28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 ARALIK 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dersim ve Acıyı Bal Eylemek Yabancı Bankalardaki Milyonlar... Sekiz ayrı bankada milyonlarca dolar!.. Koca koca manşetlerde yazılıyor. Falancanın, işte böyle bir zenginliği var... İnanılır gibi değil! Daha dünlerde sıradan biriydi, işçilik yaptı, küçük ölçüde ticaret, şu bu. Sonra bir yerlere geldi. Ummadığı görevlere... Ama yabancı bankalarda saklı milyonlarca dolar? Nasıl olur? Geçenlerde gazetede okudum, Türkiye’de bilmem kaç milyon dolara sahip olanların sayısı on yıl öncesine göre kat kat artmış! Adam başına düşen de bayağı iyiymiş. Pek çok komşumuzdakinden yüksekmiş!.. Sevinmeli miyiz yurdumuzun bu yücelmesine, zenginleşmesine? Söylevlerde, önemli sayılan kişilerin konuşmalarında hep “Biz dünyanın önde gelen bilmem kaçıncı ülkesiyiz” övünmelerine... Oysa milletimizin neredeyse üçte ikisinin karnı doymuyormuş. Emeklilerin aylıkları yetersizmiş! İşçiler güvenlikten yoksunmuş, 27 Mayıs devrimlerinin armağanı “Toplusözleşme” tarihe karışmış... Bir yanda patron, öte yanda emekçi! Söz hakkı patronda, çile çekmek emekçide... Ne denli yükseköğrenimden geçmiş olsan da, bir iş bulmak, bir ekmek parası çıkarmak, bir eve sahip olmak büyük bir sorun... Ama bay falancanın sekiz yurtdışı bankada milyonlarca doları!.. Bazı gazeteler ad da veriyor! Ama o adı verilenlerden ses çıkmıyor... “Yahu nerde o kadar para, kim söyledi, kim çıkardı bu dedikoduları...” diye bir çıkışma yok... O zaman, işin içinde başka işler var diye düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Düşün düşün budur işin!.. Yeni bir şey değil, önceki yıllarda da nice tanınmış kişi bu tür suçlamalarla karşılaşmıştı. Hatta önemli görevlere seçilmiş, bir süre yurttaşları yönetmiş kişilerin yaşamı araştırılsın; nereden, nasıl bu zenginliklere ulaşmış, tüm millet öğrensin demişlerdi... Sonu gelmedi!.. Burada adlar saymak kolay! Sizler en az benim kadar biliyorsunuz. Hepimiz bu topraklarda yaşadık, yaşıyoruz, gazetelerde çıkan yazılarda, haberlerde kısa zamanda vurgunları yapanları tek tek tanıyorsunuz... Bu seferki bence daha üzücü, bay falancanın yabancı bankalarda milyonlarca doları var mı yok mu diye suçlanan, tek bir söz söylemiyor... İster inan ister inanma!.. Dersimli, CHP’nin yanında değil, laik Cumhuriyetin yanında yer almaktadır. Yüzyılların acıları ile yoğrulmuş olan Alevilik düşüncesi, Dersimliyi doğal olarak laik ilkelerin ve Cumhuriyet rejiminin yanında yer almaya yönlendirmiştir. Bu konu, onlar için yaşamsal önemdedir. Alev COŞKUN eçen hafta Dersim olayları gündemin birinci maddesine oturdu. Siyasiler konuştu, birçok gazeteci ve TV yorumcusu konuyu ele alıp çözümlemeler yaptı. 7080 yıl önceki sosyolojik ve toplumsal olay, 2011’in, yani 21. yüzyılın koşulları çerçevesinde değerlendirmeye alındı. Öncelikle konunun açılması, ele alınması, konuşulması, tartışılması kuşkusuz çok önemlidir ve olumludur. Ancak çok sakıncalı bir durum, adeta Dersim olayı üzerinden ırk ve mezhep ayrımcılığı yapılıyor izleniminin ortaya çıkmasıdır. Sosyolojik yönleri ağır basan bir toplumsal olayla yüz yüzeyiz. Bir yanda bir ulusdevlet inşası, öte yanda etkinliklerinin sürmesini isteyen feodal beylerin tutkuları söz konusudur. Bu nedenle konu ağırlıklı olarak tarihçilerin ve toplumbilimcilerin yoğunlaşacakları bir alandır. Dünyanın dört bir yanında, parlamentolar Ermeni sorunu konusunda siyasal kararlar alırlarken “Bu konu tarihi bir konudur, siyasete karıştırmayın” diyoruz. Şimdi de ırk ve mezhep yönlerinden “istismara” açık bir konuda, siyasi partilerin etki ve egemenliğine açık G bir Meclis inceleme komisyonu istiyoruz. Bu doğru bir yöntem değildir, adaletli de olmaz. Bu konuda, olayları derinlemesine incelemiş olan, Dersimli yansız tarihçilerin bulguları özet olarak şöyledir: Dersim olayı, feodal yapının korunmasını isteyen aşiret beyleri ile yeni kurulan Cumhuriyetin merkezi hükümeti arasındaki güç çatışmasından doğmuştur. Bu karşı çıkışta, temel olarak 50 aşiretten sadece 6 aşiret aktif rol almış, diğerleri karşı çıkışa katılmamışlardır. Son tahlilde, özellikle 1938’de merkezi hükümet otoritesi orantısız güç kullanmıştır. Buraya kadar yazdıklarımızdan yalnış bir değerlendirme çıkarılmamalıdır. Bu satırların yazarı Dersim olayındaki orantısız güç kullanımını asla uygun görmemektedir. Bu konuda devlet geleneklerine ve devlet saygınlığına uyacak usuller içinde özür dilenmeli ve mağduriyetler devlet ciddiyeti çerçevesinde giderilmelidir. 7080 yıl önceki bu sosyolojik olay sonrası Dersimlinin tutumu beni yıllarca etkilemiştir. Dersimli bu feci olaylardan sonra, konuyu genel olarak iç benliğine gömmüştür. Devlete karşı kin tutmamıştır. Yüzyıllara dayalı “Acıyı bal eyledik” sözü Dersim olayına da uyarlanmıştır. Bir de bu tartışmalarda incitici ve olumsuz bir yan ağır basmaya başladı. Bu da bu olay üzerinden Alevi düşünce sisteminin yargılanmak istenmesidir. Gerek yandaş basın, gerek TV’lerde; “Mademki CHP hükümeti Dersim’e böylesi bir askeri harekât yapmıştı, neden Dersimliler ve Aleviler hâlâ CHP’ye oy veriyorlar?”... Bu temele dayanarak Alevi kitlesi sorgulanmaya çalışılıyor. Anlaşılmayan nokta şurasıdır: Dersimli, CHP’nin yanında değil, laik Cumhuriyetin yanında yer almaktadır. Yüzyılların acıları ile yoğrulmuş olan Alevilik düşüncesi, Dersimliyi doğal olarak laik ilkelerin ve Cumhuriyet rejiminin yanında yer almaya yönlendirmiştir. Bu konu, onlar için yaşamsal önemdedir. Eğer bugünkü koşullarda, daha etkin, daha ilerici, daha aydınlanmacı, daha eşitlikçi ve özgürlükçü, emekten yana ve hepsinden önemlisi, gerçek olarak laik düşünceye bağlı güçlü bir parti çıkarsa Dersimli ve Aleviler o partiye yönelirler. Ama bu olmazsa tutum ve tavırlarını değiştirmezler. Dersim olayı oy kaygıları için daha fazla kaşınmamalıdır. İhtiyar bir bilge Dersimli TV’de çok bilgece bir söz söyledi: “Biz bu acıyı yıllardır kapatmıştık, acıyı bal eylemiştik...” Bütün Bıyıklar Badem Olacak... Başlık, baharı haber veren şiir gibi oldu ya... Bayrak gibidir badem bıyık... Simgedir... Paroladır... Ruhsat, banka cüzdanı, pasaport, iyi hal kâğıdı, ihale dosyası, sertifika, doktora tezi, tahsis belgesi... Turnike jetonu olur, açılır kapı... ? Aslında ben başka kılları yazacaktım: Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin üç öğrencisini tutukladılar... Sebep; saçlarını kestirmiş olmaları... Hopa’daki çevre yağması protestosuna katılan arkadaşları tutuklanıp da saçları kesilince, bunlar da saçlarını kestirip fotoğraf çektirmişler beşi birden... Moral olsun diye arkadaşlarına göndermişler kesik saçlı fotoğraflarını... Üç gün sonra bunları da tutukladılar, “tanınmamak için saçlarını kestirdiler” diye... Yani suçlu, fotoğraf çektirip kendisi gönderiyor eliyle... ? Okumakla adam olunmuyor demek ki... Badem bıyık bıraksalardı... Vali olacaklardı... ? Badem bıyık deyip geçmeyin... Bayrak gibidir... Ampul gibi durur burnun önünde... Bir küçüğüne fıstık bıyık, bir büyüğüne kestane bıyık denir.. Kartvizit yerine de geçer; iki saat cüzdanı açıp da partiden getirdiğin kartviziti arayacağına, boynunu öne uzat, alt çeneni öne çıkart, burnunu havaya kaldırıp yürü, görsünler... Hüviyettir... Bir devri anlatır... Türkiye belgeselidir... Bir diğer adı “kuş sıçtı” da denir... ? Memleketin taşını, toprağını, dağını, kıyısını, ormanını çalmaktan bir tek kişi hapishanede değilken... Hopa’nın bir deresini korumak isteyenlerin hapishanelere dolduruluşunun hikâyesidir bu aslında... Suç kanıtı da; kesilen saçlar... Bir tutuklu ile yandaş olmak anlamına da gelen saç kestirmenin tam tersidir; büyüklerin badem bıyığından bırakmak... Tapu yerine de geçer... Çeneyi öne doğru çıkartıp, burun havada yürüyeceksin... Yer gök senin... ? Eh... Millet sevdiğine göre bademi... Belki de iyi olacak... Bütün bıyıklar badem olacak... 5 Aralık 1934’ün 77. Yılında Atatürk’e Minnetle… Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN umhuriyetin adına ya içinde bir konum edinmiş olkıştığı gibi yaşatılma mayı, aydınlanma felsefesi ile sının önünde kurulan bu yolu açan Atatürk’e borçbarikatları ve Atatürk’ü eleş lu olduğumun bilincinde olatirmek üzerinden yürütülen rak; 5 Aralık 1934’te biz kakarşı propagandayı günümüz dınlara yasa ile verilen seçme konjonktüründen okumak ge ve seçilme hakkının, kullanırekiyor. Cumhuriyet bir ay labilir bir hakka dönüşemedınlanma projesiydi. Osman mesinden sorumlu olan erkek lı’nın yıkıntıları üzerinde inşa egemen zihniyetin etki alanıedilen ve günümüze kadar öy nı genişleten ve Osmanlı süle ya da böyle getirebildiğimiz recinde bıraktığımızı düşünkurumlara yaşam veren, he düklerimize geri dönüşü özenpimizi birbirimize tutkallaya diren günümüz siyasetinin rak devlet olma bilincimizi Atatürk’ü karalama kampanoluşturan anlayıştan söz edi yasına “dur” demenin öncelikle hepimizi, daha fazla olayoruz. Bugün kim, hangi koltukta rak biz kadınları ilgilendirdioturuyorsa, bilmeli ki kendisi ğini düşünüyorum. Atatürk dönemi siyasetini bir güç değildir, kendisinin güç olarak kabul edilmesinin parça parça bölen ve geçmişi nedeni temsil ettiği kurumdur. didiklemeye “yüzleşme” adıCumhuriyete, dolayısı ile ku nı vererek karalama kampanrucularına hepimiz borçluyuz. yasına dönüştürenlerin zoru, Alacağımız varmış gibi yüz aslında Atatürk’ten çok Cumleşme başlığı ile hesaplaşma huriyetin felsefesi ile. Dikkat ediniz, Cumhuriyeya sürükleniyor ve “ötekini anlamak” adı altında başlık ti ortadan kaldırmayı öncelelar açıyor olmamız; ötekileş miyorlar, Cumhuriyetin feltirmenin bir yöntemi oluyor sefesini dönüştürmekten söz günümüzün “yeni” başlığı ile ediyorlar. Atatürk ile var ediotoriterliğin kılıfı olarak he leni, Atatürk üzerinden yürüpimizi edilgenleştiren “de tülen ve farklı başlıklarda açılan tartışmalar üzerinden yümokrasi”sinde!.. Bir kadın olarak toplum rütülen hesaplaşma ile yıpra C tarak bozmak ve yerine yeni bir Cumhuriyet anlayışı inşa etmek üzerine yürütülen bir bozyap oyunu içindeyiz. Tutukluluk zincirleri ile kurulan barikatlarla frenlenen toplum, bu yaşadıklarımızla daha fazla demokrasi ve özgürlüğe gidemeyeceğimizin farkındadır. Devleti kuruluş felsefesini ayakta tuttuğumuzca güçlü tutabileceğimizi, devletin bugünkü gücünün de aslında bu felsefeden geldiğini görmezlikten gelmenin bedeli hepimiz için çok ağır. Dünü didikleyerek yarattıkları çatlaktan kendileri için bir su akıtmak isteyenler, kendilerini daha sonra aynı yöntemle yaratılacak başka bir çatlağın içinde bulup, hesap vermek durumunda kalabileceklerini de düşünmeliler. Önce ötekileştirip, sonra anlamaya çalışmak gibi ayrışma başlıklı oyunun sorumlularının, Atatürk dönemine acımasızca yüklenmeyi bırakıp kendilerini sorgulamaları için hâlâ bir fırsat var. Mutlak iktidardan çıkışımızı borçlu olduğumuz Atatürk’e saldıranlarla sürüklendiğimiz yeni mutlakçılıktan bakınca, Atatürk’ün o süreçte ne zor bir işi başarmış olduğunu çok da ha iyi kavrayabiliyoruz. Lord Acton, “Her iktidar insanı bozar, fakat mutlak iktidar mutlaka bozar” demiş. Bu topyekun bozulma halinde hepimiz için bir bedel var. Ancak kadınerkek eşitsizliğinin giderilmesinde önemli bir adım olan siyasal haklarımızın tanındığı 5 Aralık 1934’ün 77. yılında Türkiye’nin kadınerkek eşitsizliğinde 135 ülkenin gerisinde bir yerde 122. sırada yer alıyor oluşumuzun utancı kimsenin yüzünde yok; kimse üzerine alınmadan, hâlâ demokrasiden söz ediliyor. Geçmişle yüzleşmeye kalkışanlar, kadına yönelik şiddetin artışı ile yüzleşmekten kaçınıyorlar. Topluma geçmişi ters giydirerek, bugünün sorumluluklarından kaçınmaktalar. Yasalarla tanınmış hakların dahi kullanılabilirliğini sağlayamadıkları gibi sözcüğü bile rahatsız ediyor olmalı ki, “kadın” sözcüğü kadına ait tek bakanlığın adından da çıkarıldı. Kadını ancak aile ile özdeş tutan, birey olarak tanımayan bir anlayış sahiplenenlerin Atatürk’ü sorguluyor olmaları bu sürecin bir ironisi. Güzel bir atasözümüzdür: Güneş balçıkla sıvanmaz. SİVİLceli ANAYASA Av. Hüseyin ÖZBEK İstanbul Barosu Genel Sekreteri üştürülmüş sivilleşmeye yakından baktıktidar çevrelerince, yaşanan tüm ğımızda bazı tuhaflıklar göze çarpmakolumsuzlukların anayasadan kaytadır. Ekonomik demokrasiyi içermenaklandığı sivil bir anayasa yapılması yen, üreticinin, halk kesimlerinin dışlanhalinde sıkıntıların sona ereceği dillendığı bir sivilleşmenin vahşi kapitalizmin dirilmektedir. ABD ve AB tarafından bu makyajlanmasından öte bir anlam ifade etsöylem hararetle desteklenmekte, darbe mediği açıktır. karşıtı sivil anayasa ile ülkenin tüm soSermayeye karşı emeği tutmayan, emrunlarının çözülerek çağdaş demokrasi peryalizme karşı mazlum halkları saölçütlerinin yakalanacağı telkin edilvunmayan, gericiliğe karşı çağdaşlıkla örmektedir. tüşmeyen bir sivilleşmenin postmodern 1982 Anayasası’nda 22 kez yapılan detoplumsal narkozdan başka bir şey olğişiklik sonucu 177 maddeden 114’ünün madığı anlaşılmalıdır. değiştirilmiş olması yeterli görülmeTürkiye’nin bölgesinde kendi başına bamekte, tüm maddeleri değiştirilse bile ruğımsız bir ekonomik ve siyasal güç olduğu huna sinmiş olan darbe izlerini silmenin günler artık mazide kalmıştır. Yaşanan mümkün olamayacağı iddia edilmektedir. gerçeklik ABD ve AB’nin Türkiye’ye daDarbe karşıtlığı, demokratikleşme, devyattığı serbest piyasa modeline uygun bir let kurumlarına ve metinlere sinmiş miekonomik sistemdir. litarist tortulardan arınarak topyekun siCumhuriyetin milli burjuvazi yaratvilleşme söyleminin aralıksız tekrarı kitmak ülküsüyle palazlandırdığı yerli serleleri belli oranda etkilemektedir. maye tekelci aşamadan sonra nitelik deKimi meslek örgütleri, işçi ve işveren ğiştirmiştir. Uluslararası sermayeye ekkuruluşları arasında yakın geçmişte yalemlenip onun içerdeki uzantısına dönüşanan anayasa taslağı hazırlama yarışı sişünce ülkenin kuruluş değerlerine tamavil anayasa söyleminin yol açtığı topmen yabancılaşmıştır. lumsal şartlanmanın derecesini gösterEkonomisi millilikten çıkmış bir ülkemektedir. İş o dereceye varmıştır ki; binin bürokratik kadrolarının ve sonuçta reysel ve kurumsal ölçekte demokrasi sıdevletin milli kalması olanaksızdır. Bu sünavından geçmenin tek koşulu önerilen sirecin doğal sonucu dış dinamiklerin arvil anayasadan yana olmaya indirgenkaladığı ve yönlendirdiği bir siyasi anlamiştir! yışın ülkeyi yönetmekte olmasıdır. Sorgulanması, eleştirilmesi aforoz neGünümüz Türkiye’sinin ekonomik ve deni sayılan, toplumsal bir illizyona dön İ siyasal fotoğrafı yukarıda anlattığımız çerçeve içindedir. Bir ülkede sınıfsal kompozisyon, ekonomik güç dengeleri esaslı biçimde değiştiğinde toplumun yeni egemenleri bu durumun bir an önce hukukileştirilmesi için harekete geçerler. Ekonomik hâkimiyetlerini hukuk meşruiyeti ile tahkim etmek isterler. Ekonomik ve siyasal olarak uluslararası sistemin arzusu doğrultusunda şekillendirilen Türkiye’nin hukuken dönüştürülmesine başlandığı anlaşılıyor. Türkiye’ye biçilen role uygun bir hukuk elbisesinin giydirilmesiyle operasyonun en hayati aşamasının tamamlanmasına çalışıldığının gözden kaçırılmaması gerekiyor. Ülkenin kuruluş felsefesiyle, kurucu değerleriyle irtibatı tümüyle koparacak, üniter yapıda ulus devlet olmaktan çıkaracak bir hukuk metnini sivilleşme illüzyonuyla topluma kabul ettirmek için olağanüstü çaba gösterilmektedir. Tekil yapıdan, ulus devlet modelinden vazgeçip, çok etnisiteli bir yapıya kapı aralayacak, kendisi için ulus ve devlet olma yerine uluslararası sistemin biçtiği role razı köksüz bir yapıya geçişin etkileyici makyajı olarak kullanılan sivilleşme söyleminin Türkiye’yi götüreceği yerin ayırdına varılmalıdır. Yeni Türkiye’ye dayatılan yeni anayasanın sivil ambalajlı sömürge hukukundan başka bir anlama gelmeyeceği bilinmelidir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle