23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 10 MART 2011 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Solgun Bir Halk Ayaklanması Ferit Oğuz Bayır’lar Niye Yok? Öyle insanlar artık yok! Yok mu? Neden yok?.. “Ferit Oğuz Bayır” adını hiç duydunuz mu? Sanmam! Ünlü biri değil! Adını anan yok, kitabını okuyan yok... Bir öğretmen, Foça’da yaşlılık günlerini geçirmiş, orda ölmüş... Unutulmaz Milli Eğitim Bakanı, bakan olmaktan daha önce Türk hümanizmasının öncüsü, başlatıcısı, sürdürücüsü, Hasan Âli Yücel’in sağ kolu, en önemli bir yardımcısı... İlköğretim genel müdürüydü, İsmail Hakkı Tonguç’un en yakın arkadaşı, yoldaşı, ülkücüsü... Sonuna kadar savaşmış, ülkede aydınlıkların yaygınlaşması, kadınerkek herkesin okuryazar olması, gide gide bilinçli bir halkın oluşması uğruna yıllarını vermiş... 1950 yılının ilk günlerinde Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalışırken Tonguç’u da Bayır’ı da tanımıştım. Bakanlığın uzak bir köşesine atılmışlardı. Sık sık giderdim odalarına, dertleşirdik. Yücel’in devrimci atılımlarına zaten birkaç yıl önce son verilmişti, ama DP işbaşına gelince Köy Enstitüsünün kurucularına, öncülerine büsbütün yol görünmüştü!.. Bir yana atılmışlardı, ama umutlarını, direnişlerini sürdürmek tutkusundaydılar. Belki bir gün yanlışlıklardan dönülür diye!.. Hasan Âli 27 Mayıs’ın coşkulu günlerini gördü. Ama çok yaşamadı. Tonguç’la Bayır, emeklilik günlerindeydi. Ama durmadılar, yazdılar, çevrelerine bir bilinç kaynağı oldular. Benim mutluluğum, bu iki büyük insanı yakından tanımış, söyleşilerinden yararlanmış olmamdır... Ferit Oğuz Bayır’ın “Köyün Gücü” adlı kitabını, köylerin gerçek bir uygarlık aydınlığına kavuşmasını isteyenlerin okumalarını isterim. Eşine az rastlanılan bir bilinç, bir duygu, bir akıl insanını tanımış olurlar. Köyleri ve köylü çocuklarını yetiştirip ülkeye kazandırmak savaşımının ne gibi engelleri, güçlükleri yenerek başarılmasının öyküsünü okuyacaklardır. Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Foça Belediyesi’ne başvurmuş, Ferit Oğuz Bayır adının, yaşadığı Foça’nın bir mahallesine verilmesini istemiş. Bir caddeye, bir sokağa... Ama ben, Bayır’ın bir heykelinin Foça meydanına dikilmesini daha doğru bulurum. Tonguç da, Bayır da, Sevgili Hasan Âli Yücel de, büsbütün ölmedi. Hepsi içimizde yaşıyor... Sevgili Mehmet Başaran’ın şu dizeleriyle yazımı bitirmek en iyisi: “Gözlerinde büyük karar / Kim durdurabilir denizi / Yaklaşan ayak seslerinden belli / Çoğala çoğala geliyorlar.” 1970’lerde Enver Sedat öncülüğünde ‘infitah’ olarak bilinen ‘açılım’ politikalarıya iktisadi reforma başlayan Mısır, özellikle 1990 1991 döneminde IMF’yle imzalanan Yapısal Uyum Programı ile kırsal kesimdeki toplumsal ilişkileri dönüştürmeyi hedeflemiş ve 1992’de tarımsal kiraları serbest bırakmıştı. Sedat AYBAR Kadir Has Üniv. Ortadoğu ve Afrika Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü rap dünyasında milyonlarca insanın baskıcı rejimler karşısında kendilerine güvenlerini nasıl kazandıklarını ve diktatörlere karşı korkularından nasıl sıyrıldıklarını televizyon ekranlarından izliyoruz. Şimdi de Libya, Yemen ve Körfez ülkelerindeki diktatörlükler halk tarafından tehdit ediliyorlar. Bunlar demokratikleşme açısından olumlu gelişmeler elbette. Fakat kendiliğinden ve toplumun en kenarından başlayan bu hareketlerin, hedeflerindeki belirsizlik, önderliklerinin dağınık ve zayıf olması yüzünden kalıcı kazanımlar elde edip edemeyecekleri müphem. Mısır’daki yönetici kesim yönetim erkini kaybetmedi. Mısır devletinin kendisini yeniden üretmesinde önemli olan aktörler yerlerini koruyorlar. Bunlardan ordu, ulusal ve uluslararası düzeyde geliştirdiği iktisadi ve siyasi ilişkilerle Mısır kapitalizminin kendini yeniden üretmesinin önemli bir aktörü olmaya devam ediyor. O halde, bu ilişkiler ağı içinde ordu ne tarafsız olabilir ne de iddia edildiği gibi halkın ordusu. Otuz senedir ülkeyi demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek’in geri plana çekilmesi, Mısır’daki rejimin halka görünen yüzünü değiştirdi ama rejimin özü, en azından şimdilik, pek A değişmedi. Ordu kontrolü ele geçirir geçirmez, grevleri ve gösterileri yasakladı. Gerçekleşen bu “geçişin” doğasını anlamak, antidemokratik rejimin bir rastlantı sonucu ortaya çıkmadığını görmekten geçiyor. nalitik çerçeve Arap dünyasında olup bitenlerin anlaşılması için bize epeydir “dayatılan” bir analitik çerçeve var. Sokaklara dökülen halkın diktatörlerden kurtulmak istemi içinde oldukları, demokratik, özgür bir ortam beklentisiyle harekete geçtikleri söyleniyor. Mutlaka halk ayaklanmasının bu boyutları da vardır ve halk özgürlüklerin arttırılmasını beklemektedir. Ancak olup bitenin bu çerçevede değerlendirilmesinin tatmin edici ve yeterli olmadığı da açık. A Küresel kriz Mısır’da olup biteni anlamlı bir şekilde değerlendirmek, bu toplumsal dönüşüme hâkim olan dinamiğe siyasi ve ekonomi alanlarının bütünlüğü perspektifinden bakmamızı gerektirmektedir. Yani, olanlar dayatıldığı gibi yalnızca siyasi değildir. Pek üzerinde durulmasa da yaşananların iktisadi boyutu da vardır. Son gösteriler, aslında Mısır’da son üç senedir küresel krizle bağlantılı olarak sürmekte olanların bir uzantısı niteliğindedir. Bu bağlamda son küresel krizin Mısır’ı nasıl etkilediğini analiz etmek önem arz ediyor. Küresel kriz, Mısır’ı ve bölgeyi birkaç iktisadi kanaldan etkiledi. İhracatı ağırlıklı olarak Avrupa’ya yönelik olan Kuzey Afrika’nın, kriz nedeniyle düşen talep sonucu ihracat gelirleri azaldı. Böylece kriz bölgeyi ilk olarak dış ticaret kanalı üzerinden olumsuz etkiledi. İkinci olarak, gönderilen işçi dövizlerindeki azalma, aileler için fakirliğe karşı tampon olarak kullanılan bu ek gelirin ortadan kalkması bölgede huzursuzluğun artmasına neden oldu. GSMH’sinin yüzde beşi işçi dövizlerinden oluşan Mısır’ın, Körfez bölgesinde inşaat sektöründe çalışan vatandaşlarının işten çıkarılmaları yüzünden işçi dövizi gelirleri ciddi oranda azaldı. Son olarak gıda ve enerji fiyatlarının artışı Mısır’daki geniş yığınları ve çalışanları olumsuz etkiledi, bu da huzursuzlukları tetikleyen önemli bir iktisadi boyuttu. Bu kanallar üzerinden küresel krizin olumsuz etkilerinin bu kadar ciddi olmasının ardında yatan ise Mısır’da son otuz senedir uygulanmakta olan iktisadi politikaların ülkeyi krize karşı kırılgan yapmış olması. Reformlar, hızlı bir iktisadi büyümeyi sağlarken, bir yandan da gelir dağılımını bozmuş, zenginliğin küçük bir azınlığın elinde toplanmasına neden olmuştu. Mısırlıların yüzde kırkının günde iki doların altında bir gelirle yaşamasına neden olan reform sonucu resmi işsizlik oranı yüzde dokuza çıkarken, çalışanların yüzde ellisinden fazlasını kayıt dışına taşıdı. Bunların istihdam durumlarıyla ilgili istatistik ise yok. Önemli olan, bu kesimlerin eğitim, sağlık ve genel toplumsal refah kriterlerine uygun olan toplumsal provizyonlara artık ulaşamıyor olmaları. 1970’lerde Enver Sedat öncülüğünde ‘infitah’ olarak bilinen ‘açılım’ politikalarıya iktisadi reforma başlayan Mısır, özellikle 1990 1991 döneminde IMF’yle imzalanan Yapısal Uyum Programı ile kırsal kesimdeki toplumsal ilişkileri dönüştürmeyi hedeflemiş ve 1992’de tarımsal kiraları serbest bırakmıştı. Yasa toprak ağalarına, kiralarını beş sene içinde ödemedikleri takdirde, toprak işgalcilerini topraklarından atma hakkı verirken, toprak kiralarını kısa sürede üç katına çıkardı. Böylece Mısır’ın tarımı ihracata yönelik üretime geçti ve yüz binlerce çiftçi topraktan geçimlerini sağlayamaz hale geldiler. Başta Kahire olmak üzere büyük şehirlere göç arttı ve kayıt dışı sektörlerde çalışanların sayısı patladı. Düşük ve niteliksiz yatırımlar yüzünden bir türlü ücretli emekçi saflarına katılamayan bu kesim, bir yanda şehirler üzerindeki hizmet baskısını arttırırken bir yandan da huzursuzlukların kaynağı olmaya başladı. Avrupa’dan ihracata olan talebin düşmesi de tarım kesiminde çalışanları sıkıntıya soktu. İşsizlik sorunu, IMF’yle yapılan antlaşmalar çerçevesindeki özelleştirme politikalarıyla daha da kötüleşti. Bu politikalar kapsamında 2005 senesi itibarıyla toplam 314 kamu kuruluşundan 209’u özelleştirildi. 1994 2001 yılları arasında bu şirketlerde çalışan işgücü yarı yarıya azalırken, özelleştirmeler Mısır’daki işgücünün durumunun daha da kötüleşmesine ve çalışan kesimlerin daha da fakirleşmesine neden oldu. Özelleştirmeler, Mısır’ın şehirlerini karakterize eden kayıt dışı sektörün büyümesine katkı yaptı. Zenginliğin ufak bir elitin elinde toplanması sonucu bir grup holding; Osman, Bahgat ve Orascom Holding gibi şirketler inşaat, dış ticaret, turizm, konut ve finans sektörlerinde faaliyetlerini genişlettiler. Bu holdingler baskı altında tutulan ücretlerden, ucuz işgücünden, hükümet ihalelerinden ve devletin aktarım mekanizmalarından yararlandılar. Devletle iç içe geçen bu kesimin Mısır’da olup bitenin asli nedenleri arasında oldukları yadsınamaz. Daha başka bir ifade ile Mısır’da olup bitenin arka planında Mısır devleti ile bu kesimlerin uluslararası kapitalizm bağlamında geliştirdikleri ilişkiler bulunuyor. Var olan gösteriler bu karmaşık ilişkilerin siyasi boyuttaki ifadesi. Bu yüzden olup bitenleri, Mısır’a has bozuk kapitalist ilişkiler (crony capitalizm), rüşvet, iyi yönetişim eksikliği vs. bağlamında anlayıp, ne idüğü belirsiz bir demokrasi talebi çerçevesine oturtmak sürecin anlaşılmasını tamamıyla ıskalamaya neden olabilir. Uygulanan bu politikalara çalışan kesimler, 2006 2008 arasında sendikalar öncülüğünde bir dizi grevle karşı çıktı ve 2006’da yapılan 220 greve binlerce işçi katıldı. Bu, Mısır’ın son zamanlarda gördüğü en yaygın grevdi. Bu grevler diğer köylü hareketleriyle bağlantılandı. Son zamanlarda bu ittifaka katılanlar ise şehirlerin marjininde yaşayan kayıt dışı kesim çalışanlarıydı. Belki de bu lümpen unsurun ittifaka katılması sayesinde Mısır devriminin içi boşaltılabildi, solgunlaştı. Başta ordu olmak üzere yönetici sınıf, yönetemez hale gelmedi. Tahliyesizlik... Televizyonları başına toplayıp da Libya’dan gelenleri elinde çiçekle karşılayan Bakan, “Dünyanın en büyük tahliye operasyonunu yaptık” dedi ya… Biz Ankara’da eve gidemedik… Tahliyesizlik… Kar yağınca Çankaya yokuşunu çıkmak isteyenler çıkamayıp geri indikleri için… İnmek isteyenler de inemeyip geri çıktıkları için tahliye olunamadık… Bakan Libya’dan gelenlere otel, sıcak çorba, kavurma, yatak, pijama da hazırladıklarını açıkladı: “Vatandaşlarımız çişlerini yapıp yatacaklar…” İstanbul’da, Ankara’da, insanın Libya üzerinden eve gidesi geliyor… Kalabalıklar şehrin içinde mahsur kaldılar… Araçlar hareket edemediği için, hareket edenler de duramadıkları için… Tahliyemiz olunamadı… Türkler yanında, buldukları Meksikalıları, Arjantinlileri, Peruluları, Kenyalıları da tutup Marmaris’e getirdiler. Bakanlar, “tarihin en büyük tahliye operasyonu” vesilesiyle gelenleri öptüler… Önceki akşam, kaymasın diye kaputunun üzerine yirmi kadar yardımsever vatandaşın bindiği Murat 131, hızlanıp da üzerindekiler düşünce ve kayıp geri geri gelince… Tahliyeleri olunamadı… Bakan, dünyanın en başarılı tahliye operasyonunun Başbakan’ın talimatıyla yapıldığını belirttikten sonra… Geminin merdiveninden inenleri de kollarından tutup “Dikkat edin, düşmeyin ciğerim” dedi, Başbakan’ın talimatıyla… Kar yağınca tam iki yüz yirmi araç, içindeki insanlarla birlikte düştü önceki gece yoldan aşağıya… 6 ölü… İstanbul, Ankara, İzmir’de 130 yaralı… Şehirlerarası yollar kapandığı gibi, okullardaki öğrenciler de tahliye edilemedikleri için, öğrenime ara verildi… Ve TBMM… “Yollar kapanıyor, sonra eve gidemezsiniz” gerekçesiyle erken kapandı oturum… Daha sabahı “Libya’dan tarihin en büyük tahliye işini” anlatan Başbakan’ı alkışlayan AKP milletvekilleri, eve gidemeyeceklerini anladıklarında, erkenden “Destur…” diyerek kaçtılar… O sırada tuzlama aracı zannettiğimiz McDonald’s arabasını yolun kenarından alkışladığımız için… Biz tahliye olunamadık… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle