23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 9 MART 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 16 KÜLTÜR Müzik dünyamızın gündeminde önemli bir konuma sahip Borusan’da BİFO’nun Verdi gecesi Requiem üstüne çeşitlemeler Müzik dünyamızın gündeminde Borusan’ın varlığı gün geçtikçe artıyor. İstanbullu müzikseverler haftanın birkaç günü Borusan’ın bir müzik etkinliğine kulak veriyorlar. BİFO’nun aylık, bazen de haftalık konserleri, Borusan Müzikevi’nde hemen her gece klasik müzik ve caz kadar daha geniş kitleye seslenen dünya müziği dinletileri, Borusan Quartet’in ünlü solistlerimizle kaynaşarak verdiği konserler, yetenekli genç müzisyenler için müzik bursu sağlamak amacıyla verilen “Özel Konser” projesi, BİFO’nun dünyanın önde gelen festivali Salzburg’da yer alması, ünlü bir uluslararası kayıt şirketinin etiketiyle BİFO CD’sinin dünya piyasalarında duyurulması, Borusan Müzik Kütüphanesi’nin bestecilerimizin özgün el yazması yapıtlarını derlemesi, bütün bunlar hemen her gün biz müzikle uğraşanların Borusan sözcüğünü kullanmamıza neden oluyor. Geçen hafta Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, şef Sacha Goetzel yönetiminde Verdi’nin anıtsal Requiem’ini seslendirdi. Bestecinin onca operası arasında büyük çaplı orkestrası, geniş korosu, solistleri ve yüce duyguları yansıtan müziğiyle ayrı bir yeri vardır Requiem’in. Bu kadar çok sanatçıyı bir araya getirebilmek hiç kolay iş değil. İstanbul’da uzun zamandır dinlemedigimiz bu büyük yapıtı tekrar duyabilmek gerçekten heyecan vericiydi. Konser bittikten sonra uzun bir süre özellikle o müthiş Amerikalı soprano Michele Crider’in etkisinden kurtulamadım. Kıyamet günü korunmak için tanrıya içten, nazlıca yalvarışı hâlâ kulaklarımda. Baştan aşağı ezbere söylediği partilerinde ışıltılı sesiyle küçücük tonlardan en yüksek doruklara tırmanan kontrollü yük hizmet olur, diye düşündüm. Tarihte birçok besteci ölümüne yakın hatta yaşamının son yapıtı olarak Requiem yazmıştır. Requiem, Latin kültüründe ölünün ardından cenaze töreni için bestelenen Latince sözlü korolu yapıttır. Ortaçağdan itibaren ilk büyük vokal biçim “Missa” olduğu için requiem de missa kalıbının içine yerleştirilmiştir ve missanın bölüm başlıklarını taşır. Bu nedenle bu yapıtların çoğu “Messa da Requiem” başlığını alır. Tarihte bildiğimiz en eski requiemler 15. yüzyıl FrankoFlaman bestecilere aittir: Ockeghem, Dufay gibi. Sonra Palestrina ve Orlando di Lasso’nun bu formdaki yapıtlarını, 1791’de Mozart’ın ancak Lacrimosa bölümüne dek yazabildiği, son yapıtı olan Requiem’i görürüz. 1835’de Cherubini’nin requiemi, 1837’de Berlioz’un ‘Grand Mess des morts’ başlıklı requiemi bu forma romantik bestecilerin katkılarıyla sürer: Fauré, Verdi, Dvorak ve Brahms gibi. Berlioz’un ve Mozart’ın Lacrimosa’ları, Faure’nin Pie Jesu bölümü insanı alıp gerçekten başka âlemlere sürükleyen müziklerdir. 20. ve 21. yüzyıllarda requiem de dinsel kalıbından arınmıştır. Büyük savaşların, hatta deprem gibi kitlesel ölümlerin ardından ağıt yakmak haline dönüşmüştür. Artık missanın belli bölümleriyle, belli bir metinle sınırlı değildir. Her besteci özgürce, istediği şairin metnini kullanır. Örneğin Britten’ın Savaş Requiemi, Penderecki’nin Leh Requiemi gibi. Keşke BİFO gelecek yılki programlarında bu çağın requiemlerini de örneklese. [email protected] ‘Nereye Gidiyoruz?’ Genco Erkal, yeni bir Aziz Nesin uyarlamasını sahneye taşıdı: “Nereye Gidiyoruz?” Böyledir büyük sanatçılar, döner döner okursunuz, oynarsınız; her seferinde yeni, taze bir yüzle çıkarlar karşınıza. Aziz Nesin, 1940’larda yazarlığa başladığında insanlarının, ülkesinin acıklı durumunu yazmak istiyordu. Ama onun ağlatmak için yazdıkları güldürmüştü insanları. 1995’teki ölümüne dek hem yazdıkları, hem de eylemleriyle toplumumuzu silkeleyen, uyaran, düşünce fırtınaları yaratan aykırı bir ses oldu. Gericiliğe, tutuculuğa, baskıya, hoşgörüsüzlüğe, sömürüye karşı alabildiğine sert, buna karşın “ağlanacak halimize” güldüren bir yazarlık dünyası oluşturmuştu. Edebiyatın dolaylı anlatımının yetmezliği nedeniyle olabilir, özellikle de 1980 sonrası doğrudan düşünce yazıları, söyleşiler, konuşmalarla çağdaş bir aydın sorumluluğu içinde hemen her konuda doğru bildiğini cesaretle açıklayıp savunurken felçler, ameliyatlar arasında savcılıklarda, mahkemelerde mücadelesini kararlılıkla sürdürdü. Aziz Nesin, bu tavrıyla da ülkemizin ender büyük aydın kişiliklerinden biri oldu. Günümüzde de “Aziz Nesin’lik bir olay”, “Azizlik” vb. başlıklarla gazete manşetlerinde sık sık karşımıza çıkması, onun bıraktığı izin toplumsal belleğimizde ne denli canlı ve kalıcı olduğunun bir göstergesi. “Nereye Gidiyoruz?” bugün yazılmış gibi taze bir oyun. Ülkemizin bugününden seçilmiş sahnelerle dolu: Din duygularını sömüren hocalar, televizyonlarda yumurtladıkları parlak düşüncelerle ayrıca mizaha gerek bırakmayan üniversite profesörleri; aile, toplum, polis baskısı altında, hayatlarına egemen olamamış, şaşkın, korkular içindeki sıradan insanlar... Bir noktadan sonra, sahne de, dünya da bir gölge oyununa dönüşüyor. Hacivat’ın, Karagöz’ün bu topraklardan çıkmış olmasına şaşmamalı. Neredeyse bin yıldır bir HacivatKaragöz oyunu gibi, koca bir toplum, birbirini anlamayan, anlamak istemeyen, küçüklü büyüklü çıkar ilişkilerinin, vıcık vıcık bayağılıkların içinde kendine bir çıkış yolu arıyor. Uygarlığın ve çağdaşlığın yolu çok belli, aramaya hiç gerek yok. Ama uygar olmak, çağdaş olmak, bütün Hacivatların geçim kapılarını kapatacak. Bu yüzden halkımızın gözündeki perde hep çekili tutulmalı ki bu hacivat düzeni, çıkarlar düzeni hiç bitmesin. Büyük bir sanatçıyla aynı dönemde yaşayan, onu izleme, dinleme ayrıcalığı yaşayan insanlar, ne denli şanslı olduklarının belki ayrımında bile olmazlar. İşte Fazıl Say. Genç yaşında besteleriyle, yorumlarıyla dünyayı etkileyen bir sanatçımız. Aramızda yaşıyor, aramızda üretiyor, aramızda çalıyor. Onunla aynı çağda yaşamış olmak, belki de gelecekte bugünkü kuşakların övünecekleri en değerli şey olacak. Kırk yılı aşkın süredir, sahnelerimizde Genco Erkal’ı izlemek de öyle. Ondan salondaki izleyicilere yayılan şey, yalnızca sözler değil. Onurlu bir insanın, bir sanatçının başı dik, örnek aydın duruşu. Bir sanatçının bütün yaşamını kuşatan böylesi tutarlı bir duruş sergileyebilmesi, sık rastlanabilen bir özellik değil. Yürek ister, bilgi ister, kültür ister, insan olmak ister böyle dupduru, yalın, doğru bildiği yolda yalnız gidebilen sanatçı olmak. “Nereye Gidiyoruz?”u izleyenler, Aziz Nesin’in günümüz toplumu karşısındaki eleştirileriyle gülerlerken, Genco Erkal’ı, bu büyük sanatçıyı yeni bir oyunda izlemenin tadını da duyacaklar. Çağdaş sanatımızın iki büyük ustasını buluşturan oyun, yalnızca bu özelliğiyle bile geniş kesimleri salonlara çekecektir. [email protected] likler elde etmiş, dünyanın en önemli sahnelerinde yer almış, en ünlü kadrolarıyla çalışmış. Derin bas tonu, dramatik söylemi etkileyiciydi. Romen tenor Marius Breniu ise ruhsuz, metalik bir ses, dik, sivri bir teknikle ve hep yüksek tonda söyledi. Güzel şarkı söylemek için bağırmak gerekmiyor ki! Dramatik ve coşkulu şancılığı müthişti. Sesini sürekli kontrol ediyor, diğer solistleri bastırmıyor, küçük seslerde kadife gibi bir tonla söylüyordu. Gecenin yıldızı, gecenin kraliçesiydi Michele Crider. Minskli mezzo soprano Anna Lapkovskaja bu yılki Leyla Gencer yarışmasında üçüncülüğü paylaşmıştı. Mezzo’nun koyuluğunda değil, dramatik soprano gibi daha açık renk bir sesi vardı, ama yaşına göre çok bilge, çok üstün bir şancı. Bas bariton Burak Bilgili’nin özgeçmişine bakınca gururlanmamak elde değil. Nice büyük şan yarışmasında birinciKoro Ankara’dan getirtilmişti yine: Kültür ve Turizm Bakanlığı Çok Sesli Korosu. Bir de Viyana’daki Singverein korosundan destek gelmişti. Özellikle erkekler korosu çok başarılıydı. Ama sopranoların yer yer tizlerde çığlık atarcasına yüksek sesle söylemeleri netliği bozuyordu. Gürer Aykal’ın tohumlarını attığı ve yetiştirdiği orkestra Sacha Goetzel’in dramatik ve coşkulu yönetimiyle güzel bir birliktelik içindeydi. Kemanların tek çalgı gibi entonasyon birliği yine dikkat çekti. Konser sonunda, Borusan İstanbul’da bir de büyükler korosu kursa, ne bü ‘Aldığım en kıymetli ödül’ lk Osman Hamdi Bey Sanat Ödülü Emre Arolat’a verildi Kültür Servisi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) tarafından, bu yıl ilki verilen Osman Hamdi Bey Sanat Ödülü’nün sahibi mimar Emre Arolat oldu. Önceki akşam Tophanei Amire’de düzenlenen törenle MSGSÜ Rektörü Prof. Dr. Yalçın Karayağız tarafından ödülü kendisine takdim edilen Arolat, “Mezun olduğum üniversitenin kurucusu Osman Hamdi Bey’in adına düzenlenen bu ödülü almak kıvanç verici. Ödül almak mimarlar arasında bir anlamda önemlidir, bir noktadan sonra da unutulması gereken bir şeydir. Ama Osman Hamdi Bey Sanat Ödülü, benim şimdiye kadar aldığım en kıymetli ödül. Mimarlığın sanat olup olmadığı çok tartışılır, bense ciddiye alınması gereken bir meslek olduğunu düşünenlerdenim. Yaptığınız işler sanat anlamına gelmeye başladığında ve bunu siz kendiniz atfetmediğinizde bu çok önemlidir ve ben de bu nedenle çok mutluyum” dedi. Osman Hamdi Bey’in torunu Leyla Zincirkıran’ın da katıldığı tören, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Korosu’nun Yunus Emre Oratoryosu’nu seslendirmesiyle sona erdi. Ödül törenine paralel olarak, Tophanei Amire’de EAAEmre Arolat Architects’in güncel üretimlerinin yer aldığı “An/Moment” sergisinin açılışı gerçekleştirildi. EAA’nın ‘şimdiki zaman’ından bir kesit niteliği taşıyan sergide ofisin halen uğraşmakta olduğu yakın zamana dair üretimleri sergileniyor. Bahri Genç’in ‘Kösnül Düş’ adlı yapıtı. ‘Şehvetin tadı’na varın! Piramid Sanat’ta açılan sergi baharı müjdeliyor Kültür Servisi “Sevgilimin gövdesi bir define haritası / Her sevişmemizde değişiyor hazinenin yeri” diye yazıyor duvarda. Bu sözler, önceki gün Bedri Baykam küratörlüğünde Piramid Sanat’ta açılan “Şehvetin Tadı” sergisinde resimlerin arasında yer alan şair küçük İskender’in dizeleri... Şehvetin tadına farklı kokular, renkler, dokular ve sahneler üstünden ulaşmaya çalışan 10 sanatçı; Şükran Moral, Bedri Baykam, Taner Ceylan, Barış Cihanoğlu, Bahri Genç, Deniz Gökduman, Mustafa Karyağdı, Temür Köran, Burhan Kum ve İlke Kutlay’ın eserlerinden oluşan sergi 26 Nisan’a kadar devam edecek. Baykam, sergiyi kalıcı kılmak istediklerini ve bu sayede her yıl baharın gelişini İstanbul’da kutlamayı hedeflediklerini söylüyor. “Şehvet doğanın, insanın yaratıcılığını ateşleme anıdır. Sanatsal yaratıcılıkla cinsel libido birbirini etkiler. Birçok sanatçı da hep bu ilişkiden beslenir” diyor. Erotik içerikli eserlerin yer aldığı sergide Moral’ın daha önce sergilenmiş “Hamam” isimli videoart ve “Bordello” isimli bir genelevdeki performans fotoğrafı da yer alıyor. Piramid Sanat koleksiyonunda yer alan Ceylan’ın “Genç Osman” eserinin de yer aldığı sergide Mustafa Karyağdı’nın 1986 tarihli çalışması ise o yıllarda bir yarışmada ödül almış fakat erotik içeriği nedeniyle gereken ilgiyi görememiş. Karyağdı o dönem ödülün onurunu yaşarken keyfini yaşatmadıklarını belirtiyor. “80 dönemi zor bir dönemdi. Resmim sansüre uğramıştı. Ne ödül töreni olmuş, ne de katalog basılmıştı” diyor. küçük İskender şehvetle aşkla yapılan sanatın insanı daha çok heyecanlandırdığını söylüyor. küçük İskender’in yanı sıra Pemra Oğuz ve Emre Yılmaz’ın da dizeleri duvardaki resimleri destekliyor sergide. Ya da resimler dizeleri... Dorsay ‘Ustalara Saygı’daydı Kültür Servisi Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen “Ustalara Saygı” toplantıları, önceki akşam, yarım asra yakın zamandır sinemamıza eleştirmen olarak hizmet veren Atilla Dorsay için gerçekleştirildi. Faruk Şüyün tarafından hazırlanan geceye Ahmet Ümit, Alin Taşçıyan, çocukluk arkadaşı Arif Akgün, Ayten Uncuoğlu, Burak Göral, Hülya Koçyiğit, okuru Meriç Renkver, Mithat Alam, Nazlı Ilıcak, Oğuz Makal, Osman Şahin, Refik Erduran, Reha Erdem ve Türkan Şoray, Atilla Dorsay ile ilgili duygu, düşünce ve anılarını seyircilerle paylaştılar. küçük skender Luxus’la sahnede Kültür Servisi “küçük İskender Şiir Kulübü”, dördüncü performansıyla bugün saat 20.00’de Roxy sahnesini şiir ve müzikle dolduracak. Gecede küçük İskender’in şiirlerine bu kez müzikleriyle Luxus eşlik edecek. C U M O K İS TA N B U L Ç A Ğ R I S I 11 MART 2011 CUMA Saat 19.00’da “40. YILINDA 12 MART DARBESİ” Konulu Konferansta Değerli Yazarımız BİR ÇOCUK DAHA OKUSUN DİYE! 19 yıldır sürdürdüğümüz çabada, zoru başaran, Şimdi sahip oldukları mesleklerinin başında yurdumuza ışık saçan EROL TOY ile buluşuyoruz. SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ Toplantımız Ücretsiz ve Halka Açıktır. : (CKM) Caddebostan Kültür Merkezi Haldun Taner Sokak No:11 Kat: 3 B Salonu Caddebostan KADIKÖY İstanbul Tarih : 11 Mart 2011 CUMA Saat 19.00 İletişim: 0532 374 93 61 0532 404 39 52 0536 739 02 29 0535 412 68 68 Yer “UMUT KIZLARIMIZ” ve Desteklerimizle okuma yazma kurslarını bitiren, Artık dünyaya başka bir pencereden bakan “KADINLARIMIZ” ve tüm kadınlarımızın KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN 21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı (YEKÜV) [email protected] TEL: 0212 274 15 02 / 0212 213 74 02 w w w . c u mo k is ta n b ul . o r g C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle