19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 22 MART 2011 SALI [email protected] 16 KÜLTÜR Zaman ve mekân algısı Yeşim Özsoy Gülan’ın yönettiği ‘Yüzyılın Aşkı’ ve Genco Gülan’ın kurguladığı ‘ kiz’ Galata Perform’da izleyiciyle buluşuyor Yeşim Özsoy Gülan’ın kaybolan zamanlar, kaybolan insanlar ve yaşamları anlattığı “Yüzyılın Aşkı” hatırlamak üstüne bir oyun. Genco Gülan’ın “ kiz” projesi ise gerçek ikizlerle bir mekân içinde ve gözleri bağlı olarak çıkılan ve bakmak/görmek/görememek ve algılamak üstüne odaklanan bir yolculuk. Ve Diğer Şeyler Topluluğu (VDST) kendine ait küçük bir mekân olan Galata Perform’da yıllardır yeni oyun yazarlarına ve dramaturglara alan açmayı hedefleyen çalışmalarıyla dikkat çekiyor. VDST’nin kurucusu olan Yeşim Özsoy Gülan genç ekip arkadaşlarıyla birlikte 2006 yılında başlatmış olduğu “Yeni Metin Yeni Tiyatro” projesini bugün de sürdürüyor. Bu uzun soluklu projenin ötesinde, Yeşim Özsoy Gülan, 2001 yılından bu yana, yazdığı ve yönettiği oyunlarla dikkat çekiyor. “EvKakafonik Bir Oyun”, “Playback”, “Aksak İstanbul Hikâyeleri” bunlardan sadece birkaçı… “Yüzyılın Aşkı” son yazdığı oyun Gülan’ın… Bir kadın ve bir erkek arasında Türkiye’nin farklı dönemlerinde, daha doğrusu, sivri dönemeçlerinde yaşanamayan aşklar üzerine odaklanıyor. Bu sivri dönemeçlerin altını çok güçlü çizmiyor yazar. Gündelik hayatlardan yola çıkarak ele alıyor yaşananlardan geriye kalanları… Her ne kadar, son yüz yılda belli tarihler çevresinde kurgulamış olsa da oyunu, akış içinde bunlar kimi zaman acı, kimi zaman utanç veren değinmeler olarak akıyor ve kadınla erkeğin hayatlarına karışıyor. Yaşamlar Şubat 1951’le başlıyor ve ileri giderekgeri sararak devam ediyor: 1990 1959 1972 1999 1924 1981 1943 şimdi… Yazarın da belirttiği gibi, “Yüzyılın Aşkı” hatırlamak üstüne bir oyun. “Geçmişle dolu bir havuzun içine dalıyorsunuz ve çıktığınızda, evet, ıslanmışsınız, bir şeyler değişmiş ama o dalış anını yeniden yaşamanız, yani aynıyla yeniden yaşamanız mümkün değil. Hafıza işte böyle bir şey… Toplumsal hafıza da.” Kadın (Sanem Öge) ve Erkek (Deniz Celiloğlu), dönemsel umutların, umutsuzlukların, yıkımların, umursamazlıkların kendi dünyalarına yansımalarını dışa vururken zamanla hesaplaşma içindedirler. Kaybolan zamanlar, kaybolan insanlar, kaybolan yaşamlar… Gerçekler, ölümler, sevdalar, kopuk aşklar… Ve de geçip giden zamanlarda yok edilen insanlar, bir günden diğerine kök salan sevgisizlikler… Sekiz dönem, sekiz sahne ve sekiz ilişki… Aslında hepsi de kopuk ilişkiler... Özellikle Sanem Öge, kimlikler arasında gelgitlerde değişimlerin altını daha güçlü çiziyor ama, oyunun temelde kadın figürüne daha yakın durduğu da bir gerçek. Celiloğlu ve Öge birbirini tamamlayan bir bütün sunuyorlar… Oyun boyunca, seyircinin düşüncesini çoğaltan politik göndermeler hiçbir şekilde baskın olmamakla birlikte ülkenin yaşadığı değişimlerde belli satırbaşlarına değiniyorlar… Bir masa ve iki iskemle çevresinde gelişen “Yüzyılın Aşkı” masanın ve sandalyelerin yer ve yön değiştirmeleriyle bir yıldan diğerine geçiyor. Bu yalın ve anlamlı tasarım Başak Özdoğan’a ait. Sahne arkasına yansıyan Genco Gülan’ın fotoğrafları , Melisa Önel’in video tasarımı ve Korhan Erel’in ses tasarımının ötesinde Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımı “Yüzyılın Aşkı”nı tamamlayan unsurlar… Yeşim Özsoy Gülan’ın yorumu seyirciyle kolay ve sıcak ilişki kurabilen sakin bir renk taşıyor. Evet; “Yüzyılın Aşkı” hatırlamak, hatırlamaya çalışmak üstüne incelikli bir buluşma… Beklenen Genç Romancı Edebiyat çevrelerinde epeydir, parlak romancıların ortaya çıkmadığı ya da bir kitapla dikkati çekenlerin arkasını getiremedikleri görüşü yaygın. Genç yazarların ülkede ve dünyada yaşanan karmaşa ve insan hallerine kayıtsız kaldıkları, ilk romanlarıyla ilgi çekenlerin çoğunun da kendi dünyalarının sınırları içinde aynı metni üretmeyi sürdürerek yazdıklarının düzey ve okunurluğunu düşürdükleri konuşuluyor. Romanın iyiden iyiye ticarileştiği, bir tüketim nesnesi olarak kabul gördüğü bir ortamda genç romanımız üzerine kesin şeyler söylemek zor. Yazmanın sabır ve emek gerektiğini öğrensinler diye gençlere zaman tanımak, yazdıklarına sevgiyle yaklaşmak gerekir. Ben kendi hesabıma bu anlayışa sahibim ve daha iyiyi beklemekten vazgeçmiş değilim. Görüşlerim ise tümüyle kişisel. Gençleri izlemeye çalıştığım ve iki ayrı roman jürisinde bulunduğum için, her yıl genç yazarlarca kaleme alınmış birçok roman okuyorum. Ne yazık ki bunlar arasında severek, sevinerek okuyup bitirebildiğim pek az. Öncelikle bir yaratıcılık eksikliği olduğu kanısındayım. Ayrıca, yaşadığımız dönemin ruhunun yazılan romanlarda gerektiği ölçüde ve derinlikte yer almadığını görüyorum. Gayretli yeniler ya da geldi sanılan yeteneklerin kalıcı olamayışını ise edebiyatın “muhalif” ruhunu ve diyalektik bakış açısını aşındırmış olan kültürsüzlük ve kimliksizlik ortamına bağlıyorum. Bu kadar hareketli bir toplumda, bolluk içinde konu sıkıntısı yaşanması hayret verici. Günümüzün gelişmiş iletişim araçlarıyla yayılan kolaycılık ve ucuzluk etkili bir “düşünmeme ve hissetmeme” işlevi yarattığı ölçüde genç romanımız yüzeysellik ve taklitten geçilmiyor. Popülerlik kaygısı ve aşırı bireycilik romanlara da yansıyor. Geçerli sayılan anlayışların gençleri etkisi altına alması ve sıkıcı bir mızmızlık ya da ileri derecede “vasat”lık oluşturmaya başlaması da ayrı bir sorun. Bugün dünyada eşitsizliğe ve insan onurunun zedelenmesine karşı çıkan, yeni moda mutluluk tasarımlarını eleştirmekten geri durmayan genç yazarlar var. Bunlar sağlam konulara eğilirken yazma ustalıklarını da sergileyebiliyorlar. Bizde ise bu tür örnekler çok daha az. Roman yazmanın, köşeyi dönmenin en kolay yollarından biri olduğunu düşünen ve kalemine güvenenlerin önemli dünya yazarlarından ve kendilerinden önceki ulusal birikimden habersiz olmaları ya da eskimiş, diyerek küçümsemeleri ise anlaşılır bir tavır değil. Genç yazar yalnız roman değil, felsefe, tarih, psikoloji ve sanatla da ilgilenmeli. Bunlar insana bakmayı, görmeyi, soyutlamayı öğretir, eyleminin sınırlarını yoklayabilme yetisi ve cesareti kazandırırlar. Yeterince okumayan, yazılı dilin olanaklarını keşfedememiş, bir altyapısı olmayanın yazar olması olanaksızdır. Bir başka olumsuzluk da piyasa koşullarına bağlı yayınevlerinin gençlere sıcak bakmamaları. Üstelik yenilere yol açacak sağlıklı bir eleştiri ortamı da yok. Nesnel olmayan beğenilere güvenmek, bir kastın içinde yer almak ise ancak kısa süreli ilgiler derlemeye yarıyor. İyi ve diri yeni romancıları bir süre daha bekleyebiliriz. Çünkü hem okur hem yazar olarak kaybettiğimiz safiyet ve anlamı aramaya, talep etmeye henüz gerek duymuyoruz. Yaşadığımız karmaşanın romanımızı nasıl etkilediği asıl önümüzdeki yıllarda belli olacak. Hangi ciddi arayışlar, yönelişler içinde yol alınacak, belirleyici temel dinamikler, konular nereden doğacak? En önemlisi hayata bakışı ve yaratma sürecini etkileyen pazar ekonomisi ne ölçüde dışlanabilecek, yaşayıp göreceğiz. Yüzyılın Aşkı Uçacak kanatlarım varken Pera Müzesi’ndeki ‘Frida Kahlo ve Diego Rivera’ sergisi 27 Mart Pazar akşamına kadar uzatıldı HANDE EAGLE Pera Müzesi’ndeki “Frida Kahlo ve Diego Rivera” sergisi, Berlin’de Martin Gropius Bau Sergi Salonu’nda ve ardından Viyana’da Bank Austria Kunstforum’da gerçekleştirilmiş iki muhteşem retrospektif sergide yer alan yapıtlardan Gelman Koleksiyonu’na ait bir seçki sundu. Böylece, Pera Müzesi, sanatseverleri Frida ve Diego’nun yapıtlarıyla ilk kez yüz yüze getirmiş oldu. Yine de keşke bu iki sanatçının en bilindik yapıtlarının ötesine geçen bir sergi düzenlenseydi demekten alamıyorum kendimi. Bence Frida’nın resmini anlamanın yolu, onun yüzeyde görünen iç dünyasını ve travmalarını, güçlü kişiliğiyle birlikte değerlendirebilmekten geçer. Çünkü Kahlo resminin tonları, karmaşık simgesel görsel dili, içsel yalnızlığını resim yoluyla ortaya koyma biçimi ve şiirsel anlatım gücü, tüm zorluklara meydan okuyan karakterini ön plana çıkarmaktadır. Kahlo’nun yapıtları üç konuda yoğunlaşır: 6 yaşındayken geçirdiği çocuk felci; 17 Eylül 1925’te 18 yaşındayken geçirdiği otobüs kazasında görmüş olduğu fiziksel ve psikolojik zarar, bu fiziksel hasarın sonucunda çocuk sahibi olamaması; Rivera’yla Nickolas Muray, “Macento Rebozo’lu Frida Kahlo”, carbro baskı, 1939. yaşamış olduğu ilişki. ginin küratörü Helga PrignitzPoda yine PeFrida Kahlo monografisinin ortak yazarı ra Müzesi’nde yaptığı “Fil ve Güvercin” psikiyatri profesörü Salomon Grimberg de başlıklı konuşmada, benim düşüncelerime daPera Müzesi’nde yapmış olduğu konuşma ha yakın bir tutuma sahip olduğunu gösteda bu üç konuya ayrıntılarıyla değinmişti. riyor. PrignitzPoda, Frida’nın sanatsal açıYalnız benim dikkatimi çeken dan Diego’suz da bugün hayesas nokta, bu üç olayın bir ranlık ve merak duyduğumuz araya gelip Frida’nın hayatını Frida olabileceğine dikkat Frida, hayatını oluşturması dışında, Frida’nın çekiyor. Çünkü “Frida’nın anlatımsal özgürlüğe, eserlerine hep Diego’yla yayaşadığı acı ve yalnızlık özgünlüğe, cesurluğa şadığı aşk ilişkisinin bulanık aynı zamanda bir esin pemerceğinden bakılmasıdır. risidir”. Bu yüzden de derive meydan okumaya Oysa Frida, yalnızca iç dünnine inildiğinde, Frida’nın adamış, duygularına yasının ya da aşk hayatının kakonularının hep tutku, aşk, çığlık attıran yenilikçi ra mizah odaklı bir betimini yalnızlık ve yalnızlığın gebir ressamdı: “Uçmak sunmamış; kendisiyle ilgili tirdiği yakın olma ihtiyacı dış etkenleri eleştirmiş, onlaiçin kanatlarım varken üzerine kurulu olduğunu göra olan kızgınlığını da ortaya rürüz. Ama Frida’nın aşk ayaklarıma ne gerek koymuştur. kavramı sadece erkek ve kavar ki!” Grimberg’e göre Diego düdınlara dair değildir, aslında şünsel resmin, Frida ise içgüevrene dairdir; böylelikle evdüsel resmin ressamı. Frirensel eserler yaratabilmiştir. da’nın resminde insanı tuvalin derinliğine çe1926’da yapmış olduğu “Kadife Elbiseken, fırça izlerini saatlerce izleme isteği uyan li Otoportre”sini incelediğimizde Frida’nın dıran, aslında hepimizin paylaştığı yalnızlık gözlerindeki derin bakışın, arkasındaki koduygusu, Diego’nun resminde var olmayan yu mavi dalgaların turkuvazla öne çıkmasıbir niteliktir. nın ve kurşun grisi gökyüzünün, daha DieGrimberg, Frida’nın ressam olarak Die go’yu tanımazken sahip olduğu ölüm korgo’nun bir ürünü olduğunu savunurken ser kusunu ve geçirdiği kazanın yarattığı travma karşısında güçlü kalma çabasını vurguladığını görüyoruz. kiz Genco Gülan yakından tanıdığımız çok yönlü bir sanatçı. Çalışmaları dünyanın belli başlı sanat merkezlerinde yer alıyor. Onu, iki kez İstanbul Tiyatro Festivali’nde de konuk ettik: “Yen!” (2008) ve “Cadaques” (2010). Sanatçının son çalışması “İkiz”, yine Galata Perform’da sekiz dakika süren bir performans, daha doğrusu bir kurgu. Genco Gülan, İkiz Kuleler’e yapılan saldırıdan yola çıkarak gerçekleştirdiğini belirtiyor bu çalışmayı… İkizler üstüne pek çok çalışma yapmış. Bu konuyu sürekli irdelemiş. “İkiz” bu irdelemelerin, tartışmaların sonuçlarından biri… Kanımca, gerçek ikizlerle mekân içinde ve gözleri bağlı olarak çıkılan sekiz dakikalık bu yolculuk bakmak/görmek/görememek ve algılamak üstüne odaklanıyor. Bir anlamda “İkiz” sanki bir sistem eleştirisi de. Kişinin gözleri kapalı olarak ne yöne gittiğini bilmeden onlara kendisini teslim etmesi… İkizlerin aksiyonlarını düzenin yapısı olarak algılamak da mümkün sanki… Bu noktadan yola çıkarsak, “İkiz”de yaşam ve yaşam içinde birey çizgisinin süreç içinde belirginleşmesi yaşamı algılamada da iki açıya oturuyor. Gördüklerimizle düşündüklerimizin farklılaşması ve buluşması. Ya da, göz ve beyinin fonksiyon yapılarıyla yaşamın yorumlanması, biçimlenmesi… ‘Kadife Elbiseli Otoportre’ Aslında, bu tablonun dillerden düşmeyen bir hikâyesi vardır. “Kadife Elbiseli Otoportre” Kahlo’nun fikir almak için Rivera’ya gösterdiği dört tablodan biridir. Diego dört resmi de gördükten sonra Kahlo’ya aralarından en çok bu otoportreyi beğendiğini, çünkü en özgün resminin bu olduğunu söyler. Ve aslında, Frida bu olaydan sonra gerçek bir ressam olma konusunda yol almaya başlar. Ama evrensel eserler yaratmış olmasının nedeni Diego’yla yaşadığı ilişki değildir. Çünkü Frida üç önemli öğeyi karakterinin derinliklerinde birleştirmiştir; yetenek, içgüdü ve farkındalık. Gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta da Frida’nın on yıl süren bir ilişki yaşadığı Nickolas Muray’nin Frida’ya dair görsel anlatımlarıdır. Sanat eleştirmenlerinin sürekli başvurduğu ve otoportrelerinin yansıttığı psikanalizden sıyrılıp, Frida’nın hem ihtişamıyla hem de yalınlığıyla var olduğu Muray tarafından yapılmış “carbro baskı” (“Macenta Rebozo’lu Frida Kahlo”, 1939) hakiki Frida’yı gözler önüne sermektedir. Kollarının birbirine usulca kenetlenmesi, bakışlarındaki tatlı hüzün, dudaklarındaki abartısız ifade, dışarıdan bakıldığında umursamaz gözüktüğü ölüm korkusunu açığa çıkarmaktadır. Diego’nun Frida’yla ilgili en yansıtıcı sözlerinden biri de bu anlattıklarıma işaret etmektedir: “Ölüm Frida’nın en yakın dostudur.” Frida Kahlo hayatını anlatımsal özgürlüğe, özgünlüğe, cesurluğa ve meydan okumaya adamış, duygularına çığlık attıran yenilikçi bir ressamdı. Her şey bir yana, Frida benim anlatmaya çalıştıklarımı kendi sözcükleriyle tek bir cümlede anlatmış bir sanatçıydı: “Uçmak için kanatlarım varken ayaklarıma ne gerek var ki!” ALTIN BAMYA’LAR SAH PLER N BULDU Kadın Karakter Ödülü ‘Latife Hanım’ın Kültür Servisi “Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali” kapsamında, cinsiyet ayrımcılığı yapan, kadınlarla ilgili yanlış algılar yaratan filmleri eleştirmek için dağıtılan “Altın Bamya Ödülleri”, önceki gece gerçekleştirilen törenle üçüncü kez sahiplerini buldu. Ödüllerin, oyunculara değil karaktere, senaryo ve filmlere verilen emeğe ya da kişilere değil, kendini bilinçli veya bilinçsizce gösteren zihniyete verildiğinin altını çizen jüri üyeleri, bu yıl da bu sembolik ödüllerin daha sonraki yıllarda aday film bulamamak dileğiyle verildiğini belirttiler. Kazananlar ise şöyle: “Erkek Karakter Ödülü”: “Ejder Kapanı” (Çerkez, Akrep), “Kadın Karakter Ödülü”: “Veda” (Latife Hanım), “Senaryo Ödülü”: “Av Mevsimi”, “Film Ödülü”: “Romantik Komedi”, “İzleyici Bamyası”: “Yahşi Batı”. Jüri Özel Ödülleri’nde ise “Tek Taşlı Bamya Ödülleri”: “Harbi Define”, “Kukuriku: Kadın Krallığı”, “Vay Arkadaş”, “Homofobi Üç Buçuk Bamya Ödülü”: “Yahşi Batı”, “Kaşıkçı Bamyası Ödülü”: “Mahpeyker: Kösem Sultan”, “Sultanın Sırrı”. Eşcinseller Ricky Martin’e minnettar Kültür Servisi Geleneksel olarak her yıl New York’ta düzenlenen GLAAD Ödülleri’nde, Ricky Martin, eşcinsel eylemci ve sinema tarihçisi Vitto Russo’nun adını taşıyan ödüle değer görüldü. Martin, törende yaptığı konuşmada, “Ben yalnızca özgür olmak istiyorum ve bugün özgür olduğumu söyleyebilirim” dedi. GLAAD Ödülleri; gay, lezbiyen, biseksüel ya da transeksüeller ile medyada onların hayatlarını etkileyen yayınları yapıcı bir şekilde ortaya koyanlara veriliyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle