18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 OCAK 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Talabani’nin düşüncesine göre ‘Kerkük petrolünü ele geçiren Irak’a egemen olur’ SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Kürtler yüzde 50 pay istiyor MUHALEFETİN TAVRI: İnönü dil konusunda özgürlükçü rdal İnönü, “Türkiye’de herkesin, anadili ne olursa olsun serbestçe konuşmasını sağlamaktan” yana. SHP liderine göre: “TC üniter bir devlet kuruluşu. Etnik kökenleri farklı da olsa insanlar bu devleti birlikte omuzlamışlardır. Bizim amacımız üniter yapıyı koruyarak herkese demokratik haklarını vermektir. İktidarın dış politikadaki kural dışı davranışları Türkiye’de ve dünyada başıbozuk bir yorum fırtınasına yol açmıştır. Herkes her konuda yorum yapabilir hale gelmiş, ortalık toz duman.” Demirel ise, “Türkiye’yi inanç ve etnik farklılıklarla mütalaa edersek ülkenin parçalanacağını” söylüyor, “Milletin birtakım mukaddeslerini Çankaya koltuğu için parçalamaya kalkarsanız, zehir zıkkım olsun” diyor. “Bu kişiler” diye andığı, Talabani ile Barzani’nin “yıllardır var olduğunu, ancak şimdiye kadar Ankara’ya çağrılıp konuşulmadığını” vurguluyor. Demirel, “bu kişilerin Ankara’ya çağrılmasına da, onlarla konuşulmasına da karşı!” Şöyle sürdürüyor irdelemelerini: “Ama bunların yönetiminde Türkiye Cumhuriyeti, giydirilmiş olmaktan çıplaklığa dönüştürülmüştür. Bunlarla yapılan konuşmaların zaptı yoktur. Talabani ‘Irak’ta otonom Kürt idaresi kurulması için, Türk hükümetini ikna ettik’ diyor.” Sert ifadelerin dozu artıyor ve DYP lideri, Özal’ı “gaflet, dalalet ve hıyanet içinde bulunmakla” suçlayınca, adliye koridorlarının ucu gözüküyor. Demirel aleyhine 500 milyon liralık tazminat davası açıyor Özal. Demirel’in karşılığı: “Millete dava ettin” oluyor. Talabani’nin Ankara’ya hangi tarihte geldiği bile bir giz. Sonunda 8 Mart’ta Kürt liderlerin geldiği ve birkaç gün sonra Kuzey Irak’a döndükleri öğreniliyor. ANAP içinde Kürtlerle yapılan ‘gizli’ görüşmelere çok sert çıkan tek milletvekili Hasan Celal Güzel: “Özal’ın Kürt meselesinde atacağı her adım Türk devletini yakından ilgilendirir. Böyle kapalı kapılar ardında gerilla lideri ile yapılan anlaşmalar bizi bağlamaz. Turgut Özal çok vahim bir hata işliyor” diyor. Oysa, bir başka haber daha sakıncalı: Talabani ile görüşmelerin tohumu 13 Ocak 1991’de İngiltere Dışişleri Bakanı Hurd’ın Ankara’ya gelişinde atıldı. İngiltere, Türkiye’ye “Iraklı Kürtlerin ‘bizimle’ temas etmek istediğini” bildirdi. Kral Fahd, Türkmenlerle Kürtleri özel uçağı ile Riyad’a aldırıyor. Bir manzara ortaya çıkıyor: Turgut Özal, “Fransız, İngiliz ve Amerikalı, Kürtlerle konuşuyor, biz niye konuşmayalım” diyor; ama asıl, Kürt sorununu bizzat kendisi İngilizlerle, Fransızlarla ve Amerikalılarla konuşuyor! Talabani’nin gerçek yüzü yavaş yavaş anlaşılıyor. BBC’ye verdiği bir demeç gerçek yüzünü anlamak için yeterli (13 Şubat 1991): “Türkiye ile aramızda PKK’ye yaklaşım konusunda farklılıklar var. Onlar (Türkiye) PKK’yi bir terör örgütü olarak tanımlıyorlar. Ben ise PKK’ye ‘yurtseverdevrimci bir grup’ olarak bakıyorum. PKK konusunda ortak bir çizgi belirlemek mümkün olmadı. Sınırlara gelince: Bölgedeki üç ülkenin sınırlarını şu anda değiştirmenin mümkün olmadığını görüyoruz. Bu yüzden demiyorum ama, en doğru çözüm, Ortadoğu ülkelerinde demokratik federatif yönetimlerin oluşmasıdır.” Kuşkusuz bir başka gizemli olay Kürtlerle bu yaklaşmadan Genelkurmay’ın ne kadar haberdar olduğunun bilinmeyişi. Genelkurmay Genel Sekreteri Hurşit Tolon Paşa’yı arayarak “Devletin geleceğiyle ilgili girişimlerden devlette kimsenin haberi yok, bu nasıl iş?” dedim. Tolon Paşa, “Siyasal mahiyette dışımızdaki bir konudur, bilmiyoruz” dedi. Güldüm ve “Her şey açık seçik belli oluyor” dedim. Ne ki, bir süre geçti, Tolon Paşa aradı: “Bilmiyoruz derken, ben bilmiyorum demek istedim” dedi. Belki Doğan Güreş Paşa biliyordu. Özal, sadece ‘yukarı kademelere bilgi vermekle’ yetindi. u kesin vurgulama, gerçeğin bir kez daha söylenip saptanması o günün koşullarında ve ortamındarahatlatıcı oluyor. Kimi çelişkiler birden su üstüne çıkıyor: Anımsıyoruz; Özal, Tokyo’ya giderken Tahran’a uğruyor ve Devlet Başkanı Rafsancani ile 7 saat süren bir görüşme yapıyor. Bu görüşmeden önemli bir karar çıkıyor: “İran, Suriye ve Türkiye’nin, Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına karşı oldukları” açıklanıyor. B Ve şimdi... Belki bağımsız Kürt devletine doğru değil. Ama uluslararası açılışlar Kuzey Irak’ta, hatta Türkiye sınırları içinde Kürt devleti özlemini dile getiriyor. Bir zamanlar Saddam’la iş birliği yapan Talabani. Irak Kürtlerinin Kerkük petrollerini ele geçirenin Irak’a egemen olacağını düşünüyor. Petrolden yüzde 50 pay istiyorlar. Kürtlerin öne sürdüğü mantığa göre, petrol alanları Kürt bölgesidir. Federal bir yapı. Zaten özerk bölgeler var. Kürt + Arap... Bir zamanların Irak Anayasası’nın geçici 2. maddesi “Araplarla Kürtlerin kardeş olduğunu” yazıyor. Ya Türkmenler? Azınlık! Zaten nüfusun yüzde 2’si. Saddam, Kürtleri Kürtlere vurdurdu. Arap dağa çıkmadı, Kürt ovaya inemedi. Şimdi... Örneğin Talabani ile Mesut Barzani birbirlerini hiç sevmezler. Yani? Kuzey Irak’ta Kürt’ü, Kürt’e vurdururlar! E Özal’ın politikası Kürtlere ‘hami’ olmak ankaya’ya yakın çevreler, “Özal bu kez” diyor; “Kürtlere ‘hami’ rolünü bir başka devlete, eskiden olduğu gibi, örneğin Sovyetler’e veya İran’a bırakmak istemiyor.” Alman gazetesine dediği gibi, “Kuzey Irak’ta azınlıklardan oluşan bir federasyona karşı çıkmaması” ve Talabani ile “gizli görüşmelere ışık yakması...” Özal’ı, Kürtlere “hami rolüne” soyunmaya kadar götürüyor. Özal’ın politikası, “Kuzey Irak’ta bir Ç Kürt devletinin kurulması kaçınılmaz ise ve ABD senaryosu bu yolda yazılmışsa; hiç değilse, Türkiye’ye rağmen değil, Türkiye’nin kanatları altında olsun” mantığına dayanıyor. Bu görüş ve politik savların kaynağı Moskova’ydı. Tabii, ya Özal ya da yakını olan kaynaklar. Moskova’dan esen bir başka rüzgâr; Özal’ın Kürt planını dört aşamada anlatan bir haberdi: “Cumhurbaşkanı Özal’ın Kürt so rununu çözmek için önemli adımlar atmaya kararlı olduğuna” dikkat çekiyor. Özal’ın savaştan sonra “Ortadoğu’da daha güçlü bir ülke olmak için başta Kürtler olmak üzere bütün azınlıkları kaynaştırmak isteğini” belirtiyor. Özal’ın 4 aşamalı olarak düşündüğü planın ilk ayağı ‘Kürtçenin serbestçe konuşulmasını ve yazılmasını sağlayan’ yasa düzenlemesi. Meclis’teki bazı engellemelere rağmen yasakların büyük bölümü fiilen ortadan kalktı. Böylelikle Kürt halkına karşı sempatik adım atılmış oldu. Özal ikinci aşamada Irak’ın Kürt halkına ve haklarına karşı yürüttüğü baskıyı durdurmak istiyor. Bu nedenle ister Saddamlı ister Saddamsız Irak yönetimine yoğun diplomatik baskı yapacak. Özal’ın Ortadoğu’da ciddi bir harita değişikliğinden yana olmadığı belirtiliyor. Özal, planının üçüncü aşamasında Irak’ta kurulacak bir Kürt federasyonuna karşı çıkmayacak. Son aşama ise eyalet sistemine benzer bir sistemin Türkiye’de oturtulması. O zaman Türkiye tıpkı Amerika gibi değişik din, dil ve kültürden insanların bir arada yaşadığı bir ülke haline gelecek. Haber hangi öğeleriyle doğru, hangi öğeleriyle yanlıştı; elbette kaynak kesin olarak bildirilmediği için saptanamıyor. Özal Moskova’ya giderken yaptığı açıklama ile Kürt sorununa ayrı bir plan uygulamaya giriştiğine kesin gözle bakılıyor ve... ....ileriki bölümlerde Türkiye’nin Köşk yönetiminde Kürt sorununda değişik bir rotada seyredeceğini göreceğiz. ‘Tek başına sofra kuruyor’ SP lideri Ecevit’e göre Özal’ın son girişimlerinin anlamı şu: “Savaş sonrasında ‘ganimet sofrasında yer bulamayan’ Özal, kendi başına sofra kurmaya çalışıyor.” Talabani’yle ilgili bilgiler çok çeşitli kanallardan giderek artıyor: Örneğin, ‘münfesih’ MDP’nin Genel Başkanı, emekli Orgeneral Turgut Sunalp’ten gelen bilgiler: “Ben 1983’te partiyi kurarken emin yerlerden bilgi almıştım. Bu bilgilere göre, Suriye’de PKK’nin yetiştirdiği adamları Celal Talabani Irak’a getirerek buradan Türkiye’ye sürmüştür. Talabani budur. Sonra bu şahsı kabul ediyorlar... Bugün iki tehlike vardır. Kürtçülük ve irtica. Sevr’i hortlatmak isteyenler var.” Prof. Şükrü Gürel Sina (1997’de 55. Yılmaz hükümetinde Devlet Bakanı): “Batıda Sevr rüzgârları eserken, Türkiye’de eyalet tasarımları ortaya atılırken bu görüşmelerin yapıldığı düşünülünce insan bir kere daha endişeleniyor.” Özal’ın Kuzey Irak’ta otonom bir Kürt devleti kurulmasına hayli ‘heveskâr’ görünmesine karşın, Başbakan Akbulut; “Irak’ta ne gibi bir idarenin oluşacağı hakkında yönlendirici değiliz” diye ters bir vaziyet alıyor. Akbulut, “Kürtlerle yapılan görüşmeler açıklanmayacaktı” diyerek devletin üst düzeylerinde alınan bir kararı duyuruyor; Özal, tam tersine, Moskova yolunda sadece görüşmeyi doğrulamakla kalmıyor, tamamlayıcı bilgiler de veriyor. Türkiye’nin Irak’la ilişkilerinin ülkenin ve ulusun çıkarları olmaktan çıktığı görüşü kamuoyuna yavaş yavaş egemen oluyor ve “Cumhurbaşkanı’nın Saddam’a olan D şahsi nefreti beliriyor” (Oktay Ekşi) diye yazılar çıkıyor. Bir başka saptama gerçeği söylüyor: “Adamlar (Kürtler) gayet dürüst davranmışlar, ‘Bağımsız Kürt devletinin şimdilik hayal olduğunu’ söylemişler. Ama ‘Biz hiçbir zaman bir Kürt devleti kurmayacağız’ dememişler. Bu yönde kimseye güvence de vermemişler.” Bakanlar Kurulu’ndan sonra Kâmran İnan’la görüştük. Ona göre, Irak’ın ne olacağı belli değil. Saddam’ın kalması mümkün değil. Kürtlerle görüşmeler PKK’yi bir süre ‘tecrit’ edebilir. Ama İnan diyor ki: “Bölgede ABD ne derse o olur!” Erzurum’dan arıyor Demirel. Arabadan konuşuyor ama ses bir geliyor, bir gidiyor. Zorlukla “Kürt meselesi” dedim: “Ne Kürt meselesi, densizlik!” dedi: “Bana hiçbir bilgi gelmedi. Ateşle oynamaktır. Kim razı olur federasyon fikrine? Hatta Kürtler razı olmaz. Irak öyle yüklenir ki, orada insan bırakmaz. Bırakın bunları yahu. Erzurum’a bakın. Erzurum aç. Erzurum’da kar diz boyu. Erzurum’da yoksulluk diz boyu!” Özal ise, Rusya’dan yeni nağmeler gönderiyor Türkiye’ye. Kafasının arkasında saklı tuttuğunu, bölük pörçük cümlelerle duyuruyor. Örneğin, “Türkiye’de etnik bir mesele varsa, bu çözülmelidir” diyor. Demirel ve öteki liderler Kürtlerle federasyon, konfederasyon veya özerk bir devlet üzerindeki varsayımlara, haberlere diledikleri kadar yüklensinler. Bu iktidar, Başbakan’ı ile, Cumhurbaşkanı ile, bakanları ile, milletvekilleri ile, haydi tümünü demeyelim ama en azından bir bölümü ile, hukuku hiç sevmiyor. Hukuk Devletinden hiç “haz etmiyor”. Bu durum çok açık görülüyor. Belli oluyor olmasına da bunun nedeni ne? Geçen yazıda da belirttim; anayasa yapıyorlar, TBMM’nin görev süresini “4 yıla” indiriyorlar. Ama 56 madde ileride TBMM Başkanı’nın görev süresini unutup 5 yıl bırakıyorlar. Yine anayasa değişikliği yapıyorlar, “Anayasa Mahkemesi’ne üye seçilmek için, 45 yaşını doldurulmuş olması kaydıyla” diye bir düzenleme getiriyorlar. Ama yine kendilerine uymuyor; 45 yaşını doldurmamış kişiyi, üye seçiyorlar. Göstere göstere, bile bile! En son gördünüz; yasa değişiklik önerisini kendileri veriyorlar, şimdi Adalet Bakanı olan bile biliyor, hatta Meclis Başkanı, ona “söz mü istiyorsun” diye sorduğunda “Hayır, gerekçe yeter” diyor. Ama sonra televizyonları gezip “Yargıtay çok ayıp etti, haksızlığı o yaptı” diye doğru olmayan bir sürü şey söylüyorlar. Amiyane olacak ama yerseniz! Hep düşünüyorum bunun nedenini. “Neden hukuku sevmiyorlar, neden nefret ediyorlar” diye! Evet iktidar hukukçularının çok becerikli olduklarını söylemek mümkün değil, ama bu denli “beceriksiz ve bilgisiz” olabileceklerini düşünmek, yine de mümkün değil. Bu nedenle, herhalde “hukuku sevmiyorlar” diyorum. Neden acaba? Geçenlerde Sayın Muharrem İnce, bütçe konuşmasında, her zaman olduğu gibi çok açık konuştu. Özellikle de Sayın Başbakan’ın değişik zamanlarda söylediklerini, daha önce söylemiş olduklarıyla karşılaştırdı. Örneğin 2002 yılında “Dokunulmazlıkları kaldıracağız” deyip daha sonra “Dokunulmazlıkların kalkması da nereden çıktı” demesini hatırlattı. Herhalde Sayın Başbakan’ın bir gün dediğini ertesi gün unutması, ya gerçekten unutkanlığından kaynaklanıyordur ya da belki “Ne desem olur, nasıl olsa beni sevenler çetele tutmazlar” diye düşünmesinden. Tabii nedenini bilemeyiz ama ne olursa olsun, hukuku sevmiyor, hukuk devletinden pek haz etmiyor. Bu açık! Neden diye düşünürken, geçenlerde Sayın Başbakan yine bir şey söyledi. Ve ben, hukuku neden sevmediklerini, hukuktan neden haz etmediklerini galiba anladım. Ne mi dedi? Aynen şunu söyledi; “Bunların aydın dedikleri, karanlık işlere karışma ZANNIYLA Silivri’de yatan aydınlar” dedi. Aynen böyle dedi Sayın Başbakan. Demek ki neymiş? “Karanlık işlere karışma zannıyla yatanlarmış”. Demek ki “Bir suç işlediği zannıyla soruşturma açılmış olmak, içeride yatmak için yeterliymiş”. Pekiyi bunu kim söylüyor? Sayın Başbakan. Yani Başbakan, soruşturma ya da dava açılmış olmasını, o kişinin suç işlediğinin yeterli kanıtı zannediyormuş. Biri hakkında dava açılınca, o kişi suçlu sayılabilirmiş. Üstelik bunu kim böyle zannediyor? Hakkında “zimmet, toplu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrakta sahtekârlık zannıyla” kovuşturma başlatılmış olan Sayın Başbakan. Yani milletvekili dokunulmazlığı olduğu için, kovuşturması tamamlanamamış Başbakan. Hukuka çok kızmalarının nedeni bu olmasın sakın? Zannıyla yatmayı, zannıyla soruşturma açılmış olmasını, suç işlemiş olmanın tek ölçüsü sanıyor olmasınlar sakın? Ne dersiniz? Tabii Sayın Başbakan “bu nedenden ötürü”, böyle zannettiği için hukuktan pek haz etmiyor da Sayın Cumhurbaşkanı ediyor mu acaba? Onun hakkında da biliyorsunuz; daha Cumhurbaşkanı olmadan Türkiye Kalkınma Bankası ile ilgili olarak, kişisel harcamalarını bankaya ödettirdiği iddiası vardı. Sonra Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı ile, “harcamaların kişisel olduğu, bankaya haksız olarak ödettirildiği” ortaya çıkmıştı. Ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de kararı onamıştı. Ve şimdinin Cumhurbaşkanı, o dönemin Bakan’ı paraları geri ödemek zorunda kalmıştı. Galiba bu durum, sadece Sayın Başbakan’a ya da Sayın Cumhurbaşkanı’na da özgü değil, iktidar temsilcilerinin bir kısmı da aynı durumda. Onlar da hukuku çok sevmiyor galiba. Sakın bunun nedeni, onların “kendileri hac izninde iken”, 9.11.2010 tarihli tutanağı imzalayıp, Meclis’te imiş gibi oy kullanmış olmaları olmasın sakın!. Neyse! Hukuku çok sevmedikleri kesin de “bunun nedenini” çok bilmiyorum. Anlarız bir gün elbette. Ya da belki de onlar hukuku çok seviyorlardır da biz yanılıyoruzdur. Hukuk Neden Sevilmez Dersiniz! CHP Bahçelievler örgütünde istifa Özkahraman: Önseçim istiyoruz İstanbul Haber Servisi Genel seçimlerinde milletvekili adayı olacak CHP Bahçelievler İlçe Başkanı Hüseyin Özkahraman da görevinden istifa etti. CHP Bahçelievler İlçe Örgütü’nde düzenlediği basın toplantısında istifasını açıklayan Özkahraman, CHP’den siyasal beklentisinin, “siyasetin özgürleştirilmesi” olduğunu söyledi. Siyasetin özgürleşmesinin ise parti içi demokrasinin işler hale getirilmesiyle mümkün olacağını belirten Özkahraman “Seçimle gelenin seçimle gitmesi, görevden almaların son bulması, her kademede ön seçim yapılması bir örgüt eğilimidir” dedi. Partililerin, kendi delegelerini, Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi adaylarını ve milletvekili adaylarını önseçimle belirleyememesinin, partiye olan güvenlerinin sarsılmasına neden olduğunu vurgulayan Özkahraman, “Önseçim yoksa orada siyaset özgürleşememiştir. Bu özlemi yoğun yaşayan bir ilçe başkanı olarak genel başkanıma ve CHP’nin yeni yöneticilerine inanıyorum” dedi. YARIN: TALABANİ’NİN AÇIKLAMALARI VE KÜRT MODELİ C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle