23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bir Tek Oy, Bir Tek Adam! PENCERE Güçlü Devlet? Yaşadığımız günlerin doruklarda esen rüzgârı “güçlü devlet” özlemini saçıp savuruyor ve bu felsefe anayasa tasarısının hamurunu yoğuruyor. Masallardaki ünlü “Tuba” ağacı gibi dünya anayasal tarihini tersine çevirdik. Oysa insanlık, devlet gücünü sınırlamak, denetlemek; kişinin haklarını ve yönetime katılımını gerçekleştirmek için anayasayı icat etmiştir. 18. ve 19’uncu yüzyılların Batı dünyasında yürürlüğe giren bu özlem, şimdi dalga dalga bütün dünyayı sarıyor. Peki, bizim “güçlü devlet” isteğimiz nereden kaynaklanıyor? Çünkü varsayımlar üstüne şatolar kurmak istiyoruz. Güçlü devlet kavramıyla “güçlü iktidar” kavramını birbirine karıştırıyoruz. Sanıyoruz ki, devlet gücü el değiştirmez; oysa devletin gücü el değiştirdi mi hiç istenmeyen yönelişlere doğru direksiyon çevrilir de şaşıp kalırız. Gerçekte “güçlü devlet” özleminin Türkiye’de özgül bir dayanağı da yok değil. Toplum yıllar boyunca terör ve anarşinin kanlı batağında öylesine çırpındı ki, “otorite” aranışı bireyleri kapsadı. Kim bilir? Belki de terör ve anarşi, toplumun boynunu bükmesi ve kişilerin yılgınlaşması için özellikle pompalandı. “Pompacıbaşı” kafasındaki plana göre terör ve anarşi örgütlerini birbirine kışkırtıp, çatıştırıyordu. Bir ülkede iç savaşa doğru tırmanma eğilimleri gösterebilecek ölçüde terör ve anarşiyi pompalayabilmek için var olan çelişkilerden yararlanılır. Nasıl çelişkilerden? 1) Soy, 2) Mezhep, 3) Sınıf çelişkilerini keskinleştirmek, devletin içinde çatışmaların yatırımı sayılır. Türkiye’de çok uzun süre bu iş yapıldı. Dar ve kısır milliyetçilik kavramı kökü dışarda kapitalizmle birlikte gündeme girer. Anadolu’da ekonomik kalkınmanın yöntemini dışa bağımlı kapitalizme oturtan kafa, bu kuralı kuşkusuz biliyordu. Kapitalizmin eşitsiz ve adaletsiz gelişmesinin Doğu Anadolu’da bölücülüğü ve ayrılıkçılığı körükleyeceğini hesaplamak zor değildi. Pompacıbaşı’nın bildiği başka gerçekler de vardı. Atatürk’ün hilafeti ve saltanatı kaldırarak laikliği devlet düzeni yapması, Anadolu’daki tarihsel mezhep kavgalarını ve çelişkilerini geriye itmişti. Alevi ve Sünni kavgalarını tarihin derinliklerine gömüyorduk. Eğer Öğretim Birliği Yasası (Tevhidi Tedrisat Kanunu) çok partili rejimden sonra kâğıt üzerinde kalmasaydı; din, siyasal içerikli eylem niteliği kazanmasaydı; terör ve anarşinin üstüne oturduğu çelişkilerden birisi daha yok olacaktı. Ya sınıf çelişkisi? Anayasamız “Hiçbir sınıf bir başka sınıf üzerine dikta kuramaz” diye yazar. Ama dışa bağımlı çarpık kapitalizmin otuz yıl pompalanması, sınıflar arasındaki çelişkiyi derinleştirdi. Kentleşme sürecinde gecekondulaşan toplumda lüks apartmanlar yükseldi. Servet-sefalet çelişkisini “pompacıbaşı” terör ve anarşiyi üretmek ve türetmek için kolaylıkla kullandı. Eğer bu elverişli ortam yaratılmasaydı, Türkiye oyuna getirilemezdi. “Güçlü devlet” istiyorsak toplum yaşamındaki çelişkileri sıfıra indirgeme yolunda çağdaş bir düzene doğru yürümemiz gerekiyor. Çelişkileri daha da derinleştirecek her önlem geleceğe doğru güvensizlik yatırımıdır. Çağımızda “güçlü devlet” derin çelişkilerle yarılmış topraküstünde temellenemiyor. İnsanımızı özgürlük ve sosyal adalet savaşımına zorlamaktan kaçınırsak, sağlıklı devlet yapısı için en doğru yolu tutmuş oluruz. (25 Ağustos 1982 tarihli yazısı) R eferandum, halkõn özgür ter- cihini ortaya koyduğu, irade- lerin serbest bõrakõldõğõ, ko- nularõn açõklõk içinde tartõşõl- dõğõ ortamlarda yapõlan halkoylamasõ- dõr. Medya tek sesli değildir. Toplumun iradesinin baskõlandõğõ, medya gücünün iktidar elinde toplaştõğõ evet/hayõr oy- lamasõ “plebisit” olarak bilinir. Türki- ye’de özgür iradelerin çalõştõrõlmasõnõn kõsõtlandõğõ oylamalara yanlõş bir şekilde referandum diyoruz. Çok kanallõ teksesli koro eşliğinde toplumun beyni uzunca bir süredir yõ- kanarak, AKP lehinde propaganda ya- põlõyor. Toplum çok uzun süredir AKP’den başka seçeneğin olmadõğõ, muhalefetin yetersiz olduğu doğrultu- sunda ezberlerle yönlendirilirken olup- bitenlerin farkõnda olan kitleler de bu söylemlerle edilgenleştiriliyorlar. AKP’nin çok değişik çõkar odakla- rõndan beslenen propaganda bombar- dõmanõna, tehdit, baskõ içeren uygula- ma ve söylemlerle yarattõğõ korku or- tamõna karşõn, “hayır” oylarõnõn yüz- de 42’ye ulaşmasõnõ küçümsememek ge- rekir. Evet oylarõnõn türdeş olmayan do- kusuna karşõn, “hayır” oylarõnõn tür- deşliğine de dikkat çekmek isterim. Oylama sonuçlarõnõn anatomisi çok önemli. Bundan sonraki oylamalarda strateji değişikliği açõsõndan sonuca kilitlenmek yerine, nedenler üzerine odaklanmak; süreci sonuçtan okumak yerine, sonucu süreçten okumak gere- kiyor. Sonuçlarõn dayatõlmasõ üzerinden yürütülen stratejiyi tersyüz etmeden doğru değerlendirme yapõlamõyor. Kay- bedenin kazandõğõ, kazananõn kaybet- tiği ters algõsõ ile toplumun mukave- metçi güçlerinin kendi morallerini yõ- kan, nafile özeleştiri oklarõyla kendi kendilerini de yaraladõklarõ bir süreç bu. Sonuç açõsõndan bakõldõğõnda AKP is- tediğini almõştõr. Bir süredir Türki- ye’de soluduğumuz baskõcõ havanõn et- ki alanõnõ genişleteceğini düşünme- miz için ipuçlarõ hem AKP’nin propa- ganda sürecinde, hem de AKP Başka- nõ’nõn oylama sonuçlarõ açõklandõktan sonraki konuşmasõnda beden dili ve sözcüklerinden okunabilir. Söylem ile eylem arasõndaki farkõn en belirgin olduğu bir iktidar süreci yaşa- nõyor Türkiye’de çok uzun bir süredir. Türkiye’nin rejimi “değişim” adõ al- tõnda sürece yayõlarak dönüştürülü- yor. Son yapõlan oylama, halkõn özgür iradesini sandõğa yansõtmaktan çok, bir süredir üzerinde çalõşõlan keskin ku- tuplaşmanõn belirginleşmesine, toplu- mun gerçek sorunlarõndan uzaklaştõrõ- larak oyalanmasõna sebep olmuştur. Böylece hesap vermesi gerekenler he- sap alanõndan kaçtõklarõ gibi, faturayõ da topluma yükleyebilmişlerdir. Bunu hangi yollarla yaptõklarõ tüm toplu- mun malumudur. AKP iktidarda kal- mayõ sürdürdükçe, bu tür oy(a)lamalarla istediği sonucu almamasõnõ isteyenle- rin bu oyunu bozmak için ne yapacak- larõ konusuna yoğunlaşmalarõ ve önceki süreçlerin stratejilerinin gözden geçi- rilmesi gerekiyor. Evet cephesinin, iktidar gücünü kul- lanmasõ en büyük avantajõ idi. “Hayır” diyenler örgütlü bir cephe oluşturama- dõlar. Alõnmasõ gereken dersler çok, şim- dilik MHP üzerine yüklenmelere ba- karak, ulusalcõ söylemlerle siyaset ya- põlmasõnõn önünde barikatlarõn yõğõla- cağõnõ öngörebiliriz. AKP’yi zorla mer- kez sağa oturtma savaşõ verenler, CHP’yi liberal eksene çekme gayret- keşliği içindeler. MHP’nin de tasfiye edilmeye çalõşõlacağõ anlaşõlõyor. Tüm kurumlar kendi içinden tasfiye edildi. Sõra MHP’ye geldi anlaşõlan. Devlet Bahçeli’nin gitmesi söylemi bizlere hiç yabancõ değil; Ecevit gitsin!.. Çiller git- sin!.. Yılmaz gitsin!.. çağrõlarõ kulak- Halk Oy(a)lamasõnõn Sonucu Süreçten Okunmalõ!.. Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN Gelecek süreç; bu işbirlikçilerin oyununu görüp bozabilme mücadelesi üzerine kurulmalõdõr. Önceki oyunlarõ görebiliyorsanõz, sonrakileri bozabilirsiniz. SAYFA CUMHURİYET 16 EYLÜL 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tayyip Bey yüzde 42’yi geride bıraktı, yüzde 58 ile zaferi kazandı. Kutlayalım mı? Pirus zaferi diye anılan bir şey vardır. Sözde başarılı olmuşsun, ama neye yarar, anlamına gelir! Yok, 12 Eylül 2010 başarısını küçültmeye kalkmayalım! 12 Eylül 1980’de Evren Paşa anayasasını yüzde 92 oyla üstün çıkan o anayasayı nasıl tam otuz yıl benimsedikse!.. Şimdi, Tayyip Bey anayasasını da otuz yıl sırtımızda taşıyacak mıyız? İki kişi oy vermeye gitmedi. Biri gitti, ama adını listede bulamadı. Koskoca CHP Genel Başkanı!.. Olacak şey mi? Herkese “aman oyunuzu eksik etmeyin” diye meydanlarda bağıran lider, oy veremedi! Verse ne olacaktı, İstanbul’un oyları çoğalacak değildi ya? Bir de ben oy veremedim. Yazılarımla aklı başında, okuryazar, dünü, bugünü, yarını anlayacak durumda yurttaşları oy vermeye çağıran ben, oy atmaya gidemedim. Bir ameliyattan çıkmış, daha o hastalıklı günleri atlatamadığım için. Bir oy, iki oy ne mi değiştirir? Küçümsemeyin. Bazen bir tek oy bir tek adam çıkar tüm düzeni altüst eder. Oyla değilse de, düşünceleri, anlayışları, tepe taklak etmesiyle... 1920’lerde herkes umutsuzdu. Amerikan mandasına geçmek tek kurtuluştu. Böyle düşünenler hem de en önde gelen kişilerdi. Osmanlı da bunu istiyordu. İstanbul başkent olarak kalacaktı, ama uluslararası bir yer olacak, Anadolu paramparça edilecek, Sevr Antlaşması’yla Türkiye diye bir şey kalmayacaktı. Şimdi o günleri acı bir duyarlılıkla anımsıyoruz. Bir tek adam çıkmıştı, bir asker, bir aydın, bir yurtsever, Mustafa Kemal... Çevresine inançlı yurtseverleri toplamış, yok edilmek üzere olan bir ülkeyi yeni baştan yaratmıştı. Şimdi Tayyip Bey anayasası ile yönetileceğimiz bir dönemdeyiz. Dün bir bugün iki, hemen karar vermeyelim, azıcık bekleyelim. Bakalım, Evren Paşa anayasasından pek farklı olmayan, hatta bazı yönlerden onu bile bizlere aratacak bir Tayyip Bey anayasası ile nereye gideceğiz, ne yapacağız? Atatürk Cumhuriyeti seksen yedi yıl yaşadı. Bakalım daha ne kadar yaşayacak? Yaşatılacak? larõmõzda. Kurumlar ken- di içlerinden çözüldü. MHP süreci doğru oku- yup, değerlendirmeli. Ha- talarõnõ örgütlü yapõsõnõ bozmadan, lider kavgasõ- na girmeden aşmalõ. MHP’de de sorun Bah- çeli değil!.. MHP’nin ku- rumsal kimliğidir. Merkez sağ ve sol boş- altõlõnca radikal İslamcõ parti õlõmlõ olarak pazar- lanabildi. “AKP yaratı- lan boşluk kadar yer kapladığını biliyor. Sis- temi tutan tüm kurum- ları bu yüzden kıskaç altına alınıyorlar.” Türkiye’de demokrasi- yi gerçekten isteyenlerin oranõ özgür iradelerin bas- kõlanmasõna karşõn yüzde 42. Hedef demokrasi çõ- tasõnõ daha yukarõ taşõ- mak ve daha fazla kuru- mun tasfiye edilmesinin önüne geçmek olmalõdõr. Askeri vesayet yerini sivil vesayete bõraktõ; hukuk yoksa demokrasi de yok- tur!.. Demokrasiden uzak- laşmanõn adõ “ileri de- mokrasi” oldu?!.. Kar- şõtlarõ onlarõn söylemleri- ni sahiplenerek sõkõştõran strateji uzun süredir uy- gulanõyor. Medya demirbaşlarõnõn güya koruyucu söylem- lerle CHP’yi istedikleri kõvama getirerek AKP benzeri bir liberal eksene oturtmak; MHP’yi de lider krizine sürükleyerek tas- fiye etmek gibi bir misyon üstlendikleri anlaşõlõyor. Her iki partiye de fena halde musallat olmuş du- rumdalar. AKP’yi koru- yucu kalkanlarõ ile sar- malayõp, muhalefeti yer- den yere vurmakla elde et- tikleri sonuçla şõmarmõş görünüyorlar. “Amaç top- lumun muhalefeti sor- gulamasını sağlayarak AKP’yi koruma altına almaktır. Toplum elinde kalan son örgütlü mu- halefet partilerini de tas- fiye edinceye kadar bu propaganda sürecektir.” Morali bozulan kitleleri yanlõş muhasebeye itmek kolaylaşmaktadõr. Gelecek süreç; bu iş- birlikçilerin oyununu gö- rüp bozabilme mücade- lesi üzerine kurulmalõ- dõr. Önceki oyunlarõ gö- rebiliyorsanõz, sonrakile- ri bozabilirsiniz. Halkõn daha fazla oyalanmasõ- nõn önüne geçmek ve ger- çek sorunlarõna eğileceği bir düzenek yaratmak için önümüzdeki seçimlerle ilgili stratejilerin şimdi- den oluşturulmasõ gere- kiyor. Bardağõn boş tara- fõnõ dolu, dolu tarafõnõ boş gösteren bu illüzyo- nun nasõl bozulacağõnõ düşünmeye başlasak iyi olacak!.. Demem o ki; sonuca değil, sürece ba- karsak daha akõlcõ çö- zümler üretebileceğiz!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle