18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 OCAK 2011 CUMA KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 17 Bir an ateş, bir an duru su… Duyarlılığın en uç noktaları: ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Martha Argerich büyüsü... lağanüstü bir akşamdı. Bunca yıldır bunca olağanüstü akşama tanıklık etmiş yaşamış olan ben, aradan 12 saat geçtikten sonra hâlâ gerçek miydi, canlı canlı yaşadım mı ben bu akşamı diye sormaktan kendimi alamıyorum! Dün gece konser bitti, sabaha dek plaktan yine onu dinledim. Şu anda bu yazıyı yazarken de onu dinliyorum. Dünyanın efsane piyanistlerinden Martha Argerich! Onu şimdiye dek “mezzo” kanalındaki konserlerden ve plaklardan dinlemiştim. Uzun süre kimse inanamadı gerçekten geleceğine, burada bir oda konseri vereceğine. Yani onu canlı canlı dinleyeceğimize! Sevgili okurlar, bu “canlı canlı” deyişine sakın şaşırmayın! Kimsenin ölü ölü gelecek hali yok elbet! Ancak bir sanatçıyı, yorumcuyu, ekrandan izlemek ve dinlemek, plaktan, radyodan dinlemek ile sahnede kendisi çalarken dinlemek arasında ne müthiş bir fark olduğunu dün akşamki kadar hiçbir şey bana yaşatmadı! Ama şimdi baştan başlayalım, konser öncesine dönelim. Uzun süre kimse inanamadı gerçekten geleceğine… İnanmadılar çünkü Martha Argerich çoook büyük, çok ünlü bir isimdi. (Yaşamını 2 gün önce Evin İlyasoğlu yazdı, yinelemiyorum) Neredeyse 70’ine geliyordu ve artık sadece canı istediği zaman, özel koşulları yakaladığında, tat alacağına inandığında, güvendiğinde konser veriyordu. O da sadece oda konseri. Ve genç ‘Benim Adım Lüsyen…’ Geleceğin Şairi Âzam’ı Abdülhak Hâmid, çocukluğunda beşik kertmesi yoluyla Bebek’teki komşularının öksüz kızı Naciye ile nişanlı ‘kılınır’. Bu olay olduğunda Hâmid altı, Naciye ise iki yaşındadır. Birlikte büyürler. Naciye, kendini bildi bileli Hâmid’e duyduğu aşkın vurgunu olarak yaşar. Gelgelelim aradan yıllar geçip evlenme zamanı geldiğinde Hamid, enişte tarafından akrabası olan Fatma’nın bu düğüne atıfla, “Ben artık karalar giyeceğim!” demesi üzerine Naciye’yi düğün arifesinde terk eder. Naciye yaşadığı sürece ‘biricik sevgilisi’ saydığı Hâmid’in tutkunu kalacaktır. Bu hayatın nasıl noktalandığını ise Can Dündar, Can Yayınları arasında çıkan biyografik romanı “Lüsyen”de şu eşsiz satırlarla nakleder: “Kim bilir ne derin hasretlerin ne keskin hasetlere dönüştüğü iç fırtınaları, sonunda Naciye’yi hafıza kaybı ve zihni zaaflarla mecnun halde Darülaceze’ye sürükleyecek, orada herkese asıl adının Lüsyen olduğunu söyleyerek ve Hâmid’in gelip onu almasını bekleyerek sonsuzluğa göçecekti.” Naciye, kendi adıyla kavuşamadığı ‘biricik sevgilisi’ne onun hayatının aşkı olan Lüsyen’in adını alarak, yani kendi benliğinde ikinci bir kişilik yaratarak kavuşmayı deneyecek, artık herkese, “Benim adım Lüsyen!” diyerek, ömrünü Naciye iken kendisini terk eden sevgilinin Lüsyen olduğunda geri döneceği umuduyla tüketecektir. Bu trajik noktanın yazar tarafından yakalanışı, Can Dündar’ın romanını gerçek anlamda biyografi temeline oturtmaktadır. Çünkü bazı açılardan belki romandan da güç bir edebiyat türü olan biyografinin varlığı açısından trajik düşünce, temel koşuldur. Biyografi yazarı ile tarihçinin ortak noktaları, ikisinin de olgulardan, yani gerçekten yaşanmış olaylardan yola çıkma zorunluluklarıdır. Başka deyişle, tıpkı tarihçi gibi biyografi yazarı da incelediği kişilerin hayatlarına kendi kurgusuyla hiç olmadığı bilinen olayları dahil edemez. Onun yorum özgürlüğü, ancak gerçek olaylar üzerine inşa edilebilecek bir özgürlüktür. Ama bunun ötesinde biyografi yazarı da, tıpkı tarihçi gibi, sözü edilen yorum özgürlüğünü kişisel bakış açıları üzerine inşa eder. Öte yandan biyografinin başarısı, yazarın bakış açılarının zenginliği ile doğru orantılıdır. Bilgi temelinin güçlülüğü oranında belirginleşen ve işlev kazanan bu zenginlik, hep belli insanlarda odaklaşan biyografilerde o insanların hayatları boyunca karşılaştıkları çıkışsızlıklarla ilgili tutumların yorumlanışını doğrudan etkiler. Abdülhak Hâmit ile Lüsyen’in ilişkilerinin sonunda neden bir yıkıma sürüklendiği, yalnızca olaylardan yana çok zengin bir dönemin arka plana yerleştirilmesiyle açığa kavuşamaz. Biyografi yazarı için önemli olan, bütün bir dönemin o kişilerin iç dünyalarına nasıl yansıdığını ve hangi çelişkilere kaynaklık ettiğini –elbet kendi yorumları doğrultusunda– yakalayabilmektir. Sanatta ve edebiyatta bunun adı ise kişilerin ve karakterlerin trajik noktalarını yakalamaktır. Can Dündar’ın “Lüsyen”de, Türk biyografi edebiyatında belki de hiç rastlanmadık bir başarıyla yakalayabildiği de işte bu noktadır. Evet, bir dönemin adeta kültür tarihini barındırması, eser açısından hiç kuşkusuz bir zenginliktir. Ama o dönemin iki insan arasındaki ilişkilerin yıkımlara sürüklenmesindeki payını o insanların karakterlerinden yola çıkarak yorumlayabilmesi ise “Lüsyen”i gerçek anlamda bir biyografi kılmaktadır. Can Dündar’ın bu biyografiyi kaleme alırken kullandığı dilin neden Türkçe içersinde ‘dil kurucu’ bir nitelik taşıdığını ise gelecek haftaki yazımda göstermeye çalışacağım. [email protected] O EVİN İLYASOĞLU AZMİ lerle. Ancak o zaman kendini yeniliyor, kendiyle yarışıyor, müziği sorgulayabiliyordu. Gelin görün ki bizim Evin İlyasoğlu gibi inatçı mı inatçı, çok çalışkan ve aklına koyduğunu yapan bir müzik insanımız var! (İnsanın kendi gazetesinin yazarı için böyle konuşması zor ama doğruya doğru!) Yıllardır (14 yıldır) Boğaziçi Üniversitesi’nde Albert Long Hall konserlerini programlayan, yöneten, gerçekleştiren Evin İlyasoğlu aklıSoldan sağa, na koymuş bir kere… Evin, daha Ayla Erduran, Ayla Erduran’la çalışır ve onun Martha Argerich hakkında kitap yazarken 2002’de ve Lyda Chen. karar vermiş ne yapıp yapıp bu efsane yorumcuyu İstanbul’a getirmeyi... Sadece getirtmek değil, çekim… Parmaklar tuşlara vurmuyor, ne vuronu, bizim efsanelerimizden biriyle, Ayla Er ması, dokunmuyor adeta… Sadece değiyor, okduran’la aynı sahnede buluşturmayı… şuyor, öylesine hafif, öylesine tüy gibi, öylesine Sonrası yıllar süren bir uğraş... Çok eskile uçuşkan… Ama o “hafifliğin” gerisinde volre dayanan Erduran Argerich dostluğu… Er kanlar patlıyor. Müthiş dramatik ve bir yorum… duran’ın, Martha’nın kızı Lyda Chen’e ilk ke Hem çok dinamik ateşli, her an patlamaya haman derslerini vermiş olması… Bitmeyen bir zır bir volkan ama aynı zamanda sonsuz bir hasçaba… Rektör Kadri Özçaldıran’ın bu emek sasiyetle dışavurulan yeryüzünün tüm duyguve çabaların her anında destek olması… THY ları… ve Finansbank’ın sponsorluğu… Ve sonunda Parmaklarıyla değil, sanki bakışlarıyla değiyor mucize gerçekleşiyor… tuşlara, bakışlarıyla çalıyor… Ama o bakışlar aynı zamanda ötekilerde, dörtOLKAN MI, DURU SU MU? lüde… Birazdan kızıyla çaldığı Cesar Frank’ın Sahnede önce dört kişi: Piyano’da Martha Ar La Majör Sonatı’nda ya da Schumann’ın “Magerich, viyola’da kızı Lyda Chen, kemanda sal Resimleri”nde bakışlar kızında… Daha sonÖmer Sipahi, çelloda genç yetenek Jing Zhao ra Chopin’in “Polonaise Brillant”ında bakışBeethoven’in bir dörtlüsüyle başladılar, kon ları Jing Zhao’da... Ve önceliği hep onlara bıserin sonunda Ayla Erduran’ın katılımıyla rakıyor. Bir an ateş, bir an duru su… DuyarlıSchumann’ın beşlisiyle bitirdiler. lığın en uç noktalarında geziniyor Martha ArKonser boyunca sahnenin üstünden inen gerich; duyuyorum, görüyorum ama önceliği yidev bir ekrandan Martha Argerich’in ellerini, ne de sahnedeki gençlere bırakıyor. tuşlarda gidip gelen parmaklarını izliyorduk. Anladım, Martha Argerich, ne parmaklarıyKonserin daha ilk anlarından sanki güçlü bir la ne de bakışlarıyla, sadece ve sadece yüreğiyle rüzgâr, bir akım, bizi kavradığı gibi o par çalıyor. maklara, o ellere kenetledi. Karşı konulamaz bir Ayla Erduran’ın, Schuman’ın beşlisine katı lımıyla büyü büyüyor. Ayla’nın kemanını sanki bir kişi değil, sonsuz uyumlu bir orkestra çalıyor… Martha’nın bakışları Ayla’yı kucaklıyor, aylanın yayı sahnedeki gençlere yol gösteriyor sanki. Ayla Erduran tutkusuyla, dışavurumculuğuyla mükemmel. Hep birlikte sahnede mükemmeli yakalıyorlar. Bu konser bitmese, bu konser bitmese… Konser bitti. Büyü bitmedi. Bulutların üzerinden yeryüzüne indiğimizde, Cihat Aşkın, Atila Aldemir, Tuncay Yılmaz gibi genç kemancılar, GüherSüher Pekinel ve Toros Can gibi piyanistlerle birlikte Rektör Kari Özcaldıran’ın evinde konseri veren sanatçıları bir arada bulup sohbet olanağını buldum. Konser öncesinde sanki bir başka gezegendeymiş ya da uyur gezermiş gibi olan Martha Argerich, şimdi heyecanla, tutkuyla anlatıyordu. Evet bu geceki konser onun için de harika geçmişti. İzleyicinin soluksuz dinleyişi ona ulaşmıştı. İlişkinin sıcaklığını hissetmişti. Ama şimdi yine çok çalışması gerekiyordu. Çünkü Rodion Shchedrin’in onlar için bestelediği bir piyanoviyola ikilisini çalışması gerekiyordu. Daha hiç çalınmamıştı, uykuları kaçıyordu. Nasıl bir konsept uygulayacağını düşünmeliydi… İşte insan ne denli “büyük”, “ünlü” olsa da, adı efsaneleşmiş olsa da bundan sonraki konserin heyecanını her an yüreğinde hisseden bir büyük sanatçı! İşte dinmeyen tutku! Emeği geçen, katkıda bulunan herkese sonsuz teşekkürler! www.zeyneporal.com DİNMEYEN TUTKU V Ortaçgil, Indigo sahnesinde Kültür Servisi Geçen ay son albümü “Sen”i çıkaran Bülent Ortaçgil, bu akşam saat 22.00’de Beyoğlu Indigo’da sahnede olacak. Ortaçgil’e basta Gürol Ağırbaş, piyanoda Baki Duyarlar ve davulda Cem Aksel’in eşlik edeceği konserin öncesi ve sonrasında ise pikap başında Murat Beşer olacak. Ortaçgil sahnede klasikleşmiş şarkıların yanı sıra son albümü “Sen”den parçalar da seslendirecek. Oscar’da ‘Bal’ yok Kültür Servisi 83. Oscar ödüllerinde “En İyi Yabancı Film” dalında Türkiye’nin Oscar aday adayı Semih Kaplanoğlu’nun Altın Ayı ödüllü “Bal”ı 9 film arasına kalamadı. 66 filmin aday adayı olduğu “En İyi Yabancı Film” dalında ön elemeyi geçen filmler arasında Altın Küre’de En İyi Yabancı Film Ödülü’nü alan Danimarka yapımı “Daha İyi Bir Dünya’ (In a Better World) ve yılın konuşulan filmlerinden “Biutiful” yer alıyor. Mumcu’nun ‘Sakıncasız’ oyunu bugün Ankara’da İZMİR (Cumhuriyet) Uğur Mumcu’nun yazdığı “Sakıncasız” oyunu 27 yıl aradan sonra bugün saat 20.00’de Ekin Tiyatrosu’nda sahnelenecek. Ege Kültür Sanat’ın yapımcılığında Mavi Sanat Tiyatrosu’nun hazırladığı oyunun yönetmeni Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin eski dekanı Prof. Dr. Semih Çelenk. Genel yönetmenliği ve düzenlemelerini Mazlum Çimen’in, genel sanat yönetmenliğini Alper Akdeniz’in üstlendiği oyunun genel koordinatörü de Mehmet Emin Üçdilli. Yarın 15.00 ve 20.30 saatlerinde aynı yerde yinelenecek oyun, 24 ve 25 Ocak’ta da İzmir’de sahnelenecek. Altın Koza eylülde ADANA (Cumhuriyet Bürosu) 18. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, 1724 Eylül tarihleri arasında yapılacak. İlk kez, dijital formatta çekilmiş filmlerin de yarışmaya katılabileceği festivalin bu yılki yarışma yönetmelikleri şubat ayı başında www.altinkoza.org adresinde yayımlanacak. Vanessa Paradis konseri iptal Kültür Servisi Fransız sanatçı Vanessa Paradis yeni yaptığı film anlaşması nedeniyle Avrupa Turnesi kapsamında 7 Şubat’ta Haliç Kongre Merkezi’ndeki konserini iptal etti. Sanatçının 2011 yılı içinde yeni bir Avrupa Turnesi anlaşması yaptığında İstanbul’da da konser vereceği açıklandı. Satılan konser biletlerinin ücretleri Biletix tarafından iade edilecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle