16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 18 N SAN 2011 PAZARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Fransız Kalmamak’ Biraz da Nedir? Türkiye Merakı MACAR başkentinin Peşte yakasındaki “Central Universitas”, adına pek bakmayın, ne alışılmış anlamda tam donanımlı bir üniversite sayılır ne de tek merkeze kilitlenip kalmış bir bilim kurumudur. Aslında ciddi birer irdeleme ve tartışma yerleridir o çeşit kuruluşlar. İsterseniz, bir çeşit lisansüstü düzeyde merakları gidermek, tezler geliştirmeyi kolaylaştırmak ya da bazı konuları çeşitli görüş sahiplerinin katılımıyla açıklığa kavuşturmak amacı güden merkezlerdir de diyebilirsiniz onlara. Budapeşte’deki kuruluşta tek bir hafta için düzenlenen toplantı konularına bakınca şaşırıyor insan. Yalnız ülkenin değil, bütün Avrupa’nın sorunları orada. ürkiye’nin Avrupa Birliği macerası “o insanları niçin bu denli ilgilendirsin” diye düşünebilirsiniz. Önce, din ve kültür farklılığı, ülkenin ve sorunlarının büyüklüğü, nüfusunun çokluğu, jeopolitik durumunun yol açabileceği tehlikeler gibi onları ürkütücü bir yığın neden bulabilir ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkışta bu ürküntülerin etkisini ararsınız doğal olarak. Belki de, Ankara’yı kapı çalmaktan hâlâ vazgeçirtememiş olmanın nedenlerini merak ediyorlardır. Buna karşılık, Macarlar gibi Türkleri az çok bilenlerin ve Batılılaşma tutkularını tanıyanların bu vazgeçirme çabasındaki beyhudeliği de çoktan kabul etmeleri gerekirdi. Zaten bu zorluğu bilmeyenler kendi hükümetlerini bu konuda beceriksiz bulmakla kalmazlar, Avrupa’yı bilmesi gereken Türklerin istenmedikleri bir Avrupa Birliği’ne üyelikte niçin bunca ısrarlı oluşunu pek kestiremezler: Sadece bir aşk mı? Yoksa, daha somut ekonomik nedenler mi var? nadolu’dan Batı Avrupa’ya ve özellikle Almanya’ya yoğun işçi akımı fazla nitelikli olmayan halk kesimlerinde ucuz emek rekabeti korkusuna yol açmıştı. Ama öte yandan, işveren çevresinin, tam tersine, basit işler açısından böyle bir ücret düşüklüğünü elverişli bulduğu kesindir. Avrupalıların kendi yöneticilerini bu konuda beceriksiz saymaları, daha çok, gelen işçiyi ülkesine geri göndermekte yeterince etkili ve hızlı davranamayış olmakla ilgilidir. Bu açıdan bakınca, Türklerin AB’ye üye olma olasılığı, Soğuk Savaş sonrasının ortamında kolayca üye olmuş ülkelerden Batı’ya göçen ya da göçecek işgücünü tedirgin etmiş olabilir. Serbest dolaşımdan çabuk yararlanan ve Batı’da hayli yüksek ücretlerle iş bulabilenler, aynı emek piyasasına Türklerin de hemen girmesini pek istememiş olmalıdırlar. Buna benzer düşünceleri uzattıkça uzatır ve Türkiye’nin üyeliği açısından yaygın Avrupa isteksizliğinin nedenlerini çoğalttıkça çoğaltabilirsiniz. Ama asıl nedenleri kendimizde aramak daha doğru olmaz mı? Şu son örnekte olduğu gibi, işsizliğimize yeter çare bulamayışımız yüzünden dışa taşacak işsiz Türk akımı Doğu Avrupa’yı bile tedirgin ediyorsa kabahatin büyüğü onlarda mıdır, yoksa nüfusunun çoğalışıyla istihdamın artmasını ayarlayamayan bizlerde mi? ‘Fransız kalmamak’; özgürlüktür, başkaldırıdır, aydınlanmadır, hümanizmdir, tanrı Janus’un aydınlıkta kalan yüzüdür biraz… Ama sömürgeciliktir, ‘tefeci emperyalizmidir’, Janus’un karanlıkta kalan öbür yüzüdür biraz da… Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci dığını insan bir kere daha anlıyor. Sanki her anayasa insan derisiyle kaplı...” ‘Fransız kalmamak’, özgürlüğün bedelinin insan derisiyle kaplı olduğunu bilmektir biraz da... La Marseillaise ‘Fransız kalmamak’, La Marseillaise’dir, sözgelişi... 1789 Devrimi’nden sonra bestelenip, 1795 yılında Fransa Ulusal Marşı olarak kabul edilen, ‘İleri kardeşler vatan için ileri! Şan şeref günü geldi çattı işte!’ diye başlayıp, ‘Tiranlar, hainler, onun bunun artıkları, Artık korkudan titremeye başlayın! Adi suikastçılar, çözülsün dizlerinizin bağları! ‘F örneğin… “Paris’in şirin müzelerinden birinde, Carnavalet’de, Fransız İhtilali’ne ilişkin eşyaları ve belgeleri seyrediyordum” diye yazar Profesör Tarık Zafer Tunaya... ransız kalmayı’ tartışıyoruz bugünlerde… Peki, ‘Fransız kalmamak’ nedir? İnsan derisiyle kaplı anayasadır, “Gözlerim salonun bir köşesine özenle yerleştirilmiş küçük bir kitaba takıldı: 1791 Anayasası, Fransa’nın ilk yazılı anayasası. Biraz daha dikkatle bakınca alt satırdaki şu müthiş cümle beni dondurdu: ‘İnsan derisi ile kaplanmıştır.’ “Bu küçücük, rengi sararmış kitap karşısında hürriyet savaşlarının derinliğini, uzunluğunu, özgürlük denilen şeyin bedava olma T Kemalist Aydınlanma: Köy Enstitüleri... Köy Enstitüleri; antiemperyalist, feodaliteye karşıt, halkçıdevletçi ve devrimci Cumhuriyet felsefesini temsil ediyorlardı. Onun için de karşıdevrimci bir süreç, ilk fırsatta aydınlanma öğesi enstitüleri tasfiye etti. Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu B A u ülkenin yüzyıllardır en büyük sorunu; “hurafe ve safsatalarla” uğraşmak zorunda kalmasıdır. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, bir taraftan devrimsel süreç yaşanırken öbür yandan “Terakkiperver Cumhuriyet” ve “Serbest” fırkalarının, halkı olumsuz yönde etkileyen karşıdevrimci siyasetleri etrafındaki kümeleşmeler saptanmıştır. Ama devrimci rejim, kümeleşmelerin eylemselliğe erişememesi için gereken siyasal ve hukuksal yanıtları vermekte asla gecikmemiştir. İlerici ve toplumcu bir görüş; kamu yararına dayalı bir sistemi oturtmaya çalışırken zıtlıklarla uğraştırılmıştır. Devrimci kararlılık, aydınlanma karşıtlarına yol vermezken fırsat arayışları içindeki karanlık direnç, uygun zamanı sabırsızlıkla beklemiştir. 14 Mayıs 1950 sonrasında amaca ulaşılarak; ceberut karakterli ve Kemalist aydınlanmayı yadsıyan siyasal iktidarlar serisi gün yüzüne çıkmıştır. Bir saptama: Devrimci rejim, halkın ülkeye adanmış yurttaşlık bilincine erişebileceğini kavramıştır. Yurttaşlık sorumluluğunun da ancak bilimsel düşünüşten geçtiğini görmüştür. Onun için eğitimin, çağcıllık dışı her türlü yanlışlıktan arındırılması, kesin erek sayılmıştır. İşte Köy Enstitüleri, toplumsal yenileşmenin ufuklarını gözeten bu gereksinimden doğmuştur. Köy Enstitüleri nedir? Bilgi ve eylem birliği içinde ülke ve ulusuna bağlı kuşakların; teknolojiye uzanan somut eğitim düzeninde, kendi toprağına bağlı yurtsever eğitimcileri yetiştirme seferberliğidir. Bu isabetli planlama sonunda, bilimsel çağcıllık ışığında ülke gerçeklerini tanıyan ve çare arayan halk önderlerinin kalkınmada ödevli kılınması düşünülmüştür. Köy Enstitüleri, ilerici ve toplumcu oluşumun filizleri olarak belirince, sinmiş görünen karşıdevrimcilerin kıpırdanışına tanık olunmuştur. Öyle ya; toprak bilimle uyanacak, makineleşme başlayacak ve geniş halk kitlesi, aydınlanma devrimine inanmış insanlarla güçlenecekti. Varlığına güvenen bir ulusun, kendi insan kaynakları üzerindeki yükselişi yerleşecekti. İşte bu gelişme, karşıdevrim öbeklerini alabildiğince korkutmuştur. Köy Enstitülerinin yetkin isimlerinden İsmail Hakkı Tonguç; “İnönü, okulların sayısını 60’tan yukarıya çıkarmayı önerdiğinde Milli Eğitim Bakanı Yücel’le, böylesine bir hızla yapılacak sayısal kurumlaşmanın olanaksız olduğunu sanmıştık” der ve içtenlikle hayıflanır. Ama sonrasında bırakınız artışı, 1946’lı yılları izleyen devrede Köy Enstitüleri; hem kurucu iktidarın içinde beliren ve hem de muhalefet partilerinin yekpare olumsuzluklarıyla yüklenen saldırılarla karşılaştılar. Köy Enstitüleri kalsaydı ne olurdu? Sayıları artarak kurumlaşsalardı, çok şeyler başka türlü olurdu. Örneğin; toprak reformuna karşı çıktıkları için dönemin siyasal iktidarınca dışlananlar, parti kurup; az topraklı, topraksız köylü tarafından 14 Mayıs 1950 tarihinde işbaşına getirilemezlerdi. Karşıdevrimcilere, iktidar yolu açılmazdı. Köy Enstitüleri kalsaydı; tam bağımsızlık ve antiemperyalist bir çizgi, ülkenin kuruluş amacına uygun temeli besleyecek etken olacaktı. Sadece teoride değil, uygulamada da ülke sorunlarının tümüne el atmış kuşaklar yetişecekti. Köy Enstitüleri kalsaydı; köylerinden koparak kentlerin işsiz varoşlarını dolduran çilekeşler değil, köykentler oluşacaktı. Devrimci aydınlanmadan asla sapılmayacaktı. Köy Enstitülerinde uyanan sosyal bilinç, ülke geleceğini en gerçekçi demokratik boyutlara hazırlayıp, taşıyacaktı. Köy Enstitüleri; emperyalizmi yadsıyan devrimci duruşun, halktan yana eğitimciler yetiştirerek yerleşmesini temsil ediyorlardı. Kapatılmasalardı; içteki feodaliteye ve dış sömürüye karşıt, yurt topraklarına sahip çıkan yaklaşımın onurlu kurumları olurlardı. Köy Enstitüleri, karşıdevrime tutsak iktidarlarca kapatıldılar. Kemalist aydınlanma düşmanları, ülke zararına bir yenginin utkusunu geniş ve çökertici adımlarla günümüze doğru sürdürdüler. Yakındır geliyor zamanı hesap sormanın!’ diye devam eden coşkulu marştır biraz da... ‘Fransız kalmamak’, o unutulmaz ‘Kazablanka’ filminin akılda mıh gibi kalan sahnesidir... İşgalci Nazi subayları böğürürken, Rick’in (Humphrey Bogart) bir baş işaretiyle harekete geçip böğürtüyü bastıran Jakoben direniş ruhudur. İhtilalci düşünceler içerdiği gerekçesiyle her iki Napolyon eliyle iki kez yasaklanan, 1879 yılında yeniden kabul edilen La Marseillaise’dir... Donsuzların, baldırıçıplakların marşıdır biraz da... ‘Fransız kalmamak’, Fransız Anayasası’nın ilk iki maddesidir, sözgelimi... “Fransa bölünmez laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. Bayrağı mavibeyazkırmızı, üç renklidir. Dili Fransızcadır. Ulusal marşı ‘La Marseillaise’dir; belgisi (şiarı) özgürlük, eşitlik, kardeşlik; ilkesi ise halk tarafından, halk için, halk hükümeti ile yönetilmektir.” ‘Fransız kalmamak’, dürüstlük timsali Robespierre’dir, aydınlanmacı JeanJacques Rousseau’dur, kelle koltukta Jakobenlerdir… “Düşüncelerinize katılmıyorum; ama onları savunabilmeniz için gerekirse canımı bile veririm” diyen Voltaire’dir biraz da… u kavga en sonuncu kavgamızdır artık’ ‘Fransız kalmamak’, 1871’de ‘gökyüzünü fethe çıkan’ Paris proletaryasıdır... Enternasyonal Marşı’dır, Paris Komünü’nün üyesi Eugene Pottier’dir, örneğin… ‘Uyan artık uykudan uyan Uyan esirler dünyası Zulme karşı hıncımız volkan Bu ölümdirim kavgası’ diye başlayıp, ‘Bu kavga en sonuncu Kavgamızdır artık Enternasyonal’le Kurtulur insanlık’ diye biten bütün dünya işçilerinin marşıdır ‘Fransız kalmamak’ biraz da… ‘B ‘Janus’un iki yüzü’ ‘Fransız kalmamak’, Pétain gibi Verdun’deki ulusal kahramanın bir vatan hainine dönüşmesidir sonunda… Yüz binlerce Müslüman Cezayirliye acımasızca kıyan sömürgeciliktir… Buna karşı ‘Hepimiz katiliz’ diye sesini yükselten, ülkenin vicdanı JeanPaul Sartre’dır biraz da… ‘Fransız kalmamak’; özgürlüktür, başkaldırıdır, aydınlanmadır, hümanizmdir, tanrı Janus’un aydınlıkta kalan yüzüdür biraz… Ama sömürgeciliktir, Lenin’in deyişiyle ‘tefeci emperyalizmidir’… Duverger’in deyişiyle Janus’un karanlıkta kalan öbür yüzüdür biraz da… Sonuç: Ulus aydınlanmasını, ülke kalkınması sayanlar, Köy Enstitülerinin; anlam, işlev ve değerinin günümüzde de bitmediği kanısındadırlar. Bu görüş haklı, tutarlı ve aynı zamanda da demokratik devrimci bir işlev gerektiren bir sorumluluktur. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle