20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kurucu sendikalarından biri olan metal iş kolunda örgütlü Türkiye Maden-İş Sendikası (Maden-İş) darbenin gerçekleştirildiği 12 Eylül günü işçi sınıfı tarihimizin en yaygın grevlerini gerçekleştirmekteydi. Kavel grevi, 15-16 Haziran, DGM direnişi, Mayıs’ın ilk kez kitlesel kutlanışı gibi işçi sınıfı tarihinde önemli dönüm noktalarını oluşturan eylemlerde kurucu başkanı olduğu DİSK’in ve Maden-İş’in liderliğini yapan Kemal Türkler 12 Eylül’e kısa bir süre kala evinden çıkarken katledilmişti. Grevle sonuçlanan TİS sürecinin başlangıcında masanın karşı tarafında metal işkolundaki işveren kuruluşu Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) başkanı olarak oturan Turgut Özal ise Demirel’in çağrısı ile Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilmiş ve 24 Ocak Kararlarının mimarı olmuştu. Kemal Türkler’in katledilmesinden sonra Maden-İş’in Genel Başkanlığı’na bir dönem DİSK Genel Sekreterliği de yapan Mehmet Karaca seçildi. 12 Eylül’den sonra diğer Maden-İş yöneticileriyle birlikte yurt dışına çıkmak zorunda kalan, daha sonra TİP ve TKP’nin birleşmesiyle oluşan TBKP’nin Merkez Komitesi üyeliğine getirilen ve TBKP Genel Başkan yardımcılığını da yapan Karaca ile 12 Eylül’e yol açan süreci ve sonrasını konuştuk. Fatura yine çalışana - 12 Eylül günü sendikanız üyeleri neden grevdeydi? Maden-İş ile MESS 1978’de 60’ın üzerinde işyerini kapsayan ve adına “grup sözleşmesi” denilen bir toplusözleşme (TİS) imzalamıştı. Yürürlük süresi 1 Eylül 1979’da sona eriyordu. Zamanla MESS toplusözleşmeleri gelen diğer işyerlerinde imzadan kaçınınca yeni sözleşme döneminde işyeri sayısı 110’a, bu kapsamdaki toplam işçi sayısı da 45 bin dolayına çıktı. Yeni dönem TİS görüşmeleri Ekim 1979’da Maden-İş Başkanı Kemal Türkler ve MESS Başkanı Turgut Özal’ın katılımı ile başladı. Görüşmeler sürecinde bir anlaşma sağlanamadı. Bu arada Özal, Başbakanlık Müsteşarlığına getirildi. “24 Ocak ekonomik istikrar programı” diye bilinen kararların mimarı, 12 Eylül sonrası da askeri hükümetin ekonomiden sorumlu Bakanı oldu. Müzakerelerde anlaşma sağlanamayınca karşılıklı grev ve lokavt kararları alındı. Ardından da Maden-İş, 1980 Martından itibaren kademeli olarak greve çıktı. Aynı yıl tekstil ve cam işkollarında da grevler vardı. 1979 aslında, KİT’ler dahil, 500 binin üzerinde işçinin TİS yılıydı. - Bu süreçte işveren örgütlerinin rolü, politik iradesi, gizli hedefleri var mıydı? Turgut Özal’ın MESS Başkanlığı’ndan Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilmesi, arkasından hemen 24 Ocak’ın yürürlüğe konması, işverenlerin bu işe doğrudan müdahale etmek istediklerinin işaretiydi. Ama ülkede, amaçlanan ekonomik istikrarı sağlayacak siyasi istikrar yoktu. 24 Ocak öncesi iki kez “Milliyetçi Cephe” hükümeti denendi. Bunlar istikrar yerine istikrarsızlığın nedeni oldu. 12 Eylül’de MESS’ten gelen Özal askeri hükümetin ekonomiden sorumlu bakanı olurken Türkiye İşveren Sendikaları’nın Başkanı Halit Narin de, “Bugüne kadar hep işçiler güldü biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde” deme cüretini gösteriyordu. - O günlerde sendika olarak adım adım 12 Eylül’e gidişin işaretlerini görebilme, önleyebilme şansı var mıydı? Ülkenin yarısından çoğu sıkıyönetim altında, yarı askeri rejimle yönetiliyordu ama terör misliyle artarak devam ediyordu. Kanlı 1 Mayıs dahil, yaşanan terör ve toplu kırımlar, muhtemel bir askeri müdahalenin işaretleriydi. Kemal Türkler’in katli dahil, toplumu ve örgütleri sindirmeye yönelik birçok cinayet de bir planın varlığını gösteriyordu. Tek başına sendikalar bu gidişi önleyemezdi. Bu, siyasi örgütlenmeyi gerektirir bir durumdu. Toplumu bir askeri darbeye karşı direnmeye hazırlayacak ortak irade birliği ve buna uygun örgütlenme yeterli ve etkin değildi. “Demokrasiyi korumayı” ortak hedef sayan antifaşist güçler bu gidişi görüp kendi farklılıklarını da koruyarak güç birliğine gidebilmeli, gerektiğinde birlikte direnebileceklerinin işaretlerini vermeliydiler. Bu gerçekleştirilemedi. Zaman, zaman DİSK’in bu konuda çağrı ve çabaları oldu ama bunlar çoğu zaman yetersiz ve yanıtsız kaldı. Zaten bu aşamada DİSK’in iç işlerine dışarıdan müdahaleler artmıştı, DİSK ve üyesi sendikalar iç sorunlarıyla boğuşur haldeydi. - 12 Eylül darbesinin ilk işlerinden biri grevleri kaldırmak ve sendikaları kapatmak oldu. Sonraları çok kişi, DİSK’i ve Maden-İş‘i direnemediği için suçladı, Gerçekten böyle mi oldu, örgütlülük hemen mi dağıldı? Başka türlü ne olabilirdi? 12 Eylül askeri darbesi DİSK ve üyesi sendikaların faaliyetlerini durdurarak yöneticilerini, aktif sendika temsilcilerini gözaltına almakla işe başladı. Bunlar ağır onursal ve fiziki işkencelere maruz kaldı. Grevler yasaklandı. Daha sonra da sendikalarımız sıkıyönetim mahkemelerinin kararıyla kapatıldı. Askeri darbeye karşı Maden-İş’in tek başına direnmesi gerçekçi olamazdı. Sınırlı direnişler bile yıkım ve kırım getirirdi. DİSK’in de kendi iç bütünlüğü ve örgütsel iç yapısı buna müsait değildi. Buna rağmen grevdeki işyerlerinin bir kısmı askeri yönetimin istediği gün işbaşı yapmadı. Genel Merkez Yürütme Kurulu da teslim olmadı. Bir süre sonra yurtdışına çıkıldı ve başta DİSK’li arkadaşlarımız olmak üzere ülke içindeki demokrasi güçleriyle dayanışmaya katkı verildi. Başta Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa sendikaları ve diğer sivil toplum kuruluşları üzerinden bu etkinliklerimizi sağlamaya çalıştık. Sendikal haklara şiddetle tırpan Mehmet Karaca 1976’da kanunsuz greve teşvik iddiasıyla tutuklandı (ortada). CMYB C M Y B 25 EYLÜL 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 HAYAL VE GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Münazara Kültürü Televizyon kanallarında zaman zaman modalar oluşuyor. Bir dönem reality show’lar, sonra yarışmalar, diziler gibi. Bu aralar siyasetin de kızışmasıyla birlikte tartışma programı modası çıktı. Hangi kanalı açsanız sürekli bir tartışma programı var. Bunların bazılarında futbol tartışmaları gibi aynı kişiler çıkıyor. Bazılarına da konuk çağırılıyor. Bu tartışmaları izlerken dikkatimi çeken ilk şey, Türkiye’de konuşmaya meraklı ya çok az insan olması ya da artık birkaç kişi dışında kimsenin bu programlara çıkmak istememesi... Çünkü hep aynı insanları görüyoruz bunlarda. Bir yabancı gözüyle bu programları izlesem, Türkiye’de hukukçu sayılacak üç beş kişi, askeri konularda bilgi sahibi iki emekli general, yine üç beş akademisyen ve bir avuç gazeteci dışında önemli konularda görüş bildirecek kimse olmadığını düşünürüm. İkincisi, bu programlarda tartışılan konulardan bir şey öğrenmek de mümkün olmuyor. Çünkü genellikle iki taraf diye bölünen insanlar katıldığı için bunlar birbirlerinin söylediklerini tam zıddıyla çürütmeye çalışıyor ve sürenin de azlığı nedeniyle kafalar iyice karışıyor. Bunlara tartışmadan çok bizim lise yıllarında düzenlenen münazara etkinlikleri demek daha doğru. Yani savunduğunuz şey dünyanın en saçma iddiası da olsa önemli olan haklı çıkmak. Tabii rating kaygısı nedeniyle programcılar, gerçek bilgilerden çok ilginç şeyler söyleyenleri sever. Bu nedenle de olabildiğince saçmalayan kim varsa televizyonlarda boy gösteriyor. “Köpek adamı ısırırsa haber olmaz, adam köpeği ısırırsa haber olur” tarzında, ne kadar abuk bir şey söylerseniz o kadar ilgi görüyorsunuz. Bir de kerameti kendinden menkul uzmanlar var. Bu adamın bu konudaki uzmanlığı nedir diye merak edip bakıyorum. Oturmuş bir kitap yazmış. Kitap yazmış ama kitap demeye bin şahit ister. Oradan buradan toplanmış uydurma lafları büyük bir komplo teorisi haline getirmiş, gerçek diye yazmış. Yazdıklarının bir kısmı çoktan yalanlanmış, bir kısmının gerçek olmadığı kanıtlanmış, bir kısmı tamamen kendi kanaatlerinden oluşuyor. Ama bu insanlar da konunun uzmanı diye görüşlerine başvuruluyor. Böylece her akşam bir sürü uydurma saatlerce tartışılıyor. Olur olmaz iddialar gerçekmiş gibi anlatılıyor. Yönetenler de bunlara fazla müdahale edemiyor, çünkü her akşam karmakarışık konularda tartışma yapıldığı için hepsine vakıf olmaları zaten mümkün değil. Güncel tartışmalar, konular yetmiyor, geçmiş defterler açılıyor, tarihi gerçekler konuşuluyor. Son derece karmaşık dava dosyaları, yıllara dağılmış olaylar iki cümlede bir iddiaya bağlanıveriyor. Hele bir de delinin biri telefon açıp o konuda bir şey uydurursa tamam, eğlence başlıyor. Bir deli bir kuyuya taş atmış kırk akıllı temizleyememiş türünden bir durum var. Bu arada toplumun gerçek, doğrudan insanları, gündelik hayatlarını ilgilendiren bir sürü sorunu üzerine bir tartışma yok. Sanırsınız ki ülkemizde ne işsizlik, ne istihdam, ne eğitim, ne nüfus dağılımı, ne sağlık, ne göç, ne kaynakların kullanımı gibi hiçbir sorun kalmamış, hepsi çözülmüş de 50 yılın muhasebesine filan giriliyor. Onlar da ciddi, bilimsel düzeyde tartışılsa yine içim yanmaz ama zaten televizyon bunun yeri de değil. Daha çok genel, çözümü pek mümkün olmayan, bir yere varmayacak konular tartışılıyor. 12 Eylül darbesini CIA mı hazırladı, derin devlet mi gibi sonu gelmez komplo teorileri, Özal suikastının arkasında kim var gibi artık delilik düzeyinde iddialar saatlerce tartışılabiliyor. Yalnızca bizim programcı arkadaşların böyle özel bir saplantısı olduğunu düşünmezsek herhalde toplum da kendi gerçek sorunlarından çok bu tür amaçsız konuşmaları seviyor. Ecevit ile iş çevreleri arasında gerilen ipler hükümetin düşürülmesinde ana nedenlerden biri oldu. TİSK Başkanı Halit Narin 12 Eylül’ün ‘anlamını’ darbeden sonra şöyle açıkladı: ‘Şimdiye kadar biz ağladık, şimdi sıra onlarda.’ 12 Eylül’le birlikte devlet sermayenin ihtiyaçlarõ temelinde yeniden organize edildi. Dönemin önde gelen sermaye örgütleri arasõnda yer alan Türk Sanayicileri ve İş Adamlarõ Derneği (TÜSİAD), Türkiye İşveren Sendikalarõ Konfederasyonu (TİSK), MESS darbenin yapõlmasõ için adeta davetiye çõkarmõşlardõ. TÜSİAD’õn Bülent Ecevit hükûmetine yönelik meşhur gazete ilanlarõ hükümetin düşürülmesindeki ana nedenlerden biri oldu. Fransa’nõn ünlü işadamõ Dassault’un işadamlarõyla sorunlu olan hükümeti eleştirmek için gazetelere ilan vermesinden esinlenen özel sektörün ateşli savunucusu Selçuk Yaşar TÜSİAD’õn da ilan vermesi gerektiğini savundu. Prof. Dr. Memduh Yaşa ve Prof. Dr. Emre Gönensay tarafõndan hazõrlanan ilanlarõn yayõmlanmasõ için 4 milyon 628 bin lira ödendi. TÜSİAD’õn dört farklõ ilanõ 13 Mayõs 1979 ile 13 Haziran 1979 arasõnda 24 kez gazetelerde yayõmlandõ. ‘Gerçekçi çıkış yolu’,‘Ulus Bekliyor’, ‘Yokluğu Paylaşmak mı? Bolluğu Sağlamak mı?’, ‘Refahın ve Hürriyetin Düşmanı: Enflasyon’, başlõklarõnõ taşõyan ilanlar, hükûmetin ekonomik yönetim anlayõşõnõ sert bir dille eleştiriyordu. İlanlar kamuoyunun gündemine bomba gibi düştü. Başbakan Ecevit ilanlarla ilgili olarak “Sırtımızdan bıçaklanıyoruz” yorumunu yaptõ. Dönemin Madeni Eşya Sanayicileri Sendikasõ Başkanõ Turgut Özal da hükümetin mevcut politikalarõyla Türkiye’nin çõkmazdan kurtulamayacağõnõ savunmuştu. Hükümet istifa etti Ecevit ile iş çevreleri arasõndaki ilişkiler her geçen gün biraz daha gerginleşiyordu. 14 Ekim 1979’da yapõlan ara seçimlerden sonra 16 Ekim’de Ecevit hükümeti istifasõnõ vermek zorunda kaldõ. AP Genel Başkanõ Süleyman Demirel bir azõnlõk hükümeti kurmak için çalõşmalara başladõ. TÜSİAD, 12 Eylül’den sadece iki gün önce yayõmlanan 1980 Yõlõnõn Ortalarõnda Türkiye Ekonomisi başlõklõ raporunda sorunlarõn çözümü için ekonominin piyasa koşullarõna göre süratle organize edilmesi ve üretim faktörlerinin mobilize edilmesi gerektiği vurgulanõyor, 24 Ocak kararlarõnõn başarõ şartõnõn tüm kesimlerin piyasa ekonomisine ne oranda intibak edeceğine bağlõ olduğu belirtiliyordu. Raporda, yõllardan beri son derece ağõr, karõşõk ve düzensiz bir devlet müdahalesi ile yürütülen ekonominin 6-7 ay gibi bir süre içinde piyasa koşullarõna uyum sağlamasõnõn beklemenin “fazlaca iyimserlik olacağı” belirtiliyordu. TÜSİAD raporunun yayõmlanmasõndan sadece iki gün sonra gerçekleşecek olan 12 Eylül askeri müdahalesi, bu programõn ve yeni ekonomik yönelimlerin uygulanmasõ için gereken zemini de hazõrlayacaktõ. 1980’de darbeye bir gün kala, TİSK başkanõ Halit Narin üretimi nasõl arttõracaklarõnõn formülünü açõklamõştõ: “DGM’ler kurulmadan üretim artmaz.” Aynõ Halit Narin 12 Eylül’ün anlamõnõ darbeden sonra şöyle açõklõyordu. “Şimdiye kadar biz ağladık onlar güldü. Şimdi sıra onlarda”. Vehbi Koç’a göre ise “12 Eylül devletin yeniden kurulması devri” idi. Bodur: Başarının sahibi 12 Eylül İbrahim Bodur: Demirel hükümeti serbest piyasa ekonomisi diye tanımlanan modeli hayata geçirmeye başlayan bir program hazırlamış ve bunu da 24 Ocak kararları üzerinden şekillendirmişti. Ancak bu programı fiilen uygulayacak yeteneğe ve güce sahip değildi. Bu nedenle bu programı uygulamak önce askeri rejimin tercihleri doğrultusunda şekillenecek hükümetlerin görevi olacaktı. Nitekim ilerleyen yıllarda İbrahim Bodur da ‘24 Ocak kararlanını başarıya ulaşmasında en büyük pay 12 Eylül yönetimine aittir’ diyecekti. Koç: Kararlar geç alınıyordu Rahmi Koç: 12 Eylül harekâtından önce her şeyi demokratik bir sistem içinde yapmak zorundaydık. Bu da karar almak ya da yönetmelik çıkarmak için aylar geçmesini gerektiriyordu. Ayrıca her şeye politik açıdan bakılıyordu. Ekonomik yaklaşım hep arkadan geliyordu. Askeri yönetim altında fark, alınan kararların parlamentodan geçmesi gibi bir zorunluluk olmadığı için çok hızlı hareket edilebilmesi, yapılan yanlışların kısa sürede düzeltilebilmesi ve politik yaklaşımların söz konusu olmamasıdır. Özal: Üretim artıyor Turgut Özal: 12 Eylül hareketinin getirdiği güven ortamı bu programın başarıya ulaşmasında büyük bir destek olmuştur. Üretim özellikle 12 Eylül’den sonra artmaya başlamıştır. 12 Eylül harekâtı ile ekonomik programın uygulanmasında güç kazanılmıştır. Halit Narin bile ders aldı 12 Eylül döneminde TİSK’in başında bulunan Halit Narin 30 yıl aradan sonra 12 Eylül’e ilişkin düşüncelerini Cumhuriyet’e şöyle anlattı. “Keşke ile cümle kurmaya başladığınızda bunun sonu gelmeyecek. Geleceğe bakmamız ve ders çıkarmamız gerekir. Böyle bir dönemi güzel şekilde hatırlayacak bir Türk vatandaşı olacağını düşünmüyorum. Acı olan, bunun her 10 senede bir tekrarlıyor olmasıdır. 12 Eylül şiddetinde olmasa da kargaşa anlamında ülkemiz ve insanlarımızla hep bir kavga ortamına itiliyoruz. Bunun sonucunda gelecek kuşaklarımızın hür, demokratik parlamenter sistem içerisinde huzurla yaşamalarına engel olunduğunu düşünüyorum. Artık ders almak gerektiğine inanıyorum.” ÖVGÜ DOLU SÖZLER Mehmet Altun’un hazırladığı ‘Ortak Aklı Ararken, TÜSİAD’ın İlk 10 Yılı 1970-1980’ adlı kitaptan... İş dünyasõ darbeyi davet etti Hazırlayan: ŞEHRİBAN KIRAÇ / HASAN ERİŞ YARIN: BASIN VE SANSÜR [email protected] Polisin ‘düğün timi’ halayda GAZİANTEP (Cumhuriyet) - Gaziantep Şa- hinbey İlçe Emniyet Müdürlüğü, düğünlerde silah atõlmasõnõ önlemek için ilginç bir yönteme başvur- du. Toplum Desteklik Büro Amirliği bünyesinde ku- rulan 5’er kişilik timler üniformalõ olarak düğünlere gidip halay çekiyor. Gelin ve damatla karşõlõklõ oy- nayan polisler, davetlilere “silah atmayõn” çağrõsõnda bulunuyor. Gaziantep Emniyet Müdürü Süleyman Oğuz, düğün timlerinin hem yurttaşlarõ bilgilen- dirmek ve o mutlu günlerinde yanlarõnda olmak, hem de çõkmasõ muhtemel üzüntü verecek olaylarõ ön- lemek için çaba sarf ettiğini belirtti. Evde tek başınayken boğazı kesildi HATAY (AA) - Hatay’da Hacõ Ömer Alpa- got Mahallesi’nde bulunan tek katlõ evde yaşayan 3 çocuk annesi Şahide Narğis (55), sabah saatlerinde birlikte yaşadõğõ ablasõ ve eniştesini işe gönderdi. Narğis, öğle saatlerinde ziyarete gelen yakõnlarõ ta- rafõndan bõçakla öldürülmüş halde bulundu. Polis, Narğis’in boğazõnõn kesilerek öldürüldüğünü, bi- leklerinde de bõçak yaralarõnõn olduğunu belirledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle