25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 8 MAYIS 2011 PAZAR 18 Hangi etnik kökendenazımız gelirsek gelelim bizler, çoğumuz bilgisizlikten, da bilmezlikten geldiğimiz için sanırız ki... Yaşadığımız yurdun adı yalnızca 88 yıldır Türkiye olsa da, Hanlıklardan Sultanlıklara, doğduğumuz topraklar hep bizimdi ve bizim kalacaktır. Oysa hep bizim değildi ve bizim kalacağı da kesin değildir. Her karışı er ve ece atalarımızın kanıyla sulandığı için “şimdilik” bizim olan bu ülke, en babalarını saymak gerekirse Hititlere, Frigyalılara, Perslere, Keltlere (Galata), Yunanlara, Ermenilere, Romalılara, Gotlara, Bizanslılara ve daha nicelerine, üstelik çoğuna çok daha uzun sürelerle yurt oldu. Saltuklu’dan Artuklu’ya, Danişmentli’den Selçuklu’ya, Osmanlı’dan Türkiye’ye, Anadolu’da Türk devletlerinin toplam geçmişi 900 yılı aşmazken... Düşünün ki salt bizden önceki sonuncu devlet, Roma’nın Doğu İmparatorluğu “köhne” Bizans, Osmanlı olana kadar, tam 1123 yıl sürdürmüştür varlığını! Bilmediğini “yok”, bildiğini “var” sayan kara cahiller bile mülkü bellediği bu toprakların ortak belleğini taşır. Ancak ne taşıdığından habersiz, doğup yaşadığı kentleri soyu kurdu, adlarını atası koydu, sanır! Oysa Edirne’den Ardahan’a, bu ülkenin şimdiki her ili, hatta çoğu ilçesinin tarihi, ister Türk olsun, ister Kürt ya da başka kimlikten, sonuncu sahiplerinin boyundan da soyundan da uzundur. Bizans’a, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e baskıcı devlete baş kaldırmış, dağa çıkmış isyancıların; Yörük Ali’nin, Büyük Cerit’in, Karayotoğlu Nikola’nın, Kaptan Sokrat’ın, Harputlu Ömer’in, Kürt Mustafa’nın, Piç Osman’ın, baba oğul Çakırcalılar’ın efeliğini olmasa bile, efendiliğini taşırlar. 900’lü yıllarda Bizans Kilisesi’ne karşı ayaklanan Bogomiller, 1400’lü yıllarda Osmanlı’ya ve Sünniliğe baş kaldıran Şeyh Bedreddin müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal, 1600’lü yıllardaki Celali İsyanlarında Arap Sait ile Kalenderoğlu, İzmir efeliğinin ağa babaları değil midirler? İzmir’in önce Kurtuluş Savaşı kahramanı, ardından yerini bulamadığı yeni düzene isyanla “vatan haini” ilan edilen Çerkez Ethem’den, idam edilen Başbakan Adnan Menderes’e statükoya “hayır” diyenlerin diyarı, Türkiye’de ilk muhalefet partisi DP’nin eski kalesi olması bir raslantı mıdır? Her dem özgürlüğüne düşkün ve baskıcı her iktidara muhalif İzmir, sekiz yıldan beri de AKP iktidarına muhalif. Tüm baştan çıkarma, yıldırma, sindirme operasyonları ve hakkı iken yoksun edildiği devlet yardımlarına karşın mıh gibi duruyor, direniyor baskılara. Bir yandan DP’yi örnek alıp, seçim meydanlarında Adnan Menderes’in çakma manevi mirasçılığına soyunanların, muhalif İzmir’i cezalandırması ne yaman bir çelişkidir? “İktidar delirtir. Mutlak iktidar, mutlak delirtir.” ALAIN Gâvur zmir, Gurur zmir Cehaletin, analar dolu bellediği Anadolu, dilimize Yunanca’da “doğan güneş” anlamına gelen Anatolia’dan uyarlanmıştır. Ankara, Angora’dan... Kayseri, antikçağda Mazaka adını taşımasına karşın, Kapadokyalı Kayser’in hükmünden öteye Rumca “tabure” de demek olan Kayseri’ye dönüşmüş ve sakinleri de “pastrami”yi “pastırma” diye yapmaya başlamışlardır! Konya, Likonya’nın başkenti Likonyum’dan gelir. Gericilerin, Nakşibendi “mehdi”sinin peşine düşüp Cumhuriyet devrimcisi Kubilay’ı linç ettikleri Menemen’in adı, Bizans’tan bu yana değişmemiştir. Dünyanın 1930’a kadar Konstantinopolis dediği İstanbul, halk arasında 558 yıldır İstanbul diye anılırken, Konstantinopolis adını 1600 yıl Fotoğraf: MERVE AKSÖYEK Anneler Günü Aziz Kocaoğlu, Türkiye’nin en başarılı CHP’li başkanlarından biri. belediye Bugün özel bir gün, Anneler Günü. Ne tuhaf, annemiz yaşarken, kimi yıllar farkında bile olmazdık “8 Mayıs”ın. Anımsadığımızda ise bir armağanla, bir kartla geçiştirirdik, çünkü o hep vardı, bir armağan vermek, gönlünü almak gibi zaten “hep yapılması gereken şeyleri” yılın tek bir gününe sıkıştırmayı çoğumuz anlamsız bulurduk. “Hep yapılması gereken şeyler” dedim ya, şimdi geriye doğru düşündüğümde herhalde başka zamana, başka günlere ertelediğimden olacak, ben de “o şeyleri hep yaptığımı” söyleyemiyorum. Oysa benden ufacık da olsa bir armağan aldığında ne kadar çok sevinirdi annem. Kuşkusuz onu armağandan çok anımsanmış olmak sevindirirdi. Ama yukarıda da dedim, hep var olan insan pek anımsanmıyor, hep var olanı anımsamak anımsayacak olanın çoğu zaman aklına gelmiyor. Annemi yitireli 12 yıl olmuş, bu yıllar içinde onu anımsadığım, düşündüğüm günlerin sayısı o yaşarken onu anımsadığım, düşündüğüm günlerin kat kat üzerinde. Ve her seferinde bir de “keşke” sözcüğü ekleniyor düşüncelerime. Kimi zaman sonradan düşündüğümde pek anlam veremediğim sorular takılıyor kafama; örneğin “Bebekken çok ağlar mıydım?” ya da “İlk kez ne zaman tek başıma sokağa çıktım?” türünden sorular. Garip ama bunlar yanıtı bilinemeyen sorular, olduğundan, olması gerekenden çok daha fazla önem kazanıyorlar. Bunlar öyle sorular ki yanıtlarını bir tek insanın annesi bilebiliyor. “Keşke” sözcüğü de tam burada ekleniyor insanın düşüncesine: “Keşke sorsaydım?” Doğal ki benim durumumda olanlar için çok geç kalmış, çok geç akla gelmiş, bu nedenle de hiçbir zaman yanıtlanamayacak sorular bunlar. Anneyi sevmek, ona saygı duymak, özel günlerde onu sevindirmek, gönlünü hoşnut etmek hiç kuşkusuz çocuklara düşen doğal edimlerdir. Fakat şimdi düşündükçe bir anneyi en fazla mutlu edecek, sevindirecek olan şeyin “onu dinlemek” olduğu sonucuna varıyorum. İtiraf etmesi pek kolay değil, ama ben annesinin anlattıklarını sabırla dinleyen evlatlardan değildim. Hep yapacak “önemli” bir işim, gideceğim “önemli” bir yerim, kaçırmamam gereken “önemli” bir randevum olurdu. Şimdi bakıyorum da ne o işler, ne o yerler, ne de o randevular o zamanlar sandığım kadar önemliymişler. “Keşkeler” üşüyor kafama, ama artık o kadar geç ki… Örneğin, aile albümlerine bakmak ne kadar sıkıcı gelirdi bana; yüzlerce, binlerce fotoğraf, annem hepsini tanırdı o fotoğraflardaki yüzlerin. “Şu şudur, bu budur…” o kadar sıkılırdım ki, bir bahane bulur, kendimi sokağa atardım. Şu sıralar arada bir karıştırıyorum o albümleri, çoğu bana yabancı yüzler, eski aile dostları, uzak akrabalar. Ama nedense ille de bilmek istiyorum kim olduklarını şimdi. Annem mutlaka söylemiş olmalı diyorum, anımsamaya çalışıyorum, anımsayamıyorum. Haydi, yeni “keşkeler”… Her “keşke”, bir pişmanlık demek aslında. Fakat kime ne yararı var ki bu üst üste binen, giderek bir yığına dönüşen bu pişmanlıkların? Bir daha dünyaya gelirsem, bu hayatımda yaptığım hataları yinelemeyeceğim. Annemi çok daha fazla seveceğimin ötesinde ona karşı daha uysal, daha anlayışlı, daha sabırlı olacağım. Ona ilişkin hiçbir şeyi ötelemeyecek, ertelemeyeceğim. Bugün duyduğum pişmanlıkları o zaman duymamak için... Belki biraz bencilce oldu ama, hangi evlat hangi hayatta biraz bencil değildir ki? Anneler Gününde başta şehit ve Cumartesi Anneleri olmak üzere tüm annelerin önünde saygıyla eğiliyorum. süreyle taşımıştır! Bütün bu verilerin ve veremediklerimin ışığında, AKP iktidarının kafayı taktığı “Gâvur İzmir”, gâvurluğu ötekilerden daha mı fazla hak eder bilemem ama, İstanbul’dan da eski, 3 bin yıllık tarihiyle övünebilir! Çağdaş uygarlığın, kalıcılık ve bayındırlıkta hiçbirisiyle aşık atamayacağı görkemli uygarlıkların beşiği İzmir, çarpık yapılaşmada ötekilere benzese bile “kafada” bin yıllardır muhalif bir toplumsal kültürün mirasçısı, bir isyanlar tarihidir! Özgür kadınları, İzmir’i kuran Amazonların kraliçesi Smirna’ya yakışırlar... Erkekleri, antik Yunan’dan Gerçekleştirdiği pek çok yararlı ve estetik projenin yanı sıra, İzmir’e Avrupa’nın en büyük doğal yaşam parklarından birini kazandırdı. 425 bin metrekareye yayılan İzmir Doğal Yaşam Parkı’nda, 120 türden 1500 hayvanın doğal ortamda özgürce yaşadığı, 3 bin ağaç ve 250 bitki türüyle İzmirlilere hem soluk alacakları, hem de çocukların dünyayı tüm varlıklarıyla sevip saymayı öğrenecekleri bir yeryüzü cenneti yarattı. Başkent Ankara başta, el attıkları tüm kentleri betona boğup, İstanbul’un son ormanlarını “k’anal” yolundan TOKİ’leştirmeye hazırlanan zihniyetin, İzmir Belediyesi’ni “yolsuzluk”tan basması, çalışanları gözaltına alması normal değil mi? Hele aynı zihniyetin Ankara’da, Türkiye’nin ilk ve en zengin doğa tarihi müzesini tam 7 yıldır, çocuklar evrim panosunu görürse yaratılış safsatasına inanmazlar diye açamadığını düşünürsek... İktidarın İzmir nefreti, “paranormal” bile sayılır! K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr Doğan Hasol’dan Öyküler Çağdaş mimarlığımızın kurumsal emektarlarından Doğan Hasol’un yeni kitabı “Mimarlar Dik Durur…” “Kurumsal” diyorum, çünkü Doğan Bey, sadece “mimarlığın beyefendisi” değil... Ülkeye kazandırdığı Yapı Endüstri Merkezi (YEM), Mimarlar Odası’nda yöneticilik, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanlığı, YEM’in Yapı Fuarları ve mimarlık, kültür, sanat dünyamıza sayısız yayın armağanları, yılların “kesintisiz” tanığı YAPI Dergisi, dergideki günceli yorumlayan yazıları, Uluslararası Yapı Merkezleri Başkanlığı, 35 yılda 11 kez basılan Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, hatta “Galatasaray” yöneticiliği, Cumhuriyet gazetesinin spor sayfasındaki yazıları ve genç mimarlara ikinci bir okul olan “Has Mimarlık” bürosu… Hasol’un adı anılınca akla gelenler. Böylesi yoğun ve birikimli sine katkıda bulunuyor ki kitabın sayfalarında sanki bir belgesel izliyorsunuz. Muhlis Türkmen, Cihat Burak, Ali İpekoğlu, Maruf Önal gibi “çizgisi kuvvetli” mimarlarımızın desenleri ise şimdiki bilgisayar mimarlarına “sanatlarını anımsama” dersi veriyor gibi... ‘Ülkenin birinde...’ Öykülerden örneklere bu köşenin sınırları elvermiyor ama kitabın sonundaki, “Ülkenin Birinde Mimarlık ve Şehircilik Sözlüğü”nden kimi tanımlamaları özetleyerek aktarmadan edemeyeceğim. Bunlar, o “ülkenin biri”ndeki mimarlık ve şehirciliğin durumunu göstermeleri bakımından da Hasol’un ödünsüz dik duruşunu özetliyor. İşte zorlukla seçebildiklerimden bir demet: Dandik proje: Belediye onayı için düzenlenen uydurma mimarlık ve mühendislik projesi. Daha sonra gerçeği ile değiştirilir. Duble yol: Yapıla bozula parası duble ödenen yol. H=6.50: Eğimli arsada 67 katlı binaya elverişli yükseklik izni. İmar planı: Planlı yağmanın aracı olarak düzenlenen, zamanla delik deşik edilen kentsel plan. Kıyı şeridi: İlerde yağmalanmak üzere korunan su kenarı. Meydan: Kent merkezinde otobüs ve minibüs duraklarını barındıran kaotik (kargaşalı) geniş alan. Nazım plan: Usulen yapılıp sonra rafa kaldırılan şehir ana planı. Orman: Yakılmak üzere korunan ya da işgal edip içine yapılar yapıldıktan sonra 2B maddesi uygulanan ağaçlık alan. Park: İlerde kemirilerek yer yer yapılarla doldurularak halka kapatılmak üzere düzenlenmiş yeşil alan. Politikacı: Çarpık kentleşmenin baş sorumlusu. Trafik ışığı: Şoförleri kırmızı görmüş boğa gibi hızlandırır. Yaya geçidi: Yayaların bir kaldırımdan ötekine geçerken ancak koşarak taşıtlardan canlarını kurtarabildikleri geçit. Yeşil alan: İlerde üzerine gökdelen dikilecek arazi... Mimarlığımızın ve şehirciliğimizin hak etmediği bu hazin gerçekleri anımsatarak, sorumlularına karşı “dik duruş”ların serüvenini belgeleyen Doğan Hasol’a bir kez daha teşekkür borçluyuz... Ç ZG L K KÂM L MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 meslek yaşamında, kendi deyimiyle “keyifli ve düşündürücü” tanıklıkları kitaplaştırarak herkesle paylaşmak da aynı “kurumsal” kişiliğin ürünü değil midir? Hasol, “Bu dünyada iz bırakıp sonsuzluğa ulaşmış değerli mimar büyüklerimizin ve sevgili arkadaşlarımızın anısına” diyerek sarıldığı kalemiyle, mesleğin “dik duruşu”nu belgeleyen mimarları ve onlarla birlikteliklerini anlatıyor. “İnsanları mutlu edecek türden yaşanabilir çevreler yaratma mesleği ve sanatı” olarak tanımladığı mimarlık için “çok keyifli fakat bir o kadar da zor iştir” dediği ön sözünü şöyle bitiriyor: “Mimarlık dünyasının bilinmeyen kıvrımlarında kâh keyifli, kâh düşündürücü bir yolculuk yapmanız dileğiyle...” Öyküleri bir solukta okuduğunuzda, yazarının bu dileği öylesine gerçekleşiyor ki dönüp çoğuna yeniden göz atıyorsunuz... Hele Güngör Kabakçıoğlu’nun portre, karikatür ve resimleri, öykülerin kahramanlarını, hatta mekânlarını da hayal etmenize öyle HARB SEM H POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K fhakancelik@mynet.com 1/ Akciğer ve 1 bronş hastalıklarını incele 2 yen tıp dalı. 2/ 3 Antalya’nın 4 bir plajı... Şen, 5 rahat. 3/ Bildirme yazısı; 6 mesaj... “ 7 keklik bir ka 8 yada yaslanır / Tekebıçak 9 gümüş kında pasla 1 2 3 4 5 6 7 8 9 nır” (Türkü). 4/ Pa 1 P E L V A Z E A puaYeni Gine’nin 2 A V A T AMA N para birimi... Tarla 3 Ç İ N T EMA N İ sınırı. 5/ Hafif ve 4A Y A Ş A N L kullanışı kolay bir 5N EM F N E F İ tür makineli tüfek... T A N Çanakkale Boğa 6 G R E N 7 A R U S E K N zı’nda, pek çok de8 İ N E B A H T I niz kazasının meyK İ RM İ R dana geldiği bir bu 9 O F run. 6/ Tümör... “Fiiller, işler” anlamında eski sözcük. 7/ Bir tür börülce... Edebiyatla ilgili, yazınsal. 8/ Bir ay adı... 106 taşla oynanan bir oyun. 9/ Böbrek hastalıklarını inceleyen tıp dalı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Süs için yapılmış giysi kıvrımı... Üzerinde yazı yazmaya, arasında evrak saklamaya yarayan, deri kaplı altlık. 2/ Hizmet hayvanlarının ayağına çakılan demir... Soluk borusu. 3/ Eğrilmekte olan yün, keten gibi şeylerin tutturulduğu, bir ucu çatal değnek... Pamuk kozası. 4/ Gündüz yapılan tiyatro ya da sinema gösterisi... Tıpta en gelişmiş görüntüleme tekniğinin kısa yazılışı. 5/ Küçük mağara... Demir elementinin simgesi. 6/ Bir nota... Türkiye’de seri üretimi yapılan ilk otomobil. 7/ Asya’da bir ırmak... Rahmaninov’un tek perdelik operası. 8/ Karmaşık desenli bir kumaş türü... Bir renk. 9/ Özen... İstenilen nitelikleri taşıyan. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle