18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 16 CUMHUR YET 13 ŞUBAT 2011 PAZAR ani aksiliklerin üst üste Hyapacağınızı şaşırırsınız,ya, geldiği zamanlar vardır ne işte RÖVEŞATA MİNE G. KIRIKKANAT Sanki Bilbao’nun dışarlak ilçesi Algorta’da, memleket haberlerini ablamın gönderdiği Cumhuriyet gazeteleri ve annemin mektuplarından alan ben değildim. Sanki gazeteciliğe, Olivetti daktilomda yazdığım Cumhuriyet makalelerini, ıngıl ıkışık banliyö trenleriyle merkez postanedeki yegâne faksa “zamanında” yetiştirerek başlayan ben değildim... Sanki, Paris’ten yazdığım haberleri yine Cumhuriyet gazetesine, Borsa meydanındaki 24 saat açık “Uluslararası Basın Bürosu” Çaresizlikten bir bilgelik çöktü üstüme, “zen” davranmaya karar verdim. Madem internet bana gelmiyordu, ben internete gidecektim. Önce bizim sokakta, çok sevdiğim kadın yazar Marguerite Yourcenar’ın adını taşıyan medyateki keşfettim. Paris’in her semtinde, belediye kütüphaneleri vardır. İletişim teknolojilerine bağlanan ve her isteyene, kitapların yanı sıra üç hafta süreyle bilabedel müzik CD’leri, film DVD’leri ödünç veren bu kütüphanelere artık medyatek deniyor. Meğer ne güzelmiş iki adım ötemdeki Marguerite Yourcenar medyateki! Giriş katı, yazılı basına ayrılmış. İsteyen yayılmış, rahat koltuklarda günlük gazeteleri, dergileri okuyor. Birinci kat, modern bir okul görünümünde. Sınıf öğretmenleriyle gelen çocuklar kitapları karıştırıyor, kulaklıklarla film izliyor, müzik dinliyorlar. İkinci kat, erişkinlere özgü kültür ürünleri sunuyor. Üçüncü kat, bilişim katı. Geniş ortak masalarda, genellikle üniversite öğrencileri medyatekin bilgisayarları üzerinde ya da kendi bilgisayarlarını internete ‘ G ’ N O K T A S I öyle bir zaman dilimi geçirdim ben de son iki haftadır. Hem eşimi özlemiştim, hem Mısır’da patlak veren halk ayaklanması nedeniyle TV5Monde’a çalışacaktım, kalktım bir süre için Paris’e geldim. İlk işim elbette bilgisayarı internete bağlamak oldu. Bir de ne göreyim? Freebox’um sizlere ömür! Freebox denilen kutucuk, her ay 39 Avro karşılığında Türkiye’ye sınırsız telefon edebildiğim, Türk televizyonlarını seyredebildiğim ve internete bağlandığım servis paketinin beyni. Çok geçmeden, yeniden internete kavuşmamın, çeşitli nedenlerle iki haftayı bulacağı anlaşıldı. Kalakaldım. Nasıl geçecektim yazılarımı? Ama asıl, neyi, nasıl yazacaktım? Memlekette olan bitenden nasıl haberim olacak, internetten gazetemi okumadan, Google’a girmeden nasıl yaşayacaktım? İnternetten Bağımsız Yaşam Var mı? fakslarından geçen, ben değildim. Ben değildim herhalde, Cumhuriyet’ten teslim aldığım MSDOS’a programlı ilk bilgisayarda yazdığım ilk yazının, F5 düğmesine basınca gazeteye ulaşmasını, Atılgan’ın ışınlama düğmesine basan Kaptan Kirk gururuyla seyreden... Yirmi altı yıl önce başlayan meslek serüvenimde duman işaretleşmesi, telgraf ve telekse yetişememiş, ancak el yazısından daktiloya, daktilodan bilgisayara, telefonda yazdırmaktan faksa döktürmeye, ışık hızıyla internete varan iletişim teknolojisini adım adım izlemiştim. Oysa tarih öncesi gibi gelen internet öncesinde, ne daha az haber alırdım dünyadan, ne de daha az düşünür ve yazardım. Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN bağlayarak çalışıyorlar. Medyatekin sunduğu tüm hizmetler, parasız ve ne semt sakini olmak gerekiyor, ne de üyelik! İster istemez Türkiye’de zaten olmayan kütüphane kültürü ve gençlere verilmeyen okul dışı eğitim hizmetini düşünerek imrendiğim medyateke, ne yazık ki bir gün dayanabildim. Çünkü cep telefonuyla konuşmak ve kahve serbest olmasına karşın, sigara yasaktı! Birkaç gün, kablosuz internet servisi sunan kahvelerin sigara içilen teraslarında dolandım, dişlerim soğuktan takırdayarak. Sonunda, Arap ve Afrikalı göçmen kardeşlerimin memleketlerine ucuz telefon edip internete bağlanabildikleri kabinleri keşfettim. Ve size bu satırları, Kahire’deki kuzeni Cemal’le telefonda bağrışan sevgili dostum İbrahim’in yanında yazıyorum. Üç gündür Tahrir Meydanı’na bağlıydık. Hüsnü Mübarek’in istifasını, radyodan maç izler gibi, cep telefonundan Cemal’in haykırmaktan kısılmış coşkulu sesi, İbrahim’in çevirisiyle izledik. Göçmen İbrahim, çocuk gibi ağlıyor. Memleketine demokrasi gelecek, diye seviniyor, garibim. Ben emin değilim, ama çaktırmıyorum. Y.N. Bugün TSİ 18’de yine TV5Monde Kiosque programında, Arap isyanlarını yorumlayan gazeteciler arasında olacağım. “Yaşamak sanatı, sorunları çözmekten çok onlarla büyümek becerisidir.” BERNARD M. BARUCH PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Mısır, Türkiye Olabilir mi? Olamaz. Bu sorunun başka yanıtı yoktur. Bu kadar kesin konuşmamızın nedeni, Türkiye dışında, nüfus çoğunluğu Müslüman olan onlarca ülkeden hiçbirinin “Türkiye gibi” olmadığı, olamadığı gerçeğidir. İnsanlarının bir bölümü bunu isteseler bile Mısır da Türkiye gibi olamayacaktır. Mısır, İslamdemokrat bir ülkeye dönüşebilir mi? Bu sorunun yanıtı ise “evet”tir. “Devlet başkanı”, “Cumhurbaşkanı”, “Başkan”, “Kral”, “Sultan”, “Emir” ya da başka ne ad altında olursa olsun tek adam despotizmine başkaldıran her İslam toplumu, zorluklarla da olsa, devlet rejimini İslamdemokrat bir düzene dönüştürebilir. Bu dönüşüm Mısır için de geçerlidir. İslamdemokrat bir rejimde parlamenter mekanizma işler; çeşitli siyasal partiler kurulur ve genel seçimlere katılırlar. En fazla oy alan parti hükümeti kurar. İslamdemokrat bir ülke koalisyon hükümetlerinin kurulmasına da açıktır. Bu tür rejimlerde İslam doğaldır ki belirleyici olacak, anayasada “şeri hükümler” yer alacaktır. İslamın güvence altına alınacağı anayasa metninin “mukaddime” (giriş) bölümünde rejim aygıtı, “demokratik, sosyal hukuk devleti” olarak da tanımlanabilir. “Demokratik”ten kastedilen ise parlamenter temsiliyettir. Böyle bir düzene sahip olacak Mısır, Mübarek rejimi ile karşılaştırıldığında önemli bir aşama kaydetmiş sayılacaktır. O kadar! Tüm bunlar Türkiye gibi olmaya yeterli değildir. Türkiye’yi farklı kılan onun “laik” yapısıdır. Laiklik ise bugün de İslam toplumlarının yabancı oldukları, bilmedikleri, tanımadıkları bir kavramdır. Tunus’ta da Mısır’da da tek adam despotizmine karşı ayaklanan kitleler laiklik yolunda talepler ileri sürmemişlerdir. Dolayısıyla başta ABD’li ve AB’li yetkililerin ileri sürdükleri “Türkiye modeli” önerisi bugünün Arapİslam toplumları için bir hayaldir. Bu hayalin gerçeğe dönüştürülmesi için Türkiye hangi aşamalardan geçmiştir; anımsayalım. 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılarak yerine yalnızca din işleriyle uğraşacak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, tarikat ve zaviyelerin kapatılması aşamalarından geçen laikliğin tam anlamıyla yasal tabana oturtulması için, 1924 Anayasası’nda yer alan “Türkiye devletinin dini İslamdır” deyimini tartışmaya açan TBMM, 10 Nisan 1928’de anayasanın ikinci maddesini değiştirip 16. ve 38. maddeler gereğince milletvekilleri ile cumhurbaşkanının ant içerken söylemek zorunda oldukları “vallahi” sözcüğünü maddelerden çıkardı. Ayrıca, 26. maddedeki “ahkâmı şeriyenin tenfizi” (şeriat hükümlerinin yürütülmesi) sözcükleri de anayasadan çıkarıldı. 5 Şubat 1937’de anayasanın ikinci maddesinde laiklik ilkesine yer verilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğunun yazılmasıyla, laiklik devrimi tamamlanmış oldu. Demokrasiyi ve özgürlüğü tamamlayan laiklik, Türkiye’ye, kurtulmasına ve kurulmasına savaş ve siyaset alanında önderlik eden Mustafa Kemal Atatürk’ün bir armağanıdır. O, bu devrimi salt geniş Müslüman kitleleri değil, en yakın dava arkadaşlarını da karşısına almak pahasına gerçekleştirmiştir. Liberaller ikide bir, “Ama laiklik tepeden indi!” diyorlar. Doğrudur. 1920’li yılların koşullarında laiklik tepeden inmiştir. Çok da iyi olmuştur. Yoksa biz de 90 yıl sonra sokaklara dökülen Mısırlılar gibi, “Despot gitti; şimdi bizi küresel emperyalizmin bekçisi ordu mu yoksa şeriatçı Müslüman Kardeşler mi yönetecek?” diye düşünür olurduk kumrular gibi. Bilmem anlatabildim mi Mısır’ın niçin Türkiye olamayacağını? [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Döker sayesinde EmreÖzel İdaresi,Meğer haberimiz oldu: İzmir İl internet ortamında Cumhuriyet gazetesine erişimi, aylarca yasaklamış. Gerekçesini de “tesadüfe” bağlamış. Meğer İzmir İl Özel İdaresi’nin “müstehcen sitelere giriş yasaklayan” bir filtresi varmış. Bu filtre nereye takılıysa, “analitik”i tutunca “anal”i bırakmıyormuş. Yetkilisinin bire bir ifadesiyle: “Yamaha dendiği zaman aradan iki harfi çıkarıyor ve engelliyor”muş... Ülkemizde eğriye değil, doğruya uygulanan sansürün, adı üstünde “özel idare filtresi” mantığını çözmeye çalıştım. Analitik’i bulunca Anal’i tutmasını da aşağı yukarı anladım. Ama ben mi çok safım, yoksa özel idare filtresi mi çok edepsiz, bilemiyorum: Yamaha sözcüğünden hangi iki harfi çıkarınca müstehcen bir kelime ediniyor, vallahi anlayamadım. Acaba özel idare filtresi, G noktasına mı takılı? [email protected] www.minekirikkanat.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Muğla’ya Yakışmıyor... Muğla’da belediyeye ait 35 bin m2’lik eski otobüs garajı alanında yapılması öngörülen “satılık daireler”e Mimarlar Odası’nın dava açtığını duyunca 35 yıl önceye gittim... Şimdiki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin “Güzel Sanatlar Akademisi” yıllarına... Mezuniyet projesinin 70’lerdeki koşulu, “hayali” değil, “gerçek konu”ların tasarlanmasıydı… Okuldan dediler ki: “Muğla’da otobüs garajının kalkacağı alanda belediye binası ve sosyalkültürel tesisler tasarlanması öneriliyor.” Meğer mezunlarımızdan mimar Yavuz Gürtunca imar müdürüyken Başkan Erman Şahin’e demiş ki: “Akademi ‘mezuniyet konusu’ yaparsa, ufkumuzu açacak projeler çıkar.” Galiba 8 arkadaş, kolları sıvadık… Alanı, çevresini ve kentin karakterini incelemek için Muğla’ya gittik. Yavuz, Muğla’daki birkaç mimar, başkan ve biz, Karabağlar Yaylası’ndaki “Mustafa’nın Yeri”nde kim bilir kaç gece projeyi tartıştık; yakınlaştık.. derken 77’de mezun ceğe taşıdığı projeleriyle 3. kez seçilen ve insancıl kişiliğiyle ben dahil herkesin asla üzmek istemediği Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün tarafından... Gürün o denli seviliyor ki örneğin kentin baş tacı Kurşunlu Camisi’nin tam karşısındaki eski sinemanın yerine yaptırdığı o “uygunsuz” katlı otopark için bile eleştiriler hep “fısıltı” olarak kaldı; yüksek sesle dillendirilmedi.. Halkıyla bu denli barışık bir başkan, aslında halka ait bir alanı tutup emlak müteahhitlerine nasıl pazarlayabildi? İnsanın inanası gelmiyor... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Maalesef’ davacıyız Muğla ne kadar öz değerlerine saygılıysa, Başkan Şahin de öyleydi... Muğla ne kadar geleceğini gelenekleriyle yaşamaya sevdalıysa, Şahin’den görevi devralan Orhan Çakır da öyleydi ve her ikisi de kente çok yakışmışlardı.. ve Muğla ne kadar barışçıl, dostluk kenti ve aydınlanmanın kalesi ise Çakır’dan görevi devralan Dr. Osman Gürün de öyledir ve kente çok yakışıyor... Böylesi bir yerel yönetim ge BULMACA ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Muğla ve ‘kat otoparkı’! olduğumda yine Başkan Şahin’in “belediyede mimara ihtiyacımız var; birlikte olalım” teklifi, 90’lara kadar süren Muğla serüvenimin de başlangıcı oldu. Öyle bir serüven ki kentin yarısının “sit” olmasını savunarak planladığımız; 12 Eylül’den sonra Şahin’in yeniden seçilmesiyle kimlikli kentleşme için “kaldığımız yerden” devam ettiğimiz; tescilli ev sayısının 170’lerden 400’lere çıktığı “kentsel koruma” direnişimizin kazanımları ve her belediye seçiminde “tarihi dokuyu yaşatacağız” diyen sosyal demokrat adayların, “siti kaldıracağız” diyen sözde “muhafaza”kâr! adaylara fark atarak kazandıkları “uygarlık bilinci”nin bugünkü sonuçları.. Şimdi duydum ki o “ilk göz ağrım” eski garajda, çağdaş yaşam gereksinimlerini karşılamak yerine sadece “rant” yeğleniyormuş! Eski ve yeni kent arasındaki “eşsiz” kamusal alan, satılık daireler uğruna elden çıkartılıyormuş! Üstelik kentin geleneksel mimarisini sahiplenme konusunda “örnek restorasyon”larla Tarihi Kentler Birliği’nden haklı ödüller alan; Muğla’nın yerel değerlerini “yaşatarak” geleleneğinin en anlamlı göstergelerinden biri, Mimarlar Odası ile belediyenin “kapışma”dığı ender kentlerimizden biri olması değil midir? Bu nedenle en çok şaşırdığımsa yine geçen 35 yılda Mimarlar Odası’nın galiba “ilk kez” belediyeye dava açmış olması… Hatta Tüketici Hakları Derneği’nin de davayı desteklemesi... Oda başkanı mimar Ertuğrul Aladağ’a sordum: “Dava açtığınız doğru mu?” Yanıtı çok düşündürücüydü: “Maalesef, mecbur kaldık...” Ertuğrul’un “maalesef”ine katılıyorum. Davaya “ne yazık ki” ben de müdahil oluyorum. Hâkim sorarsa diyeceğim ki: “Kentin bu çok değerli kamu alanını satılık konutlarla harcayan bir proje yapsaydım, asla mezun olamazdım. Mimarlığımı borçlu olduğum kentsel duyarlılığı ‘olanaksız’ kılacak uygulama Muğla’ya asla yakışmıyor.” Sevgili Gürün Başkanın bu “içten serzeniş”lerle inatlaşmaması, Muğlalıların “dinlence ve kültür alanı” olmayı bekleyen alanda 35 yıllık özlemi gerçekleştirmesi dileğimle... [email protected] HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Manavgat 1 Çayı üzerinde kurulu bir ba 2 raj ve hidro 3 elektrik sant 4 ralı. 2/ Elek5 trik donatımında kullanı 6 lan ve bağlan 7 tıların yerleşti 8 rilmesine yarayan yuva... 9 Müjdeli haber. 3/ Ek 1 2 3 4 5 6 7 8 9 siklik, kusur... Do 1 K A R T A L A Ç nuk renkli. 4/ Evli 2 Ü R E L A K A P olmadığı bir kadı 3 L İ K Y A K L E nın dostluğuna maz4 L T E B A A R har olmuş kimse... 5E K İ N A Z Y A Bir nota. 5/ YumurA N A ta biçimli ve sekiz 6 M A F İ Ş 7 E V İ Ç E E R delikli bir tür flüt. 6/ 8 U Y A R L AMA Kemiklerin yuvarÇ İ L lak ucu... Torun sa 9 İ T E Ğ İ hibi kadın. 7/ “Her içinde seyredilir başka bir cihan” (Yahya Kemal)... Baklagillerden bir bitki. 8/ Bir cins iri hıyar... İskambilde bir kâğıt. 9/ Birbirine bağlanmış iki tekneden oluşan yelkenli ya da motorlu deniz taşıtı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ En küçük izci kuruluşu... Bir ay adı. 2/ Eski Türklerde ölüler için yapılan tören... Kesilen ağacın yerde kalan kütük dibi. 3/ Ankara kentini oluşturan ilçelerden biri... Elli şiniklik tahıl ölçeği. 4/ Kazak başkanlarına verilen ad... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 5/ İnce yapılı. 6/ Sahip... Asur krallığının başkenti. 7/ Şöhret... “ Tüblek”: Karikatürcümüz. 8/ Bir geminin başka bir gemiden ya da kıyıdan açılması... Muğla’nın bir ilçesi. 9/ Türlü nedenlerle başarılı olamayan kimse... “Ölür ise ölür / Canlar ölesi değil” (Yunus Emre). C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle