18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 MART 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA HABERLER Birinci Ergenekon davasında gazetemize yapılan üç saldırıya ilişkin geniş araştırma yapılması kararı verildi 7 Bombalamaya 9 soru SAVCININ GÖRÜŞÜ ‘Cemevi ibadethane değildir’ AL CAN ULUDAĞ ANKARA Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşü, Ankara Valiliği’nin başvurusu üzerine Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında açılan davada Cumhuriyet Savcısı Ali Özdemir, skandal bir görüş açıkladı. Özdemir, “Alevilik bir din değildir. Cemevi ise bir ibadethane değildir. Bu davada kamu yararı yoktur. Aksine kamuoyunu kaos ortamına sürükleme çabası ve amacı görülmektedir. Tarihte bu tür tahrikler toplumu büyük acılara sürüklemiştir” dedi. Tüzüğünde “Alevi inancının ibadet merkezi olan cemevlerini yapmak” yazdığı için kapatılması istenen Çankaya Cemevi Derneği’nin davasının görülmesine Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde devam edildi. Özdemir, mahkemeye sunduğu mütalaasında, Hacı Bektaşi Veli’nin, Yunus Emre gibi İslamdan beslenen bir Türkmen sufisi olduğunu, bu nedenle Hıristiyanlarca da “Aziz Charalombos adıyla” kabul edildiğini savundu. Özdemir, Bektaşiliğin “saf bir İslam tarikat şubesi ve kolu” olduğunu belirtti. Daha sonra bu hareketin ileride bazı siyasi sebeplerle Kızılbaşlık ve Bektaşilikle anılan oluşumun kaynağı olduğunu iddia eden Özdemir şunları kaydetti: “Kültür merkezi olarak Hacıbektaş’taki mimari yapım genelde külliye, ilk zaviye olan birimler ile kızılca halvet, türbe, kırklar meydanı, mescit (cami), aslanlı çeşme, kiler evleri, şehy odası.. vs. hepsi İslam dini ve ona bağlı tarikat ve tasavvuf ritüelleri ile uyumludur. Bazı tarikatlar Aleviliği ortak ad olarak kullanmışlar ve silsilelerini Hazreti Ali’ye dayandırmışlardır” Hacı Bektaşi Veli’nin, Baba İshak Ocağı ile irtibatı olmasına karşın asıl Yesevi Ocağı’nın imanına sadık kaldığını aktaran Özdemir, “Görüldüğü gibi cemevi Alevi Bektaşiliğinde yoktur. 1990’lardan sonra dini Evangelizm (sömürgeci misyonerlik) ve Protestanlık olarak değiştirmek amacı ile yürütülen olumsuz gelişmelerdir. Aleviler ve Bektaşiler buna itibar etmemiştir” ifadesini kullandı. “Alevilik bir din değildir. Cemevi de bir ibadethane değildir” iddiasında bulunan savcı Özdemir, cemevinin “toplantının adı” olduğunu savundu. 1995’te kurulan Cem Vakfı açılımının Cumhuriyet Eğitim Merkezi olduğunu anımsatan Özdemir’in, “Hatta onun da Alevilikle ne kadar ilgilidir, o da düşünülmelidir” demesi dikkat çekti. İstanbul Haber Servisi Birinci Ergenekon davasına bakan mahkeme heyeti, Cumhuriyet gazetesine 3 kez yapılan bombalı saldırılara ilişkin geniş bir araştırma yapılmasına karar verdi. Mahkeme, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne Cumhuriyet’in bombalanmasının ardından soruşturma sürecine ilişkin 9 soru sormayı kararlaştırdı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 11 Mart 2011 tarihli duruşmada sanık ve avukatlarının taleplerini 18 Mart’ta değerlendirerek karara bağladı. Doğu Perinçek ve Nusret Senem’in 11 Mart 2011 tarihindeki oturumda söylediği sözler nedeniyle Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasını kararlaştıran mahkeme Perinçek’i 4 celse duruşmalardan men etti. Heyet gizli tanık Aydın1’in duruşmada hazır edilmesini kararlaştırdı. Mahkeme, avukat Vural Ergül’ün talebini kabul ederek 5, 10 ve 11 Mayıs 2006 tarihlerinde Cumhuriyet gazetesine bomba atılmasına ilişkin İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne sorulmasını istediği sorulara ilişkin yazı yazılmasına karar verdi. Mahkemenin karara bağladığı, Ergül’ün 11 Mart 2001 tarihli dilekçesindeki sorular şöyle: “3 ayrı bombalama eylemine rağmen niçin suç mahallinde sinyal veren telefonlardan abone kimlik bilgileri tespiti yöntemi ile teknik istihbarat ça lışması yapılmamıştır? Suç mahallinden kaçış istikametine ilişkin MOBESE kayıtları istenirken niçin olası geliş istikametine ilişkin kayıtlar istenilmemiştir? Olay mahalli civarında işyeri kamera kayıtlarının bulunmadığına ilişkin bilgi notunun dayandığı, kamera kayıtları istenilen işyerleri hangileridir? 11 Mayıs 2006 günü gerçekleştirilen bombalama eylemine ilişkin olarak görgü şahitlerinden niçin derhal robot resim çizilmesi için yardım istenilmeyerek, Danıştay suikastının bir gün öncesine değin tam 5 gün beklenilmiştir? İstanbul TEM’in, Cumhuriyet gazetesine 11 Ma yıs günü saat 16.20’de atılan son bombadan iki gün sonra MOBESE görüntülerini istediği yazı niçin derhal gönderilmek yerine 1 gün bekletilmiştir? 5 Mayıs 2006 günü Cumhuriyet gazetesinin ilk kez bombalanması eyleminin hemen ardından görgü şahitlerinin bilgisine başvurulmak yerine tam 3 gün süre ile beklenilmiştir?” Başbakan’a suikast Mahkeme, MİT tarafından, Başbakan Erdoğan’a suikast planı yapıldığına ilişkin ihbarı ile ilgili olarak Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı tarafından herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığının Baş bakanlık, İçişleri Bakanlığı’ndan sorulmasına hükmetti. Mahkeme MİT Müsteşarlığı’ndan, Başbakan’a yönelik suikast planı ihbarında söz edilen yabancı şahıs ile ilgili olarak bir araştırma faaliyeti yürütülüp yürütülmediğinin sorulmasını kararlaştırdı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazılarak “Sanık Alparslan Arslan’ın Bulgaristan’da eğitildiği, MOSSAD ile ilişkisi olduğu yönünde herhangi bir tespitin olup olmadığının sorulmasına” karar veren mahkeme, yazıya Perinçek’in bu konuda mahkemedeki konuşmalarının ve önceki basın açıklamasındaki görüntülerinin eklenmesini kararlaştırdı. Mahkeme heyeti, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Cumhuriyet gazetesine molotofkokteyli atılmasına ilişkin davanın birleştirilme talebini “Aynı örgüt konulu davaların hepsinin bir mahkemede görülmesinin hukuki zorunluluk olmadığı ve mahkemenin iş yükü” gerekçeleriyle reddetti. Mahkeme Arslan’a Glock marka 2 silah verdiğini kabul eden sanık Aykut Metin Şükre’nin 3 arkadaşıyla yargılandığı Üsküdar 5. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki dosyanın birleşitirilmesine karar verdi. Mahkeme Veli Küçük’ün iddia edilen Ergenekon Terör Örgütü şeması olarak MİT tarafından düzenlenen şemanın açıklanması talebini reddetti. Çağdaş Sansüre Merhaba! AB kapısındaki bekleyişini sürdüren bir ülkede 1908’de İkinci Meşrutiyet ilanı ile kaldırıldığını sandığımız sansürün “ben geldim” nidalarıyla kapımızı çalmasına şaşırmamak mümkün mü? Yukarıdaki soruyu Ergenekon şüphelileri arasında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın yayımlayacağı söylenilen “İmamın Ordusu” adlı kitabının taslaklarını ele geçirmek amacıyla polisin mahkeme kararı ile bir yayınevinde saatler süren iki araması nedeni ile soruyorum. Dört yıl önce, mahut terör örgütünü meydana çıkartmak için başlatılan soruşturmaların, yanlış izler sürülerek ucu açık bir yöne gitmekte olduğunu görenlerden birisi olarak, bu soruşturmayı üstlenen cumhuriyet savcılarına da, terörle mücadele polisine de “Allah yardım etsin” diye düşünmüştüm. O düşüncemde ne yazık ki haksız çıkmadım. Ümraniye’de metruk bir evde bulunan bombalardan yola çıkılarak başlatılan o soruşturmadan iki ayrı dava oluştu. Kaç şüphelinin tutuklu olduğunu birden söylemek her babayiğidin altından kolaylıkla kalkabileceği bir iş olmadığı ortada. Bu ucu açık davalar Rusların “matruşka” adı verilen bebekleri gibi birbirinin içinden çıkmaya devam ediyor. O matruşkalardan, şimdilik en sonuncusu gibi görünenin adı da yukarıda değindiğim gibi gazeteci Ahmet Şık’ın yazmakta olduğu bir kitap. Son sayfasının ve son yargısının nasıl olacağı, dolayısıyla suçun niteliği ve ifade özgürlüğünün kapsamına ters düşüp düşmediğinin bilinmediği anlaşılıyor. Bu varsayımı ortaya koyabilecek çağdaş kâhinlerin savcılıkça aranmakta olduğu iddiasının sahibi Radikal gazetesinin internet sitesindeki imzalı haberi ile gazeteci Ertuğrul Mavioğlu. Mavioğlu, Ahmet Şık’ın yazdığı kitaptan ötürü cezaevine atıldığının, “İmamın Ordusu” adlı henüz basılmamış bir kitabın taslaklarına el konulmuş olması ile teyit edildiğini ileri sürüyor. El koyma haberinin dün, ötekiler gibi bizim gazetemizin de iç sayfalarında tek sütun olarak yayımlanmış olması toplum olarak giderek bir Pavlof şartlanmasına maruz kaldığımızın kesin kanıtları arasında sayılmalıdır. 1980 öncesi böylesine bir haber, medyada gündemin ilk sıralarında yer alır ve “Hoş geldin Abdülhamit sansürü” türünden en az üç sütunluk bir başlıkla verilirdi. Bu yazıyı tamamlamaya çalışırken polisin arama çalışmasının Radikal gazetesine kadar uzandığını öğreniyoruz. Medya sistemli bir şekilde sindirilmeye devam edilse de bu çarpık gelişmelerin okurlarda neden olduğu tepkiler, dünkü Akşam gazetesinde Metropoll araştırma şirketinin 1532 kişiyle yaptığı görüşme ile ilgili haberinde sergilenmişti. Anketçilerin sorduğu sorular arasında bulunan “Ergenekon davası adalete ve hakkaniyete uygun mu?” sorusuna yanıt verenlerin yüzde 46’sı “Adil ve hakkaniyetli değil” yanıtını vermiş. İki yıl önce bu davanın muhalifleri sindirme operasyonu olduğuna inanmayanların oranı yüzde 54 iken bugün yüzde 50’ye gerilemiş. Adalet terazisini elinde tutan gözü kapatılmış kadın heykelciğini sembol olarak gören herkes için üzülecek bir uyarı sonucu... Örnek, Suga Eylem Planı’nı suçlamak isteyenlerin çalakalem oluşturduğunu savundu Ankara’ya deniz mi geldi? HAT CE TUNCER Balyoz Harekât Planı davasında eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Emekli Oramiral Özden Örnek, “Bunları bilen profesyonel subaylar değil. Bilmeyenler, suçlama yapmak isteyenler çalakalem bu sahte metni oluşturmak istemiş ve bu amaçla kimi gerçek direktif parantezlerinden alıntı yapmış ama metin içinde tutarlılığı sağlayamamıştır” dedi. Donanma komutanı olduğu dönemde yazdığı iddia olunan Suga Eylem Planı’na ilişkin Örnek, “Asker olmayan kişiler Suga planları yazabilirler, ama bunu kim yazdı ise ona bu sualleri yöneltmek gerekir ve bunların kimliğini de savcılarımızın ortaya çıkartması gerek. Davanın dün 20. duruşmasında Örnek, Suga Eylem Planı’nın maddelerini tek tek değerlendire rek planın neden sahte olduğuna ve bir deniz subayı tarafından yazılmış olamayacağına ilişkin görüşlerini ortaya koydu. “Şayet bir darbe yapılacaksa silahlı güçlerin büyük kısmı bu fikre yakın olmalıdır” diyen Örnek şöyle devam etti: “Aksi halde bir iç savaş çıkabilir ve bu kazanılmadan da darbeciler başarıya ulaşamazlar. Birinci ordunun başlatacağı bir hareket İkinci, Üçüncü, Ege orduları tarafından nasıl bir tepki ile karşılanacaktır? Bu kuvvetler karşı çıkarsa çok kan dökülür.” Örnek, 27 Mayıs’a ilişkin şu yo rumları yaptı: “Aradan geçen 43 yıl sonrasında durumlar aynı değildir. O zamanlar siyasi iktidar icraatları ve politikalarıyla askerin yanı sıra sivil toplumda da bir ortak tepkiye zemin hazırlamıştı. İddianamede darbe hazırlıklarına 3 Kasım 2002’de başlanmış olduğu ileri sürülmektedir. Oysa hükümet aynı kasım ayının, ancak sonunda güvenoyu almıştır. Kronolojiye göre; daha kendisi ortada olmayan bir hükümete karşı plan yapılmıştır.” Planda Ankara birliğine “taktik resim tesis ve idamesi” görevi verildiğini ifade eden Örnek şöyle devam etti: “Taktik saha da Ege Denizi’ndedir. Elinde gemileri olmayan Ankara birliği bu görevi nasıl yapacaktır? Ankara’daki gemileri vasıtasıyla mı? Ankara’ya deniz getirildi de bizlerin haberi mi olmadı?” Gerginlik yaratıldığında seferberlik ve ardından sıkıyönetim ilanı geleceğine ilişkin kesin bir durum olamayacağını kaydeden Örnek, “Bu ülke Kardak krizini yaşadı. Savaştan bir önceki adım olan ‘takviyeli alarm’ dahi ilan edildi. Peki, ne oldu sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilan edildi mi” diye sordu. ‘Uydurma plan’ Ege’deki ada, adacık ve kayalıklardaki Yunan eylemlerine ilişkin ne yapılacağının belirtilmediğinin altını çizen Örnek, “Yunanistan’ın Türkiye aleyhine fiili uygulamalarının hepsine de ‘denizden’ yapılacak faaliyetlerle engel olunamaz. 2003 yılında Yunanistan’ın böyle bir eylemi olmadı. O zaman bu görevi verenler Suga Planı’nı bunları bilmeden tasarlamışlardır. Bu ise onun gerçek olmadığının teknik bir göstergesi sayılmalıdır. Yunanistan ile gerginliği arttırıp kısmi seferberlik ilan ettirmek olacak iş değildir. Olmayacak bir işin de askeri planlamada ve planlarında yeri olmaz, olamaz. Bu tutarsızlık bir askerin yapacağı hata değildir” dedi. Örnek “Eğer ‘eh hatalı matalı ama işte yapılmış’ derseniz o zaman ben de size bu plan amacı olan bir plan değildir, uydurmadır ve bir kısmi seferberlik davet amaçlı plan hiç değildir derim. Zaten seferberlik ilanı hükümet ve TBMM’nin sorumluluğundaki bir karardır. Denizde bazı gemilerin dolaşması ile ne seferberlik, ne sıkıyönetim ilan kararları oluşturulur” diye konuştu. Örnek, “Bunların hangisini donanma komutanı kendi kafasına göre yapabilir” diye sordu. Sahtecilerin bilmeden yaptıkları yanlışların açıkça görüldüğünü anlatan Örnek, “Suga Planı’nda verilmiş olduğu iddia edilen görevler, öngörülen Balyoz Planı’ndaki maksatlara hizmet etmemektedir. O zaman aralarında illiyet bağı olduğu nasıl ileri sürülebilmektedir? Bu yanlışlıklar bir denizci emrinin denizci olmayan bir kişi tarafından yazılmasından ileri gelebilir” dedi. Tatbikat için gemi ve uçak gerekli olduğunun altını çizen Örnek, “Her ikisi de Suga Planı’nda yoktur” dedi. TCK DEĞ Ş KL Ğ KOM SYONDA ANKARA’DA KELEŞ GÖREVDEN ALINDI, YER NE GÖRÜŞEN GET R LD ‘Yeni basın suçu icat ediliyor’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Basın özgürlüğünün sınırlarını genişleteceği iddiasıyla getirilen ancak özgürlüklerin daha da geriye götürüleceği eleştirilerine neden olan Türk Ceza Yasası (TCY) değişikliklerine ilişkin tasarı, TBMM Adalet Komisyonu’nda görüşülüyor. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, tasarıyla suçun unsurlarının daha somut hale getirildiğini ileri sürdü. Basın Konseyi üyesi Turgut Kazan ise tasarının belli kişiler için ‘gizli bir af’ olduğunu belirterek “O zaman af çıkarın” dedi. Kazan, 139. maddede getirilen düzenlemeyi eleştirerek bu düzenlemede, suçun şikâyete bağlanmasının fiili olarak yapılan dinlemeleri yasallaştırdığını savundu. Bu düzenlemeyi şikâyete bağlı olmaktan çıkarmak gerektiğini ifade eden Kazan, “itibarsızlaştırılan bir kişinin şikâyet halinde kamunun önünde tutularak koruma yerine kurban yapılacağını” savundu. Kazan, düzenlemenin “iki tarafı keskin bıçak olduğunu ve mağduru çırılçıplak bırakacağını” söyledi. Kazan, tasarıyla yeni bir basın suçu icat edildiğini de belirterek dinleme kayıtlarının servis edilmesinin yasaklanması gerektiğini söyledi. Kazan, özel yetkili savcı uygulamasını, “darbe dönemlerindeki sıkıyönetim mahkemesi uygulamalarına” benzetti. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Orhan Erinç, düzenlemeyle sürmekte olan davaları bir anlamda af getirildiğini ancak kesinleşmiş ve hükmü geriye bırakılmış davaları kapsamadığını, bunun da bir eksiklik olduğunu belirtti. Erinç, tasarının gözden geçirilerek gerekli değişikliklerin yapılması çağrısında bulundu. BAŞAKŞEH R CEMEV HSYK’den ‘özel’ değişiklik ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Terör ve organize suçlara bakmakla görevli Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Hamza Keleş, HSYK tarafından görevinden alındı. Keleş’in yerine Başsavcı Vekili Hüseyin Görüşen getirilirken 4 yeni savcı da özel yetkili atandı. Görüşen’i yeni görevinde “Darbe Günlükleri” dosyası ile Hanefi Avcı’nın “devletteki Gülen cemaati yapılanmasına ilişkin” iddiaları üzerine başlatılan soruşturma bekliyor. Referandum sonrasında yeniden yapılandırılan HSYK, özellikle Ankara Adliyesi’ndeki birimlere yönelik kritik müdahalelerini sürdürüyor. Özel yetkili başsavcı vekilliğini yöneten Keleş, bu görevinden alındı. Yerine ise Görüşen getirildi. HSYK bununla da yetinmeyerek, özel yetkili mahkemeler için 4 yeni savcı daha görevlendirdi. Kemal Çetin, Sadık Bayındır, Yıldırım Bayyurt ve Mehmet Özgür özel yetkili atanan savcılar oldu. Halil Acıoğlu’nun ise özel yetkileri kaldırıldı. Bu değişiklikle, özel yetkili savcılıkta 9 kişilik bir ekip kurulmuş oldu. Keleş, DGM savcılığı döneminde gazetemiz yazarları Uğur Mumcu, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı ve Prof. Dr. Bahriye Üçok cinayetlerinin de bulunduğu 17 olayın faillerinin belirlendiği “UMUT operasyonu” soruşturmasını yapmıştı. Keleş’in elinde şu anda önemli dosyalar bulunuyor. Bunların başında ise “Darbe Günlükleri” dosyası var. Diğer yandan Hanefi Avcı, Gülen cemaati yapılanmasına ilişkin Keleş’e ayrıntılı bilgi ve belgeler vermişti. Fethullah Gülen’in yargılandığı Ankara 2 No’lu DGM’nin savcısı olan Keleş, Gülen’in, 5 yıldan 10 yıla kadar ağır hapis cezasına mahkum edilmesini talep etmişti. Bu davada Gülen, Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklikler ve örgütünün silahsız oluşu dikkate alınarak beraat etmiş, karar Yargıtay Genel Kurulu’nda da onaylanmıştı. Hüseyin Görüşen adı ise ilk olarak “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” belgesinin avukat Serdar Öztürk’ün odasında bulunmasıyla ilgili aramaya katılmasıyla gündeme geldi. Bu aşamadan sonra Ankara özel yetkilideki soruşturmada hareketlilik başlayacağı yorumları yapılıyor. Adliye kulislerinde, önümüzdeki aylarda bazı yargı mensupları, siyasetciler ve gazetecilere yönelik operasyon yapılabileceği konuşuluyor. Özellikle Darbe Günlükleri ile “Kozmik Oda” soruşturmalarının derinleşeceği ve TSK’de bazı subaylara yönelik gözaltılar yaşanabileceği belirtiliyor. İstanbul’daki Beşiktaş Adliyesi’nde yaşanan “Ergenekon” sürecinin bir benzerinin artık Ankara Adliyesi’nde başlamasının sürpriz olmayacağı da yorumlar arasında. Taşlı saldırıya 36 yıl istendi İstanbul Haber Servisi Başakşehir’deki bir cemevine taşlı saldırıda bulunulmasına ilişkin 7’si tutuklu 13 kişi hakkında iddianame hazırlandı. İddianamede Cemevi’ni taşlama eylemine katılan şüphelilerin 36 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları istendi. Soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mustafa Çavuşoğlu tarafından hazırlanan ve “müşteki” olarak 14 kişinin isimlerinin bulunduğu 37 sayfalık iddianamede, tutuklu sanıkların 7 eyleme katıldıkları belirtildi. Sanıkların, “PKK terör örgütüne üye olmak”, “İbadethaneye zarar vermek”, “Mala zarar vermek”, “Tehlikeli madde bulundurmak” ve “Genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak” suçlarından cezalandırılmaları istendi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle