19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 MAYIS 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 ‘Karşı çıkan yok olsun!’ zihniyetine ‘dur’ demek zamanı... Ölümün Penceresinden Hayata Bakış... Günlerden perşembe ve sabahın epey erken bir saati. Pazartesi önemli bir ameliyat geçireceğim. Dün ameliyat öncesi son muayene ve tahliller yapıldı. Kardiyolojideki doktor raporunu imzalarken sıcak bir gülümsemeyle yüzüme bakıp: “Biraz yorgun bir kalbiniz var!” diyor. Yorgun bir kalp. Seçtiği kelimeler hoşuma gidiyor. Daha teknik konuşabilirdi, ben daha az şey anlayabilirdim ve sonuçta gerek hastane, gerekse ameliyat gerçeği gözlerimin önünde daha üşütücü bir çıplaklıkla belirebilirdi. Ama şu ‘yorgun kalp’ nedense durumumu çok iyi özetledi gibi geliyor. Belki de kafamda yarattığı ameliyat ve tıp ötesi çağrışımlar yüzünden. Ama sanırım daha çok, birkaç gündür kafamın içinde dolanıp duran ve Leylâ Erbil’in “Mektup Aşkları”na ait bir imge yüzünden. Orada, Reha’nın Jale’ye yazdığı mektuptan: “ … şunu iyice kafana koy yalnızsın – bir garip yolcusun yine – bavulunda birkaç kitap birkaç da çamaşır – birkaç da yazı kalemi – benim bir son vapurum var – her şey biter ona yetişmeliyim – benim bir son vapurum var …” Bu alıntı, belleğimde birkaç gün önce, hastaneye giderken yanıma ne alayım diye düşünürken kıpırdanmıştı. Sanki pazartesi günü evden çıkıp hastaneye değil de bir iskeleye gidecektim; oradan bir vapura binecektim ve bindiğim, bir ‘son vapur’ olabilecekti. Değil ise, bildik iskeleler arasında yapacağım yolculuk benim için yine bildik bir iskelede, yani günlük hayatımda noktalanacaktı. Ama ‘son vapura’ binmiş isem eğer, o zaman daha önce hiç bilmediğim bir iskeleye yanaşılacak ve vapurdan sadece ben ineceğim. Çünkü orası, sadece gidiş biletinin verildiği, yalnız gidilen ve yalnız inilen bir iskele – yolculuk hakkında tek bilinen, bunlar. Gerisini binlerce yıldır kimse öğrenemedi. Hem de onca kitaba ve onca inanca rağmen. Bu yolculuğa biraz serüven havası veren de sanırım bu yanı. Hemen belirtmek zorundayım: Bu, yolculuğun sadece ‘serüven’ olan yanı, yoksa – pek çok söylendiğinin aksine – ‘riskli’ yanı değil. Risk kelimesi bir şeyin olması kadar olmaması ihtimalini de içerir. Ama sonunda mutlaka olacak bir şeyin riski yoktur. Ölüm riski yoktur. Yani bana göre. Ölüm riski diye bir şey olsaydı, hiç ölmeme diye bir şıkkın da bulunması gerekirdi. Oysa yok böyle bir şey. Onun yerine, herhangi bir zamanda kesinlikle karşılaşılacak bir olgu var, ve onun adı da ölüm. Ne var ki bu kesinlik ve bu olgu olma niteliği, herkes için çok açık değil. İnsanların çoğu ölümü inkâr edercesine, dolayısıyla da hayatı aşağılarcasına yaşamakta, hem de yaşayabilmek uğruna! Ölümle hesaplaşılmamış, yani onun bir gün geleceği gerçeğinin hep göz ardı edildiği bir hayattan geriye, o hayatı hayat kılabilecek ne kalır? Ölümü olumsuzlamakta direnmek, hayatı insanca yaşayabilme bağlamında sergilenmiş beceriksizlikleri beceriksizlik olmaktan çıkartabiliyor mu? Böylesi, Hıristiyanlıktaki şu ‘günah çıkartma’ kurumu kadar trajikomik değil mi? Günah sayılanları cüppeli birine anlatacaksınız ve onun yardımıyla o sayılanlar, bundan böyle o hayatta bir anlamda artık ‘yaşanmamış’ olacak – ‘din’ yoluyla insanların kendilerine yalan söylemelerine yardımcı olmak! Her neyse. Konuyu burada keselim. Haftaya cuma günü bu köşede yazımı bulamazsanız, anlayın ki pazartesi günü bavulumda “birkaç kitap birkaç da çamaşır – birkaç da yazı kalemi” ile bindiğim vapur ‘son vapur’muş. Yok buradaysam, o zaman bu demektir ki, sadece bir boğaz turu yapıp geri dönmüşüm… ‘Anadolu’yu Vermeyoz!’ lmaz olsun böyle demokrasi! Bu mu hukuk, bu mu demokrasi?! Eğer buysa, istemem sizin olsun! Belki bin kez yazıldı! Ancak bin kez daha yazmalı! Bu köşenin okurları Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer adlarını iyi biliyor. Hani “Parasız eğitim istiyoruz alacağız” pankartı açtılar diye 14 aydır hapisteler. Tutuklular. Hükümsüz tutuklu. Altı ayda bir mahkemeye çıkıyorlar. İki gün önce yine duruşma vardı. Bu kez her nasılsa savcı da mahkemenin tutuksuz devam etmesini istedi. Ama hayır. Hâkim tutukluluğun devamına karar verdi… Bundan sonraki duruşma ne zaman? Yanıt 6 Ekim 2011! Yani bugünden dört buçuk ay sonra! Oha yani! Haklısınız 3 yıldır içeride bekleyenlerin yanında birkaç ayın lafı mı olur! Ah be çocuklar! Siz de şu pankartı Başbakan’ın görmeyeceği bir yerde açamaz mıydınız yani! O zaman sıyıracaktınız! İş bunca inada binmeyecekti! O nadolu Gölbaşı’na dayanınca! Sloganları “Anadolu’yu Vermeyeceğiz”… Doğayı sömürüp yok edenlere, derelere kelepçe vuranlara, tüm sularımızı enerji şirketlerine satanlara, dağları parselleyip delik deşik edenlere, ormanlarımızda ağaç bırakmayanlara... Yaşamımızı nükleer santrallarla tehdit edenlere “Anadolu’yu vermeyeceğiz” diye haykırıyorlar... Seslerini duyurmak için 40 gün boyunca Türkiye’nin çeşitli noktalarından yürüdüler. (Bkz: Cumhuriyet’teki 10 Nisan tarihli yazım) Geçen hafta sonu Ankara’ya ulaştılar. Ve zulüm başladı: Gölbaşı’nda durduruldular. Karşılarında polis ordusu, cop ve gaz! O gün bugün polis çemberindeler. Kente girişlerine izin yok. Yürüyenler orada kamp kurdu. Aç da kalsalar, susuz A da, seslerini duyurmadan geri dönmeyecekler. CHP il teşkilatının yardımlarına izin yok. Çankaya Belediyesi portatif tuvalet getirdi, indirmelerine polisler izin vermedi. Polisin ablukaya aldığı alanda özetle yaşam savaşı veriyorlar. http://vermeyoz.net sayfasına girip destek verin. Destek verin ki bu ülkede her gün biraz daha yerleşen “Korku İmparatorluğuna” direnenler olduğunu ortaya koyabilelim. Hiçbir dil, din, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş ayırımı yapmaksızın bir sivil karşı çıkışa karşı bu tutum, bir kez daha “Bana karşı çıkan yok olsun!” zihniyetini ortaya koyuyor. Bu zihniyete “dur” demek zamanı çoktan geldi de geçiyor… rim şu: Siz siz olun sakın ince belli testilere, kollarını, bacaklarını açmış kadınları çağrıştıran ağaçlara, meyvelerden armuda, kavuna, soyulmuş incire zinhar bakmayın! Zaten ülkemizde bol miktarda bulunan, oraları buraları görünen antik heykellere bakmadığınızı, hele hele saçı, kolu, boynu görünen kadınlara hiç ama hiç bakmadığınızı varsayıyorum elbet! Bakacak olursanız cehennemden cayır cayır yanarsınız! Benden söylemesi ... Yol Geçen Hanı’na bekleriz Birkaç gün önce İstanbul ayaklarımın altında, Pınar Selek’le kahve içiyorduk. Müthiş bir gizli cennette Ayazpaşa’da (Set Otel’in terasında) bana yoğun programını anlatıyordu: Sosyolog olarak çalışmalarının satırbaşları şöyle: Fransa’da Strasburg Üniversitesi’nde uluslararası mahkemeler ve kadın katılımı üzerine çalışıyor. Almanya’da Bağımsız Sığınma Evlerinde “kriz çözümü” eğitimi veriyor. Rosa Luxemburg Vakfı’nda “çokkültürlülük” seminerleri veriyor. Bu arada doktorasına devam ediyor. Ayrıca “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” romanının Almanca okumalarına katılıyor. Şimdi yeni romanı da çevrilmekte. Pınar Selek bu sıkı çalışmasına geri döndü ama arkadaşları kısa sürede yeni baskı yapan ilk romanı ‘Yol Geçen Hanı’ misafirlerini ağırlamaya hazırlanıyor. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap için önümüzdeki pazar günü romanı yayıma hazırlayan editör Belçe Öztunalı, yazar Karin Karakaşlı ve Sema Aslan Amargi’de romanı ve yazma hallerini tartışacaklar. Yolu düşenleri “Yol Geçen Han”a bekleriz diyorlar. Bilginize. Müstehcenlik deyince Ah benim zavallı, zavallı, zavallı ülkem! YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın sergideki toprak heykele bakışını gösteren fotoğrafı, gazetede görmemiş olamazsınız! Heykele bakıyor ve müstehcen buluyordu! Gülsem mi ağlasam mı??? Aksilik bu ya, müstehcen heykel ertesi gün kırılıverdi! Ama her zaman böyle güzel aksilikler olmaz. Her baktığı şeyde kendi kafasının içindekileri görenlere benim naçizane öne John Banville’e Kafka Ödülü DUBLİN (AA) Franz Kafka Derneği tarafından 2001 yılından bu yana verilen “Uluslararası Franz Kafka Edebiyat Ödülü”ne bu yıl İrlandalı yazar John Banville layık görüldü. Banville, Irish Times’a yaptığı açıklamada, geçmişte bu ödülü alan seçkin yazarlar arasında yer almaktan büyük onur duyduğunu söyledi. Bazı eserlerini “Benjamin Black” ismiyle yayımladığı bilinen Banville, 2005 yılında Man Booker Ödülü’ne değer görülen “Deniz” ile “Güneş Tutulması”, “Hayaletler” ve “Athena”nın da aralarında bulunduğu pek çok romana imza attı. Franz Kafka Derneği’nin verdiği ödüle geçmişte değer görülen isimler arasında Harold Pinter, Philip Roth ve Haruki Murakami de bulunuyor. Fotoğraf: NECAT SAVAŞ akın başlığa bakıp bu sözcük böyle söylenmez, yazılmaz diye bilgiçlik etmeyin! Biz de biliyoruz öyle söylenmeyip, yazılmadığını… Doğrusu “vermiyoruz”… Ama gelin görün her yaştan gençlerin kurdukları siteye bu adı vermeleri beni sözcüğü böyle yazmaya yöneltti. İnternet kullanıcıları ilk sözüm size: www.vermeyoz.net adresine girin ve durumu kendi gözlerinizle görün. İnternet kullanmayanlar, beni bekleyin ama önce… S Adonis’e Goethe Ödülü Kültür Servisi Şair Adonis, Almanya ’nın en prestijli ödülü sayılan Goethe Ödülü’ne değer görüldü. Adonis bu ödüle, “Arap dünyası en önemli şairi olarak kabul edilmesinin nın sıra, kozmopolit yapıtlarıyla evrensel yanı edeb yata katkıda bulunması nedeniyle” değe irüldü. Kendini “pagan şair” olarak nite r gölendiren Adonis bu ödülle birlikte, 50 bin Avro (yaklaşık 100 bin TL) para ödülünün de sahibi oldu . Asıl adı Ali Ahmet Said Eşber olan Adonis, 1930’da Suriye’de dünyaya gelmiş, 1961 yılında Lübnan vatandaşlığına geçerek “Adonis” ismini kull maya başlamıştı. Adonis, Uluslararası Nâz anHikmet Şiir Ödülü’nün ilkine değer görü ım lmü Adonis’in, Ortadoğu ülkelerinde halk ayak ştü. lanmalarının yaşandığı ilk günden bu yana , bu ülkelerin yöneticileri ve rejimlerine yönelik sert eleştirel bir tavır takındığı biliniyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle