27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 MAYIS 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 Kaybolmayan mürekkep damlası 40 yıl önce Kızıldere’de tesadüf eseri ölümden kurtulan, sonra 16 yıl hapis yatan Ertuğrul’u bugün bağımsız milletvekili adayı olarak televizyonda izlerken zamanın ne denli görece olduğunu düşündüm pusuya düşürülerek vurulmasının birer toplumsal yara olduğunun işaretidir. Hep ezilenlerin yanında yer almanın, ülke bağımsızlığını savunmanın, emperyalizme, faşizme ve militarizme karşı olmanın belirlediği bir isyanın, bir “dönem ruhu”nun, 68’in toplum vicdanındaki gerçek yerinin göstergesidir bu tavır. Ve aslında sadece 68’le de sınırlı değildir. Bizim kuşağa da ilk hızını verenlerin, uzun yıllar boyunca karanlık içinde ışık zerreleri gibi yaşamış, inançlarını namusluca savunmuş, bu uğurda hapisler yatmış, sürülmüş, işkenceler görmüş, öldürülmüş nice ilk saat işçisinin de unutulmadığının işaretidir. Devrimciliği tüm simgeleri ve çağrışımlarıyla birlikte çağın dışına itmeye çalışan ve zaman çarkının verili bir dönüşünde üste çıkmış gibi gözüken anlayışın, toplum vicdanında kalıcı bir iz bırakamayacağının alametidir. Evet, bundan 40 yıl önce Kızıldere’de tesadüf eseri ölümden kurtulan, sonra 16 yıl hapis yatan Ertuğrul’u bugün bağımsız milletvekili adayı olarak televizyonda izlerken, zamanın ne denli görece olduğunu düşündüm ister istemez. Kumun üzerinde her salınımda ayrı bir iz bırakan, ama bağlı bulunduğu nokta hiç değişmeyen Foucault’nun sarkacı gibi, farklı güzergâhlardan gelerek geçmişi, bugünü ve geleceği şahsında birleştiren önemli isimler var hayatımızda. Bunlardan biri olan Ertuğrul Kürkçü’ye milletvekili seçimlerinde canı gönülden başarılar diliyorum. Tarih sona ermedi, mürekkep damlası hâlâ yerinde duruyor. Özür: Geçen yazımda bir kalem sürçmesi sonucunda, Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından yapılan Sultanahmet Camii’ni Mimar Sinan’a mal etmişim. Dikkatli okurlarım beni hemen uyardılar. Kendilerine teşekkür ediyor ve bu hatadan dolayı özür diliyorum. [email protected] 64. CANNES F LM FEST VAL nlü fizikçi David Bohm’un kullandığı çok ilginç bir deney vardır: Büyük bir kavanozun içine bir silindir yerleştirilir. Silindirle kavanoz yüzeyinin arasında kalan dar boşluk gliserinle doldurulur. Gliserinin içine bir damla mürekkep damlatılır. Silindir hareketsiz kaldığı sürece, mürekkep damlası gliserinin içinde asılı olarak durur. Silindirin üstündeki kol çevrildiği anda mürekkep damlası gliserinin içinde dağılır ve görünmez olur. Ama kol ters yöne çevrilir çevrilmez gliserinin içindeki mürekkep yeniden bir damla biçimini alır. Ü Sesli, sessiz ya da 3 boyutlu: Sinema her şeydir! ri sanki. O döneme sonuna dek sadık kalarak, o günlerin senaristleri tarafından kaleme CANNES alınmış duygusu veren bir seHafta sonunun dinnaryo üzerine kurulmuş: Jean lendirici kısa parantezi yerini siDujardin’in olağanüstü yonemanın o tanımı zor, yoğun herumuyla kanlanıp canlanan, yecanına bıraktı. Önce, Jeansessiz filmler döneminin büPierre ve Luc Dardenne’in yük yıldızı George Valentin, filmi “Bisikletli Çocuk” izlensesli sinemanın önemini ve di. Belçikalı yönetmen kardeşgeleceğini kavrayamayınca, ler, yine yaşanmışlığın süzgesuratına kapatılan kapıların cinden geçmiş sağlam bir segerisinde, 1929 krizinin de naryodan yola çıkmışlardı. Yine belyardımıyla beş parasız kalır. gesel sinemaya göz kırpan etkileyici Ne mutlu ki, yaralanmış guanlatımı, hareketli kamerası ve rurunun nihilist çarpıcı kurgusuyla, sosyal içerikeğilimine karşın, li sinemanın dört dörtlük örneklestüdyolara ilk adırinden biri olamını atmasına yarrak alkışlanan dımcı olduğu, ses“Bisikletli Çoli sinema dönemincuk”, Dardende yıldızı birden parne kardeşlere layan Peppy Milüçüncü kez Aller’in (sanki 1920’ler tın Palmiye kakalkıp gelmişçesine zandıracak kadar buğulu bakışlarıyla güçlü müydü? Bu sağlam bir karakter çisorunun yanıtını, zen Bérénice Béjo) kapazar günü yarışan tıksız aşkı, eski aktörü ikinci filmi görür görmez içine düştüğü bataklıktan Michel vermek mümkün oldu: Hakurtaracaktır… İlk bölüHazanavicius’un yır. Çünkü, belki de festimü sessiz, gerisi sesli çe‘The Artist’i, valin olay filmiyle karşı kilen, Warner yapımı, koolağanüstü bir karşıyaydık. Gönülden, mediyle melodram araçalışma hiç düşünmeden, uzun sında gidip gelen klasik niteliğindeydi. uzun alkışladığımız bir Hollywood filmi giFransız yönetmen Micbi mutlu sonla noktalahel Hazanavicius’un nan “The Artist”in temel öz“The Artist”i, sinema tarihinin önemli bir say günlüğü, Charlie Chaplin’in, Murnau’nun, fasını açarken, tüm yedinci sanatı saygıyla anan Frank Borzage’ın ya da King Vidor’un ustalıklı olağanüstü bir çalışma niteliğindeydi. Derin bir dillerini aynı potada eriterek kendi dilini gelişsinema kültürüyle beslenmiş incelikli senaryosu, tirmenin ötesinde, sesli sinemaya geçişe uyum sağizleyicisine hem güzel anlar yaşatıyor hem de si layamayarak yok olan sessiz film yıldızlarının dranemanın dünü ve bugünü üzerine düşünmeye ça mına da göndermede bulunuyor olması. Bugün ğırıyordu. En önemlisi, sinemanın temel büyüsünü başka bir tarihsel dönemecin eşiğinde, 3 boyuther karesinde damıtmayı başarıyordu. Neden ve lu ya da dijital çekim teknolojilerinin getirdiği munasıl, sorusunun yanıtı aslında çok basit: Biçim tasyonu yaşayan yedinci sanatın güncel sorunlarını le içeriğin, oyuncu yönetimiyle kameranın, mü bundan daha iyi, daha sinemasal bir dille anlatzikle sessizliğin sağlam bir uyum içinde bütün mak, herhalde mümkün olmazdı. leşmesi... Ana bölümdeki dengeleri korumak adına, veSanat yaşamına televizyonda, politik taşlama rimli bir yıl yaşayan Fransız sinemasının en iyi ve güldürü programlarında skeçler yazarak baş örneklerine yeterince yer bulamamaktan yakınan layan Michel Hazanavicius (Paris, 1967), dör Thierry Fréamux çok haklıymış. “The Artist”, düncü kurmaca filmi olan “The Artist”i baştan sadece Fransız sinemasının değil, dünya sinesona stüdyoda, siyahbeyaz çekmiş. Başka çaresi masının başyapıtları arasına girmeye aday incede yok, çünkü anlattığı öykü, 1920’lerin Holly likli bir film. Geniş kitle sinemasıyla sanat sinewood Stüdyoları döneminin tipik ürünlerinden bi masını buluşturan bir başyapıt. MEHMET BASUTÇU Söz bir kez söylendi mi… Seçimler yaklaşırken partilerin adayları ve bağımsız adaylar çeşitli televizyon programlarına katılıyor, görüşlerini anlatıyor ve tartışıyorlar. Bu programları takip ettiğimi pek söyleyemeyeceğim, ama geçenlerde kanallar arasında dolaşırken ekranda tanıdık bir yüzü görünce durup izleme ihtiyacı duydum: Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku tarafından desteklenen Mersin bağımsız milletvekili adayı Ertuğrul Kürkçü. Ertuğrul’un sakin, güvenli konuşmasını dinler ve farklı görüşlerden diğer konukların ona karşı takındıkları saygılı tavrı izlerken Bohm’un yaptığı deney geldi aklıma. Gliserinin içinde kaybolmuş gibi görünen mürekkep damlası hep orada asılı duruyordu. Söz bir kez söylenmiş ve öyle tutarlı, öyle inandırıcı, öyle çıkarsız bir şekilde yazılmıştı ki toplumsal belleğe, baskı silindirinin kolu ne denli çevrilirse çevrilsin onu silmek mümkün olmamıştı. Niyetim Ertuğrul’un savunduğu fikirleri övmek, yermek veya tartışmak değil. Ertuğrul Kürkçü Sadece o programı izlerken bende uyanan ve öznel olduğunu sanmadığım bir izlenimi paylaşmak, bundan çıkarılabilecek sonuçlar üzerinde durmak istiyorum. Gönülden, hiç düşünmeden, uzun uzun alkışladığımız Fransız yönetmen Michel Hazanavicius’un dördüncü kurmaca filmi olan “The Artist”, Altın Palmiye’nin en güçlü adayı. Biriken alametler Sadece şimdiki zamanıyla ve bugünkü fikirleriyle değil, 40 yıllık bir geçmişle birlikte var olan Ertuğrul Kürkçü’ye karşı, güncel siyasi tartışmalardan hareketle değil de bu geçmişe göre davranılması konusunda farklı siyasi kesimlerden insanlar arasında bir mutabakat oluşması, bir toplumsal göstergedir ki, bunu YSK kararının ardından gelen tartışmalarda da gördük. Aslında, o geçmiş konusunda kamu vicdanının rahatsız olduğunun göstergesidir bu durum; Mahir’lerin Kızıldere’de öldürülmesinin, Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in idam edilmesinin, İbrahim Kaypakkaya’nın işkenceyle katledilmesinin, Sinan’ların Nurhak’ta KÜLTÜREL M RASIN KORUNMASI VE KENTSEL PROJELER Restorasyonlar devam ediyor Kültür Servisi İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın projeleri kapsamındaki Tarihi yarımadadaki restorasyon çalışmaları devam ediyor. Önceki gün 2010 Ajansı’nın düzenlediği, arkeolog, yazar, yayıncı Nezih Başgelen rehberliğindeki tanıtım gezisinde, Kamondo Anıt Mezar, Vortvots Vorodman Kilisesi, Galata Mevlevihanesi ve Sultanahmet Meydanı yerinde ziyaret edilerek bilgi verildi. 2010 Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt tarihi kültürel mirasın korunmasına yönelik onarım çalışmalarının 2010 yılında pek öne çıkmadığını belirterek “Bu bir başlangıç aslında. Bu çalışmalar İstanbul’a bir ivme kazandırdı” dedi. 2010 Ajansı, 96 proje kapsamında 178 adet yapının onarımını, 30 adet yapının proje çizimini, 34 sokak ve meydanın yayalaştırmaya yönelik düzenlemelerini, 8 hazirenin onarımını, 6 adet anıtın aydınlatma projelerinin çizimini, 18 adet sokak ve caddenin aydınlatma çalışmasını üstleniyor. Yürütülen tüm kentsel ve kültürel miras projeleri için 160,5 milyon TL bütçe ayrıldı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle