28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 KASIM 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 SUNAY AKIN’IN SON KİTABI ‘BİR ÇİFT AYAKKABI’ İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI’NDAN ÇIKTI Bale pabuçları aha önce de yazdım, çocukluğum Maçka’da dört katlı bir ahşap konakta geçti. Annem ve babamın dışında, dedem, anneannem, teyzeler, enişteler, dayılardan oluşan geniş bir aile içinde uzunca bir süre tek küçük çocuk olmanın keyfini sürdüm. Belleğime unutulmaz resimler ve anılar nakşetmiş o “12 numaralı ev”deyken başlamıştım bale dersleri almaya. Beş yaşındaydım. En büyük eğlencelerimden biri, bale dersinden döndükten sonra evin girişindeki geniş taşlık sofada ev sakinlerinin ayakkabılarına “pozisyon dersi” vermek olurdu. Bulabildiğim tüm kadın ve erkek ayakkabılarını çift sıra halinde yan yana dizer, topukları birleştirir, burunları açar, son derece ciddi bir tavırla ve sanki sözlerimden dışarı çıkma şansları varmış gibi, “Dikkat, birinci pozisyon” derdim, bale öğretmenimi taklit ederek. Sunay Akın’ın İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Bir Çift Ayakkabı”yı karıştırırken ilk sırada “Bir Bavul Dolusu Bale Pabucu” başlıklı yazıyı okumamda bu anıların etkisi oldu sanıyorum. Akın’ın her zamanki gibi bir izlekten diğerine kolayca geçiveren ve kendi bitmek bilmeyen merak ve enerjisinin peşine okuru da takan üslubuyla ördüğü deneme/öyküde, Çinli kızların ayak bağlama geleneğinden Dame Ninette de Valois’ya uzanırken anlattığı bir anekdot ise acı acı düşündürdü beni: “Kışlalı, kültür bakanı olduğu yıllarda, birlikte büyüdüğü ve en yakın arkadaşı olan kuzeni Hıncal Uluç’tan Rusya’ya gitmeden önce büyük bir bavul ister. (…) Ahmet Taner Kışlalı bir kültür bakanı olarak o bavula ülkesinde zor bulunan bale pabuçlarını dolduracak ve 160. Kilometre “Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göre ceğiz... Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar, ışıklı maviliklere süre ceğiz... Açtık mıydı hele bir son vitesi, adedi devir. Motorun sesi. Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir ne harikuladedir 160 kilometre giderken öpüşmesi...” 80 yıl sonra Nâzım Hikmet’in ütopyası gerçekleşmedi, bir distopyaya vardık. Baskıcı, otoriter, fakat adına inat ve ısrarla demokrasi denilen, hatta yüksek ve ileri olduğu bile iddia edilebilen bir kâbusu yaşıyoruz. Ütopyaların gerçekleşmesi beklenmez, onlar bir düş olarak daha güzeldir, ama ne yazık ki distopyalar her zaman gerçekleşir. Kavramlar içleri boşaltılarak, içerikleri değiştirilerek sunulduğu ve dayatıldığı için, insan sevinemiyor bile. Güneşli günler oldu mu hiç, bir ‘Güneş Ülkesi’nde yaşadık mı? “Güneşli Pazartesiler” çoğalacak, uzayıp gidecek gibi. Nâzım Hikmet de yaşasaydı “Enseyi karartmayalım!” der miydi? Uzatmayalım, iyice kararmayalım. Nâzım Hikmet’in “Nikbinlik” şiirinden hareketle, ‘şiiri yeniliklere süren’ ve 160. Kilometre’de şiirin direnirse kazanacağını bildiren bir zemin oluştu, adı da Nâzım Hikmet’in şiirinden: “160. Kilometre” Şiirin bir hevesle başladığını ve hevesin de tıpkı şiir gibi, sürdükçe başka şeylerin yerine de geçeceğini, adının da değişebileceğini, bunun hiç önemi yok ve bana kalırsa şiirin de bir ‘ısrar’ olduğunu hatırlattı bana. Bir şeyi överken kendi fikirlerimi de araya sıkıştırmayayım ama, şiirin öldüğü, ağır yaralandığı, can çekiştiği, geri çekildiği, söndüğü yollu görüşler bana her zaman abartılı gelmiştir. Bunu genellikle genç şairlerin, şiire yeni başlayanların “doğal” olarak söylediğini düşünürüm ve sevgiyle karşılarım. Belki şiirde gençken bile bir “iddia”m olmadığı için! Şaşırmayın, insan yaşlandıkça iddialı olmaz, gençken olur! Sonra da bir daha o kadar olmaz. Şiirin her zaman direndiğini düşünürüm, şiirin varlığının insanın varlığıyla bağlantılı olduğunu ve yalnızca var olmanın değil, var kalmanın da değil, var etmekle “vazifeli” olduğunu ise hiç unutmam. Bu yeni bir insan olabilir, yeni bir dünya olabilir ve elbette yeni bir şiir olabilir. 160. Kilometre, şiirin okurla birlikte dışarı çıkması gerektiğine inanırken, dünyaya çıkması gerektiğini imliyor, “yeni arayışlar ve deneylerle şiirin dolaşımının hızlanacağını” biliyor. Yayımladıkları ilk 5 kitap da bu doğrultuda dolaşıma girdi bile. Şiirin her zaman “yenilikçi ustası” Ahmet Güntan, Şiir Geldi Kelimede Boğuldu kitabındaki yazıları, söyleşileri ve notlarıyla şairlere “kesin tıraşı!” diyor. Şiirleriyle bunu çoktan diyordu zaten. Güntan yeni bir şiir kurmak için, unutulmaz lirik şiirlerini bile unutturacak Parçalı Ham şiirleriyle yepyeni bir manifesto yazmıştı. Erhan Altan, altbaşlığı “şapka, şarkı, şehir ve şiir” olan Ölçü Kaçarken kitabındaki yazılarıyla, şiirimizde “biçim”in bir tarihi olabilir mi sorusuna yanıt arıyor ve kitaptaki dört denemeyle de ölçüyü gerçekten kaçırıyor. 160. Kilometre’den yayımlanan şiir kitaplarından ilki Mehmed Said Aydın’ın Kusurlu Bahçe’si. Bir ilk kitap. Fakat çok damıtılmış ve “kusur”larıyla birlikte yayımlanmış bir ilk kitap. Şiirin kusuru böyle olsun. Said’in kitabının kapısını açtım, içi Ali dolu bir bahçeye düştüm. Mehmet Davut Özdal ilk kitabı Mehmet Molla ile belki de 160. Kilometre’nin yenilikçi deneyim anlayışının en “fırlama” örneklerini veriyor. Bir şiirinin başlığı, “Türkiye Gazetesinin Verdiği Stres Bileziği”, bir şiirini de “rahmetli usta”sı Bruce Lee’ye adamış. Yetmez Ama Hayır, Ali Özgür Özkarcı’nın üçüncü şiir kitabı. “Heves” dergisinin de kurucularından olan Özkarcı, evet, şiirsizleştirmenin kötü sonuçlarına karşı, siyasete ihtiyacı olan şiirler armağan ediyor: “Yoksam yeter mi sanmıştın cicim!” 160. Kilometre’den daha güneşli şiirler okuyacağız çocuklar, sıkı şiirler okuyacağız! D dan soldan çıkmış ipliklerle yeni bir desen dokuyor. Kurucu kuşak Televizyonun olmadığı, ailelerin akşamları radyonun, daha çok da (“Arkası Yarın” günleri hariç) sohbetin etrafında toplandığı günleri hatırlıyor musunuz, bilmiyorum. Hani birisi bir laf atar ortaya, derken konuşulanların içinde adı geçen “… Hanım”dan hareketle yeni bir sohbete sıçranır, oradan belediyenin yol tamiratına, hatta odun fiyatlarına geçilir… Ortada soba çıtır çıtır yanar, çaylar içilir, küçücük bir odada kocaman bir evren kurulur… “Dışarı”da her şey tozpembe değildir belki, geçim sıkıntısı, başka dertler, büyük huzursuzluklar mutlaka vardır. Ama orada, o odanın, o sohbetin içinde kurgulanan evren bir terapi gibidir. Sunay Akın, sohbetin kendiliğindenliğini bozmadan başardığı kurgulamayla belleğimde o günlerin tatlarını, renklerini çağrıştırıyor, onun merakının peşine takıldıkça huzur buluyorum. “Bir Çift Ayakkabı”da, yazarın marifetiyle birbirine dolanmış rengârenk iplerin içinde gezinirken, tanıdığımız insanları, Altan Erbulak’ı, Âşık Veysel’i, Nesimi Çimen’i ve daha nicelerini geçmişe bağlayan öykülerin, anekdotların içinde, Cumhuriyetin kurucu kuşağına ve o kuşaktan insanlara doğru uzanan bağlantılar dikkat çekiyor. Hani çağın veya zamanın ruhu diye bir deyim kullanılır, Sunay Akın’ın “Bir Çift Ayakkabı”sı da “ruhu”nu sanki o ilk fedakâr kuşakta aramış. Oradan 68’e bir selam göndermeyi de ihmal etmemiş. ? Bale pabuçlarıyla başladım, yine onlarla bitirmek istiyorum bu yazıyı. Sözü Sunay Akın’a bırakıyorum: “Giderken bir buzdağı gibiydin / sıcak sulara doğru yüzen / ve doruğunda bir çift / bale pabucunun / asıldığını söylüyordu / eteklerindeki telaşlı penguen.” Sunay Akın bizzat kendi taşıyacaktır. (…) Kışlalı soğuk bir kış sabahı, eşi ve çocuğu üşümesin diye arabayı ısıtmak için önden çıkacak ve patlayan bombayla can verecektir.” Şeker Ahmet Paşa’nın 1906 tarihli ‘Sonbahar’da Orman’ tablosu. unay Akın kurgusu Sunay Akın’ın değişmeyen bir üslubu var; kendine özgü, eski tabirle “nevi şahsına münhasır” bir üslup bu. Onu (ve peşi sıra bizi) Nuh’un Gemisi’nden Galata Köprüsü’ne, Sarı Çizmeli Mehmed Ağa’dan Külkedisi’ne, Şarlo’dan Yaşar Kemal’e, Auschwitz’den Kız Kulesi’ne sürükleyen sonu gelmez bir merak, Akın’ın ekranda da kendini hissettiren iç enerjisiyle, anlatma isteğiyle birleşince rengârenk yapıtlar çıkıyor ortaya. Yazar bir genel tema seçiyor: “Ayakkabı.” Sonra başlıyor onu sağından solundan kurcalamaya. Biriktirdiği “inanılmaz ama gerçek” anekdotların, okuma notlarının, görsel malzemenin arasında bu yeni temaya göre dolaşıyor, ona göre kurguluyor yolculuğunu. Deneme/öykülerin çekirdek malzemesi belirginleşince onu eline alıyor, sağa çeviriyor bir iplik çekiyor içinden, sola çeviriyor bir başka iplik çekiyor. “Çekirdek”te yer alan kimi zaman bir kişi, kimi zaman bir nesne veriyor bu ip uçlarını. Daha sonra kuruyor tezgâhını, sağ S Antik AŞ müzayedesinde Şeker Ahmet Paşa’nın ‘Sonbahar’da Orman’ı 2.5 milyon liraya satıldı ‘Huzur’a alıcı çıkmadı ? İsmail Cem koleksiyonunda bulunan Osman Hamdi Bey’in ‘Huzur’ adlı tablosu 9 milyon dolardan satışa sunuldu, ama hedeflenen rakama ulaşılamadığı için satılamadı. Şeker Ahmet Paşa’nın ‘Sonbahar’da Orman’ adlı tablosu ise telefondaki alıcıya 2.5 milyon liraya satıldı Kültür Servisi 30. yılını kutlayan Antik AŞ’nin 270. müzayedesi dün İstanbul Swissotel’de gerçekleştirildi. İsmail Cem koleksiyonunda bulunan ve 100 yıl sonra ilk kez satışa sunulan Osman Hamdi Bey’in “Huzur” tablosuna 10 milyon dolara alıcı çıkmadığı için satılamadı. Türk resim sanatının simge isimlerine ait müzelik eserlerin satışa sunulduğu müzayedede ünlü ressam Şeker Ahmet Paşa’nın “Sonbahar’da Orman” tablosu telefondaki alıcıya 2.5 milyon liraya, Hoca Ali Rıza’nın “Göl Evi” 825 bin TL’ye, Fausto Zonaro’nun “Abdürrahim Efendi”si 575 bin liraya satılırken Türk hat sanatı çalışmaları da yüksek fiyatlara alıcı buldu. ‘Bir Çift Ayakkabı’ Osman Hamdi Bey’in 1904 tarihli ‘Huzur’ tablosu. Yahya Hilmi imzalı “Hilyei Şerife” 230 bin TL’ye satıldı. 600 kişinin katıldığı müzeyedede ayrıca Kazasker Mustafa İzzet’in “Hilyei Şerife”si 138 bin TL, Feyhaman Duran’ın “Natürmort”u 138 bin TL, Felix Ziem’in “Peyzaj”ı 240 bin TL’ye satıldı. Emrah Serbes İstanbul Modern’de BKM ‘Madonna’yı biz getirmiyoruz’ diyor ? Kültür Servisi Madonna’nın 2012’de İstanbul’da konser vereceği, Türkiye’de partner arayışına girişen Live Nation şirketinin de ülkemizden BKM Organizasyon’la anlaştığı yönünde basında yer alan haberlere BKM’den açıklama geldi. Açıklamada “Madonna’yı BKM’nin getireceği yönündeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır” denildi. Şu sıralar yeni albüm üzerine çalışan pop ikonunun, 7 Haziran 2012’de TNT Arena’da konser vereceği söyleniyor. ? Kültür Servisi Sabit Fikir ve İstanbul Modern’in düzenlediği edebiyat söyleşileri “Sözünü Sakınmadan”a yarın saat 19.00’da Emrah Serbes konuk oluyor. “Her Temas İz Bırakır” ve “Son Hafriyat” romanlarında yarattığı Behzat Ç. karakteriyle geniş bir okur kitlesi yaratan yazar, Semih Gümüş ve Ömer Türkeş’le konuşacak. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle