16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 N SAN 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 Çenesiz: TÜSİAD ‘star’ üye ama gölgesinde değiliz Rahatsız değiliz TÜRKONFED’in yeni başkanı Erdem Çenesiz, TÜS AD’ın ister istemez ilgi çektiğini, ama bundan rahatsız olmadıklarını dile getirdi. TÜRKONFED’in, kendi üyelerinden biri olan TÜS AD’ın gölgesinde kaldığı yönündeki görüşler üzerine Çenesiz, “TÜS AD bizim star üyemiz ve zaman zaman rol çalabilir. Ancak kesinlikle gölgesinde değiliz” diye konuştu. taslağı’ raporu konusunda da görüşlerini bildiren Erdem Çenesiz, söz konusu taslakla ilgili bir toplantı yapmadıklarını bildirdi. Söz konusu raporun tartışılmasının çok çeşitli etkenler dikkate alınarak yapıldığını hatırlatan TÜRKONFED Başkanı, “Ben, raporun içeriğinin tartışılmasından yanayım. İçerik nedir ona bakmak lazım” ifadelerini kullandı. Raporda, farklı düşünce yapısındaki insanların bir araya toplanıp fikirlerini birleştirmeye çalıştıklarını savunan Çenesiz, kendilerinin de 2007 yılında böyle bir çalışma yaptıklarını hatırlattı. O raporda, devlet erkinin arasındaki dengelerin adaletli şekilde oluşması, devlet birey arasındaki dengelerin adil olması, eşitlikçi, modern ve toplumsal uzlaşmayla yapılan bir anayasa istediklerini anımsatan Çenesiz, “Bugün bu görüşlerimize herkes katılıyor. Ama böyle bir taslağın, geniş katılımlı yapılması arzusu demokratik taleptir” diye konuştu. “Raporun içinde beni görüş olarak rahatsız eden çok fazla bir şey çıkmadı” diyen Çenesiz, ancak söz konusu taslakta ilk 3 maddenin son derece hassas olduğunu savundu. Hazırlanacak yeni bir anayasa taslağında kamu erkinin artık sivil otoriteyi de kabul etmesi gerektiğinin altını çizen Çenesiz, “İş dünyası ortak bir manzume yayımlayacak olursa, tüm iş dünyası örgütleriyle beraber çalışmaktan mutluluk duyarız, belki böyle bir çağrıyı da biz yaparız” dedi. Sağdaki ‘Hazine!’ Türkiye siyasetinin merkez sağ denen kesimi yıllar önce çöktü. Ancak merkez sağ çok büyük bir maden olmalı ki, CHP dahil siyasi partiler hâlâ orada bir şeyler bulmaya uğraşıyor. Sağın başarılı ve nitelikli siyasetçilerinin bir bölümünü AKP 2002’de vitrinine koydu; iyi sonuç aldı; sonra, güçlendikçe ve iktidara yerleştikçe onları zamanla tasfiye etti. Merkez sağın iki siyasi partisi ANAP ve DYP, 2007 seçimleri öncesinde birleşecekti; o birleşme birilerince engellendi ve bu engellemenin nedenlerini, bugüne dek merkez sağdan hiç kimse kamuoyuna açıklamadığı gibi, sağı yeniden birleştirme girişimleri de sürekli başarısız oldu. Aşırı sağ bir tarafa, geleneksel merkez sağ da Cumhuriyetin değerlerine, geçmişte biraz olsun yakın durmadı; giderek, siyaset yapmanın önkoşulu olması gereken doğruluk, dürüstlük konusunda da sağlam bir sınav vermedi. Merkez sağ siyaset, bugünkü görünümüyle, cevheri çıkarılmış ve kapanmış bir maden ocağı gibidir. Bu seçimlerde, CHP milletvekili adaylarını saptarken merkez sağa çok yoğun bir biçimde başvurdu. Bu konuda kimi noktaların altı çizilmelidir. Önce, merkez sağdan aday gösterilmesinin nedenleri CHP örgütüne açıklanmadı; süreç iyi yönetilmedi; aday gösterilmesinde bir zamanlar çok sözü edilen ortak akıl kullanılmadı. Sonra, CHP bu seçimde sağcı sayılan seçmenin oyunu, projeleriyle almaya daha çok yoğunlaşmalıydı; belli kişileri aday yaparak değil! Ayrıca sağ düşüncenin niteliğinden hareketle, sağa gidişin, özellikle kadınerkek eşitliği, hak ve özgürlüklerin gelişmesi ve emekçilerin haklarının genişletilmesi yönünden verebileceği yeni açılımlar ve katkılar, önceden bilinmeliydi. Daha sonra, sağdan aday gösterilenlerin, başta basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı olmak üzere, hükümetin demokrasi dışı uygulamaları karşısındaki tutumları, yani AKP’ye karşı çıkışları, çoktan açıklık kazanmış olmalıydı. Kaldı ki, seçimlerden sonra siyasetin gündemi, yeni bir anayasa ve rejim sorununda odaklanacaktır. CHP’de sağdan aday saptanması süreci bu açıdan da doğru değerlendirilmeliydi. Siyaset öykücüklerle daha kolay anlatılıyor. Çok partili yaşama geçildikten sonraki yıllarda, Genel Başkan İsmet İnönü CHP’de değişim ve gençleştirme uygulaması başlatır. Aralarında sonradan Genel Sekreter olan Dr. Kemal Satır’ın da bulunduğu gençleri partiye çağırır. Gençler bir üst yönetim toplantısına katılır. Bunun üzerine yıllarını CHP’ye vermiş olan Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta, çantasını alır ve kapıya yürür. Bunu gören İnönü arkasından seslenir: Tahsin Bey nereye? Balta’nın yanıtı şudur: Paşam, satırların geldiği yerde baltalara gerek kalmaz! Aslında bu öykücük bugünleri de anlatıyor. Bizim kültürümüzde önceki peygamberlerin adları pek kullanılmıyor. Oysa benim adım Yakup da eski peygamberlerden birinin adıdır. Bir gün, CHP’de önce PM üyesi şimdi de milletvekili adayı yapılan ve cemaat ve tarikat bağlantılarını, CHP’yi değiştirme ve dönüştürme konusundaki görüşlerini sergileyen Prof. Dr. Muhammed Çakmak’tan söz ediliyordu. Ben de, 22. Dönem Adana Milletvekili Ziya Yergök ve İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü’nün bulunduğu o ortamda: Muhammed’in geldiği yerde Yakup’a yer olmaz! dedim. Adayları saptayanlar beni yanıltmadılar! Bunlar, dünde kaldı. Bütün bunlara karşın, düşünceleri ve eylemleriyle CHP çizgisine parti içinde ya da dışında yıllarını veren; hak ve özgürlükleri savunarak AKP’nin demokrasi dışı gidişine var gücüyle karşı çıkan, gerektiğinde bunun bedelini ödeyen ve aday olan eski ve yeni partililerimiz var. CHP’nin kimi sol içerikli yeni projeleri var. Geçen seçimlerde haksızlığa uğrayan ve şimdi yapılan önseçimlerde siyasete yeniden dönüş yapan arkadaşlarımız var. Hepsinin üstünde, çoğumuzun, çoğu zaman hiçbir kişisel mevki beklemeden emeğimizi verdiğimiz ve bugün AKP’nin çok tehlikeli ve baskıcı gidişi karşısında kenetlenerek çok daha güçlü bir biçimde destek vermemiz gereken Cumhuriyetçi ve solcu koskoca bir CHP gerçeği var. Bu nedenlerle, seçimlerde her birimiz AKP’yi iktidardan indirmek ve CHP’yi iktidara getirmek için var gücümüzle çalışmalıyız! Sektörel yapıyı ekledik Çenesiz, “Her bölgede varız. Sektörel yapıyı da ekledik. Tüm üyeler, iş dünyası haricinde bağımsızdır. TÜS AD içimizdeki bir yapı. TÜRKONFED ise etnik yapı, dini inanç, yaşam biçimi bakımından bir Türkiye profili. TÜS AD’la sorunumuz yok, ama her zaman hemfikir olmak zorunda değiliz. Zaman zaman farklı görüşler de açıklayabiliriz” dedi. OLCAY BÜYÜKTAŞ AKÇA ANTALYA Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun (TÜRKONFED) yeni başkanı Erdem Çenesiz, TÜRKONFED’in, TÜSİAD’ın gölgesinde kaldığı yönündeki düşünceler için “TÜSİAD bizim star üyemiz. Rol çalabilir. Ancak gölgesinde değiliz” diye konuştu. Çenesiz ayrıca, iktidarın bazı STK’lere ayrıcalık uyguladığı şeklindeki iddialar için de “Kamunun iktisadi kaynakları birilerine aktarılırken başkasına aktarılmıyorsa, biz bunu seslendirmek zorunda kalırız” diye konuştu. Çenesiz, Antalya’da yapılan TÜRKONFED Başkanlar Konseyi Toplantısı öncesi gazetecilerle bir sohbet toplantısı düzenledi. Konfederasyonun geleneğinde başkanlıkla ilgili görüşmeler yapıldığını, ama kendisinin başkan olarak seçilmesinde herhangi bir bilgisi ve planı olmadığını söyleyen Çenesiz, gösterilen teveccühten dolayı da gurur duyduğunu söyledi. TÜRKONFED’in 3 dönemi bulunduğunu belirten Çenesiz, bunların ‘kurulma’, ‘kurumsallaşma’ ve şimdi de ‘derinleşme’ dönemi olduğunu dile getirdi. Çenesiz, “Derinleşme ve genişleme dönemini en başarılı şekilde yerine getirmek istiyorum. Ana misyonumuz, Türk iş dünyasının daha iyi konuma gelmesi için fikir üretmeye devam etmek olacak” şeklinde konuştu. TÜSİAD tarafından hazırlanan ‘yeni anayasa Adaletsiz dağılım varsa seslendiririz enesiz, son dönemlerde STK’ler arasında bir ayrım yapıldığı yönündeki iddialara da şu şekilde yanıt verdi: “Kamu tarafından ayrımcılığa tabi tutulduğumuzu düşünmüyorum. Ama hatayı kendimizde arayacağız. Kamunun kaynakları birilerine aktarılırken başkasına aktarılmıyorsa, bunu seslendirmek zorunda kalırız. Ama tek bir kurumu hedef alacak şekilde bir açıklama yapmak doğru olmaz.” Yaklaşan seçimlerle ilgili soruları da yanıtlayan Çenesiz, partilerin aday gösterdiği isimler arasında iş dünyası temsilcilerinin az olmasını da eleştirdi. Çenesiz, “Siyasette ne yazık ki avukat sayısına ulaşamamış bir işadamı sayısı var. İş dünyasının içinde daha toplumca kabul edilen simalar siyasete girmek istemiyor olabilir. Ama bir taraftan tabuları yıkıp girmek isteyenler de giremedi, seçilemedi” diye konuştu. İş dünyasının artık sadece İstanbul’dan mütevellit olmadığının altını çizen Çenesiz, Anadolu iş dünyasının da dünyayla entegre olduğunu, dolayısıyla parlamentoda da bu temsilin daha fazla sayıda olması gerektiğini savundu. Ç TÜRKONFED’in toplantısına TÜS AD Başkanı Ümit Boyner de katıldı. Erdem Çenesiz (sağda) daha sonra soruları yanıtladı. ‘Tribünlere oynamayıp her alanda daha aktif olacağız’ T ÜRKONFED’in kısa zamanda büyük işler başardığını savunan Çenesiz, ancak yeni dönemde çok daha aktif olacaklarını bildirdi. Çenesiz, “Cevap veremeyeceğimiz hiçbir söylemimiz olmayacak. Tüm etkinliklerin arkası dolu olacak. Biz tribünlere oynamayacağız. Tribünlere oynayanlar uzun ömürlü olamıyor” diye konuştu. TÜRKONFED’in de bundan böyle üyelerini yurtdışına da götüreceğini söyleyen Çenesiz, “Bazı şeyleri bizden daha iyi yapanları takdir edeceğiz. Ama bizim de yaptığımız iyi işlere takdir bekleyeceğiz” şeklinde konuştu. Yeni dönemde de öncelikli gündemin KOBİ’ler olacağını söyleyen Çenesiz, sözlerini şöyle tamamladı: “Ama sektörleri atlamayacağız. Bunun haricinde ‘bölgesel kalkınma’ bizim ana maddelerimizden biri ve bundan vazgeçemeyiz. Bu hedefe doğru ilerliyoruz. Ajandamızda bunlar var. Şov yok. KOBİ’lerin değişimi veya kendilerini değiştirmeleri yönünde tavsiyelerimizi aktaracağız.” Tarihsel olarak, gelişmiş (ilk önce kapitalistleşmiş) ülkelerle geri kalmış (daha sonra kapitalistleşmeye başlamış) çoğu eski sömürge ülkeler arasında görülen, merkezle çevre, egemenlik bağımlılık ilişkisine benzer bir dinamiğin, Avrupa içinde de şekillenmiş olduğuna geçen hafta dikkat çekmiştim. Bu bile “Avrupa Birliği’ne üye olanın refahı artar” savını yalanlamanın yanı sıra, Avrupa Birliği’nin aslında ne kadar birlik olduğunu sorgulamaya yeter diye düşünüyorum. Bu sorgulamayı derinleştirmeyi gerektiren başka gelişmeler de var. Ulus devletin dönüşü Daha önce de birkaç kez tartıştık. Mali kriz AB’yi vurunca, karşımıza ilginç bir görüntü çıkmıştı. Brüksel bürokrasisi arka koltuğa geçerek, arabanın yönetimini AB “Troika”sına (Almanya, Fransa, İngiltere) bırakmıştı. Kriz ilerledikçe “Troika” dağıldı ve Almanya’nın etkisi artmaya başladı. Diğer bir deyişle “birleştirilmiş egemenlik” iddialarını (bana kalsa fantezisini) temsil eden kurumlar ayak altından çekildiler, ulus devletler ulusal çıkarları ve güçleri doğrultusunda sürece damgalarını vurmak için sahneye çıktılar. Angela Merkel’in, geçen kasımda Bruges kentinde, AB bürokrasisine kadro yetiştiren Avrupa Koleji’nde yaptığı konuşma, Financial Times’dan Quentin Peel’in deyişiyle “Gerçek müritlerde şok yaratmıştı.” Merkel’in “‘Topluluk yöntemi’ (komisyonlar ve parlamento) vardır, ama bir de Avrupa Konseyi’nde temsil edilen devletlerin kararları üzerinde yükselen bir ‘Birlik yöntemi’ vardır. Bu en az ‘topluluk yöntemi’ kadar, belki de daha önemlidir” sözleri, bürokrat adaylarına esas patronun ulus devletler olduğunu anımsatıyordu. Devletler arası ilişkiler her zaman egemenlik ve bağımlılık ilişkileridir. Belli bir istikrara ulaşabilmeleri için de bir hegemonya sistemi gerektirirler. Nasıl iki Dünya Savaşı ABD’nin hegemonyacı güç olarak yükselmesinin koşullarını sağladıysa, bu mali kriz de, sanırım, Avrupa’da Almanya hegemonyasının yükselmesine uygun koşulları gündeme getiriyor. Ancak, Almanya hegemonyası altında bir ulus devletler topluluğu sisteminin Avrupa Topluluğu’na dayalı bir AB projesinden farklı bir şey olacağı da kesin. Ulus devletin “geri dönüşü”, “herkesin”, bir hegemonya oluşana kadar “ortak çıkarlara” değil de kendi ulusal çıkarlarına öncelik vereceği, hatta bu zeminde yeni hegemonyacı gücün yükselişine sonuna (kabul etmekten başka çare kalmayana) kadar direneceği anlamına geliyor. Avrupa Birliği mi? başladığı önlemlerin kriz içindeki ülkelere çok ağır gelmesinden kaynaklanıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın faizleri arttırması ve Wolfgang Munchau’nun vurguladığı gibi arttırmaya devam edecek olması da bu ülkelerin sorunlarını ağırlaştırmanın ötesinde, İspanya’yı da yardıma muhtaç ülkeler listesine katacak gibi görünüyor (Financial Times, 10.04.011). Almanya’nın Fransa’ya 17 ülkeden oluşan AB çekirdeğine dayalı “rekabet paktını” kabul ettirmesi de iki farklı hızla ilerleyecek bir AB yapısı öngörüldüğünü düşündürüyor. Dış politika ayrılıklarına gelince; şu sırada en çarpıcı örneği, Almanya’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı Libya’ya müdahale kararından sonra oluşan koalisyona katılmaması oluşturuyor. Atlantic Council’den Stephan Vormann’ın yorumuna göre, “Böylece Almanya en önemli müttefikleri ABD ve Fransa’yı dış politika alanında terk etmiş oluyor”. Le Monde da, 12 Nisan günü Luxembourg’da toplanan Avrupa Birliği üyesi ülkelerin temsilcilerinin, Libya’ya müdahalenin biçimleri üzerinde ortaya çıkan yaklaşım farklılıklarını aşamadıklarını aktarıyordu (14.04.011). İsrail gazetesi Yediot Ahranot da bu hafta Almanya ile diğer AB ülkeleri arasındaki bir başka dış politika farkına dikkat çekiyordu. Gazeteye göre Almanya, bir taraftan İsrail’den yana bir söylem sürdürürken, diğer taraftan, İsrail’in düşmanlarına destek oluyor. Alman Yahudi Konseyi’nin Başkanı Dr. Dieter Grauman “çok fazla Alman şirketi bir soykırım inkârcısı olan İran rejimiyle iş yapmaya devam ediyor” diyormuş. Alman dışişleri de İran’la Hindistan arasındaki petrol alım satımlarına ilişkin para transferlerinin Hamburg’daki bir Almanİran bankası üzerinden yapılmasına göz yumuyormuş. ınırlar da mı geri dönüyor? Avrupa’ya Afrika’dan gelmeye başlayan göçmenlerinde (sığınmacıların), AB ülkeleri arasında aşılması çok zor sorunlar yaratmaya başladığı görülüyor. Ocaktan bu yana İtalya’ya, Afrika’dan yaklaşık 23 bin yeni göçmen gelmiş. İtalya Başbakanı bu göçmenlerin isterlerse İtalya’dan başka Avrupa ülkelerine gitmelerine olanak sağlanmasını istiyordu. Geçen hafta 27 AB ülkesi, İtalya’nın bu talebini reddetti. Önceki hafta pazartesi günü Fransa, İtalya’nın bu göçmenlere geçici vize verilmesi talebini de reddetti ve İtalya sınırında güvenlik önlemlerini ve denetimlerini arttıracağını açıkladı (Bloomberg 11.04.011). Böylece biz de İtalya ve Fransa arasındaki S Herkes kendi yoluna mı? The New York Times’dan Rachel Donadio’nun işaret ettiği gibi mali kriz başladığından bu yana Avrupa Birliği ülkeleri, ekonomi politikası, dış politika ve yabancı göçmenler konularında derin yaklaşım farklılıkları sergilediler (12.04.11). Ekonomi politikası alanındaki ayrılıklar, esas olarak, kurtarma paketleri söz konusu olduğunda, en büyük mali katkıyı yapma gücüne sahip Almanya’nın yardıma karşılık dayatmaya sınırın geri döndüğünü öğrenmiş olduk. Almanya da İtalyan yönetimini Schengen anlaşmasını ihlal etmekle suçluyor, her ülkenin kendi göçmen sorununu kendisinin halletmesi gerektiğini savunuyor. Bu koşullarda, gittikçe ırkçılık düzeyi artan İtalyan halkı karşısında iyice bunalan Başbakan Berlusconi’nin tepkisi de “Ya Avrupa Birliği somut bir gerçeklik olarak vardır ya da yoktur. Eğer yoksa, en iyisi, herkesin kendi yoluna gitmesi, kendi bencil politikalarını izlemesi olacak” biçiminde oluyor. İtalyan İçişleri Bakanı Roberto Maroni de “Avrupa Birliği içinde kalmaya devam etmek artık mantıklı mı” diye soruyor. İtalya, ülkesindeki Afrikalı göçmenlerden kurtulmak isterken, İspanya’nın yetiştirdiği kalifiye elemanları Almanya’ya kaptırmaktan şikâyetçi olduğu görülüyor (Financial Times, 12.04.011). İspanya’da iş olanakları bulamadığı için Almanya’ya göç edenler de, İspanya’ya kıyasla daha yüksek bir yaşam standardına erişmekle beraber, birlikte çalıştıkları Almanların, İspanya’nın yardıma muhtaç olmasıyla ilgili yaptıkları şakalardan yakınıyorlarmış. AB üyeleri arasındaki ayrılık konularına, Japonya felaketinden sonra gündeme gelen nükleer enerji politikasını da ekleyebiliriz. Angela Merkel’in nükleer santralların sayılarını azaltmaya başlayacağına ilişkin açıklaması, elektriğinin büyük bir kısmını nükleer enerjiden elde eden Fransa’nın egemen kesimleri arasında ciddi bir hoşnutsuzluk yaratmış. Özetle, bu “Birlik” nasıl bir birlik diye sorarak ve kaygıyla izlemeye devam ediyoruz. 188 ülkenin polisini Türk şirketi eğitiyor Ekonomi Servisi Türk şirketi Enocta tarafından 2004’te Türkiye Uluslararası Uyuşturucu ve Organize Suçlarla Mücadele Akademisi (TADOC) için geliştirilen “Adli Mülakatta Beden Dili ve Yalan İşaretleri” eeğitimi, İnterpol tarafından beğenilerek 188 ülkede görev yapan İnterpol polislerinin eğitiminde kullanılmak amacıyla İngilizce ve İspanyolcaya çevrildi. Enocta Genel Müdürü Ahmet Hançer, eğitim videosunun 188 farklı ülkede polis eğitiminde kullanılacak olmasının eeğitim konusunda Türkiye’de var olan birikimi gösterdiğini ve Enocta olarak bu gelişmeden mutluluk duyduklarını söyledi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle