18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 ŞUBAT 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 15 4 milyar insan, 148 milyon hektar alanda transgenik üretimi gerçekleştiren 29 ülkede yaşıyor GDO’da dramatik yükseliş ANKARA (AA) Tarımsal Biyoteknoloji Uygulamaları İçin Uluslararası Hizmetler Enstitüsü (ISAAA) 2010 raporuna göre, genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların (GDO/transgenik) üretildiği alanlar 2010’da bir önceki yıla göre yüzde 10 oranında artarak 148 milyon hektara yükseldi. Dünyada toplam GDO ekim alanı 1996’da 1.7 milyon hektarken, bu rakam 2010’da bir önceki yıla göre yüzde 10 (14 milyon hektar) arttı. Transgenik ürünleri üreten ülke sayı 1996’da 4 iken, bu rakam AKP Sayıları! Seçimlere doğru AKP’nin sayı bombardımanı giderek artıyor. Özellikle de ekonomik istatistikler iktidarın ne kadar başarılı olduğunu kanıtlamak amacıyla çok yoğun bir biçimde kullanılıyor. Bu nedenle de AKPsayı ilişkisini, gerçeklerin ışığında irdelemek gerekiyor. AKP’nin ekonomi istatistikleriyle ilgili sicili bozuktur. Türkiye İstatistik KurumuTÜİK, 21 Ocak 2008’de ülkenin toplam nüfusunu 70.6 milyon olarak açıkladı. Oysa aynı devlet, o tarihten üç ay önce, Ekim 2008 sonunda, “2005’te yenilenen nüfus projeksiyonlarına göre 2007 yılında 73.9 milyon olan yıl ortası nüfusun 2008’de 74.8 milyona ulaşacağını” (DPT2008 Yılı Programı, 28 Ekim 2007, s.192) açıklamıştı. Yakın yıllara kadar insanların bir tatil günü evlerine kapatılarak sayıldığı bu ülkede, toplam nüfus bir çırpıda 3.3 milyon azaltıldı. Ekonomik çözümlemeler için en az nüfus kadar önemli bir istatistik, ülke ekonomisinin toplam üretim değeridir. TÜİK, ekonominin, yurtiçinde oluşan toplam üretimini, yani, GSYHGayri Safi Yurtiçi Hasıla’yı, 2007’de yaptığı bir yeni hesaplamayla yüzde 31.6 oranında arttırdı. Yanlış okumadınız, Türkiye ekonomisi bir gecede yaklaşık üçte bir kadar daha büyütüldü. Uluslararası karşılaştırmalarda olduğu kadar ekonominin yıllara göre gelişiminin bir göstergesi olarak da çokça kullanılan kişi başına gelir, toplam üretimin nüfusa bölünmesiyle elde edilir. 20072008’de AKP’nin yaptığı gibi geliri arttırır, nüfusu azaltırsanız sonuç bellidir. Nitekim kişi başına gelir 2007’de dokuz bin doları fazlasıyla aşıyordu. Şimdilerde, gazetelere verilen tam sayfa ilanlarda açıklanan, kişi başına gelir on bin dolar masalının arkasında yatan gerçek budur. AKP, ekonomik verilere filmlerdeki korsan gibi bir gözü kapalı bakıyor. Kural ya da gelenektir; dış ticaret söz konusu olduğunda, ihracat ve ithalat mutlaka birlikte ele alınır. Adı üstünde yapılan ticarettir ve alım kadar satımı da vardır. AKP, geçen cumartesi günü verdiği tam sayfa gazete ilanında, ihracatın on yılda, yani 21 Şubat 2001’den 21 Şubat 2011’e dek 25 milyar dolardan 114 milyar dolara çıktığını, milletimiz kazandı, Türkiye kazandı diye gururla verdi. AKP, 2002 Kasım’ında iktidar oldu. Oysa ilanda sayılar 21 Şubat 2001’den başlatılıyor ve AKP, Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizinden çıkışı çaktırmadan kendine mal ediyor. Kendi başarılarını (!) kanıtlamak için ekonomiyle ilgili verileri iktidara gelişinden bir yıl dokuz ay öncesinden başlatıyor. Bu büyük saptırmaca bir yana, AKP, ihracat artışını verirken ilanda, aynı yıllarda ithalatın nasıl değiştiğinden hiç ama hiç söz edilmiyor. AKP sayılarında ihracat var, ithalatın adı yok. Oysa ithalat 2001’de 38.1 milyar dolardan 2010’de 185.5 milyar dolara çıktı. AKP döneminde, ithalat, ihracattan miktar olarak da oran olarak da çok daha fazla artıyor. AKP’nin işbaşına geldiği 2002 yılında 6.5 milyar olan dış ticaret açığı 2010’da 71.6 milyar dolardır. AKP, dış ticaretteki bu büyük sayısal açığını halktan saklamaya uğraşıyor; bu amaçla gazete ilanı veriyor! AKP, işine gelmeyen istatistikleri düzelttiriyor. Örneğin,Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker, TÜİK’in, kırsal yoksulluk oranını 2002’de yüzde 34.48, 2009’da da yüzde 38.90 olarak saptamasının doğru olmadığını öne sürüyor. Bakan bununla da kalmıyor, TÜİK’in yayımlamış olduğu, kamuoyuna mal olmuş et üretimi ve kırsal yoksulluk verilerine yönelik olarak, bunları düzeltecekler diyor (Serpil Yılmaz, Milliyet, 15 Şubat). Eh, bilime saygılı(!) ve demokrat(!) bir AKP’den de bu beklenir! Elbette, işine gelmeyen yargıyı, işine gelmeyen askeriyeyi, işine gelmeyen medyayı, işine gelmeyen üniversiteyi... düzelten bir AKP, işine gelmeyen istatistikleri de düzeltecek!.. AKP dönemiyle ilgili başka sayılar da var. İşsizlik, dış devlet borçları, tarımda üretim düşüşleri gibi. Ancak, AKP iktidarı dönemine ilişkin bir istatistik var ki hiçbir biçimde geçiştirilemez. Ülkemizde namus ya da töre cinayetleri sonucu yaşamını yitiren kadınların yıllara göre sayıları şöyle: 2002’de 66, 2003’te 83, 2004’te 164, 2005’te 317, 2006’da 663, 2007’de 1.011, 2008’de 806, 2009’da 953! (Radikal, 20 Şubat). Evet, gazetenin dediği gibi kadının adı mezar taşında. Evet, AKP iktidarının sekiz yılında, kadına şiddet sonucu öldürülenlerin sayısal artışı böyle! Yeniden AKP’nin tam sayfa gazete ilanının başlığına dönelim: “10 Yılda Fark Ortada”! Ne kadar acı ki gerçekten de öyle! Genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların ekim alanı 1996’da 1.7 milyon hektarken bu rakam 2010’da bir önceki yıla göre yüzde 10 (14 milyon hektar) artarak 148 milyon hektara çıktı. 2010’da 29’a çıktı. ABD, Brezilya, Arjantin, Hindistan ve Kanada GDO üretimi yapan ilk beş ülke olarak sıralanıyor. ISAAA’nın 5 yıllık tahminlerine göre, 11 ülke daha 2015’e kadar GDO’lu ürün üretimine başlayacak. Böylece, toplam sayı 40’a ulaşacak. Dünyada GDO’lu ürünlerin toplam ekim alanına bakıldığında gelişmiş ülkelerde daha fazla olmasına rağmen son yıllardaki artış hızı, gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere göre daha yüksek. Çin’de 6.5 milyon kişi yalnızca 600 bin hektar alanda pamuk üretimi yaparken, Hindistan’da 6.3 milyon kişi, Pakistan’da 600 bin kişi, Myanmar’da 400 bin kişi, Burkina Faso’da 100 bin kişi, diğer 13 gelişmekte olan ülkelerde ise 200 bin kişi transgenik ürün üretiyor. Çin, Hindistan, Arjantin, Brezilya ve Güney Afrika gibi 5 temel gelişmekte olan ülkede yaklaşık 2.7 milyon kişi transgenik ürünlerin üretiminde çalışıyor. Söz konusu ülkelerde 2010’da yaklaşık 63 milyon hektar alanda üretim gerçekleştiriliyor. Bu rakam toplam küresel üretimin yüzde 43’ünü oluşturuyor. Son 10 yıllık süreçte GDO’lu bitkilerden en fazla üretilen ve üretimi devamlı artış gösteren ürün soya oldu. Türkiye’de, Biyogüvenlik kurulu, soyada 3 GDO geninin hayvan yemi olarak kullanımına izin verdi. AB’nin izin verdiği 28 gene daha izin verilmesi söz konusu. Güven endeksi iyimserliği aştı Ekonomi Servisi İstanbul Piyasa Güven Endeksi, 2011 yılı Ocak ayında 105.38 ile iyimserlik sınırının üzerinde gerçekleşti. İstanbul Piyasa Eğilim ve Beklenti Endeksi ise Ekim 2010’daki değerini aşarak ‘en yüksek iyimserlik seviyesi’ olan 111.21’e yükseldi. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Murat Yalçıntaş, “Piyasalar güçleniyor” dedi. İTO, üçer aylık dönemler itibarıyla gerçekleştirilen İstanbul Piyasa Güven Endeksi ve İstanbul Piyasa Eğilim ve Beklenti Endeksi’nin 2011 yılı Ocak ayı sonuçlarını açıkladı. Buna göre, 2010 Ekim ayında 107.91 puan ile en yüksek seviyesine ulaşan güven endeksi, 2011 Ocak ayında bir önceki döneme göre azaldı, ancak 105.38 ile iyimserlik sınırının üzerinde gerçekleşti. 2010 Ekim döneminde 109.48’e yükselen Piyasa Eğilim ve Beklenti Endeksi ise olumlu havanın devamı ile 2011 Ocak ayında 111.21 ile en yüksek iyimserlik seviyesine ulaştı. AB Holding, 2 milyar dolar yatırımla enerji tesisi ve tarım üniversitesi kurmaya hazırlanıyor Konya Şeker enerji üretecek MURAT GÜLDEREN Coca Cola ve Pepsi’nin şekeri bizden Yıllık 110 bin tonluk sıvı şeker üretim kapasitesini bu yıl 200 bin tona çıkaracak olan Konya Şeker, üretilen şekerin 70 bin tonunu CocaCola’ya, 15 bin tonunu ise Pepsi firmasına veriyor. Çumra’da yılda 280 bin ton kristal şeker, 2 bin ton çikolata, 2 bin 160 ton sert şeker üretiliyor. Pratiko markası ile üretilen dondurulmuş patatesin yaklaşık yarısı McDonald’s’a satılıyor. Bu alandaki toplam üretim kapasitesi ise 35 bin ton. Birçok bölgede yem olarak kullanılan şekerpancarı küspeleri tonluk paketler halinde satılıyor. Piyasada 180 TL’ye varan fiyatlarla satılan küspelerden holding geçen yıl 30 milyon TL ciro elde etti. Son 11 yılda 650 milyon dolarlık yatırım ile 21 üretim tesisi hayata geçirildi. 2010 cirosu 1.3 milyon dolar Toplam sermaye 550 milyon dolar Çumra’da 17 bin ton şeker pancarı üretim kapasitesi. Türkiye’nin en büyük 36. şirketi Günlük pancar işleme kapasitesi 16 bin 500 ton. KONYA Konya Şeker çatısı altındaki 17 kooperatif ile Türkiye’nin ikinci büyük rezilya’da fabrika şeker üreticisi olarak faaliyet bakıyoruz gösteren Anadolu Birlik HolŞu anda Kuzey Dokata ve ding, yeni yatırım alanını enerKyoto Üniversitesi ile işbirliği ji olarak belirledi. Yaklaşık 2 milyar dolarlık içinde olduklarını söyleyen Kobir yatırımla Konya Bölge nuk, “Orta Anadolu Teknik si’nde alacağı bir kömür re Üniversitesi adıyla kurulacak üniversite, tamamıyla zervinde 2 bin megawatt araştırmaya dönük, gücünde termik bilgi üreten birimsantral kuracak lerden oluşacak. olan holding Öğrenci ve Şeker dışında ayrıca Gökçalışan sayısu üzerinçikolata, patates, sı 3 bin oladeki 50 cak” dedi. domates, damızlık hayvan ve megawatt Konuk, sulama alanlarında faaliyet gücündeAvruki hidrogösteren Konya Şeker, beş yıl pa’da pek elektrik içinde termik santral, Brezilya’ya çok ülkesantral nin farklı bir şeker fabrikası ve özel özelleştirbölgelerdetarım ihtisas üniversitesi mesi ile de ki fabrikalailgileniyor. kuracak. rı ile şeker fiyatlarını regüle edebildiğine dikkat çekerek, bu nokarım tada holding olarak farklı coğüniversitesi geliyor rafyalarda yatırım planladıkKonya’daki tesislerini bası larını kaydetti. na açan Anadolu Birlik ve Şu anda Brezilya’da bir şeKonya Şeker’in Yönetim Ku ker fabrikası satın almak için rulu Başkanı Recep Konuk ye görüşmelerinin devam ettiğini yatırımlarıyla ilgili yaptığı ni aktaran Konuk, burada şeaçıklamada ayrıca Türkiye’nin ker ve etanol üretimi ile ilgitarımda ArGe konusunda cid li planlamalarının olduğunu di eksiği olduğunu vurgula açıkladı. yarak bu alanda 100 milyon dolarlık yatırımla ihtisas üniversitesi kuracaklarını söyledi. B T ABD kamu sektörü işçilerinin, toplusözleşme haklarını korumak için Wisconsin eyaletinin Madison kentinde başlattıkları mücadele, Ohio, Indiana, Los Angeles, Oklahoma, Nebraska, Vermont, New York gibi eyaletleri etkileyerek, ülke çapında dayanışma eylemlerine yol açarak yayılıyor. Amerikan sağının sendikal haklara yönelik olarak başlattığı saldırıya karşılık, Wisconsin’de, on yıllardır görülmeyen bir güçle, kararlılıkla patlak veren eylemler, Amerikan işçi hareketinin tarihinde yeni bir mücadele dalgasının başlamakta olduğunu düşündürüyor. İkincisi, bu işçi hareketinin hemen kendini Kuzey Afrika’daki devrimci süreçle aynı dalga boyuna yerleştirmeye, özellikle Mısır’daki devrim sürecinin yarattığı heyecanı, kendi mücadelesine güç katacak bir söylemle içselleştirmeye çabaladığı, Mısır halkının da, Wisconsin’e dayanışma mesajları gönderdiği görülüyor. Bu karşılıklı etkileşim şekillenmeye başlayan “zamanın ruhu”nu daha da güçlendiriyor. Wisconsin Valisi Cumhuriyetçi Parti’den Scott Walker, eyalet bütçesindeki açığı kapatma gerekçesiyle kamu çalışanlarının toplusözleşme hakkını elinden alan, kamu mallarını, istediğine istediği zaman, ihale açmaya gerek kalmadan satmasına olanak sağlayan (Krugman, New York Times, 24.02.2011) bir yasa tasarısını eyalet meclisine getirdi. Sendikaların, bütçe açığının kapatılmasına katkıda bulunmak için ücret indirimini kabul edebileceklerini açıklamalarına karşın, Walker’in sendikal hakları Çalışanlara büyük saldırı hedef alması, ABD oligarşisinin “sınıfa karşı sınıf” taktiğini benimsemeye başladığını gösteriyor. Mali kriz başladığında, kaynaklarına el koyarak devleti iflas noktasına getiren mali oligarşi, şimdi devletin sırtındaki yükü halkın sırtına yıkmak istiyor. Bunun başarısı Amerika’da çalışanların en örgütlü kesimini oluşturan kamu çalışanlarının, sendikal haklarının ellerinden alınarak etkisizleştirilmesini gerektiriyor. Walker’in niyeti belli olur olmaz, 15 Aralık günü 70.000 Wisconsin kamu işçisi, eyalet parlamento binasının önünde toplanarak, büyük bir protesto eylemi gerçekleştirdiler; parlamento binasını ve toplantı salonunu işgal ettiler. Cumartesi günü direniş artık ülke çapında bir olay haline gelmişti (moveon.org). Direnişin gücü, muhafazakâr basının tüm karalama çabalarına karşın giderek genişleyen halk kesimlerinin sempatisini kazanmaya, “işçi sınıfı” kavramının ilk kez medyada görünmeye başlaması, Cumhuriyetçi kesimde büyük öfke yaratıyor, ölçüsüz duygusal tepkilere yol açıyor. Örneğin, Wisconsin Başsavcı yardımcısı, kendisini muhafazakâr Fox TV temsilcisi olarak sunan bir solcu gazeteciye verdiği demeçte direnişçileri, “Siyasi düşman”, “Serseriler” olarak niteleyerek, “Tabii ki bunlara karşı gerçek mermi kullanılmasından yanayım” dedikten sonra, bu sözleri basında yer alınca istifa etmek zorunda kaldı. Bu tür nefret dolu tavırların arkasında, Amerikan egemen Wisconsin Kahire sınıfının, çok özel bir tarihi sürecin başında olunduğuna, bu noktada sendikaların direncinin ne pahasına olursa olsun kırılması gerektiğine ilişkin bir algısı yatıyor. Öyle ki, vali Walker’e göre, günümüzde durum, Reagan’ın, neoliberal saldırıların tüm hızıyla başlayabilmesine olanak sağlayacak ortamı hazırlamak amacıyla, greve çıkan hava kuleleri çalışanlarının hepsini birden işten atmasına benziyor. Bu nedenle olacak, Walker, cuma günü 12.000 kamu işçisini işten çıkaracağını açıklayarak saldırıyı bir üst aşamaya geçirmeye çalışıyordu. Muhafazakârlar korkmakta haklılar. Birincisi, işçi sınıfı bir kez hareket etmeye başladığında, bilinç düzeyi hızla yükselir. İkincisi, bu işçilerin direnişi, beklenenlerin aksine, bu kez patronlara karşı değil, iki siyasi partinin programlarındaki bir konu üzerinden siyasi haklar mücadelesi zemininde patlak verdi. Üçüncüsü bu direnişin kendi “zamanının” ve eyleminin evrensel boyutunun tümüyle ayırdında olduğu, kendini daha büyük bir “şey”in, bir devrimci dalganın parçası olarak anlamlandırdığı, bu dalgadan beslenerek güç kazanmaya çalıştığı görülüyor. İşçiler, “Gelin pazarlığı Mısır’daki gibi yapalım”, “Ben Kahire’nin bu mevsimde bu kadar soğuk olduğunu (Wisconsin’de ciddi kış olur) bilmiyordum”, “Mübarek, Kaddafi, Cox”, “Bir Mısırlı gibi savaş” (Bananarama’nın ünlü şarkısı “Walk Like an Egyptian” yerine “Fight like an Egyptian”) gibi iki mücadeleyi birbirine bağlayan, dahası, genelde işçi sınıfını bölen önyargıları aşarak, Arap işçi sınıfının izinden gitmekten onur duyduklarını gösteren pankartlarla direniyorlar. Muhafazakârlar da, senatör Paul Ryan’ın “Adeta Kahire Madison’a taşınmış” (Washington Post, 24.02.2011) saptamasında olduğu gibi “zamanın ruhu”nun ayırdına varmış durumdalar. Buna karşılık, kimi sosyalistlerin, “zamanın ruhunu” bundan enerji kazanacak biçimde anlamlandırmakta zorlanması anlaşılır gibi değil. Amerikan işçi sınıfı Mısır devrimini benimsemekte, kendi mücadelesini güçlendirecek yönde içselleştirmekte hiç tereddüt etmezken, Mısır “olayına”, daha süreç devam ederken “devrim mevrim yok” gibisinden anlaşılmaz bir “soğuklukla” yaklaşarak devrimci heyecanın frenine basması gerçekten üzüntü veriyor. Bu iki farklı yaklaşım aklıma Burjuva Devrimler çağının iki ünlü filozofu, Kant ve Burke’nin Fransız devrimi karşısındaki tutumlarını getirdi. Aklın soğukkanlı eleştirisini, duygunun, tutkunun üstünde tutan Kant, “Bastille ayaklanmasıyla” başlayan devrim sürecini, “Jacoben terörü” karşısında dehşete düşmüş Kant ve Burke olsa bile, “Tüm insanlıkta büyük bir heves ve katılma arzusu yaratarak”... “özgürlük ve adalet duygusunun insanlığın doğasında olduğunu kanıtlayan” bir olay olarak selamlamıştı. Diğer bir değişle Kant, yarattığı sonuçlar kendi arzuladığı yönde şekillenmiyor olsa bile Fransız devrimini büyük bir hevesle karşılamıştı. Buna karşılık modern muhafazakârlığın kurucusu İngiliz filozof Edmund Burke’nin, Anayasa Profesörü Josph Reisert’in deyimiyle “Devrimde yalnızca en yüce idealleri gören Kant’ın aksine... halkın yaşamını iyileştirmeyi başaramayan hiçbir devrimi kutlamaya niyeti yoktu”. Burke’nin başarıdan, din ve geleneklerle uyumlu, mülkiyete sağlam bir zemin sağlayan, barış, düzen, sivil ve toplumsal davranışlar getirmek olduğunu da bu arada anımsatmak gerekiyor. Özetle, Burke ancak bir burjuva toplum düzeni kuran süreci bir devrim olarak selamlamaktan yanayken, Kant, halkın özgürlük ve adalet gibi “evrensel” taleplerle başlayan devrimini kendi istediği sonuçları üretip üretmemesine bakmadan, heyecanla, insanlık adına büyük bir heves ve katılma arzusuyla, karşılıyordu. Mısır devrimini kalplerdeki, kafalardaki modele uygun sonuçları henüz üretemediği için devrimden saymamaları, bu devrimin tüm dünyada ürettiği enerjiden beslenme fırsatını kaçırmaya neden oluyor; üstelik, geçen hafta Mısır’da halk yine meydandayken, Süveyş kanalı işçileri, bu kez grevi kırmaya gelen Mısır ordusuyla çatışır, zırhlı araçların paletleri altında can verirken... 250 bin memur mağdur oldu Ekonomi Servisi Torba yasada yer alan sözleşmeli personelden damga vergisi alınmamasına ilişkin düzenlemenin yürürlük tarihi memurları şaşırttı. MemurSen Genel Mevzuat ve Toplu Görüşme Sekreteri Hacı Bayram Tonbul, “Düzenleme yayım tarihi olan 25 Şubat’ta dikkate alındığında bu yıl ki damga vergisinin sözleşmeli personelin cebinden çıkması anlamına geliyor. Sözleşmeli memur arkadaşlarımız ağustostan beri bu düzenlemeyi bekliyor. Damga vergisi yıllık ortalama 160 liraya karşılık geliyor” dedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle