18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 6 MART 2011 PAZAR 2 Hücrenin demir kapısı arkamdan kapandığında gözlerim duvardaki resme takıldı. Birtakım anlaşılmaz çizgiler arasında bir resim: “Hoş geldin” der gibi gülen bir Karmen! Ranzaya çöktüm. Doyasıya baktım. Nerdeyse kalkıp oynayacak! Şarkısına başlayacak! Mustafa Balbay’la Tuncay Özkan’ı ayırmışlar... Ayrı ayrı hücrelere sokmuşlar... Yeni bir tutukevinin tozu toprağı daha ortadan kaldırılmamış karanlık hücrelerine... Tek başlarına yaşamanın tadını ya da acısını daha derinden duysunlar diye! Öyle ahbap çavuş hapisliği olur mu? Kapat hücreye, tek başına hayal kursun, ağlasın, üzülsün, yetmezmiş gibi çektiği iki yıldır, daha çok yaşasın, yalnızlık denen canavarla pençeleşsin! Ben de bu hücre yaşantısını dört ay çektim. Benimki gecelerdi! Tek başımaydım, ama yandaki hücrede söyleşiler yapabildiğim iki idam mahkumu vardı hiç değilse!.. Balbay’la Özkan bundan da yoksun. Bir arkadaşla değil, kendi başına yaşayacak, konuşması da kendiyle OLAYLAR VE GÖRÜŞLER başkanı “yeter artık serbest kalmalılar” diyor, öteki iki kişi “olmaz, olamaz” diye direniyor... Bu nasıl bir cezalandırma, bu nasıl bir adalet, bu nasıl bir yargı, bu nasıl insanlık dışı bir davranış? İki yıllık kapatılmanın sorumlusu kim? Bir iki yargıç mı, bir iki savcı mı? Bu son uygulamayı Ankara istemiş; “Alın bu iki gazeteciyi birbirinden uzağa atın; konuşmasınlar, görüşmesinler, seçimlerde aday olma hesapları yapamasınlar” diye mi? Ankara böyle istemiş... Ankara’da kim var? Başbakan Tayyip Erdoğan mı, öteki arkadaşları mı? Bu, bir öç alma mı? Bu, bir ortaçağ uygulaması mı? Bu tarihe utanç sayfası olarak geçecek, kuşaklar boyu ibretle, öfkeyle anılacak bir diktatör uygulaması mı? Günü gelir hücrelere daha başkaları da girer! Ama onlar hiç değilse mahkeme kararıyla... Ya da yüce divan yargılaması sonunda!.. Bir kez hukuk, adalet ülkede bir düş olup uçup gitti mi, hücrelere kapatılma sırası, ona da, buna da, sana da, bana da gelir!.. Hücrede Tek Başına! olacak. Anıları ile baş başa... Bilmem atıldığı bu yeni hapishanesinin tek kişilik hücresinde yazılarını yazabilecek mi, gazete okuyabilecek mi, TV’ye bakabilecek mi? Benim hücremin duvarlarında birçok yaşamın izleri vardı. Benden önce burada Kastelli yaşamış, öyle demişlerdi. Kim bilir daha kimler? Hiç değilse insan sıcaklığı vardı benimkinde! Balbay’ın, Özkan’ınkinde o da yok! Beyaz duvarlar bomboş, bir çeşit mahzen, bir çeşit işkencehane!.. İki yıl yetmemiş, yine iki yıl daha mı? Mahkeme Ormanın Son Şarkısı... Yol boylarında gördüğüm tek ağaçlar bana yalnız insanları hatırlatıyor… Yol sorar gibi sağa sola uzanmış dalları… Üzerine konan kuşla kısa bir gurbet sohbeti… Her esintide, kalkıp gidecekmiş gibi sonuçsuz hareketler… Ama hep yalnız, hep hüzünlü… Tel örgüler içindeki “hatıra ormanları” ise benim mültecilerimdir… Zar zor getirilmiş, sorgusuz sualsiz tel örgülerin içine doldurulmuş… Belki bir valikaymakam, “Bundan böyle burası sizin evinizdir… Size bakmak görevimizdir…” diye konuşma yapmış ve dönmemek üzere çekip gitmiş… Tel örgüler içinde, elinde tasla kumanya dağıtır gibi arada bir su veren o bekçi sadece… Her gün solan, zayıflayan, hastalanan ve esarete dayanamayıp ölen esirlerin kampı… “Hatıra ormanları…” Dağların yamaçlarına yaslanmış ormanlara gelince; bence birer mutlu kabile sanki… Derisinde yılların kırışıklıkları ile koca çınar reis… Genç ladinden savaşçıları, fingirdek güzel kızlar selvi boylu… Şişman gövdeli meşe kadınların diplerinde poposu açık gürbüz fide bebekler… Sert estiğinde hep birlikte eğilmek ve karşı koyup hep birlikte doğrulmak rüzgâra karşı… Meltemlerde bir ağızdan bir şarkı başlar ki… Flütler ve yaylı sazlardan oluşan bir orkestra, belki bir milyon yıldır çalar, hiç bitmez o şarkı… Ve bir gün… Madenciler (İşte; Kaz Dağları’nda, Sorgun’da, Beykoz’da, Karadeniz vadilerinde olan budur) ağır silahlarla saldırdığında mutlu kabileye… Dozerlerin, kepçelerin, greyderlerin keskin bıçakları ile ön saflardakiler yere devrildiğinde… Çığlık çığlığadır orman… Başı sarı miğferli, turuncu üniformalı yağmacılar, makinelerin arkasından koşarak kızlarıdelikanlıları devirip, fide bebekleri çiğneyip, her şeyi kılıçtan geçirip geri çekildiklerinde… Orası sadece ceset gövdelerinin yan yana, üst üste yığıldığı biraz önceki bir savaş alanıdır… Savunmasız orman kaybetmiştir… Orkestra bir daha asla çalmaz… Milyon yıllık şarkı susmuştur… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle