23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 1 ŞUBAT 2011 SALI EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Danıştay’ın ALES Kararı Doğrudur! Danıştay’ın söz konusu kararına karşı yapılan haksız ve yersiz eleştiriler gizlenen bir amaca yöneliktir. Bu amacın ne olduğunu, siyasi iktidarın yüksek yargı organlarına karşı sistemli olarak takındığı tavır açıkça ortaya koymaktadır. Gerisi minareye kılıf uydurmaktan başka bir şey değildir. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Tek Kitaplıdan Korkulur!.. “Bir kitapta her şeyi bulan, bütün kitapların düşmanıdır. Okumadığı bir kitabın halka zararlı olacağını söyleyenlerden daha aşağılık insan olur mu?” Sabahattin Eyüboğlu böyle söylemiş Vedat Günyol’a... “Bir tek kitaba, hele çağın çok çok gerisinde kalmış bir kitaba bağlanıp kalmak, düşünce ve duyguları bir yerde dondurmak, ışıklı bir dünyaya kapılarını kapamak, kendi içinde çürüyüp gitmek demektir.” Akşamları yatmaya giderken kitaplıktan iki üç romanı ya da şiir kitabını aldığımı gören büyükbabamın dediğini unutmadım: “Sen hiçbir zaman korkulacak bir insan olamazsın. Bakıyorum odana çekilirken koltuğunun altında birçok kitap var. Tek kitabı olanlardan korkulur. Öyleleri yaşamda önemli yerlere gelir” demişti. Bu sözü hiç unutmadım. Tek kitabın, tek bir kitabın etkisinden kendilerini yaşam boyu kurtaramayanların belli bir süre başarılı olsalar da sonuçta sıkıntılı durumlara düştüklerini gördüm. Yıllar önce bir okur sormuştu. “Bizim köyün kitaplığına bakanlıktan başka yayınevlerinden de kitaplar geliyor. Hangisini okuyacağımızı bilemiyoruz. İçlerinde bize zarar verecek olanlar da vardır. Ya biz de bu zararlı kitapların etkisinde kalırsak, bizi yanlış yollara iterse...” Kitap korkusu bugünün işi değil, yüzyıllardır sürüp geliyor. Ortaçağdan yirmi birinci yüzyıla, yani günümüze dek toplumlar kitap korkusundan kendini kurtaramıyor. Hitler’cilerin, Thomas Mann’ları, Zweig’ları, kendi kafalarına uymayan nice değerli bilim ve sanat yapıtlarını yaktıklarını unutabilir miyiz? O kadar uzağa gitmeyin, kendi ülkemizde de 12 Mart’larda, 12 Eylül’lerde evleri basarak kitapları toplatıp insanları süründürme olaylarını hep yaşamadık mı? Her akşam TV ekranlarında kitapların suç unsuru olarak gösterildiği günler o kadar uzak değil. Şu günlerde bile örneği çok. Bir emekli subay arkadaşım öylesine korkmuştu ki, kitaplarını bir torbaya koyup yıkık bir medresenin avlusuna atmıştı. Bir başkası, hem yüksek bir öğretmen, Mao’nun, Marx’ın kitaplarını sobasında yakmıştı. Kimi denize atmış, kimi toprağa gömmüştü. Evinde kitap bulundurmak suçlu sayılmanın, nerdeyse vatan haini olmanın kanıtıydı. Hep merak etmişimdir, ünlü politikacılarımızın evlerindeki kitaplıkları, Başbakanlık görevine gelmiş ünlü kişilerin sanatla, edebiyatla, tarihle, bilimle ilgili Türkçe ya da İngilizce, Fransızca kitapları var mıdır, kaçını okumuşlardır? Konuyu yaygınlaştırdık mı iş sarpa sarar. Çağın gerisindeki bir düzeni özleyenler, toplumu kendi kafalarına uygun bir duruma getirmek isteyenler neden kitap okusunlar, okuyabildikleri bir tek kitap yetmez mi? Zaman zaman büyükbabamın sözünü anımsıyorum: “Sen korkulacak bir insan olamazsın, çok kitap okuyorsun, tek kitaplılardır toplumlarda etkin olanlar.” Öyle de oldu. Korkulur bir kişi olmayı neden isteyeyim. Ben dünyayı, insanları, toplumları anlamaya çalıştım, sevdiğim sevmediğim, katıldığım katılmadığım pek çok kitabı okuya okuya... Bir kitabın verdiğini başka bir kitapla perçinleyerek. Kısacası, değişik kitapların verdiği etkilerde bir sentez yapmaya çalışarak?.. Bir Yunan bilgesi, “Ben bir tek kitap okuyanlardan korkarım” demiş. Vedat Günyol da, bir kitabında şöyle yazmıştı: “... gerçekten bir tek kitap okuyanlardan korkulur, hele o kitap gelmiş geçmiş çağları bir potada eritip bugünlerde uygulamaya kalkışmışsa!..” Prof. Dr. A. Ülkü AZRAK anıştay’ın 8. Dairesi, “2010 Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı” (ALES) Sonbahar Dönemi Kılavuzu’nun (c) bendinde daha önceki kılavuzlarda öngörülmüş olan “sınava başı açık olarak girilmemesi halinde sınavın geçersiz sayılacağı” şeklindeki ibarenin yer almaması üzerine Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitimİş) tarafından açılan iptal davası bağlamında yürütmeyi durdurma kararı verilmesi yolundaki istemi incelemiş ve 12 Ocak 2011 günlü kararıyla bu istemi kabul etmiştir. Bu kararın açıklanmasının ardından, sık sık yapıldığı gibi, iktidar partisinin sözcüleri ve medyadaki yandaş köşe yazarları sözde hukuk biliminin gerekleri diye yüzeysel bazı iddialar ortaya atmışlardır. Bu kişiler hukukçu da olsalar, idare hukukunun inceliklerine vakıf olmadıklarından, klişe söylemlerle yetinmek durumunda kalmışlardır. Sözü edilen bu yazarlardan biri de idare hukuku değil, ama anayasa hukuku uzmanı olan kimi bilim adamlarının beyanlarına da yer vermek suretiyle, bunları kendi düşüncelerinin kanıtı olarak okuyuculara aktarmıştır. D Sendikalar idari dava açabilirler mi? Sendikaların kendi faaliyet alanları ve amaçları ile ilgili konularda iptal davası açmanın koşulu olan menfaatinin ihlal edilmesi durumunda dava açabilecekleri, Danıştay’ın yerleşik içtihadıyla kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu bağlamda, 12.01.2011 tarihli yürütmeyi durdurma kararında kullanılan “genel kamu yararı” kavramı hakkında birkaç hususun işaretlenmesi gerekir. Her şeyden önce “Genel kamu yararı” gibi bir deyimin idare hukukunda yer almadığı yolunda ileri sürülen iddia doğru değildir. Çünkü “genel kamu yararı” deyiminin eski karşılığı olabilecek “umumi menfaat” deyimine, Danıştay’ın (eski adıyla Devlet Şurası’nın) iki eski kararında rastlanmaktadır.(1) Bilim eserlerinde de aynı deyim yer almıştır.(2) Ayrıca Danıştay’ın söz konusu kararında geçen “genel kamu yararı” deyimi iptal nedeni olarak kamu yararına aykırılık kavramından farklı bir konumda kul lanılmıştır. Başka bir söyleyişle, bu kavram, sadece İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (a) fıkrasında söz konusu dava açmanın sübjektif ehliyet koşulu olan“menfaat koşulu” ile ilgili olarak kullanılmıştır. Anlatılmak istenen, Eğitimİş Sendikası’nın, konusu eğitim ile ilişkili olan bu davayı açma hususunda menfaatinin bulunduğudur. “Danıştay genel kamu yararı var mı yok mu diye bakamaz, bu açıdan karar veremez! Bunu yapması yerindelik denetimidir, yetki aşımıdır” şeklinde ileri sürülen iddiaya gelince; bu da yersiz bir iddiadır. Çünkü yerindelik denetimi sorunu, idari yargı mercilerinin sadece esasa girerek yaptıkları denetim ve verdikleri son kararlar bağlamında söz konusu olabilir. Oysa yürütmeyi durdurma kararı, geçici nitelikte bir tedbir kararıdır. Burada açıkça hukuka aykırılık koşulunun öngörülmüş olması tutarlı olmamakla birlikte, kanunda kastedilen, ilk bakışta ciddi bir aykırılığın görülebilmesidir. Aksi kabul edilirse zaten davayı uzun uzadıya incelemeye gerek kalmaz ve hemen iptal kararı verilmesinin kabulü gerekir ki, böyle bir şey geçici tedbir kararının niteliği ile de bağdaştırılamaz. Bu yüzdendir ki Danıştay, anayasanın ve İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun öngördüğü yükümlülüğe uyarak söz konusu yürütmeyi durdurma kararına hayli uzun bir gerekçe yazmış ve bu kararın verilmesinin nedenlerini ayrıntılı biçimde açıklamıştır. Danıştay’ın böyle yapması kaçınılmaz bir yasal zorunluluktan kaynaklanmıştır ve doğru bir davranıştır. Öte yandan yargının, idarenin takdir yetkisini kullanarak yaptığı işlemleri incelemesinin, bu yetkiye kanuna aykırı biçimde müdahale anlamına geldiği iddiası da doğru değildir. Çünkü yargı, takdir yetkisinin hukuka uygun olarak kullanılmış olup olmadığını, işlemin amacının “kamu yararı”na yönelik olup olmadığını araştırarak ortaya koymak zorundadır. Bu nedenledir ki idare hukukunun çok temel bir ilkesine göre işlemin amacında idarenin takdir yetkisi söz konusu olamaz! İdarenin önceki uygulamalarını gerekçesiz değiştirmesi ‘idare ahlakı’na aykırıdır. Danıştay, yürütmeyi durdurma kararında Anayasa Mahkemesi’nin ve kendisinin başörtüsü sorununa ilişkin eski kararlarıyla, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin kararlarına yollamada bulunarak YÖK’ün önceki kararında yer alan “sınava başı açık girme” koşulunun kaldırılmasının, gerekçesi gösterilmeyen ve dolayısıyla haklı bir nedene dayanmayan bir esaslı değişiklik olduğuna işaret etmiştir. İdare hukuku sistemimizde örnek aldığımız Fransız idare hukukundan gelen ve Türk idare hukuku biliminde de yer verilen bir kavrama bakılırsa böyle bir davranış “idare ahlakiyatı”na (moralité administrative) aykırıdır ve keyfilik niteliği taşır.(3) Eksik düzenleme de hukuka aykırı olabilir. Bu konuyla ilgili başka bir sorun da, kararın açıklanmasından hemen sonra demeç veren iktidar partisi başkan yardımcısının, Danıştay’ın kararında açıkça yer verilmiş olmayan bir hususu bahane edip onun, YÖK’ün yerine geçerek karar verdiği iddiasını ortaya atmış olmasıdır. Danıştay’ın böyle bir şey yapması, kuşkusuz ki anayasanın 125. maddesine ve İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 2. fıkrasına aykırı olur. Lakin Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararında böyle bir durum söz konusu değildir. Danıştay, sadece “eksik düzenleme”nin hukuka aykırılığına işaret etmiştir. Mevzuat metninde boşluk yaratan eksik düzenlemenin ne gibi durumlarda hukuka aykırılık oluşturduğu, Danıştay’ın 1980’li yılların ortalarından beri verdiği, içtihat niteliğine erişmiş kararlarda açıkça ortaya konmuştur.(4) Danıştay’ın 8. Dairesi’nin ALES kılavuzu konusunda verdiği yürütmeyi durdurma kararı da bu içtihatlara uygundur. Kısacası Danıştay’ın söz konusu kararına karşı yapılan haksız ve yersiz eleştiriler gizlenen bir amaca yöneliktir. Bu amacın ne olduğunu, siyasi iktidarın yüksek yargı organlarına karşı sistemli olarak takındığı tavır açıkça ortaya koymaktadır. Gerisi minareye kılıf uydurmaktan başka bir şey değildir. (1) Devlet Şurası Kararlar Mecmuası, sayı :2, sh.3839 –karar: 1935/394; sayı 9, sh.4243, karar: 1938/75. (2) S.S. Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, 1952, sh. 294. (3) S.S. Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, C.1, 1967, sh. 413; Georges VEDEL – Pierre DELVOLVÉ, Droit administratif, C.1, 1992, sh. 537. (4) Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, E.82/434, 4 Şubat 1983; 5. Daire, 87/2417, 14 Nisan 1988; İçtihatları Birleştirme Kurulu, E.88/6, 7 Aralık 1989 vd. Hayalet Sürücüler... “Hayalet Sürücü 2” aksiyon filmini çeken aktör Nicolas Cage ile Pamukkale’deki otelde sohbet etti Başbakan. Dil bilmeyenlerin sohbeti her zaman daha anlaşılır oluyor. Nitekim Başbakan Nicolas’a filmde havada nasıl durduğunu soramadı… Nicolas da zaten ona; neredeyse yarısı kömürenohuda muhtaç, kalanı aç, işsiz memlekette, hâlâ o Başbakanlık koltuğunda sekiz senedir nasıl durabildiğini sormadı… Aslında Erdoğan, Nicolas’ın kulağına eğilip “Bir de şöyle bir hareketle nasıl yapıyorsun da her şeyi devirebiliyorsun?..” diyebilirdi… Nicolas da ona “Siz de bir şey yapmadan Denizli’de 108 tesis açtınız iki saniyede… Bu kadar zamanda ben sadece altı bidon devirebiliyorum…” demedi… Dil bilmeyince sohbet daha iyi anlaşılıyor… Misal Başbakan “Sizi seveni görmedim ama herkes seyrediyor yani…” demeye kalkmadığı gibi, hayalet sürücü Nicolas da ona “Ben de size oy veren bir tek kişiye rastlamadım ama kazanıyorsunuz…” demeyi denemedi… Nicolas film bittiğinde bir zıplayışta çıkıyormuş gibi gösterileceği o otuz metrelik kaya duvarın aslında beş metre olduğunu… Onun da ancak yarısına kadar nasıl çıkabildiğini… Ama inemeyince Denizli köylüleri tarafından nasıl indirildiğini anlatamadı… Zaten Başbakan da; bir zıplayışta Türkiye’yi ileri demokrasi seviyesine nasıl çıkartmış gibi gözüktüğünü… Aslında bunun yarısına kadar gelindiğini… Hasan Cemal’lerin alttan çekilmesi ile havada kalınca… Köylüler tarafından nasıl inşallah kurtarılacağını anlatmadı… Ve Başbakan şunu da soramadı: Hani bir hareketle altı kişiyi etkisiz hale getirerek, arkasından bir vuruşta on kişiyi sersemletip gelen yirmiyi nasıl bayılttığını… Gerçi hayalet sürücü Nicolas da soramadı: Denizli meydanında on beş bin kişiyi nasıl ayakta uyuttuğunu… [email protected] İlk Arena Olayı Prof. Dr. Cengiz KUDAY izans İmparatorluğu” olarak da anılan “Doğu Roma İmparatorluğu” VI. yüzyılın ilk çeyreğinde siyasal ve dinsel açıdan büyük bir kargaşa içindeydi. I. Jüstinyen böyle bir ortamda, MS. 527’de tahta çıktı. Bu sırada önceki imparator Anastasyas’ın varisleri, iktidar üzerinde hak iddia etmeye devam ediyorlardı. Jüstinyen imparator olur olmaz, boş olan devlet hazinesini düzenlemek, bozulan idari yapıyı ve yargısal yapıyı değiştirmek üzere belirlediği politikaları izlemeye koyuldu. Bundan huzursuz olan halk kitleleri, kışkırtılmaya ve tepki göstermeye hazır durumdaydılar. Dinsel eğilimlerin yarattığı çatışma ortamı da ayrı bir huzursuzluk kaynağıydı. Bir başka rahatsızlık kaynağı ise IV. yüzyıldan beri Bizans başkentinde politika sahnesinde önemli rol oynayan araba yarışlarında “Maviler” ile “Yeşiller” adlı taraftar grupları idi. Her iki grup, sahip oldukları büyük güçle, hem saray ve hem de halk kitleleri üzerinde rahatsızlık yaratıyorlardı. I. Jüstinyen başlangıçtan beri, “Yeşiller” karşısında “Maviler”in yanında yer alıyor ve pek çok konuda onlara destek oluyordu. Eşi Teodora ise karşı grup olan “Yeşiller” taraftarıydı. Ama Jüstinyen’e her konuda destek oluyordu. Toplumda bazı yüksek görevlilerin ve hükümet yetkililerinin yolsuzlukları, Arazi sahiplerinin sahip olduğu ve elde ettiği olanaklar, Beş yılık bir dönemden sonra kızgın kitlelerin “B ayaklanması için uygun koşullar doğdu. Ayaklanmanın ilk ateşi 13 Ocak 532’de Hipodromda yapılan yarışlar esnasında imparator temsilcisi Kolopodes’in “Yeşiller”i tahrik eden, aşağılayıcı bir konuşması sonrasında onun aleyhine yapılan tezahüratla başladı. Yeşiller tarafından kışkırtılan halkın “zafer zafer” haykırışları ile başlattığı isyan, bir iki gün içinde diğer rakip grup “Maviler”in de “Yeşiller”e katılmasıyla bütün kente yayıldı. Ayasofya, Aya İrini kiliseleri ve Zeus Hamamı başta olmak üzere birçok değerli yapı yakıldı, yıkıldı İsyanı bastırmak isteyen Jüstinyen,15 Ocak’ta halkın şikâyetlerine neden olan bir idareciyi görevden aldı. Fakat isyancıları yatıştırmak mümkün olmadı. O ana kadar şehir dışında tutulan ordu birlikleri, General Basilarius komutasında şehre girdiler. İsyancılar Hipodroma (Arenaya) sığınmaya mecbur oldular. Dönemin tarihçilerinden Proskopius ve Malalas’ın anlatımlarına göre, 18 Ocak 532’de burada büyük bir katliam yaşandı. 3035 bin kişi kılıçtan geçirildi. Ayaklanmaya destek veren senatörlerin ve soyluların mülkleri ellerinden alındı ve sahip oldukları tüm ayrıcalıklar kaldırıldı. Ayaklanmadan aldığı ders sonrasında, Jüstinyen çıkardığı yasalarla, arazi sahiplerinin, idarecilerin, yüksek bürokratların yetkilerini sınırladı. Suiistimalleri önlemeye yönelik bir dizi önlem aldı. Sonunda Jüstinyen’in uygulamaları, bugün bütün Avrupa devletlerinin yasalarına temel teşkil eden Roma Hukukuna dayanak oldu… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle