19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 KASIM 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Dönüşü olmayan hatalara yol açmamak için Mersin projesi yeniden düşünülmeli Nükleer fay hattı ? Van depreminden sonra kentsel dönüşüm konusunda gösterilen hassasiyet, fay hattı üzerine kurulacak olan Akkuyu nükleer santralı için gösterilmiyor. Mersin Ticaret Odası Başkanı Aşut, Mersin’de santral için tahsis edilen arazinin zemin açısından uygunluğunun akıllarda soru işareti yarattığına dikkat çekerek etütlerin yenilenmesini istedi. PELİN ÜNKER Kamuoyu tatmin edilmeli Dersim Dersleri Uzun bir süredir ve giderek artan bir oranda ülkenin siyasal gündeminin en üst sıralarına yerleştirilen Dersim tartışmalarından çıkarılması gereken çok ders var. Gerekli derslerin çıkarılabilmesi için iki sorunun sorulması gerekiyor. Başbakan, devletin elindeki belgeleri istediği gibi kullanarak birilerini, Dersim örneğinde CHP’yi suçlama hakkını nereden alıyor? İkincisi, ülke gündeminin Başbakan tarafından sürekli olarak geçmişi eşeleme sürecine sokulmasının siyasal ve ekonomik maliyeti nedir? ??? Birinci sorunun yanıtı açıktır. Hiç kuşkusuz Dersim de dahil, toplum geçmişiyle yüzleşmelidir. Ancak, bunun yolu Başbakan’ın kendi öznel değerlerine, anlayışına ve önyargılarına göre seçeceği geçmişteki her hangi bir konuyu, istediği gün ve ölçüde ülke gündemine taşıması değildir. Özellikle de Başbakan’ın, bulunduğu konumun ya da mevkinin sağladığı olanakları kullanarak birilerini suçlama hakkı diye bir şey olamaz; olmamalıdır. Böyle bir tutum, öncelikle, temel hukuk ve demokrasi ilkeleriyle bağdaşmaz; sonra da siyasi ahlak açısından sorgulanmalıdır. Bunun için de öncelikle Osmanlısı ve Cumhuriyetiyle devlet arşivlerine erişim, Başbakan dahil, herkes için eşit olmalıdır. Çok daha önemli olarak muhalefet, Başbakan’ın belirlediği gündemin arkasından sürüklenecek yerde ürettiği politikalarla siyasal gündemi belirlemelidir. ??? Dersim tartışmaları sırasında siyasetin gündemine oturması gereken çok önemli konular gündem dışı kaldı. Sivil ve asker yüzlerce insanımızın, milletvekilleri dahil, yıllar süren uzun tutukluluk süreleri; üniversite gençliğinin en haklı istemlerinin bile polis eliyle ve hapislerle bastırılması; medyanın AKP’yi eleştiren yazar ve yorumcularının susturulması; üniversiteler ve TÜBİTAK’tan sonra Dersim tartışmaları sırasında Türkiye Bilimler Akademisi’nin yönetiminin de AKP’lileştirilmesi, böylelikle araştırma ve bilim kurumlarının siyasal yapıya bağımlı kılınması sürecinin tamamlanması gibi toplumun geleceği açısından gerçekten yaşamsal konular, kamuoyunun gözünden kaçırılıyor. Hükümetin, Van/Erciş depremi başarısızlığı bile Dersim tartışmalarının kurbanı olarak geçiştiriliyor. Yine Dersim tartışmaları sırasında, küresel ekonomik fırtına arttı; Yunanistan ve İtalya’da seçimle işbaşına gelmiş olan hükümetler gitti; onların yerini teknokrat hükümetleri aldı. Sonra da bir uluslararası değerlendirme kuruluşu Türkiye ekonomisinin notunu azalttı; olumludan durağana çevirdi. Dersim ile yatıp kalkan Türkiye siyaseti, ülkenin kapısına dayanan ve etkileri içeride de iyice belirginleşmeye başlayan ekonomik kara bulutları da görmezlikten geliyor. Bütün bu önemli gelişmeler, muhalefet tarafından Meclis’in ve ülkenin siyaset gündemine getirilemiyor. Kısaca Başbakan’ın Dersim yaklaşımından, anlayan için, çıkarılacak daha çok ders var. Yazıya sorularla başladık; yine bir soru ile bitirelim. Ülke gündeminin saptırılması bağlamında Başbakan’ın tutumu; bilim kurumlarının AKP’lileşmesinin tamamlanması; uzun tutukluluk süreleri; gençliğin baskı altına alınması ve ekonominin bunalıma sürüklenmesi sonucu ülkeye ve geleceğine verilen zararların hesabı bu dünyada sorulmayacak mı? Japonya’daki nükleer felaketten sonra Avrupa’da yeni santral yapımı şöyle dursun mevcut santrallardaki üretimin kademeli olarak düşürülmesinin planlandığı bir dönemde, Türkiye, yakınından aktif bir fay hattı geçen Mersin Akkuyu’da nükleer santral yapılmasında ısrarcı. AKP hükümeti, Van depreminden sonra kentsel dönüşüm konusunda gösterdiği hassasiyeti, fay hattı üzerine ku Nükleer konusunda bilim insanlarının daha çok konuşması, kamuoyunu bilgilendirmesi ve mutlaka tatmin edilmesi gerektiğini söyleAB’nin de desteğiyle Türkiye’de ilk defa uygulamaya konulan bölgesel yeniyen Aşut, “Her türlü risk faklikçilik ve kalkınma projesi ‘RIS Mersin Projesi’ ile birlikte kentin geleceğine yön törü dikkate alınmalı. Tam da verecek üç ana sektör belirlediklerini söyleyen Aşut şunları söyledi: “Bu sek‘risk faktörleri’ nedeniyle bu törler tarımgıda, lojistik ve turizm. Her üç sektörde de çok ciddi yatıtarz bir santralın Mersin’de kurımlarımız var. Ancak nükleer santralın özellikle bir turizm cenneti olrulması konusunda tereddütma niteliği taşıyan Akkuyu’da yapılması başta turizm olmak üzere, talerimiz var. Santral için tahsis rımgıda sektöründeki yatırımları maalesef tehlikeye düşürecek. Bizedilen arazinin zemin açısından ler iş dünyası olarak şehrimizde yapılacak yatırımların bütüncül uygunluğu akıllarda soru işareti bir stratejiyle ele alınması ve şimdiye kadar emek sarf ederek beyaratıyor, buraya oldukça yakın lirli bir noktaya getirdiğimiz diğer yatırımların göz önünde bufay hattı bulunuyor. Dönüşü ollundurulması gerektiğine inanıyoruz.” mayan hatalara yol açmamak için zemin etütleri hassasiyetle yapılmalı ve fay hattı haritası üzerinde yeniden rulacak olan Akkuyu nükleer santra kilde olması taraftarı değiliz” dedi. genin enerji ihtiyacının çalışılmalı” diye konuştu. Turizm ve tarımı tehlikeye sokar lı için göstermiyor. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Şerafettin Aşut, nükleer enerjinin konuşulabileceği ancak önemli olanın santralın yapımında kullanılacak teknoloji, fiyat ve yer seçimi olduğunu söyledi. Aşut “İş dünyası olarak bizler ucuz ve sürekli enerji peşindeyiz. Ancak, asla bunu yaşadığımız çevreye telafisi imkânsız zararlar verecek şe Enerjinin bir ülkenin ekonomik gelişmesi için ‘olmazsa olmaz’ bir faktör olduğuna işaret eden Aşut, alternatif enerji kaynaklarının araştırılmasını desteklediklerini, ancak bu arayışların doğa ve tabiatla uyum içinde geliştirilmesi gerektiğini belirtti. Akkuyu’ya kurulacak bir nükleer santralın, kamuoyu yeterince tatmin edilmediği takdirde ölü yatırımlara yol açacağını ifade eden Aşut, böl arttığını, ancak bu ihtiyacın giderilmesi için başka çözümler de üretilebileceğini belirterek Mersin’in rüzgâr ve güneş enerjisi potansiyelinin yüksek olduğuna dikkat çekti. ‘Yapı Kredi hisselerini satma niyetimiz yok’ İSTANBUL (AA) UniCredit Üst Yöneticisi (CEO) Federico Ghizzoni “Bizim geçmişte hiçbir zaman Yapı Kredi’deki hisselerimizi satma gibi bir niyetimiz olmadı. Şu anda da öyle bir niyetimiz yok. Türkiye, önümüzdeki senelerde yatırım yapmaya devam edeceğimiz ülkelerden biri. Biz bu taahhüdü bütün yatırımcılar önünde verdik” dedi. Türkiye’nin UniCredit için en önemli 45 ülkeden biri olduğunu ifade eden Ghizzoni, bundan sonra yeni fırsatlar ortaya çıkarsa, yine Koç Holding ile birlikte değerlendireceklerini söyledi. Ghizzoni, toplam UniCredit geliri içinde Yapı Kredi’nin payının yüzde 10 civarında olduğuna işaret etti. Hükümetin ve Merkez Bankası’nın aldığı kararları genel olarak olumlu karşıladığını belirten Ghizzoni, “Türkiye’de de muhtemelen birtakım yavaşlamalar göreceğiz. Kredilerin yüzde 2025 oranında büyümesi aslında yüksek bir rakam” diye konuştu. Ghizzoni, Fitch’in Türkiye’nin kredi not görünümünü ‘pozitif’ten ‘durağan’a çevirmesi ile ilgili “Bugünlerde kredi kuruluşları oldukça katı davranıyorlar ve çoğu örnekte de negatif değerlendirmeler yapıyorlar. Bu nedenle Fitch’in kararına çok şaşırmadım. Ekonomi gittikçe daha güçleniyor. Ama birtakım sorunlar da yok değil. Örneğin cari açık... TL, biraz bence bu aralar fazla zayıf” dedi. ‘Yunanistan ölümcül tehlikeyle karşı karşıya’ Ekonomi Servisi Yunanistan Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Evangelos Venizelos, ekonomik krizle mücadele eden Yunanistan’ın ‘ölümcül tehlikeyle karşı karşıya bulunduğunu’ belirterek Yunan halkının büyük fedakârlıklar yaptığını, buna karşın Avrupa’nın halen kararsız bir şekilde bocaladığını söyledi. Venizelos, “Bizim ve çocuklarımızın krizden sağlam çıkabilmesi için insanüstü bir ulusal çaba göstermek lazım” dedi. Öte yandan Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü Başkanı HansWerner Sinn, Yunanistan için yegâne çözümün Avro Kuşağı’ndan çıkmak olduğunu söyledi. Ülkenin rekabet edebilecek hale gelmesi için, fiyatların en az yüzde 30 düşürülmesi gerektiğini ifade eden Sinn, bu durumda en iyi çözümün Drahmi’ye dönüş olacağını belirtti. Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ise hafta içinde borç kriziyle mücadelede yeni İstikrar Paktı dahil daha etkili yöntemler açıklayacağı ifade edildi. Kuyumculukta zincir dönemi başlıyor MELTEM YILMAZ BAFRA/KKTC Favori Kuyumculuk, yalnızca kendi ürünlerinin satıldığı mağaza sayısını 2015’e kadar 300’e çıkarmayı hedefliyor. Favori Kuyumculuk Yönetim Kurulu Başkanı Selami Özel, tüm sektörlerde olduğu gibi kuyumculuk sektöründe de markaya yönelimin arttığını, önceden tüketicinin yalnızca yüzde 2’sinin mücevher alırken marka sorarken artık bu oranın yüzde 20’ye ulaştığını belirtti. Ürünlerini artık kendi mağazalarında satacaklarını ifade eden Özel, “3 senede 107 mağaza açtık. 21 mağazanın da tüm hazırlıkları tamamlandı, iki ay sonra açılmış olacak. 2015’e kadar 300, 2020 sonuna kadar da 500 mağaza açmayı hedefliyoruz. Bayilerle birlikte toplam 750 milyon dolar ve 4 bin 500 kişilik bir istihdama öncülük etmiş olacağız” dedi. Uzun yıllardır, neoliberal restorasyon altında adeta tartışılması tabu haline gelen, sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme eğilimleri, bunların ekonomik zenginliğin ve siyasi gücün dağılımıyla bağlantısı, mali krizle birlikte yeniden gündeme gelmeye başladı, özellikle bu yıl toplumsal muhalefette görülen kabarmayla birlikte... “Biz yüzde 99’u oluşturuyoruz” sloganı tam da bu durumun çok güzel bir ifadesi değil mi? ermayenin yeni sınıf yapılanmaları Kapitalizmin halen devam etmekte olan yapısal krizinin, sermayenin merkezden çevreye doğru kriz eğilimlerini dışlaştırmaya başladığı 1970’ler, aynı zamanda çokuluslu (ulus ötesi) şirketler konusunun da büyük ilgi çekmeye başladığı yıllardı. Ancak, bu alanda emperyalizm kavramıyla da bağlantılı olarak başlayan canlı tartışmalar, 1980’li yıllarda ve özellikle 1989’dan sonra, “Tek yol kapitalizm” dogmasını yerleştiren neoliberal restorasyon döneminde (19801999) giderek arka plana itildi ve çalışmalar çok az sayıda “inatçı” araştırmacının çabalarıyla sınırlı kaldı. Halbuki sermaye uluslararasılaşması hızlanır, yeni biçimler üretmeye başlarken, kimi araştırmacıların da işaret ettiği gibi eski biçimler, örneğin “finanskapital” (sanayi ve banka sermayesinin iç içe geçmesinin ifadesi), bu kez uluslararasılaşmış bankalar ve sanayi tekellerinin birleşmesiyle uluslararası finans S kapital olarak geri geliyordu. (örneğin, V. Andreff, Capital and Class No. 22, 1984). Sermayenin uluslararasılaşmasının, Avrupa Birliği sürecinin, sermaye üzerinde yaşayan sınıf yapılarında gündeme getirdiği olası dönüşümler, yeni sınıf şekillenmeleri, az sayıda araştırmacı arasında da olsa ilgi çekmeye başlıyordu. Kees van Der Pjil, 1984’te, Atlantik Egemen Sınıfının Oluşması çalışmasını yayımladı (bu çalışma 2002’de genişletildi). William I. Robinson ve Jerry Harris’in “Küreselleşme ve ulus ötesi kapitalist sınıf” (Science & Society, Bahar, 2000) makalesi, Leslie Sklair’in Ulus Ötesi Kapitalist Sınıf (2000) ve daha yeni bir çalışma olarak William Carrol’un, Ulus Ötesi Kapitalist Sınıfın Oluşumu (2010) kitapları da tartışmalara önemli katkılar yaptı. Ancak bu araştırmaların hemen hepsi, şu veya bu biçimde kapitalizme eleştirel yaklaşan, Marksist eğilimli yazarlar tarafından gerçekleştirilmişti. Bu yüzden geçen ayın sonunda sonuçları yayımlanan ve New Scientist dergisinde de aktarılan araştırma ayrı bir öneme sahip. İsviçre’nin Zürih kentindeki Federal Teknoloji Enstitüsü’nden, “sistem analizi” alanında uzmanlaşmış üç bilim insanının (S. Vitali, J. B. Glattfelder ve S. Battiston) The network of global corporate control (Şirketlerin küresel denetim ağı) çalışması, Londra Üniversitesi’nden makro ekonomi uzmanı, John Driffil’in vurguladığı gibi, az sayıda insanın küresel ekonomiyi Süper Varlık Süper Sınıf denetleyebildiğini göstermeyi değil, küresel sistemin daha istikrarlı bir hale getirilmesi için gereken bilgileri oluşturmayı amaçlıyor. Ama araştırma, aslında tam da bu güç yoğunlaşmasını ortaya koyuyor. Araştırmanın yazarlarından Glattfelder’in News Scientist yazarlarına söylediği gibi, ulus ötesi şirketlerin yüzde biri, tüm ulus ötesi şirketler ağının yüzde 40’ını denetleyebiliyor. (The New Scientist, 24 Ekim 2011) ermayenin küresel ağları ve ‘süper sınıf’ Vitali, Glattfelder ve Battiston bulgularını şöyle özetliyorlar: “Ulus ötesi şirketlerin dev bir boyunbağı yapılanması (dar ilişkiler geliyor, bir düğüm oluşturuyor ve genişleyerek, açılarak devam ediyor E.Y) oluşturduklarını gördük. Denetim ilişkilerinin büyük bir kısmı aralarındaki ilişkiler çok sıkı örülmüş mali kurumların oluşturduğu çekirdeğe akıyor. Bu çekirdeği bir ‘süper varlık’ olarak görebiliriz.” Yazarlara göre bu “süper varlık” gerek araştırmacılar gerekse de S politika yapıcılar açısından yeni ve önemli sorunları gündeme getiriyor. Araştırma, ekonomik veri toplayan Orbis’in, 2007 veri bankasında bulunan 194 ülkeden 37 milyon ekonomik varlık arasında OECD’nin ulus ötesi varlık (TNC) tanımına (birden fazla ülkede yerleşik olmakla birlikte bir eşgüdüm içinde, içlerinden birinin egemenliği altında ekonomik faaliyetlerini gerçekleştiren yapılar) uyan 43 bin 60 şirket saptayarak, bunların dünya üzerindeki etkilerini ve mülkiyet yapılarındaki yoğunlaşmayı soruşturuyor. (Rapor: http://arxiv.org/PScache/arxiv/pdf/ 1107/1107.5728v2.pdf) Bu TNC yapıları, 116 ülkede yerleşik bulunuyor; 1318 bağlantı noktası (stratejik düğüm oluşturan yapılanma) oluşturuyorlar, iştirakler yoluyla 1 milyon 6 bin 987 firmayı kontrol ediyorlar. Bu TNC’ler içinde en büyüklerinden oluşan yüzde 36’sının 47 bin 819 hissedarı (karar almaya etki yapacak büyüklükte hisseye sahip olanlar), 399 bin 696 iştiraki var. TNC’lerin yüzde 36’sını oluşturan en büyük 15 bin 491 şirket TNC’lerin oluşturduğu ağın küresel “işletme gelirlerinin” yüzde 94’ünü denetliyor. Stratejik bağlantı noktası oluşturan 1318 şirket, TNC’lerin küresel işletme gelirlerinin yüzde 20’sini, sahip oldukları dev sanayi şirketleri aracılığıyla da toplam küresel gelirlerin yüzde 60’ını ediniyorlar. Bu 15 bin 491 büyük şirket içinde 737 şirket tüm TNC’lerin toplam varlıklarının yüzde 80’ini elinde tutuyor. Bunların içinden 147 “süper varlık”ın payıysa yüzde 40. Bu “süper varlıkların” dörtte üçünü de Barclays Bank, Goldman Sachs gibi mali kuruluşlar oluşturuyor. Mülkiyet dağılımındaki yoğunlaşmaya bakınca, 190 ülkeden 47 bin 819 hisse sahibinin 83 ülkede yerleşik, mülkiyetlerini de 38 ülkede yoğunlaştırmış TNC’lerde pay sahibi olduğu görülüyor. Bitirirken, bu verilere toplumsal bir boyut eklemek için “süper varlık” kavramından, David Rothkopf’un 2008’de yayımlanan kitabının başlığını oluşturan “süper sınıf” kavramına geçebiliriz. Rothkopf karşımıza, ilk elde, tüm mali piyasalardaki işlemlerin yüzde 95’ini denetleyen 14 büyük firma (aile) koyuyor. Bu 14 aileyi de içeren 50 büyük yapılanmanın toplam varlıkları 50 trilyon doları geçiyor. Açıyı biraz genişletirsek bu süper sınıfın “yerleşkesi” en büyük 2 bin şirket, 500 milyon insan çalıştırıyor, 100 trilyon varlığı kontrol ediyor. Rothkopf, bu “süper sınıfın” üyelerinden Blackstone grubunun CEO’su Stephen Scwarzman’ın, “dünyada hemen her sanayi dalında veya sektörde, 2030 insan gelişmeleri belirliyor” dediğini de aktarıyor. Rothkopf, 19702008 arasında ABD’de CEO gelirlerinin en az 10 kat arttığına dikkat çekiyor. Bu nedenle, “yüzde 99 yüzde 1’e karşı” sloganıyla ayaklananlar haksız mı? Böyle adaletsiz ve üstelik dünyayı bir uygarlık krizine taşıyan bu ekonomik modeli terk etmek gerekmez mi? Bu eşitlik kimseyi eşitlemedi ANKARA (ANKA) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hayata geçirdiği ‘Eşit işe eşit ücret’ uygulaması Gelir, Muhasebe ve Milli Emlak Uzmanlarının aldığı ücretler arasında uçurum yarattı. Uygulamayla aynı işi yapan kariyer uzmanlık kadroları arasında binbin 500 TL arasında ücret farklılığı oluştu. Bağımsız BüroSen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a konuya ilişkin bir dilekçe göndererek uzmanlar arasında yaratılan maaş farkının giderilmesini istedi. Dilekçede, Bakanlığın uygulamaya aldığı düzenleme ile Maliye Bakanlığı’nın iş yükünü çeken ve aktif uygulayıcıları olan Gelir Uzmanları, Muhasebe Uzmanları ve Milli Emlak Uzmanlarının moral ve motivasyonlarının kalmadığı, kamu kurumlarında çalışan uzmanlar arasında ücret dengesizliklerinin daha da derinleştirildiğine yer verildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle