Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu’nun (DİSK) kurucu
sendikalarından biri olan metal iş kolunda
örgütlü Türkiye Maden-İş Sendikası (Maden-İş)
darbenin gerçekleştirildiği 12 Eylül günü işçi
sınıfı tarihimizin en yaygın grevlerini
gerçekleştirmekteydi.
Kavel grevi, 15-16 Haziran, DGM direnişi,
Mayıs’ın ilk kez kitlesel kutlanışı gibi işçi sınıfı
tarihinde önemli dönüm noktalarını oluşturan
eylemlerde kurucu başkanı olduğu DİSK’in ve
Maden-İş’in liderliğini yapan Kemal Türkler 12
Eylül’e kısa bir süre kala evinden çıkarken
katledilmişti.
Grevle sonuçlanan TİS sürecinin
başlangıcında masanın karşı tarafında metal
işkolundaki işveren kuruluşu Madeni Eşya
Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) başkanı olarak
oturan Turgut Özal ise Demirel’in çağrısı ile
Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilmiş ve 24
Ocak Kararlarının mimarı olmuştu.
Kemal Türkler’in katledilmesinden sonra
Maden-İş’in Genel Başkanlığı’na bir dönem
DİSK Genel
Sekreterliği de
yapan Mehmet
Karaca seçildi.
12 Eylül’den
sonra diğer
Maden-İş
yöneticileriyle
birlikte yurt
dışına çıkmak
zorunda kalan,
daha sonra TİP
ve TKP’nin
birleşmesiyle
oluşan
TBKP’nin
Merkez
Komitesi
üyeliğine
getirilen ve
TBKP Genel
Başkan yardımcılığını da yapan Karaca ile 12
Eylül’e yol açan süreci ve sonrasını konuştuk.
Fatura yine çalışana
- 12 Eylül günü sendikanız üyeleri neden
grevdeydi?
Maden-İş ile MESS 1978’de 60’ın üzerinde
işyerini kapsayan ve adına “grup sözleşmesi”
denilen bir toplusözleşme (TİS) imzalamıştı.
Yürürlük süresi 1 Eylül 1979’da sona eriyordu.
Zamanla MESS toplusözleşmeleri gelen diğer
işyerlerinde imzadan kaçınınca yeni sözleşme
döneminde işyeri sayısı 110’a, bu kapsamdaki
toplam işçi sayısı da 45 bin dolayına çıktı.
Yeni dönem TİS görüşmeleri Ekim 1979’da
Maden-İş Başkanı Kemal Türkler ve MESS
Başkanı Turgut Özal’ın katılımı ile başladı.
Görüşmeler sürecinde bir anlaşma sağlanamadı.
Bu arada Özal, Başbakanlık Müsteşarlığına
getirildi. “24 Ocak ekonomik istikrar
programı” diye bilinen kararların mimarı, 12
Eylül sonrası da askeri hükümetin ekonomiden
sorumlu Bakanı oldu.
Müzakerelerde anlaşma sağlanamayınca
karşılıklı grev ve lokavt kararları alındı. Ardından
da Maden-İş, 1980 Martından itibaren kademeli
olarak greve çıktı.
Aynı yıl tekstil ve cam işkollarında da grevler
vardı. 1979 aslında, KİT’ler dahil, 500 binin
üzerinde işçinin TİS yılıydı.
- Bu süreçte işveren örgütlerinin rolü,
politik iradesi, gizli hedefleri var mıydı?
Turgut Özal’ın MESS Başkanlığı’ndan
Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilmesi,
arkasından hemen 24 Ocak’ın yürürlüğe
konması, işverenlerin bu işe doğrudan müdahale
etmek istediklerinin işaretiydi. Ama ülkede,
amaçlanan ekonomik istikrarı sağlayacak siyasi
istikrar yoktu. 24 Ocak öncesi iki kez “Milliyetçi
Cephe” hükümeti denendi. Bunlar istikrar yerine
istikrarsızlığın nedeni oldu.
12 Eylül’de MESS’ten gelen Özal askeri
hükümetin ekonomiden sorumlu bakanı olurken
Türkiye İşveren Sendikaları’nın Başkanı Halit
Narin de, “Bugüne kadar hep işçiler güldü biz
ağladık, şimdi gülme sırası bizde” deme
cüretini gösteriyordu.
- O günlerde sendika olarak adım adım 12
Eylül’e gidişin işaretlerini görebilme,
önleyebilme şansı var mıydı?
Ülkenin yarısından çoğu sıkıyönetim altında,
yarı askeri rejimle yönetiliyordu ama terör
misliyle artarak devam ediyordu. Kanlı 1 Mayıs
dahil, yaşanan terör ve toplu kırımlar, muhtemel
bir askeri müdahalenin işaretleriydi.
Kemal Türkler’in katli dahil, toplumu ve
örgütleri sindirmeye yönelik birçok cinayet de bir
planın varlığını gösteriyordu.
Tek başına
sendikalar bu gidişi
önleyemezdi. Bu,
siyasi örgütlenmeyi
gerektirir bir
durumdu. Toplumu
bir askeri darbeye
karşı direnmeye
hazırlayacak ortak
irade birliği ve buna
uygun örgütlenme
yeterli ve etkin
değildi.
“Demokrasiyi
korumayı” ortak
hedef sayan
antifaşist güçler bu
gidişi görüp kendi
farklılıklarını da
koruyarak güç
birliğine gidebilmeli,
gerektiğinde birlikte direnebileceklerinin
işaretlerini vermeliydiler. Bu gerçekleştirilemedi.
Zaman, zaman DİSK’in bu konuda çağrı ve
çabaları oldu ama bunlar çoğu zaman yetersiz
ve yanıtsız kaldı. Zaten bu aşamada DİSK’in iç
işlerine dışarıdan müdahaleler artmıştı, DİSK ve
üyesi sendikalar iç sorunlarıyla boğuşur
haldeydi.
- 12 Eylül darbesinin ilk işlerinden biri
grevleri kaldırmak ve sendikaları kapatmak
oldu. Sonraları çok kişi, DİSK’i ve Maden-İş‘i
direnemediği için suçladı, Gerçekten böyle
mi oldu, örgütlülük hemen mi dağıldı? Başka
türlü ne olabilirdi?
12 Eylül askeri darbesi DİSK ve üyesi
sendikaların faaliyetlerini durdurarak
yöneticilerini, aktif sendika temsilcilerini
gözaltına almakla işe başladı. Bunlar ağır
onursal ve fiziki işkencelere maruz kaldı. Grevler
yasaklandı. Daha sonra da sendikalarımız
sıkıyönetim mahkemelerinin kararıyla kapatıldı.
Askeri darbeye karşı Maden-İş’in tek başına
direnmesi gerçekçi olamazdı. Sınırlı direnişler
bile yıkım ve kırım getirirdi. DİSK’in de kendi iç
bütünlüğü ve örgütsel iç yapısı buna müsait
değildi.
Buna rağmen grevdeki işyerlerinin bir kısmı
askeri yönetimin istediği gün işbaşı yapmadı.
Genel Merkez Yürütme Kurulu da teslim olmadı.
Bir süre sonra yurtdışına çıkıldı ve başta DİSK’li
arkadaşlarımız olmak üzere ülke içindeki
demokrasi güçleriyle dayanışmaya katkı verildi.
Başta Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu,
Avrupa sendikaları ve diğer sivil toplum
kuruluşları üzerinden bu etkinliklerimizi
sağlamaya çalıştık.
Sendikal haklara
şiddetle tırpan
Mehmet Karaca 1976’da kanunsuz greve
teşvik iddiasıyla tutuklandı (ortada).
CMYB
C M Y B
25 EYLÜL 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
HAYAL VE GERÇEK
KÜRŞAT BAŞAR
Münazara Kültürü
Televizyon kanallarında zaman zaman
modalar oluşuyor. Bir dönem reality show’lar,
sonra yarışmalar, diziler gibi.
Bu aralar siyasetin de kızışmasıyla birlikte
tartışma programı modası çıktı. Hangi kanalı
açsanız sürekli bir tartışma programı var.
Bunların bazılarında futbol tartışmaları gibi aynı
kişiler çıkıyor. Bazılarına da konuk çağırılıyor.
Bu tartışmaları izlerken dikkatimi çeken ilk
şey, Türkiye’de konuşmaya meraklı ya çok az
insan olması ya da artık birkaç kişi dışında
kimsenin bu programlara çıkmak istememesi...
Çünkü hep aynı insanları görüyoruz bunlarda.
Bir yabancı gözüyle bu programları izlesem,
Türkiye’de hukukçu sayılacak üç beş kişi,
askeri konularda bilgi sahibi iki emekli general,
yine üç beş akademisyen ve bir avuç gazeteci
dışında önemli konularda görüş bildirecek
kimse olmadığını düşünürüm.
İkincisi, bu programlarda tartışılan
konulardan bir şey öğrenmek de mümkün
olmuyor. Çünkü genellikle iki taraf diye bölünen
insanlar katıldığı için bunlar birbirlerinin
söylediklerini tam zıddıyla çürütmeye çalışıyor
ve sürenin de azlığı nedeniyle kafalar iyice
karışıyor.
Bunlara tartışmadan çok bizim lise yıllarında
düzenlenen münazara etkinlikleri demek daha
doğru. Yani savunduğunuz şey dünyanın en
saçma iddiası da olsa önemli olan haklı
çıkmak.
Tabii rating kaygısı nedeniyle programcılar,
gerçek bilgilerden çok ilginç şeyler söyleyenleri
sever. Bu nedenle de olabildiğince saçmalayan
kim varsa televizyonlarda boy gösteriyor.
“Köpek adamı ısırırsa haber olmaz, adam
köpeği ısırırsa haber olur” tarzında, ne kadar
abuk bir şey söylerseniz o kadar ilgi
görüyorsunuz.
Bir de kerameti kendinden menkul uzmanlar
var. Bu adamın bu konudaki uzmanlığı nedir
diye merak edip bakıyorum. Oturmuş bir kitap
yazmış. Kitap yazmış ama kitap demeye bin
şahit ister. Oradan buradan toplanmış uydurma
lafları büyük bir komplo teorisi haline getirmiş,
gerçek diye yazmış. Yazdıklarının bir kısmı
çoktan yalanlanmış, bir kısmının gerçek
olmadığı kanıtlanmış, bir kısmı tamamen kendi
kanaatlerinden oluşuyor.
Ama bu insanlar da konunun uzmanı diye
görüşlerine başvuruluyor.
Böylece her akşam bir sürü uydurma
saatlerce tartışılıyor. Olur olmaz iddialar
gerçekmiş gibi anlatılıyor. Yönetenler de
bunlara fazla müdahale edemiyor, çünkü her
akşam karmakarışık konularda tartışma
yapıldığı için hepsine vakıf olmaları zaten
mümkün değil.
Güncel tartışmalar, konular yetmiyor, geçmiş
defterler açılıyor, tarihi gerçekler konuşuluyor.
Son derece karmaşık dava dosyaları, yıllara
dağılmış olaylar iki cümlede bir iddiaya
bağlanıveriyor. Hele bir de delinin biri telefon
açıp o konuda bir şey uydurursa tamam,
eğlence başlıyor.
Bir deli bir kuyuya taş atmış kırk akıllı
temizleyememiş türünden bir durum var.
Bu arada toplumun gerçek, doğrudan
insanları, gündelik hayatlarını ilgilendiren bir
sürü sorunu üzerine bir tartışma yok.
Sanırsınız ki ülkemizde ne işsizlik, ne
istihdam, ne eğitim, ne nüfus dağılımı, ne
sağlık, ne göç, ne kaynakların kullanımı gibi
hiçbir sorun kalmamış, hepsi çözülmüş de 50
yılın muhasebesine filan giriliyor. Onlar da
ciddi, bilimsel düzeyde tartışılsa yine içim
yanmaz ama zaten televizyon bunun yeri de
değil.
Daha çok genel, çözümü pek mümkün
olmayan, bir yere varmayacak konular
tartışılıyor. 12 Eylül darbesini CIA mı hazırladı,
derin devlet mi gibi sonu gelmez komplo
teorileri, Özal suikastının arkasında kim var gibi
artık delilik düzeyinde iddialar saatlerce
tartışılabiliyor.
Yalnızca bizim programcı arkadaşların böyle
özel bir saplantısı olduğunu düşünmezsek
herhalde toplum da kendi gerçek sorunlarından
çok bu tür amaçsız konuşmaları seviyor.
Ecevit ile iş çevreleri arasında gerilen ipler
hükümetin düşürülmesinde ana nedenlerden
biri oldu. TİSK Başkanı Halit Narin 12 Eylül’ün
‘anlamını’ darbeden sonra şöyle açıkladı:
‘Şimdiye kadar biz ağladık, şimdi sıra onlarda.’
12 Eylül’le birlikte devlet
sermayenin ihtiyaçlarõ temelinde
yeniden organize edildi. Dönemin
önde gelen sermaye örgütleri
arasõnda yer alan Türk Sanayicileri
ve İş Adamlarõ Derneği (TÜSİAD),
Türkiye İşveren Sendikalarõ
Konfederasyonu (TİSK), MESS
darbenin yapõlmasõ için adeta
davetiye çõkarmõşlardõ.
TÜSİAD’õn Bülent Ecevit
hükûmetine yönelik meşhur gazete
ilanlarõ hükümetin düşürülmesindeki
ana nedenlerden biri oldu.
Fransa’nõn ünlü işadamõ Dassault’un
işadamlarõyla sorunlu olan hükümeti
eleştirmek için gazetelere ilan
vermesinden esinlenen özel sektörün
ateşli savunucusu Selçuk Yaşar
TÜSİAD’õn da ilan vermesi
gerektiğini savundu. Prof. Dr.
Memduh Yaşa ve Prof. Dr. Emre
Gönensay tarafõndan hazõrlanan
ilanlarõn yayõmlanmasõ için 4 milyon
628 bin lira ödendi. TÜSİAD’õn dört
farklõ ilanõ 13 Mayõs 1979 ile 13
Haziran 1979 arasõnda 24 kez
gazetelerde yayõmlandõ. ‘Gerçekçi
çıkış yolu’,‘Ulus Bekliyor’,
‘Yokluğu Paylaşmak mı? Bolluğu
Sağlamak mı?’, ‘Refahın ve
Hürriyetin Düşmanı: Enflasyon’,
başlõklarõnõ taşõyan ilanlar,
hükûmetin ekonomik yönetim
anlayõşõnõ sert bir dille eleştiriyordu.
İlanlar kamuoyunun gündemine
bomba gibi düştü. Başbakan Ecevit
ilanlarla ilgili olarak “Sırtımızdan
bıçaklanıyoruz” yorumunu yaptõ.
Dönemin Madeni Eşya Sanayicileri
Sendikasõ Başkanõ Turgut Özal da
hükümetin mevcut politikalarõyla
Türkiye’nin çõkmazdan
kurtulamayacağõnõ savunmuştu.
Hükümet istifa etti
Ecevit ile iş çevreleri arasõndaki
ilişkiler her geçen gün biraz daha
gerginleşiyordu. 14 Ekim 1979’da
yapõlan ara seçimlerden sonra 16
Ekim’de Ecevit hükümeti istifasõnõ
vermek zorunda kaldõ. AP Genel
Başkanõ Süleyman Demirel bir
azõnlõk hükümeti kurmak için
çalõşmalara başladõ.
TÜSİAD, 12 Eylül’den sadece iki
gün önce yayõmlanan 1980 Yõlõnõn
Ortalarõnda Türkiye Ekonomisi
başlõklõ raporunda sorunlarõn
çözümü için ekonominin piyasa
koşullarõna göre süratle organize
edilmesi ve üretim faktörlerinin
mobilize edilmesi gerektiği
vurgulanõyor, 24 Ocak kararlarõnõn
başarõ şartõnõn tüm kesimlerin piyasa
ekonomisine ne oranda intibak
edeceğine bağlõ olduğu
belirtiliyordu. Raporda, yõllardan
beri son derece ağõr, karõşõk ve
düzensiz bir devlet müdahalesi ile
yürütülen ekonominin 6-7 ay gibi bir
süre içinde piyasa koşullarõna uyum
sağlamasõnõn beklemenin “fazlaca
iyimserlik olacağı” belirtiliyordu.
TÜSİAD raporunun
yayõmlanmasõndan sadece iki gün
sonra gerçekleşecek olan 12 Eylül
askeri müdahalesi, bu programõn ve
yeni ekonomik yönelimlerin
uygulanmasõ için gereken zemini de
hazõrlayacaktõ.
1980’de darbeye bir gün kala,
TİSK başkanõ Halit Narin üretimi
nasõl arttõracaklarõnõn formülünü
açõklamõştõ: “DGM’ler
kurulmadan üretim artmaz.” Aynõ
Halit Narin 12 Eylül’ün anlamõnõ
darbeden sonra şöyle açõklõyordu.
“Şimdiye kadar biz ağladık onlar
güldü. Şimdi sıra onlarda”. Vehbi
Koç’a göre ise “12 Eylül devletin
yeniden kurulması devri” idi.
Bodur: Başarının
sahibi 12 Eylül
İbrahim Bodur: Demirel hükümeti serbest
piyasa ekonomisi diye tanımlanan modeli
hayata geçirmeye başlayan bir program
hazırlamış ve bunu da 24
Ocak kararları üzerinden
şekillendirmişti. Ancak bu
programı fiilen
uygulayacak yeteneğe ve
güce sahip değildi. Bu
nedenle bu programı
uygulamak önce askeri
rejimin tercihleri
doğrultusunda şekillenecek
hükümetlerin görevi
olacaktı. Nitekim ilerleyen
yıllarda İbrahim Bodur da
‘24 Ocak kararlanını
başarıya ulaşmasında en büyük pay 12 Eylül
yönetimine aittir’ diyecekti.
Koç: Kararlar geç
alınıyordu
Rahmi Koç: 12 Eylül harekâtından önce
her şeyi demokratik bir sistem içinde yapmak
zorundaydık. Bu da karar
almak ya da yönetmelik
çıkarmak için aylar
geçmesini gerektiriyordu.
Ayrıca her şeye politik
açıdan bakılıyordu.
Ekonomik yaklaşım hep
arkadan geliyordu. Askeri
yönetim altında fark, alınan
kararların parlamentodan
geçmesi gibi bir zorunluluk
olmadığı için çok hızlı
hareket edilebilmesi,
yapılan yanlışların kısa
sürede düzeltilebilmesi ve politik yaklaşımların
söz konusu olmamasıdır.
Özal: Üretim artıyor
Turgut Özal: 12 Eylül
hareketinin getirdiği güven
ortamı bu programın
başarıya ulaşmasında
büyük bir destek olmuştur.
Üretim özellikle 12
Eylül’den sonra artmaya
başlamıştır. 12 Eylül
harekâtı ile ekonomik
programın uygulanmasında
güç kazanılmıştır.
Halit Narin bile
ders aldı
12 Eylül döneminde TİSK’in başında
bulunan Halit Narin 30 yıl aradan sonra 12
Eylül’e ilişkin düşüncelerini Cumhuriyet’e
şöyle anlattı. “Keşke ile
cümle kurmaya
başladığınızda bunun sonu
gelmeyecek. Geleceğe
bakmamız ve ders
çıkarmamız gerekir. Böyle
bir dönemi güzel şekilde
hatırlayacak bir Türk
vatandaşı olacağını
düşünmüyorum. Acı olan,
bunun her 10 senede bir
tekrarlıyor olmasıdır. 12
Eylül şiddetinde olmasa da
kargaşa anlamında ülkemiz ve insanlarımızla
hep bir kavga ortamına itiliyoruz. Bunun
sonucunda gelecek kuşaklarımızın hür,
demokratik parlamenter sistem içerisinde
huzurla yaşamalarına engel olunduğunu
düşünüyorum. Artık ders almak gerektiğine
inanıyorum.”
ÖVGÜ DOLU SÖZLER
Mehmet Altun’un hazırladığı ‘Ortak Aklı
Ararken, TÜSİAD’ın İlk 10 Yılı 1970-1980’
adlı kitaptan...
İş dünyasõ
darbeyi
davet etti
Hazırlayan: ŞEHRİBAN KIRAÇ / HASAN ERİŞ
YARIN: BASIN VE SANSÜR
[email protected]
Polisin ‘düğün timi’ halayda
GAZİANTEP (Cumhuriyet) - Gaziantep Şa-
hinbey İlçe Emniyet Müdürlüğü, düğünlerde silah
atõlmasõnõ önlemek için ilginç bir yönteme başvur-
du. Toplum Desteklik Büro Amirliği bünyesinde ku-
rulan 5’er kişilik timler üniformalõ olarak düğünlere
gidip halay çekiyor. Gelin ve damatla karşõlõklõ oy-
nayan polisler, davetlilere “silah atmayõn” çağrõsõnda
bulunuyor. Gaziantep Emniyet Müdürü Süleyman
Oğuz, düğün timlerinin hem yurttaşlarõ bilgilen-
dirmek ve o mutlu günlerinde yanlarõnda olmak, hem
de çõkmasõ muhtemel üzüntü verecek olaylarõ ön-
lemek için çaba sarf ettiğini belirtti.
Evde tek başınayken boğazı kesildi
HATAY (AA) - Hatay’da Hacõ Ömer Alpa-
got Mahallesi’nde bulunan tek katlõ evde yaşayan
3 çocuk annesi Şahide Narğis (55), sabah saatlerinde
birlikte yaşadõğõ ablasõ ve eniştesini işe gönderdi.
Narğis, öğle saatlerinde ziyarete gelen yakõnlarõ ta-
rafõndan bõçakla öldürülmüş halde bulundu. Polis,
Narğis’in boğazõnõn kesilerek öldürüldüğünü, bi-
leklerinde de bõçak yaralarõnõn olduğunu belirledi.