23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 OCAK 2011 CUMA CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Özal’ın Cumhurbaşkanlığı’nı bırakıp aktif siyasete döneceği konusu gündemin belirleyicisi oluyor SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Köşk’ün konuğu değişiyor Y eni yıl yeni olaylarla geldi. Ocak ortalarında Deniz Baykal’ın SHP Genel Başkanlığı için kurultaydaki girişimleriyle renklendi. İnönü gider Baykal gelirse SHP ile kurulan ortak hükümet kalır mıydı? Yeni yılın sürekli irdelenen konusu, Köşk’ten esen hava... Özal’ın Cumhurbaşkanlığı’nı bırakıp aşağıya ineceği ve yeni bir parti kurarak fiili siyasete geri döneceğini içeren güçlü söylentiler dolaşıyor. Senegal’e giderken bu konuda gazetecilere bir açıklama yapıyor: “Bu meselede daha önce söylediğim bir şey var. Bugün de aynısını tekrarlayacağım. Erken seçim kararı alındığı gün seçim meydanlarına ineceğim. Bunu aynen yazın. Bu söz aynı zamanda beni bağlayan bir taahhüttür.” Bir de ek yapıyor: “Bundan açık daha ne söyleyebilirim?..” Oysa bir hafta önce Erdal İnönü erken seçimin söz konusu olmadığını açıklamıştı. Özal’ın fiili siyasete dönmesi yanlısı olanlar olmayanlar arasında tartışma. Çekiç Güç’e bağlı bir Amerikan F16 uçağı 36. paralelin kuzeyinde bir Irak MİG’ini düşürdü. Aksırıncaya, Tıksırıncaya Kadar Gerçek (2) Sözüm ona emniyet, savcılığın isteği üzerine inceleme başlatmışmış... Galatasaray stadında Başbakan’ın ve TOKİ Başkanı’nın, ıslıklanması olayını araştırıyorlarmış... Organize olup olmadığını araştırıyorlarmış! Kombine bilet sahiplerinin ve GS üyelerinin ifadelerine başvuracaklarmış! Tabii böyle bir haberin “tevatür” olduğunu düşünüyorum. Çünkü böyle bir şey gerçek olacak olsa, soruşturmayı yapan görevliler, herhalde öyle yanıtlar alır ki ilk görüşmeden sonra, ayıp olmasın diye, tutanakları kendileri doldurmak zorunda kalır. Evet ben ilk gün de söyledim, bir Galatasaraylı olarak, bir kez daha Galatasaraylılığımdan gurur duydum. Hayır, kimilerinin zannettiği ve bizleri inandırmaya çalıştığı gibi ıslıklayanlar, CHP’li oldukları için ıslıklamadı ve ben de CHP’li olduğum için, bundan gurur duymadım. Gurur duymamın tek ve açık bir nedeni var; Galatasaray taraftarı, o gece, hepimize benimsetilmek istenen “makarna, bulgur mantığını, sadaka mantığını” açıkça reddetti. Bu mantığın, Galatasaray’a uyarlanmış haline; “Başbakanımız size stad verdi, hem de bir Allah kuruş ödemeden verdi, haydi şimdi ona biat edin, alkışlayın” mantığına karşı çıktı. Hem de maalesef Başkan’ına karşın. 106 yıllık Galatasaray’ın Başkan’ı, nedenini bilmiyorum ama bu mantığı tamamen benimsemişken o karşı çıktı. Tabii ki bundan dolayı gurur duydum. Onurlu, gururlu, sadakayı, kim teklif ederse etsin, reddeden, “Alın sadakanızı başınıza çalın” diyen Galatasaray taraftarı ile gurur duydum. Ama bence o gece stada gidenlerin tümü de, şu dediğime “Hayır” demeyeceklerdir. TOKİ Başkanı’nın yaptığı o anlamsız konuşmadan sonra, Başbakan beklese ve sonra mikrofonu alıp, “TOKİ Başkanı yanlış şeyler söyledi, söylediklerine katılmıyorum, Galatasaray aciz değildir, ben de başbakan olarak, diğer başbakanlar gibi stadlar, yollar yapmak zorundayım ve yaptım. Yaptığımla da gurur duyuyorum, sizlerle de” dese, ne olurdu dersiniz? Acaba ıslıklar, yuhalamalar devam eder miydi? Yoksa yerini önce belki tek tük ama daha sonra yoğun bir alkış ortamına bırakır mıydı? Hiç düşünmeyin. Kesinlikle böyle olurdu. Pekiyi bizim Başbakanımız ve etrafındaki diğer yöneticiler, bunu görmeyecek, düşünmeyecek kadar düşüncesizler mi? Haydi bırakın onları, 106 yıllık Galatasaray’ın Başkanı, kendisine “Nankörler” diye bağıran adamlara, bunu hatırlatamayacak durumda mı? Hayır, sevgili arkadaşlar, sorun o değil. Gerçekten de bunu görmediler, düşünemediler, açıkça şaşırdılar, bunu hiç beklemiyorlardı, çok kızdılar, çıldırdılar. Çünkü; 1) Gerçekten de, “sadaka mantığına” çok alışmışlar. Herkesi de alıştırdıklarını düşünüyorlar. Kömür mü? Ben veririm. İş mi, verirsem ben veririm. Heykel mi, beğenirsem, ben beğenirim, beğenmezsem “Ucube” derim. Kimse karışamaz, kimse sorgulayamaz. Bu anlayışa göre, Sayın Başbakan, “Sizin için yol yaptım, 300 milyon saydım buna” dedi mi, kabul edeceksiniz. Pekiyi bugüne kadar yapılan tek yol bu mu? Örneğin diğer statların önünden geçen yollar ne oluyor? Diğer başbakanlar yani bu yolları yapanlar, “Bu yolu ben yaptım, bana biat edin, etmezseniz sonu kötü olur dediler mi?” Bunları sormayacaksınız. Buna gerçekten de inanmışlar. Sizler inanmazsanız, şaşırıyorlar, çok kızıyorlar. Çok kızarlarsa da, “Bunlar organize işler” diyorlar. Ya da “Bunlar 35 kişi, onlar da CHP’li”. Ama bir de korkarlarsa daha da kötü. Allah’tan korktuklarını daha görmedik. Çünkü o zaman, mutlaka başka şeyler gelebilirdi. Örneğin “bunların ardında illegal örgüt var” ya da “bunlar hükümeti yıkma eylemleri içindeler” diyebilirlerdi. Sonra da “cop, biber gazı, dayak” gelebilirdi. Daha kötüsü “gizli tanıklar, isimsiz ihbarlar, savcılar, yargılamalar, tutukluluklar, sonu gelmez davalar” gelebilirdi. Allah’tan o kadar korkmadılar daha. 2) Bir de bu “sadaka mantığını” geçerli kılmak ve herkesi inandırabilmek için, bir şey daha gerekli. Etrafında buna inanan, bununla beslenen insanlar bulundurmak, hatta bunlardan başkasını bulundurmamak gerek. Bol bol “kralın soytarısı” bulundurmak gerek. Böyleleri var mıdır, bir dahaki yazıda konuşuruz ama konumuzla çok ilgisi olmasa dahi, ben genel bir ilke ile bitireyim. Otoriter ülkelerde, diktatöre karşı çıkanlar 50100 kişiyse, onlar yanar. Yok eğer 30.00040.000 kişiyse, o zaman diktatörlüğe hevesli olanlar kaçar. Hem de arkalarına bile bakmadan. Dediğim gibi konumuzla ilgisi yok ama olsun. atlayan Çekiç Güç olayı Çekiç Güç ve Kuzey Irak’la ilgili sorunlar birbiri ardına gündeme giriverdi. Irak MİG’i neden düşürüldü? Yanıt: “Nefis müdafaası.” Genelkurmay, Çekiç Güç’ün üstlendiği görevleri ‘caydırıcılık, keşif ve insancıl yardım’ diye sınıflandırıyor. Nefis savunmasına zorlanan F16’nın MİG’i düşürmesini Genelkurmay yetkilisi ‘normal’ buluyor. Oysa uçak düşürme olayı içerde başka, dış dünyada başka biçimlerde ele alınıyor. ANAP adına konuşan Kâmran İnan, Dışişleri’nin ‘nefis müdafaası’ diye niteleyerek MİG olayını ele almasına fena halde bozuk. “Yahu sen Amerikalıların avukatı mısın? Olayın geçtiği yerde bulundun mu sen? Nereden biliyorsun nefis müdafaası olduğunu?” diye adeta bağırıyor telefonda. Doğal olarak İncirlik üssü yine gündeme giriyor. Muhalefete göre P MİG’i vuran Amerikan uçağı İncirlik’ten kalktı. Başbakan Demirel, aksini söylüyor ama İnan, “İncirlik’in kullanılmakta olduğunun apaçık olduğunda” direniyor. Siyaset, Kuzey Irak’taki olaydan kalkıyor, BosnaHersek’e kadar uzanıyor. “Bosna Hersek’te Türkiye’ye umutla bakanlar öldürülürken, örneğin askeri müdahaleye karşı çıkan İngilizlere, İncirlik’i kullanma izni nasıl verilebilir?” Tabii Batı, başta Amerika ve Körfez Savaşı müttefikleri MİG olayı ile ‘çok yakından ilgili’. CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay (şimdi AKP’li) muhalefet görüşlerine açıklık getiriyor: “Irak’taki paralellerden birinin ihlal edilmesiyle bu kadar çok ilgilenen müttefiklere, BosnaHersek’te Sırplara karşı bir müdahale konusunda hâlâ neden beklendiği sorulmuş mudur” diye soruyor. MİG sorunu daha önemli başka biçimlere giriyor. ABD ve müttefiklerinin Körfez Savaşı sırasında ‘elde edemediği kimi sonuçları’ MİG olayıyla sağlamak! Hükümet; ABD, İngiliz ve Fransız elçileriyle görüşüyor ve üç büyükelçinin “36. paraleldeki Irak füze bataryalarını, radar sistemlerini ve uçaksavarlarını imha etmeyi önerdikleri” haberleri geliyor. Demirel’in basın toplantısı bu söylentileri yalanlamıyor. Üç elçiyle “danışma” niteliğinde görüşmeler yapıldığını söylüyor ama, “daha çok ABD ile İngiltere’nin bu tehdidin ortadan kaldırılması gereğini öne sürdüklerini” ekliyor. Bu amaca varabilmek için üç müttefik ülke, ‘İncirlik’in kullanılmasına Türkiye’nin izin vermesini’ istiyor. Batılı devletler Irak’ın elindeki Sam füzelerini sakladığı yerlerden çıkarıp 36. paralele yerleştirdiğini söylüyorlar. Füzeler çalışır hale getirilirse ‘yeni bir Kürt akını’ kendiliğinden gerçekleşecek; o zaman, açıkça söylemiyorlar ama ‘Türkiye kaderiyle baş başa kalacak’. Oysa İncirlik’i kullanırlarsa füzeleri ortadan kaldırmaları Türkiye’nin yararına olacaktı. ‘İzin’ isteminin gerekçesi bu öğelerle hazırlanmış ve Türkiye’nin önüne konulmuştu. Demirel’e göre Başbakan Yardımcısı İnönü, Irak Büyükelçisi’yle görüşmüş ve ‘Kuzey Irak’ta rahatsızlık çıkaran hususları’ söylemişti. Neydi bunlar? Üç büyükelçinin Başbakanlık Konutu’ndaki toplantıda Demirel ile İnönü’ye söyledikleriydi: 36. paralele yerleştirilen Irak füzeleri, uçaksavarları ve radarları... Şayet Bağdat Türkiye’yi ‘rahatsız eden hususları’ geri çekmezse; Türkiye, İncirlik konusundaki müttefik isteklerine ‘yeşil ışık’ yakacaktı. İnönü, Irak Büyükelçisi Tıkriti’ye ‘füzeleri geri çekmelerini’ açık bir dille söyledi. Saddam füzeleri geri çekerse, sorun kalmayacaktı. Ama aksi bir tutum sergilerse... Kendi bileceği işti. İncirlik, başına bir balyoz gibi inecekti. Hükümetin bakış açısını Demirel açıkladı: “Çekiç Güç korkuluk değil.” Müttefiklere Kuzey Irak’ı dümdüz edecek izni verip vermemek tabii ki hükümete aitti. TBMM’den aldığı yetki böyleydi. Demirel Şam’da, Türkiye karışık aşbakan Demirel, Şam’a gidiyor. (19 Ocak 1993) Türkiye’nin güney sınırında altımızı oymak için ‘elinden geleni ardına koymayan’ Hafız Esad’ı görüşmeler yoluyla belki hizaya getirebileceği umuduyla Şam yolunda. Ama ‘içerisi’ başka konuyla, MİG sorunu ve yarattığı yeni problemlerle kaynıyor. Havaalanında bu işin ne olacağını soran gazeteciye, Şam’dan ‘yarından sonra döneceğini’ anımsattıktan sonra tek sözcükle yanıt veriyor: “Askıda!” “O iş” artık MİG sorunu olmaktan çıkmış; Türkiye’nin güvenliğine dönüşmüş. Irak’ın 36. paralele yerleştirdiği vurucu silahlar! Bağdat bu silahları geri çekecek mi, çekmeyecek mi? Müttefiklerse ‘bu fırsattan istifade’ ederek Türkiye’yi sıkıştırmayı sürdürüyor. Batı Irak’a ‘güneyde yaptığını kuzeyde de yapmaya hazır’. Saddam kuzeydeki füzeleri çekmezse ‘müttefikler hepsini tahrip edeceklerdi’. Üstelik ağız değiştiriyorlardı. Türkiye İncirlik’in kullanımına izin vermezse ‘başka yollardan hareket ederek gerekeni yapacaklardı’. İnönü’ye, “Irak’a füzeleri çekmesi için süre vermiş miydik” diye sordum: “Hayır, süre söz konusu değil” dedi. Ama Ankara’ya gelen haberler yatıştırıcıydı. Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz, “Bağdat’ın füze rampalarını kaldırdığını” söylüyor ve “o zaman başka bir şey yapılmasının söz konusu olamayacağını” ifade ediyordu. Bu koşullarda füze olayı bir kez daha biçim değiştiriyordu. Demirel ile İnönü’ye karşı ANAP arasında yeni bir siyasal savaşım başlayacaktı. Çekiç Güç’e Demirel’le İnönü’nün ‘vaktiyle yaptıkları eleştiriler’ TBMM’deki görüşmelerde ana tema olacağa benziyordu. Demirel, ANAP’ın TBMM’de hükümete nereden saldıracağını kestirmiş olmalı ki; son konuşmalarından birinde, “Çekiç Güç’e müsaade ettiğiniz yerde, onun ne yapması lazım geldiğini biliyorsunuz demektir” demişti. Çekiç Güç’e izni veren ANAP hükümetiydi. Mesut Yılmaz hükümeti 23 Haziran 1991’de kurulduktan bir süre sonra Çekiç Güç, ‘ilke kararına bağlanmış’, sonra gerekenler sırasıyla yerine getirilmişti. Clinton, 20 Ocak 1993 günü ‘resmen göreve başlıyor’, Irak konusu artık kapanma aşamasına girmiş, ama Türkiye yine de Demirel’in ifadesiyle ‘saat başı değişip gelişen olayları’ izliyor. 20 Ocak sabahı, Saddam Hüseyin ateşkes ilan ediyor. Bush (amansız düşman) gitmiş, yerine Clinton gelmiş. Saddam yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor. Bu türden yorumlar izliyoruz. Ama Clinton, ‘Irak’ın BM kararlarını aynen uygulamasını’ isteyerek Bush’un izlediği politikayı sürdüreceğini açıkladı. Müttefiklerden de İncirlik’in kullanımını yineleyen başvurular gelmiyor. Kuşkusuz, son gelişmeleri ‘kendi açısından değişik yorumlarla’ irdeleyecek biri vardı: Turgut Özal! Hemen sahneye girdi. Hükümeti eleştiren bir tavırla; “Türkiye’nin bugün, Körfez Savaşı’ndaki (yani kendi zamanındaki) ağırlığa sahip olmadığını” söyledi. Koalisyon hükümetlerinde karar verme mekanizmasının etkili olamadığını öne sürdü. B Çekiç Güç’le ilgili not 2 8 Şubat 1991’de Irak’ın yenilgisiyle sonuçlanan(!) Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ın güneyinde ve kuzeyinde ayaklanmalar baş gösterdi. Kuzeyde Kürtler ayrı bir devlet olmayı, güneyde Şiiler de İran gibi güçlü bir devlet kurulmasını istiyorlardı. Saddam, özellikle kuzeyindeki Kürt isyanını kanla bastırdı. Kürtlere yönelik zehirli gaz kullandı. Binlerce Kürt’ün ölümüne neden oldu. Askeri birlikler Kürtlere saldırdı. Saddam’ın saldırılarından kurtulmak ve hayatlarını kurtarmak isteyen 400 bin kadın erkek çoluk çocuk Kürt, kuzeye kaçtı ve Güneydoğu illerimize sığındı. Türkiye; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) durumu görüşmek için toplantıya çağırdı. Irak yönetiminin Kürtleri göçe zorlayan faaliyetlerinin durdurulmasını istedi. BMGK’de bir karar alınamadı. Türkiye bunun üzerine Irak’tan kaçan Kürtlerle Türkmenler için Kuzey’de Irak’ta bir güvenlik bölgesi kurulmasını talep etti. AB’nin Lüksemburg’daki zirve toplantısında İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle bu öneri kabul edildi. Daha sonra ABD bu öneriyi destekledi. Irak’ın kuzeyinde 36. paralelin üstündeki “insansız bölge” güvenlik bölgesi olarak saptandı ve Saddam bu paraleli aşması durumunda silahla karşılaşacaktı... Temmuz 1991’de ABD ve Avrupalı müttefiklerinin Kuzey Irak’ı boşaltacakları, ancak bölgede Kürtlerin güvenliğini sağlamak ve Kürtlere her türlü yardımı yapmak için Çekiç Güç adı verilen 5000 kişilik bir müttefik birliği bulunduracakları açıklandı. Silopi’de konuşlandırılan birliklerde ABD ve Türk askerlerinin yanı sıra İngiliz, Fransız, İspanyol birlikleri bulunuyordu. İncirlik Üssü’nde ise Irak içleri ve 36. paralelin üstündeki hedefleri veya bölgeyi denetlemek için ABD avcı ve bombardıman uçaklarının bulunması kararlaştırıldı. İncirlik Üssü’ndeki hava unsurlarını güçlendirmek ve caydırıcılığı arttırmak için İncirlik Üssü’ne F111 ve F36 uçakları getirildi. Böylece Çekiç Güç’ün emrinde hava gücü, 402 ABD’li, 199 İngiliz, 157 Fransız ve 63 Türk görevli 52 savaş uçağı, 2 AWACS, 9 helikopter, 14 adet havadan yakıt ikmali yapabilme tankı ve ABD kargo uçakları Kuzey Irak’taki 36. paralelin üstündeki topraklara denetim uçuşları yapıyorlardı. Fakat bir zaman sonra, ABD uçaklarıyla helikopterlerinin Kuzey Irak’ta yuvalanmış PKK örgütüne yardım ettikleri ortaya çıktı. Hatta kimi ABD’li resmi kişilerin, subayların dağda PKK örgütü ileri gelenleriyle görüştüklerine dair bilgiler alındı. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis Türkiye’nin savaştığı PKK’ye yardım ettiğini saptamasından, hükümete bu konuda bilgi vermesinden sonra bir suikasta kurban gitti. Uçağı, buzlanma oldu diye Ankara’da düştü ve Orgeneral Bitlis öldü. Çekiç Güç’ün süresi altı ayda bir TBMM’ce uzatıldı. 1992’de TBMM’de sürenin uzatılması sert tartışmalara neden oldu. Muhalefet Çekiç Güç’ün Türkiye’de bulunuş amacını kuşkuyla karşıladı. Muhalefet Çekiç Güç’ün (ABD’nin) Güneydoğu’daki PKK terörüne destek verdiğini ve bu gücün süper devletlerin (ABD’nin) yararları için Türkiye’de bulunduğunu açık bir dille söyledi, tutanaklara geçirdi. 68’liler Birliği Vakfı yemeği İstanbul Haber Servisi 68’liler Birliği Vakfı’nın geleneksel olarak düzenlediği “Kış buluşması” yemeği, yarın saat 19.00’da, Cankurtaran Armada Otel’de gerçekleştirilecek. Sunuculuğunu sanatçı Gülsen Tuncer’in yapacağı gece vakıf başkanı Sönmez Targan’ın açılış konuşmasıyla başlayacak, ardından şair Ataol Behramoğlu’nun sunuş konuşmasından sonra bu yıl yemeğin onur konuğu olan Küba Cumhuriyeti Büyükelçisi Jorge Quesada Concepeion konuşma yapacak. ‘Evliya Çelebi İstanbul’u’ İstanbul Haber Servisi Seyyyah Evliya Çelebi’ye ait, İstanbul’a ilişkin görsel ve yazılı materyalden oluşan “Evliya Çelebi’nin İstanbul’u” sergisi Dolmabahçe Sarayı’nda Devlet Bakanı Egemen Bağış ve UNESCO Genel Direktörü Irina Bokova’nın katıldığı törenle açıldı. Törende konuşan Bokova UNESCO’nun 2011 yılının “Evliya Çelebi Yılı” olarak kutlanması kararı aldığını hatırlatarak, Çelebi’nin hayatının son derece büyüleyici olduğunu vurguladı. Protesto ederken ölüyordu YARIN: HÜKÜMETTE ÇİLLER SORUNU MERSİN (Cumhuriyet) Mersin’de yaptığı tek kişilik eylemlerle tanınan emekli polis memuru 60 yaşındaki Mehmet Emin Kocaaslan, Ergenekon davası sanığı gazeteci yazar Yalçın Küçük’ün temsili olarak idam edilmesi sahnesini gerçekleştirdi. İpi boynuna geçiren Kocaaslan, kendi hazırladığı Yalçın Küçük’ün sözde idam kararını okuduktan sonra altındaki tabureyi itti. Nefessiz kalan Kocaaslan’ı son anda sivil polisler ve yurttaşlar kurtardı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle