16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 N SAN 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 ‘Münferit demokrasi’den, sistematik demokrasiye geçmeyi beklerken: ‘Seni çok sevi...’ Bir cinayet, bir işkence olayı, bir katliam, bir recm, bir soygun, bir insan hakları ihlali… Bunlar hele hele resmi görevlilerce ya da hükümetlere yakın çevrelerce gerçekleştirildiğinde yandaşların özrü, hemen hazırdır: “Ama” derler… “Ancak” derler… “Nitekim” derler… Ve ardından eklerler: “Bunlar münferit olaylardır”… Sadece bu hükümet döneminde değil, oldum olası böyleydi… İşkence her kanıtlandığında sistematik değil, “münferittir”… İşkence yaptığı kanıtlanmış polis beraat eder çünkü olay zaten “münferittir”… Sağa ya da sola baktı diye kızını/karısını doğrayan cani münferittir… Bir milletvekilinin dolandırıcılık yapıp, dokunulmazlık zırhıyla korunması “münferittir”… Sistematik olanla “münferit” olan arasında gidip gelirken aklıma ilk gelen soru şu oldu: Hükümet ha bire “ileri demokrasi”ye geçtiğimizi söyledikçe, sakın bizdeki demokrasiyi de sistematik değil, “münferit” olarak değerlendiriyor olmasın?.. Kavram karmaşası buradan doğmuş olabilir mi? Sonra “komik olma” deyip kendime, daha ciddi sorulara sarıldım: Acaba, Ergenekon davasına ha bire yeni savlar, yeni dosyalar ekleyerek, daha karmaşık, daha sonu görünmez hale getirmek, böylelikle muhalif olmayı ortadan kaldırmaya çalışmak, bir savcının münferit olayı mıydı yoksa sistematik mi? Acaba Ergonekon davasında iki yılı, üç yılı geçen, üstelik hücrede hapiste süren cezalar Balbay’ı, Tuncay Özkan’ı düşünün acaba münferit mi yoksa sistematik mi?.. Tam bu soruyla haşır neşirken… Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de Ergenekon’a ilişkin içeri alınmalarından sonra, kimi “uyuyan güzellerin” uyanması ve nihayet tepki göstermeye başlamaları üzerine öfkelenirken… Her, “Ama onlar sadece gazeteci” demelerinin gerisinde, (sanki ötekiler “sadece gazeteci” değilmiş) imasını görüp midem bulandıkça… İsyanım soruları çoğalttıkça, Orhan Bursalı’nın “Aaaaa! İnanamıyorum” başlıklı yazısı imdadıma yetişti. (Bakınız 27 Mart Cumhuriyet ya da http://orhanbursali.blogspot.com Elbette, “Ergenekon kazanının altına ve içine, yeni yakıt atmak, ateşi harlandırmak gerekiyordu!” ‘Geçmiş’ ve ‘Tarih…’ Geçen hafta, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Profil Yayıncılık’tan çıkan son kitabı “Tarih Sohbetleri”nden ve bu kitapta yer alan “Abdülbaki Gölpınarlı ve Yeni Nesil” başlıklı yazısından söz etmiştim. Bu hafta, aynı kitapta yer alan “Tarih Yapmak/Tarih Yazmak İkileminde Türkiye” başlıklı konferans metninden yola çıkarak “geçmiş” ve “tarih” kavramlarını birbirinden ayırmanın önemine ve ayıramamanın bazı son derece sakıncalı sonuçlarına değinmek istiyorum. Prof. Ortaylı’nın konferans metnindeki ilk saptama şöyle: “Türkiye maalesef tarihçi bir ülke değildir. Tarihi bir ülkedir, tarihi yapan uluslardan biridir, ama tarih bilimine gerekli özeni göstermiş bir ülke değildir…” Peki, bu özensizlik ne gibi sakıncalı sonuçlara yol açabilir? En “vahim” diye nitelendirebileceğimiz ilk sonuçlardan biri, tarihe gereken özeni göstermeme nedeniyle “bugün”ün yeterince çözümlenemeden, kavranamadan kalmasıdır. Zamanın her parçası gibi, “bugün” diye adlandırdığımız zaman da yalnızca içinde yaşamakla bilinemez. Çünkü tarihin asıl özü, “yaşanmışlıklar” değil, fakat o yaşanmışlıkların nedensonuç ilişkileri temelinde yorumlanmasıdır. Ama bunu yapabilmek için de her şeyden önce gerekli olan, “geçmiş” ile “tarih” arasındaki farkın bilincine yeterince varılabilmesidir. Bizimkisi gibi, bunun genelde yapılmadığı ve gerek düşünce gerekse günlük konuşma düzleminde bu iki kelime birbirinin eşanlamlısı olarak kullanıldığı sürece, tarihin “tarih olma” özelliği somutlaşamaz. Çünkü “geçmiş”, tarihin kendisi değil, sadece hammaddesidir; belli bir geçmişi uzunca bir süre el değmeden bekletmek, örneğin turşu kurmanın aksine, o geçmişi kendiliğinden tarihe dönüştürmez. Geçmiş, insan iradesinden bağımsız oluşur. Örneğin benim bu satırları yazmaya başlamamın üzerinden geçen 1015 dakika, bu yazının geçmişidir; bu geçmişin oluşumunu etkileyen tek eylem, benim yazma eylemimdir, yoksa ayrıca bir de “geçmişinin olmasını” istemiş olmam değildir. Başladığımdan şu ana kadar geçen süre, ben istesem de istemesem de “geçmiş” niteliğini kazanacaktır. Öte yandan bu geçmiş’i benim “geçmemiş” kılabilmem de söz konusu değildir. Oysa tarih, bütünüyle “iradi” bir eylemdir; geçmiş, ancak kendisine yönelik belli bir eylemle tarihe dönüşür. Bir başka deyişle, tarih, kendisiyle nedensonuç ilişkileri temelinde hesaplaşılmış geçmiştir. Böyle bir hesaplaşma gerçekleşmediği sürece geçmiş dediğimiz olgunun dev bir yamalı bohçadan farkı yoktur; bu, bugünden geriye ne olup bitmişse hepsini içinde saklayan bir bohçadır. “Tarih, bugünü anlamak içindir” saptaması da neyin tarihi söz konusu olursa olsun, ancak bu gerçek göz önünde tutulduğu takdirde anlam kazanır. Geçmişin bohçasını bugün olduğu gibi önümüze döküp başına oturmakla yetinmek, bugün’ü hiçbir bakımdan aydınlığa kavuşturmaz. Bu bağlamda yapılması gereken, ortaya döktüklerimizin başına geçip, onların içinden nelerin bugün’ü doğurduğunun hesabını çıkartmak, buna göre nedensonuç ilişkileri kurmaktır. Yukarıdaki düşünceler doğrultusunda, İlber Ortaylı’nın tarih bilimine gerekli özeni göstermediğimiz yolundaki saptamasının doğruluğu kanımca daha da belirginleşmektedir. Çoğunlukla geçmişimizle yetinmek ya da o geçmişi tarihe dönüştürmenin bilimini önemsemek; bu, aslında bugün’ü anlamayı ne kadar önemsediğimizin bir göstergesidir. Demokrasi dedikse… Özetle, bizim bu münferit demokrasimizde, muhalif olan insanların (kitaplarını yok edemedikleri yazarları, düşüncelerini yok edemedikleri düşünürleri, tanıklıklarını yok edemedikleri tanıkları) yok etme çabası sistematik olarak sürüyor hâlâ… Münferit demokrasimizden sistematik demokrasiye geçişi beklerken, Mustafa Balbay’ın “Düşünüyorum O Halde Sanığım” kitabından (Cumhuriyet Kitap) “Seni çok sevi…” adlı şiirini paylaşıyorum. “Canım sarılıyorum sa... Seni çok öpü... Buluşmamıza az kal... Seni çok sevi... Sevdiğinizle telefonu Hiç böyle kapattınız mı? Sevdiğinizle görüşürken Telefonu hep aradaki Üçüncü kişi mi kapatır? Silivri’de böyledir. Hapiste böyledir. Haftada bir kez 10 dakika telefonla Görüşme hakkı var. Yönetim belirliyor, Saatini biz. Demokratik... Demokratik dedikse Sınırları var elbet. Hangi telefonu arayacaksan Dilekçeyle bildireceksin. Ekinde kan bağının belgesi, Telefon faturası, İkametgâh senedi olacak. Bunlar onaylandı mı, tamam. Haftada bir gün, Bir telefonu, Bir kez arayabilirsin. Pazartesileri telefona çıkarım. Bana 10 dakika ulaşamasa Telaşlanan karım, Haftada 10 dakikalık telefonu 10 gözle bekler. Devletimiz biliyor Halkımız da bilsin... İlk bir dakika hiç değişmez: ‘Gülşahım nasılsın?’ ‘İyiyim Mustafam telefonunu bekliyorum...’ ürbüz Doğan Ekşioğlu, benim hayran ‘Kötü bir haber var mı?’ olduğum sanatçılardan biri. Çizgilerini ‘Yok... Sen bizi merak etme...’ zekayla, eleştiriyle, mizahla ‘Seni çok seviyorum, bir tanem.’ harmanlaması, hedefi 12den vurması, şiirsellikten ‘Ben de çok seviyorum Mustafam.’ vazgeçmemesi; görüntü adına, düşünceden ödün ‘Çocuklar, annebabalar, herkes iyi vermemesi onu eşsiz kılar. Bu kez Galeri Işık değil mi?’ Teşvikiye’de yağlıboya resimlerini sergiliyor. 9 ‘Hepimiz iyiyiz... Annemle beraberiz. Nisan’a dek süren sergiyi kaçırmayın. Yağmur’un öğretmeni güzel şeyler söyledi. Yönetim dürüst, Az önce Nazilli’yle konuştum... Daha ilk gün İyiler onlar da... Telefon görüşmelerinin Hepimiz seni bekliyoruz.’ Dinlendiğini, kaydedildiğini Size söylüyor. Bitime doğru bir burukluk. Görüşme gününü Ama sözümüz var, Hiç buruk kapatmayacağız telefonu. Telefon 10 dakika karşılığı Kontöre ayarlı. BALCI’ K TABI Görüntü yerinde dakika değil Kontör sayısı var. Bitimi tam kestirmek zor. 45 saniye kadar kala Metalik bir uyarı geliyor. Aklımdaki sorular G DEN Z BANOĞLU’NDAN ‘PER HAN Yok olan mirasın tanığı... Kültür Servisi Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği Onursal Başkanı Perihan Balcı, 88. yaş gününü, kendi emeği ve çabalarıyla kurduğu Sultanahmet’teki Dede Efendi Müze Evi’nde, Deniz Banoğlu’nun Balcı için yazdığı yeni kitabı ve dostlarıyla birlikte kutladı. Kutlama ve imza gününe, derneğin şimdiki başkanı Prof. Cengiz Eruzun, yönetim kurulu üyesi mimar Nur Vardar, gazetemiz yazarı Oktay Ekinci, gazeteci Hami Alkaner ve Balcı’nın yakınları katıldı. Gazeteciyazar Deniz Banoğlu, Gürer Yayınları’ndan çıkan “Yok Olan Bir Mirasın Tanığı: Perihan Balcı” adlı kitabında, bugüne kadar İstanbul’da ve daha pek çok şehirde Türk mimarisinin kültür mirası ahşap yapıların yüzlerce fotoğrafını çeken, belgeleyip arşivleyen Balcı’nın 30 yıllık uğraşını ve yaşam öyküsünü genç kuşaklara aktarıyor. Banoğlu, amacının, geçmişi unutturmamak, yeni kuşaklara geriye kalan mirasın korunmasında uyarıcı bir yapıt bırakmak olduğunu vurguladı. Paris’te “Türk Evleri” sergisini açan Balcı, yangınlar ve yıkımlarla tükenen İstanbul’u yalıları ve konaklarıyla arşivlere taşımış, Hammamizade İsmail Dede Efendi’nin evini İstanbul’a müze olarak kazandırmıştı. Son sözler de birbirine yakındır: ‘Her şeyi olabildiğince normalleştirin. Düşünün ki, Ankara dışında görevdeyim, Görev biter bitmez evdeyim.’ ‘Sen bizi merak etme. Sağlıklı ol yeter...’ ‘Gayet sağlıklıyım. Verimli bir hafta geçti. Sizin kadar iyiyim... Ona göre!’ ‘Biz de senin kadar iyiyiz.’ ‘Seni çok sevi...’ Tık Ahizeyle baş başasın artık.” Napolyon Müzesi yenilendi Kültür Servisi Küba’nın başkenti Havana’daki Fransız ordusunun ünlü komutanı Napolyon’un adına açılan müze yenilendi. Napolyon döneminden kalma 800’e yakın sanat yapıtının bulunduğu müze ziyaretçilerine tarihsel şölen sunuyor. Tarihi eserlerin birçoğu, Küba’yı terk eden ve Fransız Devriminden sonra dönen Julio Lobo adlı şeker baronu tarafından bir araya getirildi. Üç yıldan fazla bir süredir bakıma alınan müze, yeniden ziyaretçilere açıldı. İSTEĞİN OLUYOR; CHP İKTİDARA GELİYOR, GÖZÜN AYDIN TÜRKİYEM… Önceki günlerde Beyoğlu, Maltepe ve Kadıköy sokaklarındaydım. Bugün Kartal ve Adalar’da; yarın Üsküdar, Ümraniye, Ataşehir; pazar günü Sultanbeyli ve Şile’de yurttaşlarımızla birlikte olacağım. Tanışmak ve görüşebilmek dileği ile… RA S İM A K KA Y A (Eğitim Müfettişi) CHP İSTANBUL 1. BÖLGE MİLLETVEKİLİ ADAY ADAYI Web: www.rasimakkaya.com eposta: [email protected] Bir çocuk daha okusun diye 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212 274 15 02 0212 213 74 02 Fax: 0212 275 52 44 www.yekuv.org • [email protected] Vakıflar Bankası: Osmanbey Şubesi : 00158007287986476 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle