19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 ARALIK 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yok Edilen Atatürk Kurumları Değil, Ulusun Dil ve Tarih Bilincidir... Masamdaki Kitaplar... Lütfi Özkök’ü tanıtmaya kalkmak!.. Şair, yazar, fotoğraf sanatçısı!.. Dünya ölçüsünde bir şöhret demek hiç de yanlış olmaz... Dünyanın en ünlü yazarları, şairleri, bu arada bizim şairlerimiz, yazarlarımız onun çektiği birbirinden anlamlı fotoğraflarda yaşıyor, yaşayacak... Osman İkiz, “Rüzgârların Yolunda” adlı bir kitapla Özkök’ü anlatıyor. Bir yaşam boyu rüzgârların estiği esmediği yerlerde gezmiş, resimlerini çekmiş, şiirlerini yazmış: “Hiçbir zaman / bu ebedi üçgenin dışına / çıkamayacağım / İstanbul / Paris / Stockholm / İstanbul’da doğdum, / Paris’te aşkı / Stockholm’de kendimi buldum” Lütfi ile aynı yaştayız. İstanbul sanat havasında birlikte yaşadık. Uzakta yakında, nerde olursak olalım, güzel bir dostlukta... ??? Çoktandır yeni romanları okuyamıyorum. Ben uzun şeyler yazamam, uzun şeyleri de okuyamam ya da zorlanırım. Ama Öner Yağcı’nın gerçek yaşamını anlatan “Yaşasın Yenilenler”i severek, duyarak, romanın kahramanı yazarla birlikte yaşayarak, acıları, umutları besleyerek okudum. Samuel Beckett’in kitabın başına aldığı şu sözlerle: “Hep denedim, hep yenildim. Olsun gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil...” Bitip tükenmez bir savaştır düşünceleri yaşama geçirmek, insanları gerçek özgürlüklere götürmek!.. Ben de “Yaşasın yenilmeyenler, yenilmeyecekler” diye yazmak istiyorum, ama... ??? Sevgili dostum Orhan Erinç çok yararlı bir iş yapmış! “Ayın Tarihi”nden yararlanarak “10 Kasım Öncesi ve Sonrası, Atatürk’ün Vefatı” sırasına olup bitenleri, yazılanları toplamış, sağlam bir belge. O günlerin gazeteleri, yazarları, şairler, gazeteciler, politikacılar herkes var... Böyle bir yapıt, her yurttaşa, her bilinçli kişiye gerekir. Yalanlar yakın tarihimizi altüst etmeye çalışırken Orhan Erinç’in kitabı gerçek tarihi sağlam bir aynadan yansıtmış. 1938’de çıkan yazılar arasında benim de bir yazım olmalıydı. Eminönü Halkevi dergisinin 10 Kasım sayısında yer almıştı. Okulda Zahir Güvemli Hoca’ya verdiğim bir yazıydı, bir Atatürk gencinin duygularıydı! Orhan Erinç’e sağol demek istiyorum; gericiliğe, devrim düşmanlarına en sağlam yanıtı verdiği için... ??? Eray Karınca da “Kız Doğursun Analar”da kadının eş şiddetinden korunmasını anlatıyor. Yunus Nadi Sosyal Araştırmalar Ödülü’nü kazanan hukukçu ve öykü yazarı Karınca’nın yaşadığımız toplumdaki bu gerici anlayışların, dolayısıyla kadınların ezilmesine kayıtsızlığın açıklanması... “Kız Doğursun Analar”, ama Başbakan’ın dediğini yapmasın, ille de üç çocuk saçmalığına uymasın! ??? Masamdaki birkaç kitaptan söz etmeden duramadım. Daha çok kitap var bekleyen, şiirler, öyküler, denemeler, ama elimden bu kadar geliyor. Okumalara, okumalara, hep okumalara... Karşıdevrim ağır taşlarıyla “tower”lar dikiyor; “maşallah”la “okey” arasında gidip gelerek “vizyon” ve “misyon”unu pekiştiriyor; “gücünü milletten alan modern Türkiye’nin temelleri”ni oynatıyor. Bu temel kolay kolay yıkılmaz; ama... “Susma, sustukça sıra sana gelecek” sözü söz olmaktan çıktı. Sözde aydınların çığırtkanlığını yaptığı ileri demokrasi hızlandıkça gerçek aydınların suskunlaşması çok acı, çok... Sevgi ÖZEL İktidar, 12 Eylülcülerin yaptıklarını bile yeterli bulmamış olacak ki Başbakanlığa bağlı Türk Tarih ve Dil Kurumlarının işlevlerini KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile yok ederek tarihe gömdü. Sayın Cumhurbaşkanı, 10 Kasım 2011’de Atatürk’ü anma toplantısında yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “(…) Şunu gururla ifade etmek isterim ki: İnsanlık Atatürk’ün eserine, gerçekleştirdiği dönüşümlere, ülkenin kurtuluşu ve milletimizin yücelmesi için verdiği mücadeleye bugün büyük bir hayranlık duymaktadır. Mustafa Kemal, gerek savaş yıllarında gerek savaş sonrasındaki adımlarıyla, milli egemenlik ilkesine dayanan, gücünü milletten alan modern Türkiye’nin temellerini atmıştır. Atatürk fikri ve kurumsal manada yeni bir devletin kurulması için çalışmalarını yürütürken bir bakıma geleceğin Türkiyesi’ni de planlamıştır. (…)” Bu sözlere, kullanılan karma dile eleştirimizi koruyarak katılıyoruz; ne ki bu sözlerin içtenlikli olduğuna inanmak kolay değil. Çünkü söylenen sözlerle sergilenen eylemler inanmamıza engel oluyor. Atatürk, “milli egemenlik ilkesine dayanan, gücünü milletten alan modern Türkiye’nin temellerini atmıştı” ve “gerçekleştirdiği reformları meşru bir temele oturtmaya çalışması, O’nun devlet adamı ve liderlik vasfının yanı sıra milletimize duyduğu güveni de ortaya koymakta”ydı; ama gerçekleştirdiği devrimler birer birer siliniyor. tından pay ayırdığı Türk Tarih ve Dil Kurumlarını yasa zoruyla kapattılar. Bu hukuksuzluğa, bilime ve hukukun üstünlüğüne inanan gerçek aydınlar tepki verirken sözde aydınlar ellerini ovuşturdular; dahası Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun kalıtına, kurduğu derneklerin adına, malvarlığına yasa zoruyla el koyan 12 Eylülcülerin buyruğu altında, hukuk dışı yapılarda bilimci, sanatçı kimlikleriyle boy gösterdiler. Yapılar yayla gibi, para boldu; Atatürk kalıtı mirasyedi mantığıyla kullanıldı. 51 yıllık tertemiz yaşam Kenan Evren, Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’na önyargılı denetçilerini salmış, kurumun görevlerini, Atatürk’ün kalıtını kötüye kullandığına ilişkin bir şeyler bulunmasını buyurmuştu. Kaşları çatık denetçiler yolsuz, haksız kullanılan tek kuruş, görevlerin tüzük dışı kullanıldığını gösteren tek bir işlem ve eylem bulamadı. Dahası, “Bunca yer denetledik, bu denli temiz, disiplinli bir yer görmedik” diyerek ayrıldılar. Atatürk kurumunun 51 yıllık yaşamı, tertemizdi. Oysa Kenan Evren’in Başbakanlığa bağlı resmi kurumunda milyonlarca liralık yolsuzluk yapıldığı yargıyla saptandı. Yolsuzlukla suçlayarak Atatürk kurumlarını yok edemeyen 12 Eylül kafasının yapacağı tek bir iş kalmıştı; hukuk dışı yolla içinde (yalnızca onon beş duyarlı, hukuku tanıyan, onurlu kişinin bulunduğu), büyük çoğunluğu Atatürk’e ve devrimlerine düşman Danışma Meclisi’nden yasa çıkarmak... Tahsin Şahinkaya’nın hazırladığı taslak alkışlar arasında yasalaştı. Kurumları kapatan günün “bayram” olmasını öneren, 12 Eylül’den önce devrimci olan, 12 Eylül sonrasında “inkılap”çılığa soyunan, adının önündeki profesör sanıyla bireysel çıkar artışını katlayan aymazlar bile vardı. Sayın Cumhurbaşkanı, 10 Kasım 2011’de, “İnsanlık Atatürk’ün eserine, gerçekleştirdiği dönüşümlere, ülkenin kurtuluşu ve milletimizin yücelmesi için verdiği mücadeleye bugün büyük bir hayranlık duymaktadır” dedikten sonra, Atatürk’e, bırakın hayranlık duymayı, nokta kadar saygı duymayan, hem Türk Devriminin kazanımlarını kullanan, hem devrimleri tersyüz etmeye kalkışanları Atatürk kurumlarına atıyor. Üniversitelerde tamamlanmak üzere olan karşıdevrim, Atatürk kurumlarının da yok edilmesiyle ivme kazanmış durumdadır. Yaklaşık on yıl önce, kimileri iktidarın kimi uygulamalarında “çelişki” buluyordu. Başından beri hiçbir uygulamada, hiçbir eylemde çelişki yok, her şey açık; tersine ağır ağır atılan adımlar hızlandırıldı. Hedef belli; hâlâ göremeyen varsa, asıl çelişki budur. 1923 Cumhuriyetinin kazanımlarından biri değil, birkaçı her gün hızla koparılıyor. Türk Dil Kurumu, 17 Ağustos 1983’te devlet dairesi yapılmasına karşın, 1983’ten önceki kurumun bilimsel kalıtını kullanıyor; göstermelik de olsa sözcük türetiyor; Türk İslam sentezcilerini mutlu kılma çabası gösteriyordu. TDK yönetimi, 19832002 arasındaki koalisyonların bir ortağına yakın durdu; Evren’li yıllarda buyrukları dinledi; sözcük yasaklayanlara destek verdi; “devrim” gibi sözcüklerin anlamını, ölçünlü dil ve yazım kurallarını bozdu. Tüm yanlışları MEB eliyle eğitim kurum ve kurallarına yansıdı. 2002’den sonra bütünüyle iktidara yaslandı. İktidar büyüklerinin “himayesiyle” etkinlikler düzenleyerek, Fethullah Gülen’in Türkçe Olimpiyatları’nda etkin görev ve ödül alarak; AKP’li milletvekilleriyle dernek kurarak, Milli Eğitim Komisyonlarında “dilde devrim olmaz” diyenlere arka çıkarak, Türkiye Türkçesine ışık tutmayan yandaş kitapları basarak yürürken olan oldu. Karşıdevrimde “biraz” kavramı yoktur; “hep bana” anlayışı baskındır. Olup bitenlere bakınca Atatürk’ün ne denli uzak görüşlü bir önder olduğunu daha iyi anlıyoruz. Atatürk’ün Ankara’dan Gidişi... 91 yıldır TBMM’de nöbet tutan Mehmetçik, dolaplarını bir kamyona yükleyip gitti, fotoğrafını yayımladılar... Altına yazmışlar: “Asker Meclis’ten ve Dolmabahçe’den çıkartıldı...” Düşman askeri çünkü!.. ? Gerçi ertesi gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu yönetimine bir er atadı: Mümtaz’er... Çok büyük özelliği var: Atatürkçü düşmanı... Az gelir diye bir de yanına TSK’den ihraç edilmiş bir Zaman gazetesi yazarı... Yani koca Türkiye’de arasanız, böyle iki kişi bulamazsınız. Atatürk devrimlerini yaşatmakla görevli bir kurumun başına bula bula bunları buldular... ? Bir gün sonra... Kubilay’ın katledilişinin yıldönümü... Cumhuriyete karşı dinci başkaldırının ilk denemesi olduğu için, cumhuriyeti yaşatmak isteyenlerin çığlık attıkları gün... Tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanı geleneksel mesajı yayımlamadı... Lüzumsuz gördü demek... ? Hemen sonraki gün... Çağdaş Batı ile ilişkiler peş peşe kesilirken, Türkiye İran İkili İlişkiler Daimi Komisyonu’nda anlaşmaya varıldı... Sarıldılar... Karşılıklı eğitim kolaylığı yanında İran’a turistik ve kültürel gezi turlarının düzenlenmesi kararlaştırıldı... Ve 2014 İran yılı ilan edilecek, gözünüz aydın... ? Ve dün... Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 92’nci yılı kutlamaları nedeniyle yapılan törenin baş kısmını, trafiği engellediği gerekçesiyle yine biraz kestiler... Geçen sene de ortasını biraz kesmişlerdi... Birkaç seneye kalmaz “Atatürk gelmemiş gibi” yaparsınız nasıl olsa... ? Laik çağdaş cumhuriyete dönük yıkımın, yok edişin, istilanın, on yıllık değil, sadece son on günlük kısmına düşen bu kadardı... Ve bugün Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin yıldönümü... Neyini kutluyorsunuz?.. Gelişini mi?.. Gidişini mi?.. Dil ile din arasındaki köprü Tarih ve zaman Ulu Önder Mustafa Kemal’i ve ona inanan aydınları doğrulamıştır. Atatürk, eski yazı ve dille “din” arasında kurulan, yüzyıllarca halkı “ümmi, ümmet, kul” yapan bağı, “aklı ve vicdanı özgür” bireyler yetiştirecek laik eğitimle; yazı ve dilde devrimle koparmıştır. İşte bütün hesaplaşma, bu yüzdendir. Dille din arasındaki köprü onarılmaya çalışılmaktadır. Türk Tarih ve Dil Kurumlarının yok edilmesi, ulusun tarih ve dil bilincinin yol edilmesi anlamı taşır. Yabancı dille öğretimin (İngilizcenin) yaygınlaşması, ilkokullara Arapça ve sosyal bilim liselerine Osmanlıca dersi konması; ülkeyi saran yabancı adlandırmaya merkezi ve yerel yönetimlerin suskun kalması, üniversitelerin dil ve bilim kaygısı taşımaması; resmi dilin ve Türk abecesinin gelişigüzel tartışılması... Karşıdevrim ağır taşlarıyla “tower”lar dikiyor; “maşallah”la “okey” arasında gidip gelerek “vizyon” ve “misyon”unu pekiştiriyor; “gücünü milletten alan modern Türkiye’nin temelleri”ni oynatıyor. Bu temel kolay kolay yıkılmaz; ama... “Susma, sustukça sıra sana gelecek” sözü söz olmaktan çıktı. Sözde aydınların çığırtkanlığını yaptığı ileri demokrasi hızlandıkça gerçek aydınların suskunlaşması çok acı, çok... Geleceğin Türkiyesi Atatürk, ordusu dağıtılmasına, büyük bölümü işgal edilmesine karşın, onca yoksulluk içindeyken ülkesi ve bağımsızlığı için savaşmayı göze alan ulusuna güvenmişti; ulusu da ona... Çok acı, yaklaşık doksan yıl önce Atatürk’e inananların torunları bugün, Atatürk’ün en büyük “eseri” saydığı Cumhuriyetle ve Atatürk’le hesaplaşanlara inanıyor. Evet, 20. yüzyılı Türkiye Cumhuriyeti’yle karşılayan büyük devrimci Atatürk, bütün dünyanın hayranlığını kazanmıştı; gelin görün ki bu gerçeği sözde bırakan anlayışın, Atatürk’ün “Geleceğin Türkiyesi’ni” yaratan devrimlerine inandığını söyleyemeyiz. 12 Eylül’ün hukuk tanımayan aymazları, Atatürk’ün dernek olarak kurduğu, siyasanın güdümüne girmemesi için kalı Yaşar Kemal’in Kalemi... Nusret ERTÜRK Y aşar Kemal (1923), yazdığı yapıtlarla dünyada yüz akımızdır. Çevremizde yalnızlaştığımız, sorunların sarmalıma dolandığımız bu günlerde, aldığı büyük ödül bizi de onurlandırdı, yüzümüzü güldürdü. “Üst Düzey Fransız Nişanı”, özünde yazının, sanatın başarısını yansıtıyor. Yaşar Kemal, o törende toplumu yanlış yola götürenleri şöyle uyardı: “Sanat, insanca olmayan her şeyin karşısındadır. Sanat, insanları zulme, bitip tükenmeyen anlamsız savaşlara, bütün kötülüklere karşı uyarır. Umut, insanoğlunun sahip olduğu en büyük değerlerden biridir. Ben, hep umudun türküsünü söylemeye çalıştım.” (18.12.2011) Yaşar Kemal’in bu sözleri ancak yazı ile insanlara iletilir. Kalıcılığı, ancak yazı ile sağlanır. Biz henüz konuşma toplumu özelliğini bırakamadık. İçinde bulunduğumuz Orta Doğu halkları için, “Hele bir konuş ki, seni tanıyalım” derlermiş. Uzak Doğulular içinse, “Hele bir yaz” isteğiyle kişiler tanınmaya çalışılırmış. Anlatımda sözlü geleneğimiz, günümüzde de ağır basıyor. Ondan olmalı şiire yatkınız. Bizde, düşün yazıları yazan azdır ama, şairlerimizi sayısı bir hayli ileridir. Aziz Nesin, “Türkiye’de her iki kişiden üçü şairdir” sözünü, bu amaçla söylemiş olmalı. İnsanımızın günlük tutmadığından yakınılır. Prof. Talat Sait Halman, “Türkler, tarihte kent kurmamış, ender uluslardan biridir” diyor. Oradan oraya göçmekten zaman bulamamışız. Ev yapamayandan, yazı yazması beklenir mi? Ama konuşmuşuz, haykırmışız, ünlemişiz! Bazılarının şimdi yaptığı gibi…Konuşmada, genellikle o an ağza gelen söylenir. Yazıda ise, akla gelen. Sadece üstün yetenekliler akıllarıyla konuşur. Yazının bulunuşu, tarihi başlatmıştır. Yazı, önemli bir kültür adımıdır. Konuşmaya oranla yazıda oturmuşluk, olgunluk görülür. Yaşar Kemal’in konuşması da, yazdıkları da dünyada türünün en güzel örnekleridir. “Beni sanat yaşatıyor, yiyip içtiklerim değil” diyen bir kalemdir o. İyi ki varsın Yaşar Kemal. Onurlu, öpülecek, örnek bir kalemsin. Sen çok yaşa… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle