18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 EKİM 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Predator Gazetecinin Suçları üyesser Yıldız. Yıllardır gazeteciydi. Şimdi aylardır tutuklu. Suçu: Şehit babasının, Cemil Çiçek’in telefonuna çıkmadığını yazmak. PKK ve İmralı ile pazarlık yapıldığını yazmak. Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ile kitabı üzerine yaptığı söyleşileri yayımlamak... Gazetecilik yani... Bir başka suçu da PKK propagandası yapmak, PKK’yi ve Öcalan’ı güçlü göstermek... geçen ay Obama ile görüşmesinden sonra, Türkiye’nin ABD’den terörle mücadele için insansız hava aracı (Predator) isteminde bulunduğunu açıklamıştı. Aradan geçen sürede anlaşıldı ki, Washington, bölgeyi denetimine almak için Predator’ları İncirlik’te konuşlandırmak amacındaymış, AKP iktidarı da fırsattan Fire atılan insansız hava araçlarının denetimi ABD’de olacak, biz ise onlara ancak rica edebileceğiz; “Coni’ciğim, hazır oralardan geçiyorsun, hele bir baksana, bize saldıracak olan var mı?” diye. Yapacak bir şey yok. Dışarıda tutuksuz general pek kalmadığından terörle mücadelemiz el alemin paşa gönlüne kalacak. oylamasına CHP’den Sezgin Tanrıkulu ile Hüseyin Aygün katılmadı. Siz asıl, AKP’nin “tam bağımlı, piyasasever ılımlı İslam federasyonu” anayasası gündeme oturduğunda, CHP grubunun önseçimle değil de, kontenjandan gelenlerini göreceksiniz. İçlerinden neler çıkacak neler... Recep Tayyip Erdoğan, Sınır ötesi operasyon tezkeresinin M Müyesser Yıldız diyor ki: “Yıllardır bölücü terör ve ‘Kürdistan projeleri’ üzerinde çalışan, önümüze konan ‘Öcalanlı küçük Kürdistan’, ‘Barzanili büyük Kürdistan’ senaryolarını gayet iyi bilen, her ikisini de şiddetle eleştiren beni, böyle bir suçlamanın içine dahil etmek; 6 aylık esaret hayatımdan daha onur kırıcı bir yaklaşım, daha büyük bir zulümdür ki, iddia sahiplerine aynen iade ediyorum.” Bir Annenin Albümü Tenzile Erdoğan 88 yaşında hayata gözlerini yumdu. Başbakan’ın annesiydi. Tanıyanların, komşularının, yakınlarının arkasından söyledikleri güzel sözlerden onun herkes tarafından sevilen, sayılan bir insan olduğunu öğrendik. Allah rahmet eylesin; yakınlarına, ailesine sabır versin, başları sağ olsun. Birçok televizyon kanalı ile haber kanallarının tamamı Fatih Camisi’ndeki hazırlıklardan Karacaahmet’te toprağa verilişine kadar tüm gelişmeleri canlı yayınlarla kesintisiz olarak kamuoyuna aktardılar. Uygar hiçbir ülkede görsel medya bir cumhurbaşkanının ya da başbakanın annesinin ölümüne bizdeki ölçüde haber değeri yüklemez. Ölüm, ölen kim olursa olsun “özel” bir olaydır. Üzerine acıdan, yitim duygusundan başka hiçbir şey yüklenemeyecek derecede kişiseldir. Ne var ki bizdeki medyanın profesyonel özü yaranmacılık, yalakalık virüsü kapmış, yozlaşmıştır. Bir başbakanın annesinin ölümünün kuşkusuz ki haber değeri vardır, değerlendirilmelidir. Fakat haber bültenlerinde en fazla 60 saniye yer alacak bir olayın 240 dakikaya yayılması gerçekten ülkemize, ülkemizin medyasına özgü bir durumdur. Sanırım bu canlı yayınların kayıtlarını baştan sona izleyecek olsa ekrandaki görüntülerden Sayın Başbakan da pek hoşnut kalmayacaktır. Cami avlusunda toplanan kalabalık içindeki politikacıların, yüksek bürokratların aralarında şakalaşmaları, gülüşmeleri hoş değildir. Kişi sevdiği, saydığı insanların cenaze törenine gider, birilerine yaranmak için zoraki gidilmelerde ise cami avlularında bu tür yakışıksız görüntülere rastlanır. Gelişmiş, uygar ülkelerde düzenlenen cenaze törenlerini ölenin aile bireyleri, yakınları, sevdikleriyle sınırlı tutma, kişiselliğini koruma geleneği bir bakıma bizdeki türden zorlama katılımların önünü kesmek için ortaya çıkmış olmalıdır. Televizyon kanalları iki gündür haber bültenlerinde cenazede Başbakan’ın ağlaması, tabutu taşıması ve mezara toprak atması gibi belli görüntülere odaklanmışlar, her seferinde bunları yayınlıyorlar. Oysa bu görüntülerin hiçbir özelliği yoktur; anlaşılan kanal yöneticileri bu görüntülerde bizim bulamadığımız birtakım olağandışılıklar bulmuşlar, kullanıyorlar. Bir oğlun sevdiği annesinin cenazesinde duygulanmasından, gözyaşı dökmesinden daha doğal ne olabilir ki? Ya da annesinin tabutunu taşıması, mezarına bir kürek toprak atması? Bunlar insanların sevdiklerine karşı beslediği duyguları, yerine getirdiği görevleridir. “Sevgi”de de, “ölüm”de de cumhurbaşkanı, başbakan, politikacı, şu veya bu yoktur, yalnızca insan vardır. İnsanların “insanca” duygularını bir yaranma amacına dönüştürmek, siyasallaştırmak yanlış olmanın ötesinde ayıptır, görsel ya da yazılı olsun “ciddiyim” diyen hiçbir medya organına yakışmaz. Ne var ki toplumsal, kültürel değerlerin altüst edildiği, etik kuralların parçalandığı günümüzün vidaları çıkmış çarpık düzeninde bir annenin ölümü bile magazinleştirilebilmekte, “reyting” malzemesi olarak kullanılabilmektedir. istifade bunlardan yararlanmak istiyormuş. Daha önce Türkiye’nin edinmiş olduğu ve terörle mücadelede tek başına kullandığı daha sonra da hurdaya öğretim üyeleri üniversite hastanelerinde tüm işleri ve sorumluluğu üstlenmiş oluyor. Ancak, onların durumuna ilişkin hiçbir düzenleme yok. Güvencesiz ortamda, giderek ağırlaşan koşullarda, düşük ücretlerle çalışmayı sürdürüyorlar.” Okurlar için küçük bir bilgi notu daha: Türkiye’de tıp fakültelerindeki yaklaşık 10 bin öğretim üyesinin yaklaşık 600’ü yarızamanlı çalışıyor. Geri kalan 9 bini aşkın öğretim üyesi ise tamgün çalışmakta. 9 bini aşkın sayıdaki tamgün çalışan öğretim üyelerinin hallerinin nice olduğunu sorana pek rastlamadık doğrusu... hastanelerine inme indi. İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Raşit Tükel’in anlatımıyla durum ortada: “Birçok klinikte ameliyatlar yapılamıyor; uzmanlaşmış alanlarda oluşturulan çok sayıda poliklinik kapanma noktasında ya da eski verimliliğinden oldukça uzak bir noktada. Yandal gibi eğitici sayısının az olduğu üst uzmanlık alanlarında, hizmet ve eğitimin daha fazla aksadığına tanık oluyoruz. Bu gelişmeler, halkın/hastaların sağlık hizmetine ulaşmasında aksamalara neden olurken, ölüm döşeğine alma sürüyor. Sağlığı reformları üniversite Şifayı Kapan Hastaneler Son kararnameyle bir yandan da maddi olarak kendini zorlukla idame ettiren üniversite hastanelerinde ciddi gelir kaybına neden oluyor. Mesai sonrasında gelir getirici faaliyette bulunan öğretim üyelerinin hasta bakmaları engellenirken, Sağlık Bakanı ‘hastaları tedavi için Avrupa’ya götürürüz’ açıklamasını yapıyor. Üniversite hastanelerini çalıştırmayıp ya da iflasa sürükleyip Sağlık Bakanlığı’na bağlarken, bir taraftan da hastalarımızı özel hastanelere gitmeye mahkum etmek söz konusu. Yeni 68 Müslüman Kardeşler’in “Arap Baharı” peşinde koşadursun, güvendikleri dağlara karlar yağmaya başladı. Stratejik ortak Amerika’da finans kapitale karşı bir kalkışma gözleniyor. Bu başkaldırıya “Amerika sonbaharı” ya da “kapitalizmin sonbaharı” adını takanlar da var. Her türlü baskı, engelleme ve sansüre karşın New York’ta başgösteren “Wall Street’i egemenlerin Bizimkiler, ABD’deki işaretparmağına bakıp işgal edin” hareketi giderek tüm ülkeye yayılıyor. Bu ay başında, ABD’de eylem yapılan kentlerin sayısı 800’lere ulaştı bile... Eylemler giderek, Avrupa’ya, Güney Amerika’ya, hatta Rusya’ya değin yayılma eğiliminde. Eylemcilerin hedefinde 15 Ekim var. O gün için slogan da belirlediler: “Tüm dünya insanları, ayağa kalkın.” Yeryüzünün ezilen emekçileri yeni bir 68’e uyanıyor gibi... Üniversite hastaneleri hastalar için çoğu zaman son umuttur. Zor ameliyatların yapıldığı, tedavi edilememiş hastaların bakıldığı yerlerdir. Yeni düzenlemelerle bu tür hastalara gösterilen adres, ne yazık ki özel hastanelerdir.” Sorunun yalnızca muayenehanesi olan öğretim üyelerinin sorunu olmadığını da dile getiriyor Prof. Tükel: “Muayenehanesi olan öğretim üyesinin eğitim verme, hasta bakma hakkı engellenirken; öte yandan, mesai dışında gelir getirici faaliyette bulunmayan KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Giderek Artan Dünya Nüfusu’ Çağımızın en korkulan hastalığı olan kanserin “bilinçsiz aşırı hücre çoğalması” sonucu oluştuğu bilinmektedir. Günümüzde kanser, “salgın bir hastalık” gibi yayılmakta. “Kanser nedir?” sorusunun yanıtını uzmanlar şöyle veriyor: “Sağlıklı vücut hücreleri (kas ve sinir hücreleri hariç) bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların (vücut içi ve dışındaki) onarılması amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar. Fakat bu yetenekleri de sınırlıdır. Sonsuz bölünemezler. Her hücrenin hayatı boyunca belli bir bölünebilme sayısı vardır. Sağlıklı bir hücre, gerektiği yerde ve gerektiği kadar bölüneceğini bilir. Buna karşın kanser hücreleri, bu bilinci kaybeder, kontrolsüz bölünmeye başlar ve çoğalırlar. Kanser hücreleri birikerek tümörleri (kitleleri) oluştururlar, tümörler normal dokuları sıkıştırabilirler, içine sızabilirler ya da tahrip edebilirler. Eğer kanser hücreleri oluştukları tümörden ayrılırsa, kan ya da lenf dolaşımı aracılığı ile vücudun diğer bölgelerine gidebilirler. Gittikleri yerlerde tümör kolonileri oluşturur ve büyümeye devam ederler. Kanserin bu şekilde vücudun diğer bölgelerine yayılması olayına metastaz adı verilir. / Yük.Bio. Olcay Irmak)” 1802 yılında 1 milyar olan dünya nüfusu 125 yıl sonra yüzde 100 artarak 1927 yılında 2 milyara ulaşmış. 1927’den günümüze kadar geçen 83 yıllık süre içinde ise, dünya nüfusu katlanarak yüzde 250 (iki yüz elli) oranında ve 5 milyar artarak, 7 (yedi) milyara gelmiş durumda. Birleşmiş Milletler’in kurulduğu 1945 yılında Birleşmiş Milletler’e üye olan ülke sayısı 51 iken bügün 193’e ulaşmış. Üzerinde yaşadığımız dünya adı verilen bu gezegendeki geri kalmış, azgelişmiş ülkelerdeki “bilinçsiz nüfus artışının” getirdiği sorunların altında ezilmiş insanların, yaşadığı olayları izlediğimde, bu insanların dünyaya yaşamları ellerinden alınmış olarak geldiklerini ve geleceklerinin de “çalınmış” olduğunu görüyorum. “Aşırı nüfus artışının” dünyanın geleceğini çok zorlayacağı, Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı’nın (WWF) 2010 yılı Yaşayan Gezegen Raporu’nda vurgulanmakta.. “Zengin ülkeler; çok daha sade yaşamanın yollarını bulmak, özellikle fosil yakıtlara bağımlılıkları da dahil olmak üzere ayak izlerini hızla azaltmak zorundadır. Hızla büyüyen gelişmekte olan ekonomiler de yeni bir büyüme modeli bulmaya mecburdur. Böylece, refah düzeyinin gerçek anlamda sürdürülebilir yollarla yükselmesi mümkün olacaktır. Bu rakamlar; hepimizin aklına doğayı koruyarak, doğal kaynakların kendini yenileme kapasitesini aşmayarak ve doğanın sağladığı mal ve hizmetlerin gerçek değerini kavrayarak yaşam biçimimizi nasıl değiştireceğimize ve kalkınmayı nasıl yeniden tanımlayacağımıza dair sorular getirmektedir. Giderek artan dünya nüfusunun gereksinimlerini karşılamak başta olmak üzere, önümüzde pek çok zorluk bulunmaktadır. Bu zorluklar; kalkınma ile doğal kaynaklara yönelik sürekli talep artışı arasındaki bağlantının koparılmasının önemini vurgular. En basit ifadeyle, daha az kaynaktan şimdiki kadar, hatta daha fazlasını elde etmek için yeni yollar bulmak zorundayız. Dünyanın kaynaklarını, kendilerini yenileme hızından daha hızlı tüketmeyi sürdürmek, bağlı olduğumuz sistemleri yok etmektir. Artık kaynakları, doğanın koşullarına ve sınırlarına göre yönetmek zorundayız.” İnsanoğlu, “kanser hücresi” gibi, üzerinde yaşadığı gezegenin havasını, suyunu, toprağını, tarlasını, denizini, deresini, ormanını, ağacını, çiçeğini böceğini yok etmek için elinden geleni yapmakta ve dünyanın doğal kaynaklarını “kendilerini yenileme hızından daha hızlı” tüketmekte. İnsanoğlu, kendisine “hayat veren” bütün kaynakları “kanser hücresi” gibi yıkıp, yok etmektedir. “Giderek artan dünya nüfusunun”, günümüzdeki ve gelecekteki sorunların kaynağı olduğu görüşündeyim. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Venedikli 1 gondolcuların genellikle do 2 ğaçtan söyle 3 dikleri şarkı. 2/ 4 Mert, kalender 5 ve babacan kimse... Kent 6 ya da kasabada 7 dış mahalle. 3/ 8 Üzeri petek biçiminde, bis 9 küviye benzer tatlı bir 1 2 3 4 5 6 7 8 9 yiyecek.... Uzaklık 1 L A Z K İ R A Z I işareti. 4/ Utanç duy 2 AM İ R E C E L ma... Ayak direme. 3 F A GO T I L I 5/ Kekeme ya da dil4 O KMA İ S siz kimse... Nâzım 5Ç İ N E N U Ş U Hikmet’in bir oyunu. T R A K 6/ İzmir’in Selçuk il 6 E V A F A R A çesindeki ünlü antik 7 P E Y O L U K kent... Çin’in para bi 8 İ D E A 9Ç İ N K İ R A Z I rimi. 7/ Vladimir Nabokov’un, sinemaya da aktarılan ünlü romanı... Eski dilde yüz, çehre. 8/ Arapça eylem çatısını konu edinen bilim ve kitap... Bir şeyi yapmak için en uygun an. 9/ Ucu sivri demirli kısa övendire. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Belli bir biçimi olmayan, hafif ve kısa müzik yapıtı. 2/ Açık alanlardan ve kalabalık yerlerden duyulan korku. 3/ Sergen... Bitkisel tellerden yapılmış, kaba örgülü büyük çuval. 4/ Endonezya’nın plaka imi... Büyük tepsi. 5/ Kötü bir işteki yardımcılar... Genellikle içine sulu şeyler konulan kap. 6/ Kökü sürgün kesici olarak hekimlikte kullanılan bir bitki. 7/ Önü hendekli siper... Sinir hücrelerinde bulunan protein... Boru sesi. 8/ Borsada belli miktardaki hisse senedini belirtmekte kullanılan işlem birimi... Fayda. 9/ Çorum’un Ortaköy ilçesinde ortaya çıkarılan Hititlerin ikinci büyük kenti. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle