeyecek. Mimarlar Odası’nın “karayolu tüpü”nün çö ‘Yasa çıkaracak!’ Başbakan’ın Antalya’ya söz verdiği 35 bin kişilik yeni stadyum; Mersin’e Akdeniz Olimpiyatları için müjdelediği 300 milyon liralık yatırım da bu iki büyükşehirdeki CHP’li yönetimi “atlatarak” açıkladığı seçim projeleri... Gazetecilerin “Belediyeler ile sorun yaşamaz mısınız” sorusuna verdiği şu yanıt ise eğer iktidarda kalırsa “başbelediye başkanlığı”nı yasal güvenceye bağlama niyetini de açığa çıkarıyor; “Hayır yaşamayız, bir kanun çıkarıp sorunu çözeriz.” Sözün kısası, Başbakan “ustalık dönemi” için oy isterken tüm kentlerimizin belediye başkanı olmayı da hedefliyor. 12 Haziran’da sandıktan bir kez daha çıkarsa, onca emeklerle ve sayısız uzmanın katılımıyla hazırlanarak yerel meclislerde onaylanmış imar planlarının yeri ise “ileri demokrasi”nin “çöplüğü” olacak... Başkentte ‘Selçuklu Mimarisi’ Ulusal medyamız “İstanbullu” olduğundan, Başbakan’ın “2. Boğaz”; “iki yakaya birer milyonluk yeni şehir” vb. projelerini Türkiye’de duymayan kalmadı; oysa benzer durum Ankara’da da yaşanıyor… Başbakan’ın başkentimiz için “seçim sözü” projeleri de kent planını yok sayıyor! Buna, planı onaylayan Melih Gökçek susup kalsa bile, Çankaya Belediye Başkanı şehir plancısı Bülent Tanık’la birlikte Mimarlar Odası ile Şehir Plancıları Odası’nın (ŞPO) eleştirileri sürüyor. Örneğin, “Ankara’ya 500 bin kişilik yeni şehir” için ŞPO Genel Başkanı Necati Uyar’ın arazilerdeki “mülkiyet değişimleri”ne dikkat çekmesi, projenin temelindeki “arsa spekülasyonu”nu vurguluyor... Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Fatih Söyler de Kuzey Ankara’daki toplu konutlarda “Selçuklu mimarisi” uygulamasının, çağdaş mimarlığı ve tarihe saygıyı çiğnediğini belirtiyor. Selçuklu’nun “hayal bile edemeyeceği” 2030 katlı tekdüze rant bloklarının cephelerine uydurma motifler atmak, kapılarını “taç kapı”ya benzetmek, mimaride oran, yalınlık ve işlevsellikle ün yapan bu büyük Anadolu uygarlığına hakaret değil midir? Erdoğan’ın yine başkent için “Türkiye’nin uzay Yaşamdan Yazıya 54. ULUSLARARASI VENED K B ENAL 4 HAZ RAN’DA BAŞLIYOR lermo Calzadilla ise Venedik’e bir tank getiriyor. Ulusal kimlik, militarizm ve rekabeti sorgulayan çalışmada baş aşağı sergilenecek tankın dişlilerine yerleştirilen yürüyen halıda ABD’li bir atlet koşuyor. 20 yıldır Zürih’teki Kunsthaus’un yöneticiliğini yürüten bienalin küratörü Curiger, bienalde ışık oyunlarına ve ışıktan yayılan sıcaklığa ağırlık vermesinin sebebini şöyle açıklıyor: “Aydınlanma başlığı, ışık ve ulusal sınırları ifade ediyor. Işık, sanat dünyasında klasik bir tema olmasına karşın, amacım her birimizin dünyayı algılama yeteneğinden söz etmek ve sanatsal bir yapıtla ilişki kuran her bireyin kişisel aydınlanma deneyimini dile getirmekti.” 83 sanatçının çoğunun genç ve kadın olduğu bienalde “ışığın ressamı” Tintoretto’nun üç yapıtına yer veren Curiger, işler arasında ışık aracılığıyla karşılıklı göndermeler yapan yoğun bir ağın olduğunu söylüyor. “Tintoretto, Venedik’te kışkırtıcı bir role sahip. Bir yandan bienal ziyaretçisinin beklentilerini tartışma konusu yapıyor, öte yandan Venedik’in tarihi ve kültürel çerçevesiyle karşılaştırmalara gidebilmek için sayısız kapı açıyor” diyor. Son yıllarda çarpıcı bir görsel zenginlige sahip olmasına karşılık Curiger bienalin bu yıl, “düşünmeye davet eden bir forum gibi” algılanacağını vurguluyor: “Kolaya kaçan kışkırtıcı tercihlerden kaçındım, ama görsel zenginliği olan yapıtlar bu yılki bienalde de eksik değil. Bienalin sadece entelektüel kaygılarla değil, tüm ayrıntılarıyla bütün olarak yaşanması gerektiği düşüncesindeyim.” Venedik’te ışığın büyüsü ASLI KAYABAL Bu yıl “ILLUMInazioni” (Aydınlanma) başlığı altında düzenlenen 54. Uluslararası Venedik Bienali 4 Haziran’da başlıyor. 27 Kasım’a kadar sürecek bienalin küratörü ise İsviçreli Bice Curiger. Arsenale, Punto della Dogana, Giardini ve çeşitli tarihi mekânlarda sergilenecek işlerin birbirlerine gönderme yaptıkları ortak nokta ise “ışık”. Türkiye’yi Ayşe Erkmen’in temsil ettiği, Irak ve Haiti’nin ilk kez katılacakları bienalde Open Society Foundation’ın (Açık Toplum Vakfı) girişimiyle düzenlenen Roman pavyonunda da Avrupalı Roman sanatçılar ve aktivistler Roman kültüründen kesitler sunacak. Norveç ise ilk kez kendisine ayrılan bölümde göç, insan hakları, siyasi sığınma hakkı gibi konuları ele alacak. Milano’da ağaca astığı çocuklar, mezar enstalasyonu gibi sıra dışı işleriyle dikkat çeken İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan ise bu yılki bienalde Hitchcock’un “Kuşlar” filmine nazire “Others” adlı enstalasyonla katılıyor. Cattelan, ana sergi pavyonunun çatısına içi samanla doldurulmuş iki bin güvercin yerleştirecek. Hayvanseverlerin tepki gösterdiği bu güvercin enstalasyonu kasımda da New York Guggenheim’ın yolunu tutacak. Loris Graud’un Grassi Sarayı’ndaki işi. Fransız sanatçı Christian Boltanski ise “Chance” başlıklı enstalasyonunda yeni doğmuş 600 Polonyalı bebeği kullanarak yaşam ve ölüm kavramlarını görsel bir oyuna çevirerek sorgulayacak. ABD’li sanatçılar Jenniger Allor&Guil Venedik’te bir Amerikan tankı C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle