18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 26 MART 2011 CUMARTES 10 EL KOYMAYA T RAZ HABERLER Yayıncılardan, ‘İmamın Ordusu’ adlı kitabın taslağına el konulmasına tepki: Kabul edilemez ‘Uygulama vahim ve ürkütücü’ İstanbul Haber Servisi Tutuklu gazeteci Ahmet Şık’ın avukatları, basılmamış kitabının taslağına el konulmasına itiraz etti. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliği’ne başvuran Şık’ın avukatları, uygulamanın ve savcılığın bildiriminin, savunma hakkı için açık bir tehdit oluşturduğunu, vahim ve ürkütücü olduğunu belirttiler. Şık’ın avukatları Fikret İlkiz, Akın Atalay ve Bülent Utku’nun hazırladığı itiraz dilekçesinde, el koyma kararının bir örneğinin avukatlara verilmediği belirtildi. Dilekçede, hâkimliğin el koyma kararına dayanak oluşturan CMK’nin 124. maddesinin son fıkrasında, “Şüpheli, sanık veya tanıklıktan çekilebilecekler hakkında bu hüküm uygulanamaz” denildiğine dikkat çekilerek bu hükmün avukatlara da uygulanamayacağı vurgulandı. CMK’nin 46. maddesinde, avukatların, tanıklıktan çekinme haklarının tartışmasız olduğu belirtilerek şu değerlendirmelerde bulunuldu: “Dolayısıyla hakkımızda, CMK 124 gereği disiplin hapsi uygulanabileceği yönündeki bildirim, kanunun açık ve emredici hükmüne aykırıdır. Bu uygulama karşısında söyleyecek söz bulamadığımızı belirtmekle yetiniyoruz. Hiçbir tartışmaya el vermeyecek şekilde açık ve emredici bu düzenleme, şüphelinin avukatında bulunan soruşturmayla ilgili belgelere el konulamayacağını söylemektedir. Bu açık yasal hüküm dikkate alınarak el koyma kararının kaldırılmasını ya da el koyma kararının, şahsımızı ve tanıklıktan çekinme hakkına sahip olanları kapsamadığı şeklinde düzeltilmesini talep ediyoruz. Talebimiz kabul edilmezse, itirazımız, yetkili mahkemeye gönderilsin.” Öte yandan İstanbul 12. Ağır Ceza mahkemesinin çağrısı üzerine, Odatv’de yapılan aramalarda bilgisayarın hard diskinde bulunan, Şık’ın kitabının taslağı dün Odatv yöneticisi Barış Terkoğlu’nun avukatı Kazım Yiğit Akalın tarafından savcılığa teslim edildi. ‘Kitabı basacağız’ MELTEM YILMAZ Millet ve Şirket Millet’in tanımını Türkçe Sözlük’ten alalım: “Derebeylik düzeninin yıkılışı ve anamalcı düzenin oluşumu döneminde ortaya çıkan, toprak, ekonomik yaşam, dil, ruhsal yapı ve kültürel özellikler yönünden ortaklık gösteren, tarihsel olarak oluşmuş, en geniş insan topluluğu.” Bu tanımı çeşitli bakımlardan tartışabiliriz. Fakat sanırım hemen herkesin üzerinde görüş birliğinde olacağı bazı özellikler şöyle sıralanabilir: Bir millet olabilmek için milleti oluşturduğu varsayılan bütün bireyleri birbirine bağlayan bir ekonomik sistem; yanı sıra da toprak, dil, ruhsal yapı ve kültürel özellik ortaklıkları (benzerlikleri) gerekiyor… Şimdi Şirket’in tanımına bakalım: Aynı sözlükte şöyle deniyor: “İki ya da daha çok kimsenin iş yaparak kazanç elde etmek için birleşmeleri, ortaklık…” Kavramları irdelemeyi sürdürelim: Şirket kazanç getirmiyorsa sona erer. Ortaklardan herhangi biri, şu ya da bu nedenle ortaklıktan ayrılabilir. Şirket kurmak için dil, ruhsal yapı, kültürel özellikler yönünden ortaklık gibi bir koşul yoktur. Tek ortak ve birleştirici amaç, kâr etmek, para kazanmaktır… Milletlerin ise oluşması da sona ermesi de bu kadar kolay olmuyor… Bireysel açıdan bakalım: Diyelim ki ait olduğunuz milletin yurttaşlığından şu ya da bu nedenle çıkarak (çıkarılarak) ya da çıkmayarak gidip bir başka ülkede ömrünüzü sürdürmeye karar verdiniz ya da zorunda kaldınız… Dil yakanızı bırakmaz. Düşlerinize girer. Kişiliğinizi oluşturan ruhsal yapı, kültürel özellikler, ülkenizi terk etmenizle sona ermez. Tersine, çoğu kez daha da kökleşip inatlaşır… Ait olduğuz milletten ayrılmak, ortak olduğunuz şirketten ayrılmaya ya da sahibi olduğunuz şirketi kapatmaya benzemez… Özetle, millet de şirket de bir anlamda birer ortaklıktır ama, biri kişiliğinizle, var oluşunuzla, o kişi oluşunuzla, öteki sadece maddi çıkarlarınızla ilgilidir. Şirketi millet olarak algılamak ne kadar saçmaysa, milleti şirket olarak görmek aynı ölçüde saçma, daha da öte millet yıkıcılığı gibi bir şeydir… Bunları niye mi yazıyorum? Büyük şirketler sahibi bir zatın, kendisi gibi büyük şirket sahipleriyle yeni ve “demokratik” bir anayasa konusu görüşülürken söylediklerini medyadan öğrenmiş olanlar bunu tahmin edeceklerdir. Bu zata göre, Türkiye’deki insanların özgürlüğü, onuru, hakları, ülkenin bölünmesinden, devletin kendisinden daha önemli imiş. Bu sözlerde, bireyin devlet için değil devletin birey için var olduğu vurgusuna çağdaş bir akıl ve kimliğe sahip olup da katılmayan kişi herhalde pek bulunmaz. Tıpkı, ticari amaçlı bir şirketin de sahibi ya da ortakları için var olması gibi… Fakat bölünme konusunda iş değişiyor. Şirketinizi kapatabileceğiniz gibi, ortaklar kendi hisselerini alıp çekilerek onu bölebilirler de… Fakat millet böyle bir şey değildir… Büyük şirketlere sahip söz konusu kişinin “demokratik” anayasa konusu görüşülürken “bölünme” konusunda belki de hızını alamayarak söyledikleri, bir kafa karışıklığının mı, yoksa millet ve şirket kavramlarını karıştırmasının mı sonucu? Yoksa bunların hiçbiri değil de, Tunus, Mısır, Libya ve belki Suriye sonrasında, sıranın Türkiye’ye yaklaşmasıyla mı ilgili bu ve benzer söylemler…. Bu ülkede başbakanlık yapmakta olan kişi, görevini “pazarlamacı” olarak tanımlamıştı ve görebildiğim kadarıyla bu sözünü şimdiye kadar geri almış değil. Millete ait her şeyi babalar gibi satacağını söyleyen bir Maliye Bakanı vardı. Bu kişi şimdi görevde olmasa da söyledikleri bir bir gerçekleşti ve gerçekleşmekte. Millete ait olup da yerli ya da yabancı sermayeye satılmamış hiçbir şey gerçekten de kalmadı denebilir. Demek ki şimdi artık, satışların en büyüğü olarak ülkenin bölünmesi gündeme gelmiş oluyor… Türkiye’yi bir milletin bireyleri mi, yoksa bir şirketin irili ufaklı ortakları ve yanı sıra da çanak yalayıcıları mı oluşturuyor? Milleti şirketleştirme çabasında başarıya ulaşıldı mı, yoksa henüz tam olarak ulaşılamadı mı? Bu konuda şu anda ne iyimser ne de kötümser bir şey söylemek istiyorum. Sorunun yanıtı biraz da önümüzdeki seçimin sonuçlarındadır… TKP: MAMIN ORDUSU’NU BASMAYA HAZIRIZ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Komünist Partisi (TKP), tutuklu gazeteci Ahmet Şık’ın mahkeme kararıyla taslağının doküman ve tüm nüshalarına el konulan “İmamın Ordusu” kitabını basmaya ve dağıtmaya hazır olduklarını bildirdi. zabilir. Suçu kim belirliyor? Bundan 25 yıl önce de, Henry Miller’ın ‘Oğlak Dönencesi’ kitabı, basıldığı gün toplatılmış, bizler 39 yayınevi olarak sonrasında bu kitabı basmıştık. Şimdi de aynı uygulamaya gidebiliriz. Yayıncılar olarak aramızda, konu iyice şekillendikten sonra kitabı basma kararı aldık” diye konuştu. Erdoğdu, kitabın taslağını dahi bulunduranların terör örgütü üyesi sayılacağına ilişkin mahkeme kararını ise, “Korkmuyorum. Korkunun ecele faydası yok” şeklinde değerlendirdi. Bir kitaba, “suç ihtimali” gerekçesiyle el konulmasının ilk kez yaşandığına dikkat çeken yayıncı Ragıp Zarakolu, “WikiLeaks belgelerinde dahi buna benzer bir yaklaşım sergilenmedi” dedi. Kitabın “suç delili değil, suç ihtimali” üzerinden toplatılmasının tehlikeli bir durum olduğunu anlatan Zarakolu, bunun otosansürü arttıracağını söyledi. Zarakolu, “Yaşananlar aynı za Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanarak cezaevine gönderilen gazeteci Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” adıyla yayımlamayı düşündüğü kitabının İthaki Yayınları’nda bulunan taslağına önceki gün polis tarafından el konulması, yazar ve yayıncılar tarafından “kabul edilemez” bir durum olarak değerlendirildi. Bazı yayınevlerinin bir araya gelerek “İmamın Ordusu kitabını nu basacakları öğrenildi. Pencere Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Muzaffer Erdoğdu, “İmamın Ordusu’nu basacağız” dedi. “Yayımlanmayan bir kitabı kitap olarak gören devletin, kendisinden korkusu olduğunu” söyleyen Erdoğdu, “Herkes kafasındakini ya manda, Terörle Mücadele Yasası’nın aşırı kullanımının bir sonucu. Yassıada ve İstiklal Mahkemeleri’ne verilen yetkiden daha fazlası veriliyor şu anda” dedi. Mahkemenin Şık’ın kitabı için aldığı “örgütsel doküman” kararını değerlendiren Zarakolu, “Madem bu taslak bir suç delili, Soner Yalçın’ın bilgisayarında ele geçirilenlerle neden yetinilmedi” diye sordu? PEN Türkiye üyesi İnci Aral ise, çeşitli yayınevlerinin bir araya gelerek Şık’ın kitabını basma yönündeki kararını, “Elbette böyle bir mücadeleye girmek gerekiyor. Yapılanlara teslim olmamak gerekiyor. Eğer bu kitap bir şekilde basılırsa, arama ve el koyma kararını alan insanlara da bir uyarı olur” diye konuştu. İzmir Barosu avukatları Şener ve Şık’ı cezaevinde ziyaret etti. Avukatlar Şık’ın hukuk varsa benim burada olmamam gerekiyor dediğini aktardı. Gazetemizi ziyaret eden Başbakan Yardımcısı’nın el koymayla ilgili yorumu Çiçek: Kitapla ilgiliyse kabul edilemez Uzun tutukluluklardan rahatsızız: Tutuklulukların uzaması bizi de rahatsız ediyor. Zaten rahatsız olduğumuz için yasa çıkarmışız. Davaların ‘babadan oğula intikal ettiği’ tekerlemesi vardı. Dosyalara göre aşamalı tutukluluk süreleri getirdik. Biz 2 yıla kadar olan ceza istemli davalarda tutukluluk olmaması düzenlemesini yapmıştık. Fakat o arada 1 Mayıs olayları oldu, kırılmadık cam bırakmadılar. Bunlar alındı ancak serbest bırakıldı. Buna benzer bir biçimde hırsızlık suçlarında artış olmuştu. Polis yakalıyor, fakat bu yakalananlar serbest bırakılıyor. Yani savcılar, hâkimler zan altında bırakıldı. Toplumsal infial ortaya çıktı. O zaman tutukluluk süreleri arttırıldı. Bizim hukuk anlayışımıza göre tutuklanmaması esas. Zaten özel düzenlememiz de var tutuklamanın son çare olması, esas olanın tutuksuz olması için. oranda bir uygulama işidir. En büyük rol uygulayıcılara düşüyor. Mahkemeler yanlış yapmışsa Yargıtay var. Yargıtay da yanlış yaparsa AİHM var. Özel yetkili mahkemeler tartışılabilir: ‘Bu tür mahkemelere ihtiyaç var’ denildi öyle kurduk. Şimdi eleştiriler var, hatta ‘kaldırılsın’ deniliyor. Örneğin Ankara’da 12 tane ağır ceza mahkemesi var. Açılan davalara bilgisayar kurasıyla sırayla baksınlar. Böyle olabilir mi? Olur ama bir genel cerrahın her türlü ameliyatı yapması gibi olur. Oysa nasıl tıp ve diğer alanlarda uzmanlaşma varsa hukukta da uzmanlaşma söz konusu. Ama gene de ‘bu ihtiyaç mevcut şekliyle giderilmiyor’ deniliyorsa bilimsel olarak tartışılır. Yargıyla ilgili sıkıntılarımız nedeniyle her gün yasa çıkmaz. Buradaki sıkıntılarımız uygulamalardan kaynaklanıyor, bunu gidermenin yolu da yine uygulamadan geçiyor. Ergenekon’un tek satırını bile bilmiyorum: Size de tuhaf gelebilir belki ama Ergenekon, Balyoz gibi kamuoyunun yakından bildiği, çok tartışılan dosyaların tek satırını dahi bilmiyorum. Ben de gazetelerde okuyorum ki çoğunu da okumuyorum. ERDEM GÜL B A RAPORU ‘104 gazeteci yargılandı’ İstanbul Haber Servisi Bağımsız İletişim Ağı (BİA) 2010 Medya Gözlem Raporu’na göre, 104’ü gazeteci toplam 220 kişi düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek davalardan yargılandı. Terörle Mücadele Yasası’ndan (TMY) verilen mahkumiyetler 2010 yılında bir önceki yıla oranla altı kat arttı. BİA’nın dün açıklanan 56 sayfalık raporda, 6 gazetecinin yazdıkları, 24 gazeteci de “Ergenekon”, “KCK”, “Devrimci Karargâh”, “Balyoz” gibi çeşitli operasyonlar çerçevesinde 2010’u hapiste geçirdiği belirtildi. Raporda 2010 yılında gazetelere 2000 dava açıldığı ifade edildi. ANKARA Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Ergenekon davasından tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” adlı basılmamış kitabına suç unsuru sayılarak el konulması ve kopyalarının imhası için “Devam eden yargılama ile ilgili değerlendirme yapmam ama olay kitapla ilgiliyse kabul edilemez. Bizde savcılar tek başına işlem yapamaz. Ola ki savcı yanlış yapmışsa bunun itiraz yolları var” dedi. Gazetemizin Ankara Bürosu’nu ziyaret eden Çiçek şu değerlendirmelerde bulundu: mamın Ordusu kitap taslağının imhası: Bizde savcı tek başına işlem yapamaz. Savcı ola ki yanlış yapmış, bunun telafi edilebileceği aşamalar, mekanizmalar var. İtiraz yolları var. Bu kitap olayında da mahkeme kararı var. Ama tutuklama kitapla ilgiliyse kabul edilemez. Kitabın imha edildiği iddiaları var. Ancak kitap delil olarak kabul edildiğine göre iddianamenin eklerinde yer alacak. Demek ki imha edilmemiş. Ama ben dosyayı bilmiyorum, kararı da görmedim, basından okuyorum. Hukuk çok büyük İstanbul Haber Servisi İzmir Barosu Başkanı avukat Sema Pekdaş, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı cezaevinde önceki gün ziyaret ettiklerini, Şener’in “Kamyon bu kez hukuka çarptı, hukuk darbe aldı”, Şık’ın da “hukuk varsa benim burada olmamam gerekiyor” dediğini aktardı. Pektaş, Şık’ın kitabının kopyasının avukat bürolarından alınmasını “Savunma hakkı ihlali” olarak değerlendirirken, İzmir Baro Başkan Yardımcısı avukat Ercan Demir’de “Bu kitap mutlaka basılmalıdır. Basılmazsa Türkiye’de ifade özgürlüğüne dair tek bir adım dahi atılamaz, bu bir eşiktir” diye konuştu. İzmir Barosu, 151617 Nisan tarihinde 78 Baro başkanının katılacağı “Özel Yetkili Mahkemeler” ile ilgili bir sempozyum düzenleyecek. Silivri Cezaevi’nde bulunan gazeteci yazar Şener ve Şık’ı önceki gün ziyaret eden İzmir Barosu’na bağlı bir grup avukat dün Taksim Hill Otel’de basın toplantısı yaptı. Şık ve Şener’in tutuklanmalarının olağanüstü bir yargılanma süreci, evrensel hukuk kurallarının ihlali, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda (CMK) yazılan hükümlerin ihlali olarak değerlendiren Pekdaş “Şener ve Şık’ın moralleri ve sağlıkları iyi ancak Ergenekon davasıyla ilişkilendirilmiş olmaları canlarını sıkıyor” dedi. avunma hakkının ihlali’ Şık’ın “İmamın Ordusu” adlı kitap taslağının toplatılması ile ilgili Pekdaş, avukat bürolarının basılıp kitap kopyalarının istendiğini, bunları vermeyenlerin, yayımlayanların ve yayanların “örgüte yardım suçunu işleyecekleri” ihtarının yapılmasını eleştirerek “Avukat bürolarından böyle bir örneğin alınması mümkün değil, bu tamamen savunma hakkının ihlalidir” değerlendirmesini yaptı. Pekdaş, “Hukuksuzluklara karşı tüm hukuk kurumlarını, kamuoyunu, sivil toplum örgütlerini ses çıkarmaya davet ediyoruz. Kitap kopyasının toplatılması başka bir gözdağı vermektir, ciddi bir sansür, ciddi bir gözdağıdır” dedi. İzmir Barosu Yönetim Kurulu üyesi Özkan Yücel de “Şık’ın eşinin ve avukatının elindeki kitap belgelerinin alınmasının yasal hakkı yok” dedi. ‘S AVUKAT TURGUT KAZAN: DARBEC LER B LD R YLE, SAVCILAR YASAYLA YAPIYOR ‘Bu bir engizisyondur’ LHAN TAŞCI C MY B C MY B ANKARA Avukat Turgut Kazan, askeri darbe dönemlerinde darbecilerin anayasayı askıya aldığını, bu dönemde ise özel yetkili savcıların diledikleri temel hakları askıya alabildiğine işaret ederek “Bu bir engizisyondur” dedi. Kazan, sıkıyönetim döneminde bile yasak da olsa bir evde tek olarak bulunan kitaba dokunulamayacağına, kitabı bulunduran kişinin suçlanamayacağına ilişkin kararlar çıktığını belirterek bu kararların da Askeri Yargıtay tarafından onandığına dikkat çekti. Kazan, basılmamış kitabına el koyma baskınları yapılırken, TBMM Adalet Komisyonu’nda, ba sına özgürlük getireceği söylenen tasarının görüşüldüğünü anımsatarak “Bu inanılmaz rastlantı, tam bir kara mizahtır” dedi. CMK’nin 250, 251 ve 252. maddeleri durdukça, Türkiye’de ifade özgürlüğünün de ötesinde kimsenin güvenliği ve korkusuz yaşama hakkı olamayacağını vurgulayan Kazan, “Çünkü, geniş yetkili bu savcılar, anayasanın ikinci kısımikinci bölümünde yer alan temel hakları, diledikleri gibi askıya alabiliyorlar ve alıyorlar. Şu anda yaşadığımız gerçek budur. En iyi anayasayı yapsanız da sonuç değişmez. Askeri darbelerde, darbeciler bir bildiri yayımlayarak, anayasayı askıya alıyorlardı. İşte, CMK’nin 250 / 252. maddeleri de özel yetkili savcılara bu imkânı veriyor. Üstelik, darbelerde geçici olan bu durum, bizim sivilleşen ileri demokrasimizde kalıcı olarak uygulanıyor” dedi. Kazan, böyle bir uygulamanın hukukta yeri olamayacağına işaret ederken “12 Mart, 12 Eylül askeri darbelerinde de böyle bir şey yapılmadı. Kitaplar toplatıldı. O kitabı bulunduranların anasını ağlattılar. Ama ‘kitap yazacakmışın, onun kopyası nerede, kime verdin, vermezsen örgüte yardım yataklık etmiş olursun; senden bunun hesabını sorarım...’ Böyle bir şey kesinlikle olmadı. Bugünkü uygulama bir engizisyondur. Onda da böyle oluyordu” değerlendirmesini yaptı. (Fotoğraf: SİBEL BAHÇETEPE) ‘Kamyon bu kez hukuka çarptı’ Tutukluluğa itiraz reddedildi İstanbul Haber Servisi Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Prof. Dr. Yalçın Küçük, yazar Doğan Yurdakul ve Odatv yazarı Sait Çakır’ın tutukluluğuna yapılan itiraz İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedildi. Mahkeme, şüphelilerin kaçma şüphesinin bulunduğu gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar verdi. İkinci Ergenekon davasının tutuksuz sanığı Prof. Küçük, Ergenekon soruşturmasında ikinci kez tutuklanmıştı. Küçük, karar değişmeyecek diyerek, savcılıkta ifade vermemişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle