19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 6 HABERLERİN DEVAMI İstanbul Y Edirne B Kocaeli B Çanakkale B İzmir B PB Manisa Denizli Y Zonguldak PB Sinop Y Samsun Y Trabzon Y Giresun Y B Ankara 17 17 18 17 20 20 21 17 16 17 16 17 19 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars B B PB B B B B B B B B B B 19 19 18 25 28 26 23 25 21 22 17 15 17 Oslo B B Helsinki Stockholm B Londra B AmsterdamPB Brüksel PB Paris Y Bonn B Münih B Berlin B Budapeşte Y Madrid Y Viyana Y 7 9 10 16 13 14 17 13 13 13 13 17 11 Belgrad Sofya Roma Atina Zürih Moskova Aşkabat Taşkent Baku Bişkek Tiflis Kahire Şam PB B B PB B B B PB B B B PB B 14 14 19 19 12 5 18 19 14 15 17 26 26 Ülkemizin kuzeyi ile zamanla Güneybatı kesimleri parçalı ve çok bulutlu, Orta ve Doğu Karadeniz kıyıları ile Sinop, Muğla, Kırıkkale ve İstanbul çevreleri yağmurlu ve sağanak, diğer yerler az bulutlu ve açık geçecek. Hava sıcaklığında, yarın önemli bir değişiklik olmayacağı, salı günü Kuzeydoğu kesimlerde, çarşamba günü iç ve doğu bölgelerde 2 ila 4 derece azalacağı tahmin ediliyor. CUMHURİYET 24 EKİM 2011 PAZARTESİ TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 24 Ekim Pardon Irak Çin’de mi? Bir U Dönüşü Öyküsü “Kürt uzmanı” bazı gazeteciyazarlar, PKK saldırısının “arkasında” İran ve Suriye olduğunu ilan etti! Bunu da Başbakan Erdoğan’a dayandırıyorlar; Başbakan ilk açıklamasında “bazı ülkelerin maşası” sözünü etmişti. Bizim Kürt uzmanları bu sözlerle, Suriye ve İran’ı işaret ettiğini söylüyor! Bir Amerikancının, ABD’nin yeni hedefleri İran ve Suriye’yi gündemine alması uygundur. Peki, Başbakan da İran ve Suriye’yi kastetmiş olamaz mı? Olabilir! Çünkü, Türkiye kendi “sıfır sorun” ve “dostluk ve işbirliği” politikasını ABD’ye ezdirdi ve ABD’nin Ortadoğu politikasını izlemeye başladı. PKK saldırısının ardında, Suriye ve İran’ın olup olmadığı hiç önemli değil. AKP iktidara geleli, 950’den fazla asker ve subay şehit edildi... Geçen yıl bu zamanlar, aramızdaki ilişkiler güllük gülistanlık iken de PKK orduya saldırıyordu. Kimse kalkıp da PKK’nin arkasında Suriye ve İran var demiyordu! Nedeni, başlarına “Amerikan taşı” düşmesidir! Zaten TRT, İran’ı hemen gündeme getirdi, Tahran Karayılan’ı yakalamış da serbest bırakmış... Tahran, bunun yalan olduğunu açıkladı... TRT şimdi, kimlerin ketenperesine geldiğini soruşturmalı! TRT, hangi karanlık güçler bu haberi yayımlamamızı istiyor, Türkiye kamuoyuna İran’ı düşman olarak hedef gösteriyor, diye sormalıydı... İşte o zaman iyi bir gazetecilik yapmış olurdu! Anlaşılan TRT, önümüzdeki sıcak günlerde epey önemli görevler üstlenecek! Ankara’nın “sıfır sorun”dan keskin bir U dönüşü yapması yakın zamanda oldu! Henüz Libya bombalanmaya başlamamıştı! Libya’ya NATO müdahalesini duyduğunda, Erdoğan’ın yaptığı açıklamayı yeniden okudum. Altına imzayı siz atmazsanız ben atarım! Anadolu Ajansı, tarih 28 Şubat 2011, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “NATO’nun Libya’da ne işi var? dediğini duyuruyor: “‘NATO Libya’ya müdahale etmeli mi? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO, mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya’ya nasıl müdahale edilebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez’ dedi. ‘Türkiye, son derece ilkeli, tutarlı ve cesur şekilde, demokrasi ve insan haklarından yana tavır alırken üzülerek ifade etmeliyim ki Avrupa’dan bu noktada güçlü ve tek ses duyulmadı... Libya’daki olaylar karşısında müdahale ya da yaptırımların gündeme alınmasını Libya halkı adına, Libya’daki yabancılar adına kaygı verici buluyoruz. Yönetimlerin yanlışlarının faturası halklara ödetilmemeli.’ Libya halkının cezalandırılması anlamına gelecek her türlü yaptırım ve müdahale büyük ve kabul edilemez sıkıntılara sebep olabilir… Şunu bilmeliyiz; biz Tunus’u Tunus halkının görüyoruz. Mısır Mısırlılarındır, Bahreyn Bahreynlilerindir, Yemen Yemenlilerindir, Libya Libyalılarındır, Fas Faslılarındır... Kendi mukadderatlarını o ülkelerin halkları belirlemelidir. Kimse değil. Kimse kalkıp da o ülkelerdeki petrol kuyularının hesabını yapmasın... Biz meselelere çıkar odaklı bakamayız. Bizim bakış açımız insan odaklı, adalet, hak, hukuk odaklı olmalı…” Amerika, Avrupa, yer yer Doğu ülkelerinde yaşanan küresel krizden herkes nasibini alıyor. Her yerde işsizlik arttı, gelir dağılımında bozulmalar hızlandı. Bütçe açıkları büyüdü ve kamu kaynaklarının önemli bir kısmı şirket ve bankaları kurtarmaya ayrılırken sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, barınma gibi sosyal harcamalarda azalma görülüyor. İş bekleyenlerin umudu bir sonraki bahara kalırken enflasyon bir tehdit olarak, bazen gerçeklik olarak yaşanıyor. Ücret ve maaşlar ise enflasyonla baş edecek oranda arttırılmıyor. Bu da gelir dağılımının daha da bozulmasına yol açıyor. Sokağa çıkan kitlelerin sloganlarında somutlaşan tepki ve beklentiler, bir bütünlük arz etmiyor elbette. Örneğin Şili gibi krizin biraz daha çeperinde yer alan bir bölgede öğrencilerin parasız eğitim talebi öne çıkarken ABD’deki kitleler Wall Street’te yüzde 1’in egemenliğine karşı yüzde 99’un tepkisini dile getiriyorlar. Keza, Avrupa’da, özellikle Yunanistan’da, kemer sıkma politikalarının ağır reçetesine itiraz, tepki var. İtalya, İspanya, İngiltere, Fransa… Bütün bu ülkelerdeki sokaktaki tepkilerin hepsi, ortaya çıkan faturayı üstlenmemek üzerine. Genel tepkiler ve protestolar için söyleyebileceğimiz ise şu: Hepsi kapitalizmi yermekle birlikte kapitalizmi aşan söyleme, dile, buna dönük örgütlenmeye ve programa sahip değiller henüz. Bir başka deyişle, kapitalizme tepki var ama tepkiler kapitalizm içi. Genelde istenen, ortaya çıkan faturanın adil paylaştırılması üstüne. Krizi biz çıkarmadık, niye bize ödetiyorsunuz!.. Neden emeklilik, sağlık, sosyal güvence haklarımızı buduyorsunuz!.. Neden vergilerimizle finans kapitali kurtarıyorsunuz!.. Neden iş yok!.. Borçlu ülkelerin yükünü niye biz üstleniyoruz?.. Şikâyetler henüz küresel kapitalizmin ortaya çıkardığı arızalara dönük, yani ağırlıkla henüz sisteme değil, sistemin teklemesine dönük. Ağırlıkla herkesin öfkesi finans kapitale. Özellikle 1990 sonrası “finansal mühendislik” adı altında türev piyasaları derinleştirip finans ba Vicdanlı Kapitalizm mi? Sosyalizm mi? lonlar yaratarak büyük paralar kazanan yatırım bankaları, fonlar hedef tahtasında. Sadece kitlelerin değil, kapitalizm içinde sorunlara çıkış yolu arayan birçok devlet adamı, yönetici, akademisyen, bürokrat da kabahati finanstaki balonlaşmada buluyor ve sanki bu kesim bir şekilde terbiye edilir ve balonlaşmanın önüne geçilirse kapitalizmin arızalarının giderilebileceğine inanıyor. ABD’de Wall Street protestosuna Obama’nın ve Avrupa’daki birçok yöneticinin sempati ile bakması da bundan. Tepkiler, finans baloncularıyla sınırlı kaldığı sürece, onları terbiye etmeyi hedef aldığı sürece, sorun yok. Çünkü yaygın anlayışa göre, finans kapitalin balonlaşma ile sistemde arızalar yaratması, bir avuç açgözlünün para hırsından ve kamunun yeterli kontrol mekanizması gerçekleştirmemesinden… Sorun kapitalizmde değil, onun “vicdansız” uygulamasında… Örneğin PepsiCo’nun dünya başkanı Indra Nooyi, 17 Ekim tarihli Milliyet’te şöyle konuşuyordu: “Kapitalizm aslında iyi bir şey. İnsanlardaki yeteneklerin, vasıfların ortaya çıkmasını sağlayan bir araç. Öte yandan kapitalizmin vicdanlı olması lazım. Vicdanını kaybeden kapitalizm beraberinde felaket getirir. Wall Street’te bugün protesto edilen kapitalizm değil. Vicdanını kaybetmiş kapitalizm...” Vicdanlı kapitalizm, belki bir dönemin adı olurdu. 1950’lerden 1980’lere kadar uzanan, İkinci Savaş sonrası yükselen sosyalist hareketin de terbiye ettiği kapitalizm, bölüşümde, sosyal devletle birikimi yürütmede daha uyumluydu. Böylesi işine de geliyordu. Büyüme iç pazarlara dayanıyor, kitlelerin tüketmeleri için bölüşümün görece adil, devletin paylaştırıcı, sosyal harcayıcı olması gerekiyordu. Ama bu “vicdanlılık hali” 1980’e kadar sürebildi ancak. Sermaye birikimi 1980’e doğru öyle bir yere geldi ki, artık önceki dönemin bölüşüm ilişkileri, emeksermaye ilişkileri yenilenme gerektiriyordu ve neoliberalizm, hızla küreselleşen kapitalizmin ana düsturu oldu. Devletin küçülmesi, sosyal harcamaların azaltılması ve devletçe verilen hizmetlerin metalaşması, ticarileşmesi gerekiyordu. Bu, “vicdanlı kapitalizm”in yerine giderek “insafsız kapitalizm”in ikamesini gerektiriyordu. İnsafsız kapitalizm, birikimi doludizgin hızlandırdı. 2000’lere gelindiğinde artık birikim öyle bir yere ulaşmıştı ki, ne mevcut formatta devam edilebiliyordu ne de vicdanlı kapitalizme dönüş şansı vardı. Finans kapital, kendi haline bırakılamıyordu. İflasın eşiğine gelmiş bankalar, büyük firmalar için “Batırılamayacak kadar büyük” ifadesi, yaşanılan çaresizliği anlatıyordu. Kitlelerin, kapitalizmin ne kadar manevra alanının kaldığını görmeleri için, onu vicdanlı hale getirmenin mümkün olup olmadığını görmeleri için, süreci bizzat yaşayıp görmeleri gerekiyor. Kapitalizmi aşmak ise şu gün için kitlelerin ağırlıklı kısmında gündem dışı. Kapitalizmin alternatifi sosyalizm, çoğu insan için henüz ısınamadıkları, “acı bir deney”. SSCB deneyimi ile bozuk para gibi harcanmış bir ütopya. Hele ki Amerikalılar için… Ama eninde sonunda kapitalizmin “vicdanlıvicdansız” bütün versiyonlarını denedikten sonra, kitleler, kapitalizmi aşma üstüne kafa yormak, sorgulamalar yapmak zorunda hissedecekler. Bunu yaparken kapitalizm kadar, reel sosyalizmi de aşacak perspektifler üretmenin gerekliliğini görecekler. Bu kaçınılmaz… GÜNDEM Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY yıllar önceki serüveninden, Ege seferinden başlamak istiyorum. Bugün 33 yaşında olan Piri Reis’le 1982’de tanıştım. Adı “Hora” idi, değiştirildi. O gün 4 yaşındaydı. Türkiye’ye, “denizaltı araştırmalarında biz de varız” dedirtiyordu. Yunanistan’la sıklıkla yaşadığımız Ege sorunu 1982’nin ilk aylarında tırmandı, gerilime dönüştü. Yunanistan, “Ege’de karasularım 12 mildir” diyordu. Bu durum Ege kıyılarında yüzerken bile fazla açılmamayı gerektiriyordu. Türkiye bunu tanımadığını göstermek için Piri Reis’i Ege’nin uluslararası sularına gönderme kararı aldı. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’ne bağlı gemiye İzmir’den üç gazeteci bindik. Enstitü müdürü Prof. Erol İzdar geminin tek sorumlusuydu. Bulutların güneşten renk mayalayıp dört bir yana saçtığı ılık bir mart akşamı Urla İskelesi’nden ayrıldık. Prof. İzdar, bizim de gemici statüsünde olduğumuzu, bütün kurallara uymamız gerektiğini anlattı. Sınıfımız miçoydu. Gemideki araştırmacılar, bilim insanları zaman zaman bize donanımı anlatıyorlardı. Bir anlamda deniz dibinin ve altının resmi çiziliyordu. Bizim derdimiz ise araştırmadan çok Yunan savaş gemilerinin taciz edip etmeyeceğiydi. Zaten bizden beklenen haber de buydu. Aradan yıllar geçti. Piri Reis araştırma gemisine ilişkin haberler yine bir uluslararası kriz nedeniyle gündemde. Ancak bu kez Piri Reis sadece çıktığı seferle ilgili olarak değil, kendi donanımına ilişkin de haber konusu. Arızalı olduğu haberlerine enstitünün bugünkü müdürü Prof. Hüseyin Avni Benli tepki göstermiş, “Arızalı olsa böyle riskli bir bölgeye gönderilir miydik” demiş. Ancak Prof. Benli, geminin motorlarının yenilenmeden yola çıktığını, 200 bin liralık KDV sorununu aşamadıkları için ana makine ve jeneratörlerin gümrüğe takıldığını kabul etmiş. Tabloya bakıp söylenecek çok şey var; birkaçını sıralayalım... Bir araştırma gemisi edineli 33 yıl olmuş, bunun yanına bir gemi daha koyamamışız. Üç yanı denizlerle çevrili ülkemizde araştırmaya verilen önemin göstergesi! Haberlerden anlaşılıyor ki, değil sayıyı arttırmak, Piri Reis’i ayakta tutmak bile bu alana gönül vermiş insanların çabasıyla başarılmış. Denizciliğe önem veren ülkeler 25 yaşın üzerinde gemi bulundurmuyor. Bazı ülkelerde bulundurmamakla kalmıyor, limanlarına girmesine dahi izin vermiyor. Ciddi sorun çıkarma riskini göze almıyor. 33 yılda Türkiye elbette büyüdü, gelişti. Ama neden çağı yakalayamadık sorusunun yanıtı, araştırmaya verdiğimiz önemde gizli. 1982’deki o Ege seferinde deniz çok dalgalı ve fırtınalı olunca Gökçeada’ya sığınmıştık. Dalgalar geminin boyunu aşıyordu. Kadere bakın ki, o günlerde toplam 5 aracın bulunduğu Gökçeada’da Piri Reis’in iki araştırmacısı trafik kazasında yaşamını yitirdi. O iki güzelim bilim insanını sanırım enstitü ve Piri Reis’in yeni kuşakları unutmamıştır. Gökçeada’dan ayrılıp İzmir’e dönerken hem içimiz kararmıştı, hem hava. Gökyüzü günlerce bulutlarla kaplı kaldı. Bir gün geminin ikinci kaptanı, “Hava biraz sonra açacak” dedi. İnanmakta zorlandık. Gökyüzü kapkara bulutlarla kaplıydı. Soran gözlerle bakınca kaptan anlattı: “Bakın gökyüzünün şu kısmında küçük de olsa bir açıklık var. Rüzgâr da esmeye başladı ya... O açıklık avuç içi kadar bile olsa rüzgâr oradan bulutları yırtar. Çok geçmez gökyüzü pırıl pırıl olur...” Aynen öyle oldu. Ne zaman Türkiyemizin geleceğine ilişkin bir karamsarlık belirse, tepemizde kara bulutlar dolaşmaya başlasa bu anım aklıma gelir. Avuç içi kadar da olsa bir aydınlık... Bir de rüzgâr esse!.. Çorum’da bir araya gelen Aleviler, sorunlarını yüksek sesle dile getirdi: Eşit haklar istiyoruz ÇORUM (Cumhuriyet) Karadenizli Aleviler Çorum Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Çorum Şubesi’nin ev sahipliğinde Çorum’da bir araya geldi. Aleviler, zorunlu din derslerinin kaldırılması, asimilasyon girişimlerinden vazgeçilmesi, inanç özgürlüğü için anayasal düzenlemeler yapılması ve cemevlerinin yasal statüye kavuşturulmasını talep etti. Çorum Atatürk Spor Salonu’nda yapılan toplantıya Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, Çorum, Tokat, Samsun, Ordu ve Amasya il ve ilçelerinin Alevi derneklerinin temsilcileri ve çok sayıda yurttaş katıldı. Toplantıda ilk sözü alan Çorum Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Çorum Şubesi Başkanı ve Alevi Kültür Merkezi Başkanı Nurettin Aksoy, ülkede inanç ve siyasi düşüncelerinden dolayı kimsenin haksızlığa uğramaması gerektiğini söyledi. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Geçmez ise Ebusuud’u öven bir Başbakan’la Alevi sorunlarının çözü Birliğe çağrı yapacaklar ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hakkâri’de 24 askerin şehit olduğu terör saldırısı sivil toplum örgütlerini harekete geçirdi. 25 sivil toplum örgütünün oluşturduğu Birliğe Çağrı Platformu, teröre karşı “birlik beraberlik” mesajı vermek için 30 Ekim Pazar günü İstanbul’da büyük bir yürüyüş düzenleyecek. Toplantıda Türkiye’nin daha düzgün ve barış içinde yaşayabilmesi için Alevi kültürüne ihtiyaç olduğu belirtildi. Kısa sürede, bu doğru görüşler çöpe atıldı ve Türkiye Pentagon’un savaş rayına girdi. Baktılar ki, Libya bombalanacak, Kaddafi gidecek, “reelçıkar politikası”na döndüler! Amerikalı dostları kulaklarına fısıldadı: “Hey ne yapıyorsunuz! ABD ve Batı desteklerini çekerlerse zor durumda kalırsınız... Zaten içeride yargıyı gütme sorunlarınız var; muhaliflerinizi, orduyu sahte belgelerle yargılıyorsunuz, adalet yok... Basın özgürlüğünü çiğniyorsunuz... Ortadoğu’da bizim ana politikalarımızı zayıflatacak bir politika izleyemezsiniz...” Amerikalılar şüphesiz bunu hissetttirdi. İktidar yukarıdaki mesajı rahatça alabilecek yüksek zekâya sahiptir... Libya’dan U dönüşünü, Suriye’den U dönüşü izledi! Çünkü ABD, Suriye’nin de tarumar edilmesinde kararlıydı... Ankara hemen pozisyonunu aldı! İran’la tam U dönüşü henüz gerçekleşmedi! Ona zaman var, hele şu Suriye’nin işi bitirilsin! Pardon, PKK’nin yerleştiği yer, ABD denetimindeki Irak değil de Çinmaçin’de miydi? Yoksa Irak aslında bir İran ve Suriye midir? Fırdöndülükten insanın aklı karışıyor! lemeyeceğini söyledi. 1980 yılında Çorum’da Maraş’ta, daha dün Sivas’ta yakıldıklarını ve Alevilerin Selçuklu, Osmanlı döneminden beri zulme uğradığını anlatan Geçmez, şunları söyledi: “Çorum’da Veli Dede’mizi yakanlar, inancımızın dilini dahi bize unutturdular. Başka bir dille konuşmamızı, selam vermemizi, çocuğumuzu yetiştirmeyi öğretmeye çalıştılar. Ama başaramadılar. Türki ye’nin daha düzgün ve daha barışık yaşayabilmesi için Alevi kültürüne ihtiyacı vardır.” Geçmez “Diyanet kalkmadığı sürece barış olmayacaktır, dinimizi özgürce yaşayamayız” diye konuştu. Gazeteci Seyfettin Mete ise bin yıldır kardeşçe yaşayan, mezhebi ve siyasi görüşü ne olursa olsun tüm insanların bundan sonra da kardeşçe yaşayacağını söyledi. ‘Öğüt heyeti kurulsun’ AMASYA (Cumhuryet) Alevi Bektaşi Federasyonu ve Alevi Kültür Dernekleri Genel Merkezi terörü lanetlerken barış için bütün inanç önderlerinin bir araya gelerek “Öğüt Heyeti” kurmasını önerdi. Yayımlanan bildiride inanç önderlerinin bir araya gelerek barış istediklerini haykırmaları gerektiği belirtildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle