24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 OCAK 2011 CUMA KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 19 Bir zamanlar ‘orak çekiç’ ya da ‘müstehcenlik’ belirlerdi yasakları… Şimdiki referans ‘İslam’ mı? ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Yasaklar... Nereye kadar? YEŞİM USTAOĞLU’NUN YENİ FİLMİ Sanat ve Bağnazlık… Prof. Dr. Doğan Kuban, bir yazısında Türkiye’de resim ve heykel sanatlarının durumundan söz ederken, bu sanatların bugüne kadar dünyada ancak ‘dışa dönük’ toplumlarda ilerleyebildiği saptamasını yapar. Bu çok yerinde saptamada yer alan ‘dışa dönük’ söylemi, toplumların ve onları oluşturan bireylerin doğayı gözlemleme ve sorgulama eğilimlerini dile getirir. İçinde yaşadıkları doğayı ve dünyayı yalnızca o güne kadar kendilerine aktarılmış söylemlerin sınırları içersinde kalarak ‘görmek’ alışkanlığında olmayan, bunun için bilgi temeline oturtulmuş kendi gözlemlerinin sonuçlarını da en az inançlar ve inanç temelinde aktarılanlar kadar önemseyen toplumlara bugün ‘bilgi toplumu’ adı veriliyor. Prof. Kuban, 2007 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan “Bir Rönesans Adamı – Doğan Kuban Kitabı” başlıklı nehir söyleşisinde, yukarıdaki anlamda dışa dönüklüğü kavramsal düşüncenin gelişmesi için de koşul sayarak, sonucu şöyle özetler: “Türkiye’de kavramsal düşünce gelişmiyor, yalnız mimarlıkta değil, hiçbir alanda… Felsefe yok, hiç olmamış. Felsefe olmayınca, sorunlara genel perspektifler içinde bakmak alışkanlığı olmuyor. Pratik bir yaşam geleneği kavramsal düşünce geliştiremez… Onun için her şey birbirine karışıyor…” Sanat ile felsefenin en güçlü ortak noktaları, ikisinin de dünyayı akıl yoluyla sorgulayan alanlar olmalarıdır. Fark, kendini sanatın bu sorgulamayı eserler, felsefenin ise kavramlar aracılığıyla yapmasında gösterir. Bu bağlamda, sanatta ve sanat düşüncesinde en gelişmiş toplumların aynı zamanda yaşamlarını bir ‘düşünme geleneği’ üstüne oturtabilmiş toplumlar olmaları, rastlantı değildir. Son günlerin heykel tartışmalarında öne çıkartılan ve tepki duyulan, yine bazı iktidar sahiplerinin eserlere ilişkin söyledikleri oldu. Böylece de Prof. Kuban’ın yukarıdaki alıntıda vurguladığı durumun, yani “sorunlara genel perspektifler içinde bakmak alışkanlığı”nın eksikliğinin varlığı bir kez daha kanıtlandı. Ülkemizde bugüne kadar sanat karşısında olumsuz tavır takınanlar, kimi eserleri kaldırtanlar ya da tahrip edenler, yalnızca iktidar sahiplerinin arasından çıkmadı. Bu nedenle yapılması gereken, bu kişilerin söyledikleri veya yaptıkları üzerinde odaklaşmak değil, fakat yüzlerce yıllık geçmişinde –Mustafa Kemal ve Köy Enstitüleri dönemi dışında– felsefeye, düşünme geleneğine hiç yer vermemiş, dolayısıyla sanata da hiçbir zaman bir düşünme aracı ve bilgi kaynağı gözüyle bakmamış, bunun sonucunda 21. yüzyılın başında yeniden bir inanç toplumu olmanın –en iyi olasılıkla– eşiğine gelmiş bir toplumu değiştirmek için hepimizin gerekli çabaları yeterince harcayıp harcamadığımıza bakmaktır. Örneğin bugün sanata ve sanat eserlerine karşı yöneltilen saldırılar karşısında verdiğimiz tepkiyi, on yıllardır üniversite düzeyinde verilmekte olan sanat eğitiminin düşünsel eksikleri karşısında da verebiliyor muyuz? Resim, heykel, mimarlık, tiyatro, sinema vb. bütün bu alanlarda, eğitimin yalnızca ‘işin tekniği’ üzerinde odaklaşmadığını, fakat öğrencilerin sanatın felsefe açısından sorgulanması anlamına gelen estetik alanında da yeterince donanımlı kılınabildiğini söyleyebilecek durumda mıyız? Dünyayı sahneye getirmek gibi güçlü bir savı bulunan tiyatronun öğrencilerini ‘yetiştirirken’, o öğrencileri dünya üzerinde yeterince ‘düşündürtmek’ için harcadığımız payların oranı nedir? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını dürüstçe vermeden yalnızca tek tek olaylar karşısında şaşırmak ve tepki vermek, sadece gerçekten acınası bir yanılsamanın ve gafletin ifadesi olabilir! [email protected] ‘Araf’a takılanlar Kültür Servisi Yönetmen Yeşim Ustaoğlu yeni filmi “Araf”ın çekimlerine 23 Ocak’ta başlıyor. Başrollerini oyuncu ve şarkıcı Özcan Deniz ve Yaprak Dökümü dizisinde izlediğimiz genç oyuncu Neslihan Atagül’ün paylaştığı filmin senaryosu da Ustaoğlu’na ait. Çekimleri Karabük’te gerçekleşecek “Araf”ın diğer oyuncuları ise Nihal Yalçın, Barış Hacıhan, Yasemin Conka, Ilgaz Kocatürk. Film, bir benzin istasyonunda her şeyin değişivereceği beklentisi içinde çalışıp yaşayan ve bir gün hayatın gerçekleriyle yüzleşince “araftan çıkmanın” yollarını aramaya başlayan Zehra ve Olgun adında iki genç arkadaşın hikâyesini anlatıyor. eymiş? Tekrarlayalım: RTÜK uyarısından sonra artık herkes iyice anlamış olmalı! Önümüzde iki seçenek var: İkisinden birini kabullenmek durumundayız: 1) Osmanlıda harem yoktur. Padişahlarımız eşlerine sadıktır. Dinimizin izin verdiği dört kadından fazlasına asla yan gözle bile bakmazlar. İçki içmeyen, ahlakı bütün yaratıklardır. Onları böyle gösteren her film yapılabilir… 2) Kanuni Sultan Süleyman da dahil olmak üzere, padişahlar, “Türk aile yapısına, milli ve manevi değerlerimize aykırı, toplumun ahlak anlayışını rencide eden” hayatlar yaşamışlardır. Bu nedenle tümüyle kurgu bile olsa onlara ilişkin asla film çekilmemeli, oyun yazılmamalı hele hele çoğunluğun peşinden sürüklendiği televizyon dizileri yapılmamalı. Böylece toplumun ahlakı korunmalıdır… Doğrusu ben henüz bu iki seçenekten hangisinde karar kılacağımı bilemedim… Düşünüp duruyorum… Hani ikisi arasında seçim yapmaktansa, uzaktan kumandanın düğmelerine basıp, beğenmediğim filmi, diziyi, programı, kanalı değiştirmek gibi basit bir yöntem var ama, RTÜK buna olanak vermiyor. Hem bu söylediğim, sadece uygar ülkelerde, eğitimli toplumlarda geçerli bir yöntem… Çok yaşamak iyi değil. 70’li, 80’li yıllarda tekrar tekrar yazdıklarımı 2011 yılında yeniden yazmak, inanın çok ağır geliyor! İnsanın yetti be diye bağırıp, tamam heykelleri kırın, okulları akademileri kapatın, zaten kırpa kırpa eleğe döndürdüğünüz sanat derslerini, felsefe derslerini toptan kaldırın diye haykıracağı geliyor. Ne ilk ne de son yıkma, yok etme teşebbüsü bu. Mesleğe başladığım günden beri tanıklık ediyorum. Benim günbegün yaşadığım, kavgasını ettiğim, üzerine çok yazı yazdığım ilk heykel düşmanlığı 1973’teydi. Cumhuriyetin 50. yıldönümü için tasarlanan 20 heykelden biriydi “Güzel İstanbul” heykeli. Kelebek kanadı hassaslığındaki heykeltıraş arkadaşım Gürdal Duyar, İstanbul’u bir kadın olarak düşlemiş, tasarlamıştı. Karaköy Meydanı’na dikildi. CHP Selamet Parti koalisyonu… Selamet Partili İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk heykel için, “Türk anasına hakarettir” dedi, Erbakan, derhal oradan sökülsün diye emir verdi. Heykel söküldü. Çok sonra Yıldız Parkı’nda bir köşeye konulduğunda, Gürdal Duyar artık hayatta değildi. Bir de “orak çekiç” avı vardı yıllardır yasaklama gerekçesi olarak. Yine 1973’te Tophane Parkı’na, İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun önüne dikilen Muzaffer Ertoran’ın “İşçi Heykeli” de N Eğer o gün bugün yeterince direnilse Melih Gökçek, göreve başlar başlamaz, “ahlaksız ve müstehcen” bulduğu, içine tükürmek istediği iki heykeli, Ankara Altınpark’taki yerlerinden söktürüp attırabilir miydi?.. Heykellerin biri Mehmet Aksoy’un “Periler Ülkesi”, öteki Azade Köker’in “Tutku” adlı eseriydi. Daha bir yıl önce Kemer Belediye Başkanı “Aşk Yağmuru” heykelini aynı gerekçeyle kaldırabilir miydi? Sanata, heykele, resme düşman, kadına düşman toplumlarda biliyorum yaşayacağız bu güçlükleri. Baktıkları şeyde, kendi kafalarında olanı görecekler, “müstehcenlik” bulacaklar… Artık “orak çekiç” suç bahanesi değil gibi görünüyorsa da pek inanmayın... “Soğuk savaş bitti” deniyorsa da belli olmaz! Ancak birkaç gündür Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”ndan yola çıkarak yapılan kimi tartışmaları izledikçe de dehşete kapılıyorum. Bu kez “referansımız İslam”… İslamda heykel ve resmin yeri tartışılır oldu. Kalan kısıtlı yerimde Mehmet Aksoy’a odaklanmak istiyorum: EHMET AKSOY: IŞIK YONTUCUSU Sözü hiç dolandırmadan söylemeliyim: Mehmet Aksoy, benim için bu ülkenin en yaratıcı heykeltıraşlarından biri. Burada yüzlerce eserini size anlatmak yerine şunları söylemeyi yeğliyorum: Onun heykelleri herhangi bir şeyin tıpkısı, aynısı, benzeri, o şeyin simgesi, sembolü falan değildir. Onun heykelleri, anıtları, rölyefleri, sanatçı kimliğinin ve kişiliğinin, duyarlığının, düşüncelerinin, düşlerinin ifadesidir. Yorumdur. Yaratıcı bir eylemdir. Rüzgârdır, akarsudur. Müziktir, şiirdir. Eğer bir şey “gibi” olacaksa, doğa gibidir. O, taşa değil, ışığa yön verir. O taş kütlesini yontan sanki elleri parmakları çekici değildir. Kütleyi yontan ışıktır. Zaten kendisi de oldum olası şöyle der: “Heykelin bedeni formsa, ışık da kanıdır.” Gidin İzmirSelçuk’ta “Kurtuluş Yolu” anıtını görün. Görmekle yetinmeyip içine girin, o yolda yürüyün… Genci yaşlısı, kadını erkeğiyle, Anadolu insanıyla el ele o yolu katedin. O yolda kurtuluş destanını dinleyin, okuyun. Günün belli saatlerinde Atatürk’ün profilinin öndeki boşluğa bir gölge gibi gelip gözünüzün önüne yerleştiğini görün… Işığı izleyin. Dünden bugüne gelin… Şimdi, Kars’ta daha bitmemiş eseri yıkılmak isteniyor. Bedeni tamamlanmamış, kan dolaşımı henüz başlamamış eseri yok edilmek isteniyor. (Yerim bitti daha bu konuya çok döneceğiz.) “İnsanlık Anıtı” insanlık adına kurtarılmalı! Not: Sevgili Okurlar, pazar günü saat 13’ten başlayarak Çukurova Kitap Fuarı’ndayım. Yolu düşenleri beklerim. [email protected] M Mehmet Aksoy’un İzmirSelçuk’ta yaptığı ‘Kurtuluş Yolu’ anıtı. NE İLK NE SON YASAK: Maltepe’de Nâzım günleri Haber Merkezi Maltepe Belediyesi’nin “Bugün Nâzım Olmalı” etkinlikleri, Nâzım Oyuncuları’nın bugün saat 20.30’da Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde sahneleyeceği “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” oyunuyla başlıyor. Etkinlikler yarın saat 16.00’da düzenlenecek “Nâzım Hikmet ve Bugün” başlıklı söyleşiyle sürecek. Ayrıca aynı gün saat 17.30’da Maltepeli gençler, Nâzım Hikmet şiirleri okuyacak. Ayrıntılı bilgi için tel: 0 216 589 36 00 / www.tskm.org.tr. bu avdan zaman içinde nasibini aldı. Oysa elindeki orak çekiç bile değildi, sadece bir balyozdu. 12 Eylül’de “orak çekiç” suç unsurunu resimde, heykelde, çizimlerde, kitaplarda bulmak yaygınlaştı ve heykeller kırıldı, kaldırıldı, duvar resimleri beyaz badanayla sıvandı, afişler yırtıldı, kitaplar yakıldı. GÖSTERİLMEDİKÇE... Hep düşünürüm. Eğer o gün Karaköy Meydanı’ndaki, “Güzel İstanbul” heykeline tüm sanatçılar, ülkede sanat eğitimiyle ilgili tüm öğretim üyeleri, tüm öğrenciler sahip çıksalardı… Akademililer “Güzelçirkin, beğendimbeğenmedim” kavgasına girişmeseydi… Salt ilkesel nedenlerle bir araya gelip sahip çıksalardı, o gün bugün “müstehcen” diye bunca çok eser yasaklanır, yerinden kaldırılır mıydı? DİRENÇ C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle