20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] SAYFA CUMHURİYET 13 EYLÜL 2010 PAZARTESİ 12 EKONOMİ CMYB C M Y B PARA-META-PARA MUSTAFA SÖNMEZ Takvim Değişiyor Gündem Değişmiyor Günlük gazete yorumcularının çoğu, teknik nedenlerle, referandum sonuçlarını öğrenemeden bugünkü yazılarını yazıp yazıişlerine teslim ettiler. Ama, rahatlıkla herkesin paylaşacağı bir gerçek var: Aylardır süren anayasa değişikliği tartışmaları bitmedi, bitmeyecek. Sonuçlar, şimdi gündemi bir erken seçim kulvarına taşıyor. Hem erken seçim hem de yeni bir Meclisçe yapılması gereken yeni bir anayasa gerekliliği konuşulacak artık. 2011’in mayıs-haziran aylarında bir erken seçim çok muhtemel görünüyor. AKP iktidarının, referandum öncesinden taşlarını buna göre dizdiği, örneğin bir “çıpa” olarak görülen “mali kural”ı sırf bu nedenle gündemden düşürdüğü biliniyor. Ne demektir bu? Hükümet, bugünden itibaren erken seçimi düşünerek daha gevşek bir maliye politikası izleyecek. Yani bütçe açığını biraz daha büyütmeyi, kamu borç stokunu biraz daha arttırmayı göze alan harcama politikaları izleyecek. Kamu yatırımlarını, tarıma, hane halkına dönük transfer harcamalarını arttıran, memur- emekli maaşlarında ufak tefek artışlar öngören, Merkez Bankası’na faiz indirten icraatlar söz konusu olacak. Sıcak paranın şu konjonktürde Türkiye’deki faizlerden, borsa getirilerinden memnun göründüğü ve olağanüstü gelişmeler olmaz ise bu tercihini değiştirmeyeceği varsayılırsa, dış rüzgârın, en azından şu aylarda AKP’den yana estiğini söyleyebiliriz. Ama, erken seçim tarihine kadar ne olacağını kimse bilemez. Şemsiye ters dönebilir de... Yarın, 14 Eylül’de açıklanacak ikinci çeyrek büyüme verileri, yılın yüzde 6 büyüme ile tamamlanacağını teyit edebilir. Bu büyüme oranı ile Türkiye kriz öncesine, yani 2008’e ait milli geliri yakalamıyor ama kriz kaybını belli ölçülerde telafi etmiş görüntüsü veriyor. Ama unutmamalı ki, sıcak para bolluğu ile yaşanan bu büyüme, yeterince istihdam yaratmadı. 15 Eylül’de açıklanacak işsizlik ve istihdam verileri, mevsimin yarattığı iş olanakları ile birlikte işsizliğin yüzde 10’a gerilediğini gösterecek ve mevsimselliği kulak arkası ederek, RTE, “ben dememiş miydim” diye caka satacak. Bu sakat büyümenin çığ gibi büyüttüğü cari açığı kim, nasıl saklayacak? Cari açığın yeni boyutlarını da, 15 Eylül’de göreceğiz. İktidarın boş şişinmelerinden bir başkası yine 15 Eylül’de açıklanacak bütçe sonuçlarına dayanacak. Sıcak para girişinin ucuzlattığı dövizin körüklediği ithalat ve ithalata dayalı ihracat büyümesi, kamçılanan iç tüketim, tüketim vergilerini, yani ÖTV’yi, KDV’yi arttırıyor. Böylece bu hormonal büyümeden ortaya çıkan vergi geliri artışı, açık veren bir bütçe yerine, fazla veren bir bütçe fotoğrafı sergileyecek. Erken seçime giderken ekonomi teması, referandum öncesi konuşulanların önüne geçeceğe benzer. AKP, ayranım ekşi demez tabii. Daha iyi bir icraat vaat eden CHP’nin inandırıcı olması, programında, demokratikleşme kadar, iş- aş sorununda da ikna edici çözümleri bulundurmasına bağlı. Daha fazla yumurta… 9 Eylül’de bu köşede yer alan “Yetmez ama evet”çiler listesinde görünen Ergin Cinmen, Celal Yıldırım, Ayşe Günaysu, Z.Taner Koçak, listenin tamamının evetçilerden oluşmadığını, kendi tercihlerinin boykot yönünde olduğunu bildirdiler. O listedekiler, ağırlıkla “yetmez ama evet”çiydi ve etkinliklerini, yumurta atarak protesto eden Öğrenci Kolektifleri’ni kınamak için bir araya gelmiş, bir bildiriye imza atmışlardı. Öğrenci Kolektifleri, antidemokratik uygulamalara, eşitsizliğe, özgürlük gasplarına, hak ihlallerine ‘Hayır’ diyen, protestolarını şiddet kullanmadan gerçekleştiren bir gençlik örgütlenmesi. Öğrencilerin yumurtalı eylemlerine, listedeki zevat, protesto değil, şiddet nitelemesini uygun görüyor. Şiddet kınayıcısı terkibi birkaç örnekle, Soldefter’de Seyfi Adalı’nın yazdıklarıyla bir daha gözden geçirip soralım: KESK Genel Başkanı Sami Evren ile “evetçi” konfederasyon Hak-İş’in Genel Sekreteri Mustafa Paçal, “sermaye”ye karşı mı yan yanalar? “12 Eylül öncesi bizi de kullandılar” diyen Oya Baydar ile DİSK’i darbecilikle suçlayan Emre Aköz’ü aynı fotoğraf karesinde buluşturan ne? AKP milletvekili aday adayı Turgay Oğur ile 2007 seçimlerinde AKP’ye karşı Ufuk Uras kampanyasını yürüten Atilla Aytemur’un yolları nasıl kesişti? Savaş karşıtı Küresel BAK üyeleri, Irak savaşına destek veren Taraf tezgâhçısı, Washington menşeli Yasemin Çongar ile nasıl yan yanalar? Öğrenci gençliğin yumurtalı protestosuna tahammülsüzlükte bir araya gelenler “şiddeti kınarken” -hepsi demeyelim de- çoğu, “yetmez ama evet” derken AKP’nin kurumsal şiddetinin bizzat yanında saf tuttuklarının farkında değiller mi? Onlar, grev ve direnişlerde, Taksim’de, Güneydoğu’da, her demokratik gösteride, biber gazları, telekulakları, komploları ile şiddetin her türünü doludizgin uygulayan AKP iktidarının, bu şiddeti sivil faşizm boyutuna tırmandırmak için dayattığı anayasaya evet demek için bir araya gelecekler, sol maskeleriyle demokratlara, sosyalistlere her türlü küfrü edecekler ve gençler, bunu yumurta ile protesto ettiklerinde “şiddete maruz kaldıklarından” şikâyet edecekler, öyle mi?.. Öğrenci Kolektifleri’nin yeni sloganını ileteyim de devlet şiddetiyle halvet olup sonra da, “şiddete maruz kaldık” deyip sızlananlar önlemlerini alsın: Yeni slogan şu: 1, 2, 3... Daha fazla yumurta... [email protected] Hayatın içine bu kadar giren internet dürtü kontrol bozuklukları içinde tanımlanan bir hastalık oldu Onlar doğuştan bağlı Ev Avantaj’da 4.6 milyon kullanıcı Türk Telekom’un Ev Avantaj tarifesinden ya- rarlanan kullanõcõ sayõsõ ‘Ramazan Kam- panyasõ’nõn da etkisiyle ağustosta 4.6 milyonu aştõ. Ev Avantaj tarifeleri, yõl sonuna kadar uzatõlan 7’den 7’ye Bedava Kampanyasõ ile ev ve iş telefonlarõndan akşam 7’den sa- bah 7’ye kadar bedava görüşme fõrsatõ su- nuyor. Kampanyada 3 bin dakikalõk kullanõm limiti uygulanõyor. Zayıf şifreler hâlâ popüler Hackerlar en usta şifre kõrma tekniklerini geliştirir- ken, kullanõcõlar zayõf şifreleri seçmeye devam edi- yor. Kullanõcõlarõn yüzde 50’si şifrelerini seçerken isim, argo kelime, günlük kelimeleri seçiyor veya ‘123456’, ‘asdfg’ gibi bitişik rakam ve klavye harf- leri gibi kolay tahmin edilen şifreleri tercih ediyor. Kaspersky Lab Türkiye Genel Müdürü Murat Göçe’e göre hesap şifreleri ne kadar kõsa ve kolaysa şifre saldõrõlarõna maruz kalma olasõlõğõ o kadar yüksek. Halk otobüsünde ücretsiz internet Halk otobüsünde ücretsiz internet Bahçeşehir ve Beylikdüzü bağlantõlõ hatlarda çalõşan çift katlõ halk oto- büslerinde 3G yoluyla ücretsiz inter- net erişimi sağlanõyor. Turkcell ve İs- tanbul Halk Ulaşõm AŞ’nin sunduğu ücretsiz mobil internet bağlantõsõ sa- yesinde günde 15 bin yolcu ‘mobil ha- yat’ farkõyla yolculuk yapõyor. SEKTÖRDEN T ürkiye’de internet birçoğumuzun ha- yatına son 20-30 yılda girmişken yeni do- ğan birçok çocuğun nü- fus cüzdanından önce facebook hesabı oluyor. Yeni doğdukları andan itibaren bir msn adresi, twitter he- sabına sahip olan, fotoğrafları vi- deoları paylaşım sitelerinde dola- şan kendilerine özel bir dilleri olan, ilk- okul döneminde ödevlerini arama motorlarından kopyalayıp yapıştı- ran, bir nesille karşı karşıyayız. Uz- manlara göre bilgisayarla internetle haşırneşir olan çocuklar aileler ve öğ- retmenler tarafından yönlendiril- mezse ciddi psikolojik ve sosyal so- runlarla karşılaşabilirler. Türkiye’nin internetle tanışması 17 yıl öncesine dayanıyor. Şu anda ev- lerin neredeyse yarısında bilgisayar ve internet bağlantısı var. Günümüzde ai- leler ve ögretmenler tarafından doğ- ru yönlendirilmeyen binlerce çocuk günün en az 4-5 saatini internet ba- şında geçiriyor. Çocukların ağırlıklı ola- rak tercih ettikleri alanlar ise şiddet içerikli oyunlar. Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Burhanettin Kaya’ya göre son yıllar- da internet bağımlılığı bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Hayatın içi- ne bu kadar giren internet dürtü kontrol bozuklukları içinde tanımla- nıyor. Çocukların internet kulla- nımında önündeki modelin an- ne ve baba olduğunu vurgulayan Kaya, “Çocuk eğer internet ba- şından kalkmıyorsa, bundan zevk alıyorsa arkadaşlarından uzaklaşıyorsa o zaman psiki- yatrik destek alınmalı” dedi. Kimlikten önce facebook: Yeni doğan birçok çocuğun nüfus cüzdanından önce facebook hesabı oluyor. Anne babanın iyi yönlendirmediği çocuklar günün yaklaşık 4-5 saatini internet başında şiddet ağırlıklı oyunlar oynayarak geçiriyorlar. Hayat internetten ibaret: İnternet bağımlısı olan çocuklar genellikle sosyal ilişkilerden uzaklaşıyor, arkadaşlarını ikinci plana atıyor, internetle yatıp internetle kalkıyor. Uzmanlara göre interneti yasaklamak yerine çocukları yönlendirmek gerekiyor. İ nternet Teknolojileri Derneği Başkanı Mustafa Akgül, çocukların internetle iletişim kurmasını engellemenin mümkün olmadığını belirterek, “İnternete yasak koymak çocukların bilgisayara ilgisini iste- ğini daha da arttırır” dedi. İnternete girecek çocuklara anne ve babaların belli bir yaşa ka- dar yol göstermesi gerektiğini anlatan Akgül, İnternetin artık ilkokullarda bile derslere gir- diğini burada öğretmenlere de görevler düş- tüğünü aktardı. Akgül, “Burada önemli olan akılcı yöntemler kullanmak. İnternetin oyun için değil bilgiye ulaşmak için kullanılan bir araç ol- duğunu çocuklara anlatmak gerekiyor” dedi. Diş sağlığına para ayırmıyoruz BURSA (A.A) - Avrupa’da toplam sağlõk harcamalarõnõn yaklaşõk yüzde 10’unun diş tedavi ve bakõmõna ayrõldõğõ, Türkiye’de ise bu oranõn yüzde 1’i bile bulmadõğõ bildirildi. Türk Diş Hekimleri Birliği (TDB) Genel Başkanõ Prof. Dr. Murat Akkaya, diş bakõmõ konusunda Türkiye’nin kesinlikle sõnõfta kaldõğõnõ ifade ederek, “Türkiye’de insanlarõn diş hekimine gitme sõklõğõ yüzde 0.9 iken, Avrupa’da bu oran yüzde 5. Türkiye’de insanlar, Avrupa’nõn 5’te 1’i oranõnda diş hekimine başvuruyor” dedi. Bu yazıyı hazırlamaya oturduğumda, iki konu aklımda birbirleriyle rekabet ediyordu. Birincisi son haftalarda, uluslararası basında rastladığım, gıda, su, krizlerine ve ekonomik modelin tükenişine ilişkin bir sürdürülebilirlik tartışmasıydı. İkinci konu, kaçınılmaz olarak pazar günü yapılacak olan referandumun olası sonuçlarıyla ilgiliydi. Bu iki konu arasında gidip gelirken, bu ikisini birbirine bağlayan bir soru aklımda şekillenmeye başladı: Ya insanlığın geleceğine ilişkin birbirine taban tabana zıt iki seçenekten oluşan bir yol ayrımında duruyorsak? Ya bu iki konu arasındaki bağlantı, bundan sonra ne tür rejimlerle yönetileceğimize ilişkin bir soruysa? Uygarlığın sürdürülemezlik çıkmazı Önce Akdeniz sonra, dünya pazarının şekillenmesiyle, bunun içinde başlayan sanayi devriminin etkisiyle çeşitli uygarlıklar, kapitalist üretim tarzının elinde özgünlüklerini kaybederek birbirlerine benzemeye başladılar. Zamanla tüm yerel “yaşam dünyaları”/kültürler/“uygarlıklar” kapitalizmin ekolojik egemenliği altına girdiler: Bu “yerellikler”, artık kapitalizmi yeniden üretebildikleri ölçüde varlıklarını sürdürebiliyorlar. Diğer bir deyişle, artık tek bir dünya var kapitalizmin dünyası. Ancak tam bunu söyleyebildiğimiz noktada, bu dünyanın artık sürdürülemezliğinin de ayırtına varmaya başlıyoruz. Bu algıyı yaratan etkenlerin başında, yaşamımızı doğrudan etkileyen ekonomik kriz geliyor. 2007’de başlayan mali krizi, 1980’den bu yana kârların gerçekleşmesi için gerekli talebi krediyle destekleyerek aşırı birikim (kapasite fazlası) sorununu öteleyen (ötelerken doğal kaynakların tüketimini daha da hızlandıran) kriz yönetme modelinin (neoliberal küreselleşme) tükendiğini gösterdi. Böylece hem mali kriz etkisini sürdürmeye devam ediyor hem de kapitalizmin krizi, sorunlarını öteleyecek yeni bir model bulamadığından, kendini en temel özellikleriyle dayatıyor. Bu dayatma, pratikte devletlerin krizin yükünü doğrudan geniş halk kitlelerinin üzerine yıkma çabası olarak karşımıza çıkıyor: Toplumsal harcamalara yönelik kesintiler derinleşiyor; sosyal hakların, özgürlüklerin kısıtlanma süreci hızlanıyor; işsizlik ve yoksulluk artıyor, artmaya da devam edeceği anlaşılıyor. Tüm bunlara karşın kimse bu krizden nasıl çıkılabileceğini söyleyemiyor. Böylece kapitalist üretim tarzının, 1970’lerde başlayan yapısal krizin bir dönüm noktasında, belirsizliğe takılıp kaldığını söyleyebiliyoruz. Geçen 20 yıl boyunca insanların kafasını serbest piyasa, fırsat eşitliği, küreselleşme safsatalarıyla dolduran, tüm dikkatleri bedenlerin hazlarına, hedonist tüketime odaklaştıran, “pasif nihilizmi” genel ruh hali olarak egemen kılan kapitalizmin ekonomik krizi şimdi, bu yarattığı öznelliklerin iktidarsızlığının üzerinde, giderek bir uygarlık krizine dönüşüyor. Çünkü bu “pasif nihilist” insan, uygarlığın karşı karşıya olduğu yaşamsal sorunları çözebilecek, uzun soluklu, haz ilkesinin ötesine geçen çözümlere açık değildir. Gittikçe ağırlaşan su, gıda, enerji kıtlığı iklim ve çevre aşınması sorunları, kapitalist uygarlığın nasıl bir yaşamsal, bekli de “terminal” bir krizle karşı karşıya olduğunu kolaylıkla gösterebiliyor. Bugünkü yaşam koşullarını koruyabilmek için bile, insanlığa 2040 yılına kadar ikinci bir gezegen daha bulmak gerekiyor. Bunu bulacak durumda olmadığımıza göre, geçen hafta yayımlanan ABD dış politikasında etkin bir düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations’un bir yorumundaki şu paragraf üzerinde düşünerek devam edebiliriz: “Sel felaketleri, gittikçe hızlanan çölleşme, yerel halkların ve hükümetlerin önüne, uluslararası etkileri de olabilecek büyük sorunlar koyuyor. Devletler gittikçe azalan kaynaklar üzerinde rekabet ediyorlar, büyük göç dalgaları oluşuyor. Hükümetler ülke içindeki siyasi basınçları komşularının üzerine yansıtmaya çalışıyorlar.” Bilim insanları tartışadursun, dünyanın büyük güçlerinin orduları, iklim değişikliğinin getireceği krizlere, bu şokların yaratacağı durumları yönetmeye yönelik planlar, simülasyonlar yapıyorlar (Michael L. Baker, Council on Foreign Relations 07/09/2010). Afrika, Latin Amerika ve Asya’da büyük güçlerin tarım alanları edinme yarışı hızlanıyor. Gelişmiş, ülkelerin içinde yabancı düşmanlığı, ırkçı eğilimler, emperyalizme bağımlı ülkelerde dini, etnik çatışmalar, diğer bir deyişle “günah keçisi” (bizi bu hale düşüren, aklımızı bozan yabancı unsur) arama eğilimleri güçleniyor. ‘Demokrasi’ bitiyor Uygarlığın dokusu, ekonomik, ideolojik (pasif nihilizme karşı, dinci fanatizm), siyasi, ekolojik krizlerin basıncı altında çözülürken egemen sınıfların, seçkinlerinin, siyasi, ekonomik güçlerinin maddi zemininin giderek aşınmasına seyirci kalmaları düşünülemez. Bu kesimlerin ellerindeki devletin disiplin ve ceza aygıtları (bürokrasi, ordu, polis) ve ideolojik (itaat yaratma) aygıtları yoluyla gidişe el koyarak kendi çözümlerini dayatmaları kaçınılmaz. Hatta 11 Eylül 2001’den bu yana, uygulamaya konan güvenlik önlemleri, kurumları, dini, ırkçı söylemlere bakarak bu sürecin başladığını söyleyebiliriz. Bu sırada devlet, finans kapitalin yönetim kurumu olarak ekonomiye müdahale pratiklerine geri dönüyor. Yükselen güçlerin bünyesinde devlet kapitalizmi şekilleniyor. Kıt kaynaklara erişimde serbest piyasaya güvenilemeyeceği ortaya çıkıyor. Tüm bunları, yeni model arayışıyla birlikte, oluşmaya başlayan yeni ortamın parçaları olarak düşünebiliriz. Bu ortamın sergilediği sürdürülemezlik, karşısında seçkinler, halk kitlelerini, aptalca kendi hazlarının peşinde koşan, bunun nedenlerini ve sonuçlarını kavramaktan aciz, kendi gerçek çıkarlarını bilemeyen, edilgen bireyler sürüsü olarak tanımlıyorlar. Bu tanımlamalar, totaliter ideolojilerle desteklenen otoriter rejimlere açılıyor. Nitekim, daha şimdiden kapitalist uygarlığı kurtarabilmek için, bireyi, tüketim alışkanlıklarına, zaman ve mekânına kadar denetlemeye niyetli bir biyopolitik rejiminin yavaş yavaş, (bazı ülkelerde daha hızlı) gündeme geldiğini görüyoruz. Egemen güçler yeni muhafazakâr-liberal burjuva düşüncesinin son sığınağı olan bireysel “özgürlükler” kavramını da bir kenara itmeye, kendi gereksinimlerine göre yeni değerleri gündeme getirmeye başlıyorlar. Liberal- muhafazakâr ittifakı çatlıyor, liberal eğilimler geriliyor; yeni muhafazakârlığın, reaksiyoner, totaliter eğilimleri öne çıkmaya başlıyor… AKP hükümetini destekleyen ve taşıyan uluslararası eğilimleri, siyasal İslamın gelişmesine verilen desteği yukarıdaki tanımlamalar altında anlamlandırabiliriz. Eğer referandumdan “evet” sonucu çıktıysa, birinci, totaliter seçeneğin Türkiye’deki yansıması giderek güçlenecek demektir. Öyleyse, Türkiye’nin de ufkunun ötesinde “büyük resme” bakarak, geniş kitleleri pasif, çocuksu, yönetilecek kalabalıklar olarak değil, ortak çıkarların etrafında bütünleşmiş, aktif bir irade olarak düşünen bir başka seçenek gerekiyor. Bu seçenek uygarlık krizinin gündeme getirdiği sorunları, büyük çoğunluğun çıkarları açısından ele almalıdır. Bu nedenle “genel irade” kavramına geri dönülmelidir. “Genel irade”, kamusal alan, kamu katılımı kavramlarıyla birlikte, sermayenin küreselleşmesinin, karşısına çalışanların, emeklilerin, çocukların, engellilerin, genel çıkarlarını temsil eden evrensel haklarını koyarak, yeniden düşünülmelidir. Şimdi bir yol ayrımındayız. Bu yollardan iyice aşınmış olanını seçersek, önümüzde totaliter kapitalizm var. Eğer farklı bir şey istiyorsak (Robert Frost’un ünlü şiirinden çalarak) “daha az gidilmiş olanı” seçebiliriz. İki Seçeneğin Yol Ayrımında... [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.comDÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA Bağımlı mıyız? Aşağõdaki 8 kriterden 5 tanesinin yaşanmasõ du- rumunda kişi bağõmlõ ola- rak nitelendiriliyor. 1. İnternet ile ilgili aşı- rı zihinsel uğraş. 2. İnternete bağlõ kalma süresinde artõşa ihtiyaç duyma 3. İnternet kullanımını azaltmaya yönelik başa- rısız girişimlerde bulun- mak. 4. İnternet kullanõmõnõn azaltõlmasõ durumda yok- sunluk belirtileri (huzur- suzluk, disfori vb.) 5. Zamanı (günlük ak- tiviteleri) programlama ile ilgili sorunlar. 6. Aşõrõ internet kullanõ- mõ nedeniyle çevre ile problemler. 7. İnternete bağlı kala- bilmek veya bağlanabil- mek için dürüst olmayan girişimlerde bulunmak. 8. İnternete bağlandõğõ süre içerisinde duygula- nõmda değişiklik olmasõ. İnternet bağõmlõlarõ yaptõklarõ işten zevk al- dõklarõ için çoğu zaman hastaneye başvurmuyor- lar. Bu kişilerin genellikle başka bir zevk alanlarõ kalmõyor. Başka şeylerle uğraşõrken bile akõllarõn- da bilgisayarla ilgili şey- ler oluyor. İlk fõrsatta bil- gisayarõn başõna geçi- yorlar. Tek tuşla iki nottbook Tek tuşta aynı notebook’u iki notebook gibi kullandıran teknoloji switchable grafik teknolojili yeni Casper Nir- vana piyasaya sunuldu. Cas- per Nirvana serisinde bulu- nan switchable ekran kartı teknolojisi, kullanıcıya dahi- li ve harici ekran kartı özel- liğini aynı notebook’ta tek tuşla yaşatıyor. Panasonic’den yeni projektör Şirketlerin ve eğitim kurumla- rının ihtiyaçlarına yönelik üre- tilen Panasonic LB1 ve LB2 projeksiyon Türkiye’de satı- şa sunuldu. Panasonic PT- LB1 ve Panasonic PT-LB2. Yalnızca 2.3 kg. ağırlığın- daki bu yeni projektörler tak- çalıştır, otomatik sinyal ve format arama gibi kullanım özellikleriyle ve aynı zaman- da taşınabilirlik hedeflenerek tasarlandı. Samsung LED Türkiye’de Dünyanın en innce Full HD 3D LED televizyonlarından Samsung 9000 serisi, Türki- ye’de satışa sunuldu. 7.98 mm inceliğinde ve gömme ses sistemi özelliklerine sa- hip Samsung Full HD 3D LED 9000 serisi ilk kez do- kunmatik ekran uzaktan ku- mandasını da sunuyor. Yasaklamayalım yönlendirelim
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle