18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 ŞUBAT 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA SÖYLEŞİ BETAM’ın yaptığı araştırma, yoksullaşan kasabalarda seçmenin iktidara sırt çevirdiğini gösterdi 9 Yoksulluk AKP’yi eritiyor Araştırmada, kentlere ve kırsal kesimlere göre ekonomik krizin etkisinin daha fazla hissedildiği kasabalarda, AKP’nin oy kaybettiği belirtildi. S NAN TARTANOĞLU ANKARA Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (BETAM) araştırmasında, kentlere ve kırsal kesimlere göre ekonomik krizin etkisinin daha fazla hissedildiği kasabalarda, AKP’nin oy kaybettiği belirtildi. AKP’nin kaybettiği oyların kasabalarda en çok MHP’ye kaydığının kaydedildiği araştırmada, 12 Haziran seçimleri için “AKP, MHP’ye ve diğer muhalefet partilerine kaptırdığı oyları geri alamayabilir” tahmini yapıldı. BETAM yöneticisi Prof. Dr. Seyfettin Yüksel ve araştırmacılar Barış Gençer Baykan ile Arda Aktaş, TÜİK’in 2009’da şiddetini arttıran ekonomik krizin en çok kasabaları olumsuz etkilediği yönündeki verilerinden yola çıkarak “Temmuz 2007’de iktidar partisine oy vermiş olan ama aynı zamanda kriz nedeniyle yoksullaşan seçmen, Mart 2009’da iktidar partisini ne ölçüde terk etti? Terk ettilerse hangi partilere yöneldiler? 2007’den 2009’a muhalefet partilerinin oyları kasabalarda nasıl değişti” sorularına yanıt aramak amacıyla bir araştırma yaptı. KP’nin kasaba kaybı, MHP’ye kaydı Araştırmada, AKP’nin 5 bin20 bin nüfus aralığındaki 326 kasabanın yüzde 76.4’ünde, 10 bin40 bin aralığındaki 252 kasabanın yüzde 81.3’ünde, 3 bin ile 70 bin nüfusa sahip 634 kasabının yüzde 77.3’ünde oy kaybettiği belirtildi. Ortaya çıkan bu sonuç “AKP, kasabaların yarısından fazlasında ülke genelindeki oy kaybından yüzde 16.9 daha fazla oy kaybetti” şeklinde yorumlandı. A Araştırmaya göre, AKP’nin Türkiye genelinde kaybettiği 7.7 puanlık fark karşısında CHP’nin Türkiye genelinde yüzde 10.6 artış kaydetti. CHP 10 bin40 bin nüfus aralığındaki kasabalarda yüzde 1.5 artış yakalarken 5 bin20 bin nüfus aralığında yüzde 3.2, 3 bin70 bin nüfus aralığında ise yüzde 4.4 puanlık kayba uğradı. Araştırmada, MHP’nin ise aynı nüfus aralıklarındaki kasabalarda yüzde 12 ile 15.6 arasında değişen bir artış sağladığı belirtildi. Demokrasi mi Diktatörlük mü? Demokrasi ile diktatörlüğü birbirinden ayıran en temel unsur nedir dersiniz? Birinde seçim olup, diğerinde olmaması mı? Yani demokraside, iktidar halk tarafından belirleniyor, halk oy veriyor da, diktatörlüklerde ise, halkın oyuna hiç mi başvurulmuyor? Tabii ki hayır. Otoriter rejimler ya da diktatörlükler bile, halkın oyu ile kurulabilir. Hatta halkın oyu ile devam etmesi bile sağlanabilir. Hitler halkın oyu ile işbaşına gelmedi mi? Geldiğinde Kavgam’ı çoktan yazmamış mıydı? O kitapta, Yahudilere, ileride neler yapacağını anlatmamış mıydı? Buna karşın, yine de halkın oyunu almamış mıydı? Bırakın o kadar eskilere gitmeyi, Mısır’da Mübarek halkın oyunu almamış mıydı? Son olarak bile seçimlerde zafer elde etmemiş miydi? Pekiyi İran? İran’da seçimler yok mu? Ahmedinejad halkın oyu ile seçilmedi mi? Halen iktidarı, halkın oyuna, seçimlere dayanmıyor mu? Demokrasiler ile diktatörlükleri ya da otoriter rejimleri birbirinden ayıran unsur, birinde seçimin olup, diğerinde olmaması değil. Hiç değil. Diktatörlükler de, aynen demokrasiler gibi, halkın oyu ile kurulabilir. Hatta diktatörlüklerin büyük bölümü, çok kez referandumlara bile başvururlar. İktidarlarının gayri meşruluğunu, haksızlığını, sözüm ona halka onaylatırlar. “Yüzde 50 aldık, halk bizden yana” diye böbürlenebilirler. Nitekim Kenan Evren de, yüzde 92 oy almadı mı? Yüzde 92 ile Cumhurbaşkanı seçilmedi mi? Şimdi ne diyoruz? “Tabii, halka anlatılmadı ki” ya da “halk korkutuldu” demiyor muyuz? Önemli olan, seçime gidilmesi değil. Diktatörlerin “Bak gördünüz mü, halk bizi ne kadar seviyor, siz oy alamazsınız işte” demesi hiç değil. Önemli olan, o seçimlerin, gerçek seçim olup olmadığı. Yani dürüst, eşit, tarafsız seçimler olup olmadığı. Tabii seçimlerin dürüst, eşit ve tarafsız olabilmesi için de, bazı koşullar gerekli. Bir kere, o ülkede temel hak ve özgürlükler güvence altında olacak. İnsanlar baskı altında olmayacak, “dinleniyor muyum, beni de içeri atarlar mı”, “sehven bir kanıt bulurlar mı” korkusu içinde olmayacak. Gazeteciler her an hapse atılma korkusu altında ya da işinden atılma korkusu içinde olmayacak. İkinci olarak, o ülkede yüzde 10 barajı gibi, halkın istemediği partiye, zorunlu olarak oy vermesi sonucunu doğuran bir seçim sistemi olmayacak. Hem de 5 tane partinin başkanı, Meclis’e girebilmek amacıyla, bağımsız aday olmak zorunda kalmayacak. Tabii ki, demokrasilerle diktatörlükleri birbirlerinden ayıran başka farklar da var. Ama bunların içinde bir tanesi var ki, çok önemli. O da şu: Diktatörlüklerde, otoriter rejimlerde, insanlar, “yalanlar dünyasında” yaşarlar. Tüm “totaliter” ülkelerin, tüm diktatörlüklerin en temel özelliği budur. İnsanların kocaman bir “yalanlar dünyasında” yaşamaları. Duydukları, izledikleri, kendilerine anlatılan her şeyin, koca bir yalandan ibaret olması. Bu nedenle, totaliter ülkelerde, diktatörlüklerde, her şey, tüm konuşmalar, tüm etkinlikler, tamamı ile bir “beyin yıkama etkinliği” biçiminde yürütülür. Dediğim gibi önemli olan insanların, yurttaşların, tam bir “yalanlar dünyasında” yaşamalarını sağlamaktır. İktidar da bu amaca yönelik etkinliklerde bulunur. Medya da. Gerçekten de diktatörlüklerde ya da otoriter rejimlerde, medya tamamen bu amaca yöneliktir. Yani halkın bilgilendirilmesi, bilgi sahibi olması, olan biteni öğrenmesi için değil, sadece iktidarın istediklerini, istediği biçimde duyurmak, istemediklerini de hiç duyurmamak amacına... Televizyonların olmadığı, internetin hiç olmadığı eski dönemlerde, bu görev, çok az sayıda kişi, hatta tek bir kişi tarafından bile yerine getirilebiliyordu. Nitekim Hitler rejiminin “yalanlar dünyasını” pazarlayan Goebbels’i bilirsiniz. Ve onun beyin yıkama yöntemlerini. Ama günümüzde televizyonlar var. İnternet var. Bu nedenle, günümüz diktatörlüklerinde, otoriter rejimlerinde Goebbels’lerin sayısını arttırmak zorunlu oldu. Şimdi bunu bilirseniz, son 56 yılda, medyadaki tüm değişikliklerin nedenini anlarsınız. Genel yayın yönetmenlerinin neden değiştiğini de, iktidarın, yandaşlarına, arkadaşlarına, damatlarına neden ve nasıl televizyon, gazete aldığını da, devlet bankasından 750 milyon doların neden verildiğini de anlarsınız. Sadece iktidar temsilcilerinin ya da aynı yandaş aydınların katıldığı “beyin yıkama programlarının” neden yapıldığını da. Ve tabii ki, tüm bunlara bakıp, Türkiye’nin ileri demokrasiye mi, yoksa diktatörlüğe mi yöneldiğini de anlarsınız. BAHÇE’L YURTTAŞLARI UYARDI: Oyunuza sahip çıkın AYDIN (Cumhuriyet) Partisinin Aydın İl Başkanlığı’nı ziyaret eden Devlet Bahçeli, merkez ilçe hizmet binasının açılışına yürüyerek gitti. Yolda yurttaşlarla sohbet eden Bahçeli daha sonra hizmet binasının balkonundan yurttaşlara seslendi. Bahçeli, “MHP’ye gönül verenler çok özel durumu olmazsa, mutlaka sandığa gidecek. Giderken eş, dost, komşuyu alacaksınız. Oyunuzu kullandıktan sonra sandığa sahip olacaksınız. 3 tane oyun çalınması en azından 750 bin civarında oy kaybı. Çünkü sandıkta kaybolan oy, gelecek dönemde de kaybolmaya aday oy olarak görülüyor” dedi. Bahçeli, hükümetin “yandaşlarının, hanedanların menfaatleri doğrultusunda yasa çıkardığını, millete çözüm sunamadığını” söyledi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle