Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
SAYFA CUMHURİYET 13 EYLÜL 2010 PAZARTESİ
12 EKONOMİ
CMYB
C M Y B
PARA-META-PARA
MUSTAFA SÖNMEZ
Takvim Değişiyor
Gündem Değişmiyor
Günlük gazete yorumcularının çoğu, teknik
nedenlerle, referandum sonuçlarını öğrenemeden
bugünkü yazılarını yazıp yazıişlerine teslim ettiler.
Ama, rahatlıkla herkesin paylaşacağı bir gerçek
var: Aylardır süren anayasa değişikliği tartışmaları
bitmedi, bitmeyecek. Sonuçlar, şimdi gündemi bir
erken seçim kulvarına taşıyor. Hem erken seçim
hem de yeni bir Meclisçe yapılması gereken yeni
bir anayasa gerekliliği konuşulacak artık. 2011’in
mayıs-haziran aylarında bir erken seçim çok
muhtemel görünüyor. AKP iktidarının, referandum
öncesinden taşlarını buna göre dizdiği, örneğin bir
“çıpa” olarak görülen “mali kural”ı sırf bu nedenle
gündemden düşürdüğü biliniyor. Ne demektir bu?
Hükümet, bugünden itibaren erken seçimi
düşünerek daha gevşek bir maliye politikası
izleyecek. Yani bütçe açığını biraz daha
büyütmeyi, kamu borç stokunu biraz daha
arttırmayı göze alan harcama politikaları
izleyecek. Kamu yatırımlarını, tarıma, hane halkına
dönük transfer harcamalarını arttıran, memur-
emekli maaşlarında ufak tefek artışlar öngören,
Merkez Bankası’na faiz indirten icraatlar söz
konusu olacak. Sıcak paranın şu konjonktürde
Türkiye’deki faizlerden, borsa getirilerinden
memnun göründüğü ve olağanüstü gelişmeler
olmaz ise bu tercihini değiştirmeyeceği
varsayılırsa, dış rüzgârın, en azından şu aylarda
AKP’den yana estiğini söyleyebiliriz. Ama, erken
seçim tarihine kadar ne olacağını kimse bilemez.
Şemsiye ters dönebilir de...
Yarın, 14 Eylül’de açıklanacak ikinci çeyrek
büyüme verileri, yılın yüzde 6 büyüme ile
tamamlanacağını teyit edebilir. Bu büyüme oranı
ile Türkiye kriz öncesine, yani 2008’e ait milli geliri
yakalamıyor ama kriz kaybını belli ölçülerde telafi
etmiş görüntüsü veriyor. Ama unutmamalı ki,
sıcak para bolluğu ile yaşanan bu büyüme,
yeterince istihdam yaratmadı. 15 Eylül’de
açıklanacak işsizlik ve istihdam verileri,
mevsimin yarattığı iş olanakları ile birlikte işsizliğin
yüzde 10’a gerilediğini gösterecek ve
mevsimselliği kulak arkası ederek, RTE, “ben
dememiş miydim” diye caka satacak. Bu sakat
büyümenin çığ gibi büyüttüğü cari açığı kim, nasıl
saklayacak? Cari açığın yeni boyutlarını da, 15
Eylül’de göreceğiz. İktidarın boş şişinmelerinden
bir başkası yine 15 Eylül’de açıklanacak bütçe
sonuçlarına dayanacak. Sıcak para girişinin
ucuzlattığı dövizin körüklediği ithalat ve ithalata
dayalı ihracat büyümesi, kamçılanan iç tüketim,
tüketim vergilerini, yani ÖTV’yi, KDV’yi arttırıyor.
Böylece bu hormonal büyümeden ortaya çıkan
vergi geliri artışı, açık veren bir bütçe yerine, fazla
veren bir bütçe fotoğrafı sergileyecek.
Erken seçime giderken ekonomi teması,
referandum öncesi konuşulanların önüne
geçeceğe benzer. AKP, ayranım ekşi demez tabii.
Daha iyi bir icraat vaat eden CHP’nin inandırıcı
olması, programında, demokratikleşme kadar, iş-
aş sorununda da ikna edici çözümleri
bulundurmasına bağlı.
Daha fazla yumurta…
9 Eylül’de bu köşede yer alan “Yetmez ama
evet”çiler listesinde görünen Ergin Cinmen,
Celal Yıldırım, Ayşe Günaysu, Z.Taner Koçak,
listenin tamamının evetçilerden oluşmadığını,
kendi tercihlerinin boykot yönünde olduğunu
bildirdiler. O listedekiler, ağırlıkla “yetmez ama
evetӍiydi ve etkinliklerini, yumurta atarak
protesto eden Öğrenci Kolektifleri’ni kınamak
için bir araya gelmiş, bir bildiriye imza atmışlardı.
Öğrenci Kolektifleri, antidemokratik
uygulamalara, eşitsizliğe, özgürlük gasplarına,
hak ihlallerine ‘Hayır’ diyen, protestolarını şiddet
kullanmadan gerçekleştiren bir gençlik
örgütlenmesi. Öğrencilerin yumurtalı eylemlerine,
listedeki zevat, protesto değil, şiddet
nitelemesini uygun görüyor.
Şiddet kınayıcısı terkibi birkaç örnekle,
Soldefter’de Seyfi Adalı’nın yazdıklarıyla bir daha
gözden geçirip soralım: KESK Genel Başkanı
Sami Evren ile “evetçi” konfederasyon Hak-İş’in
Genel Sekreteri Mustafa Paçal, “sermaye”ye
karşı mı yan yanalar? “12 Eylül öncesi bizi de
kullandılar” diyen Oya Baydar ile DİSK’i
darbecilikle suçlayan Emre Aköz’ü aynı fotoğraf
karesinde buluşturan ne? AKP milletvekili aday
adayı Turgay Oğur ile 2007 seçimlerinde AKP’ye
karşı Ufuk Uras kampanyasını yürüten Atilla
Aytemur’un yolları nasıl kesişti? Savaş karşıtı
Küresel BAK üyeleri, Irak savaşına destek veren
Taraf tezgâhçısı, Washington menşeli Yasemin
Çongar ile nasıl yan yanalar? Öğrenci gençliğin
yumurtalı protestosuna tahammülsüzlükte bir
araya gelenler “şiddeti kınarken” -hepsi
demeyelim de- çoğu, “yetmez ama evet” derken
AKP’nin kurumsal şiddetinin bizzat yanında saf
tuttuklarının farkında değiller mi? Onlar, grev ve
direnişlerde, Taksim’de, Güneydoğu’da, her
demokratik gösteride, biber gazları, telekulakları,
komploları ile şiddetin her türünü doludizgin
uygulayan AKP iktidarının, bu şiddeti sivil faşizm
boyutuna tırmandırmak için dayattığı anayasaya
evet demek için bir araya gelecekler, sol
maskeleriyle demokratlara, sosyalistlere her türlü
küfrü edecekler ve gençler, bunu yumurta ile
protesto ettiklerinde “şiddete maruz
kaldıklarından” şikâyet edecekler, öyle mi?..
Öğrenci Kolektifleri’nin yeni sloganını ileteyim de
devlet şiddetiyle halvet olup sonra da, “şiddete
maruz kaldık” deyip sızlananlar önlemlerini alsın:
Yeni slogan şu: 1, 2, 3... Daha fazla yumurta...
mustafasnmz@cumhuriyet.com.tr
Hayatın içine bu kadar giren internet dürtü kontrol bozuklukları içinde tanımlanan bir hastalık oldu
Onlar doğuştan bağlı
Ev Avantaj’da 4.6 milyon kullanıcı
Türk Telekom’un Ev Avantaj tarifesinden ya-
rarlanan kullanõcõ sayõsõ ‘Ramazan Kam-
panyasõ’nõn da etkisiyle ağustosta 4.6 milyonu
aştõ. Ev Avantaj tarifeleri, yõl sonuna kadar
uzatõlan 7’den 7’ye Bedava Kampanyasõ
ile ev ve iş telefonlarõndan akşam 7’den sa-
bah 7’ye kadar bedava görüşme fõrsatõ su-
nuyor. Kampanyada 3 bin dakikalõk
kullanõm limiti uygulanõyor.
Zayıf şifreler hâlâ popüler
Hackerlar en usta şifre kõrma tekniklerini geliştirir-
ken, kullanõcõlar zayõf şifreleri seçmeye devam edi-
yor. Kullanõcõlarõn yüzde 50’si şifrelerini seçerken
isim, argo kelime, günlük kelimeleri seçiyor veya
‘123456’, ‘asdfg’ gibi bitişik rakam ve klavye harf-
leri gibi kolay tahmin edilen şifreleri tercih ediyor.
Kaspersky Lab Türkiye Genel Müdürü Murat Göçe’e
göre hesap şifreleri ne kadar kõsa ve kolaysa şifre
saldõrõlarõna maruz kalma olasõlõğõ o kadar yüksek.
Halk otobüsünde ücretsiz internet
Halk otobüsünde ücretsiz internet
Bahçeşehir ve Beylikdüzü bağlantõlõ
hatlarda çalõşan çift katlõ halk oto-
büslerinde 3G yoluyla ücretsiz inter-
net erişimi sağlanõyor. Turkcell ve İs-
tanbul Halk Ulaşõm AŞ’nin sunduğu
ücretsiz mobil internet bağlantõsõ sa-
yesinde günde 15 bin yolcu ‘mobil ha-
yat’ farkõyla yolculuk yapõyor.
SEKTÖRDEN
T
ürkiye’de internet
birçoğumuzun ha-
yatına son 20-30
yılda girmişken yeni do-
ğan birçok çocuğun nü-
fus cüzdanından önce
facebook hesabı oluyor.
Yeni doğdukları andan
itibaren bir msn adresi, twitter he-
sabına sahip olan, fotoğrafları vi-
deoları paylaşım sitelerinde dola-
şan kendilerine özel bir dilleri olan, ilk-
okul döneminde ödevlerini arama
motorlarından kopyalayıp yapıştı-
ran, bir nesille karşı karşıyayız. Uz-
manlara göre bilgisayarla internetle
haşırneşir olan çocuklar aileler ve öğ-
retmenler tarafından yönlendiril-
mezse ciddi psikolojik ve sosyal so-
runlarla karşılaşabilirler.
Türkiye’nin internetle tanışması 17
yıl öncesine dayanıyor. Şu anda ev-
lerin neredeyse yarısında bilgisayar ve
internet bağlantısı var. Günümüzde ai-
leler ve ögretmenler tarafından doğ-
ru yönlendirilmeyen binlerce çocuk
günün en az 4-5 saatini internet ba-
şında geçiriyor. Çocukların ağırlıklı ola-
rak tercih ettikleri alanlar ise şiddet
içerikli oyunlar. Türkiye Psikiyatri
Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr.
Burhanettin Kaya’ya göre son yıllar-
da internet bağımlılığı bir hastalık
olarak karşımıza çıkıyor. Hayatın içi-
ne bu kadar giren internet dürtü
kontrol bozuklukları içinde tanımla-
nıyor. Çocukların internet kulla-
nımında önündeki modelin an-
ne ve baba olduğunu vurgulayan
Kaya, “Çocuk eğer internet ba-
şından kalkmıyorsa, bundan
zevk alıyorsa arkadaşlarından
uzaklaşıyorsa o zaman psiki-
yatrik destek alınmalı” dedi.
Kimlikten önce facebook: Yeni doğan birçok
çocuğun nüfus cüzdanından önce facebook hesabı
oluyor. Anne babanın iyi yönlendirmediği çocuklar
günün yaklaşık 4-5 saatini internet başında şiddet
ağırlıklı oyunlar oynayarak geçiriyorlar.
Hayat internetten ibaret: İnternet bağımlısı olan
çocuklar genellikle sosyal ilişkilerden uzaklaşıyor,
arkadaşlarını ikinci plana atıyor, internetle yatıp
internetle kalkıyor. Uzmanlara göre interneti yasaklamak
yerine çocukları yönlendirmek gerekiyor.
İ
nternet Teknolojileri Derneği Başkanı
Mustafa Akgül, çocukların internetle
iletişim kurmasını engellemenin mümkün
olmadığını belirterek, “İnternete yasak
koymak çocukların bilgisayara ilgisini iste-
ğini daha da arttırır” dedi. İnternete girecek
çocuklara anne ve babaların belli bir yaşa ka-
dar yol göstermesi gerektiğini anlatan Akgül,
İnternetin artık ilkokullarda bile derslere gir-
diğini burada öğretmenlere de görevler düş-
tüğünü aktardı. Akgül, “Burada önemli olan
akılcı yöntemler kullanmak. İnternetin oyun için
değil bilgiye ulaşmak için kullanılan bir araç ol-
duğunu çocuklara anlatmak gerekiyor” dedi.
Diş sağlığına para ayırmıyoruz
BURSA (A.A) - Avrupa’da toplam sağlõk
harcamalarõnõn yaklaşõk yüzde 10’unun diş
tedavi ve bakõmõna ayrõldõğõ, Türkiye’de ise
bu oranõn yüzde 1’i bile bulmadõğõ bildirildi.
Türk Diş Hekimleri Birliği (TDB) Genel
Başkanõ Prof. Dr. Murat Akkaya, diş bakõmõ
konusunda Türkiye’nin kesinlikle sõnõfta
kaldõğõnõ ifade ederek, “Türkiye’de
insanlarõn diş hekimine gitme sõklõğõ yüzde
0.9 iken, Avrupa’da bu oran yüzde 5.
Türkiye’de insanlar, Avrupa’nõn 5’te 1’i
oranõnda diş hekimine başvuruyor” dedi.
Bu yazıyı hazırlamaya oturduğumda, iki konu
aklımda birbirleriyle rekabet ediyordu. Birincisi
son haftalarda, uluslararası basında
rastladığım, gıda, su, krizlerine ve ekonomik
modelin tükenişine ilişkin bir sürdürülebilirlik
tartışmasıydı. İkinci konu, kaçınılmaz olarak
pazar günü yapılacak olan referandumun olası
sonuçlarıyla ilgiliydi. Bu iki konu arasında gidip
gelirken, bu ikisini birbirine bağlayan bir soru
aklımda şekillenmeye başladı: Ya insanlığın
geleceğine ilişkin birbirine taban tabana zıt iki
seçenekten oluşan bir yol ayrımında
duruyorsak? Ya bu iki konu arasındaki bağlantı,
bundan sonra ne tür rejimlerle yönetileceğimize
ilişkin bir soruysa?
Uygarlığın sürdürülemezlik çıkmazı
Önce Akdeniz sonra, dünya pazarının
şekillenmesiyle, bunun içinde başlayan sanayi
devriminin etkisiyle çeşitli uygarlıklar, kapitalist
üretim tarzının elinde özgünlüklerini kaybederek
birbirlerine benzemeye başladılar. Zamanla tüm
yerel “yaşam dünyaları”/kültürler/“uygarlıklar”
kapitalizmin ekolojik egemenliği altına girdiler:
Bu “yerellikler”, artık kapitalizmi yeniden
üretebildikleri ölçüde varlıklarını
sürdürebiliyorlar. Diğer bir deyişle, artık tek bir
dünya var kapitalizmin dünyası.
Ancak tam bunu söyleyebildiğimiz noktada,
bu dünyanın artık sürdürülemezliğinin de
ayırtına varmaya başlıyoruz. Bu algıyı yaratan
etkenlerin başında, yaşamımızı doğrudan
etkileyen ekonomik kriz geliyor. 2007’de
başlayan mali krizi, 1980’den bu yana kârların
gerçekleşmesi için gerekli talebi krediyle
destekleyerek aşırı birikim (kapasite fazlası)
sorununu öteleyen (ötelerken doğal kaynakların
tüketimini daha da hızlandıran) kriz yönetme
modelinin (neoliberal küreselleşme) tükendiğini
gösterdi. Böylece hem mali kriz etkisini
sürdürmeye devam ediyor hem de
kapitalizmin krizi, sorunlarını öteleyecek yeni bir
model bulamadığından, kendini en temel
özellikleriyle dayatıyor.
Bu dayatma, pratikte devletlerin krizin
yükünü doğrudan geniş halk kitlelerinin üzerine
yıkma çabası olarak karşımıza çıkıyor:
Toplumsal harcamalara yönelik kesintiler
derinleşiyor; sosyal hakların, özgürlüklerin
kısıtlanma süreci hızlanıyor; işsizlik ve yoksulluk
artıyor, artmaya da devam edeceği anlaşılıyor.
Tüm bunlara karşın kimse bu krizden nasıl
çıkılabileceğini söyleyemiyor.
Böylece kapitalist üretim tarzının, 1970’lerde
başlayan yapısal krizin bir dönüm noktasında,
belirsizliğe takılıp kaldığını söyleyebiliyoruz.
Geçen 20 yıl boyunca insanların kafasını
serbest piyasa, fırsat eşitliği, küreselleşme
safsatalarıyla dolduran, tüm dikkatleri
bedenlerin hazlarına, hedonist tüketime
odaklaştıran, “pasif nihilizmi” genel ruh hali
olarak egemen kılan kapitalizmin ekonomik
krizi şimdi, bu yarattığı öznelliklerin
iktidarsızlığının üzerinde, giderek bir uygarlık
krizine dönüşüyor. Çünkü bu “pasif nihilist”
insan, uygarlığın karşı karşıya olduğu yaşamsal
sorunları çözebilecek, uzun soluklu, haz
ilkesinin ötesine geçen çözümlere açık değildir.
Gittikçe ağırlaşan su, gıda, enerji kıtlığı iklim
ve çevre aşınması sorunları, kapitalist uygarlığın
nasıl bir yaşamsal, bekli de “terminal” bir krizle
karşı karşıya olduğunu kolaylıkla gösterebiliyor.
Bugünkü yaşam koşullarını koruyabilmek için
bile, insanlığa 2040 yılına kadar ikinci bir
gezegen daha bulmak gerekiyor.
Bunu bulacak durumda olmadığımıza göre,
geçen hafta yayımlanan ABD dış politikasında
etkin bir düşünce kuruluşu Council on Foreign
Relations’un bir yorumundaki şu paragraf
üzerinde düşünerek devam edebiliriz: “Sel
felaketleri, gittikçe hızlanan çölleşme, yerel
halkların ve hükümetlerin önüne, uluslararası
etkileri de olabilecek büyük sorunlar koyuyor.
Devletler gittikçe azalan kaynaklar üzerinde
rekabet ediyorlar, büyük göç dalgaları oluşuyor.
Hükümetler ülke içindeki siyasi basınçları
komşularının üzerine yansıtmaya çalışıyorlar.”
Bilim insanları tartışadursun, dünyanın büyük
güçlerinin orduları, iklim değişikliğinin
getireceği krizlere, bu şokların yaratacağı
durumları yönetmeye yönelik planlar,
simülasyonlar yapıyorlar (Michael L. Baker,
Council on Foreign Relations 07/09/2010).
Afrika, Latin Amerika ve Asya’da büyük
güçlerin tarım alanları edinme yarışı hızlanıyor.
Gelişmiş, ülkelerin içinde yabancı düşmanlığı,
ırkçı eğilimler, emperyalizme bağımlı ülkelerde
dini, etnik çatışmalar, diğer bir deyişle “günah
keçisi” (bizi bu hale düşüren, aklımızı bozan
yabancı unsur) arama eğilimleri güçleniyor.
‘Demokrasi’ bitiyor
Uygarlığın dokusu, ekonomik, ideolojik (pasif
nihilizme karşı, dinci fanatizm), siyasi, ekolojik
krizlerin basıncı altında çözülürken egemen
sınıfların, seçkinlerinin, siyasi, ekonomik
güçlerinin maddi zemininin giderek aşınmasına
seyirci kalmaları düşünülemez. Bu kesimlerin
ellerindeki devletin disiplin ve ceza aygıtları
(bürokrasi, ordu, polis) ve ideolojik (itaat
yaratma) aygıtları yoluyla gidişe el koyarak
kendi çözümlerini dayatmaları kaçınılmaz.
Hatta 11 Eylül 2001’den bu yana,
uygulamaya konan güvenlik önlemleri,
kurumları, dini, ırkçı söylemlere bakarak bu
sürecin başladığını söyleyebiliriz. Bu sırada
devlet, finans kapitalin yönetim kurumu olarak
ekonomiye müdahale pratiklerine geri dönüyor.
Yükselen güçlerin bünyesinde devlet
kapitalizmi şekilleniyor. Kıt kaynaklara erişimde
serbest piyasaya güvenilemeyeceği ortaya
çıkıyor. Tüm bunları, yeni model arayışıyla
birlikte, oluşmaya başlayan yeni ortamın
parçaları olarak düşünebiliriz.
Bu ortamın sergilediği sürdürülemezlik,
karşısında seçkinler, halk kitlelerini, aptalca
kendi hazlarının peşinde koşan, bunun
nedenlerini ve sonuçlarını kavramaktan aciz,
kendi gerçek çıkarlarını bilemeyen, edilgen
bireyler sürüsü olarak tanımlıyorlar. Bu
tanımlamalar, totaliter ideolojilerle
desteklenen otoriter rejimlere açılıyor.
Nitekim, daha şimdiden kapitalist uygarlığı
kurtarabilmek için, bireyi, tüketim
alışkanlıklarına, zaman ve mekânına kadar
denetlemeye niyetli bir biyopolitik rejiminin
yavaş yavaş, (bazı ülkelerde daha hızlı)
gündeme geldiğini görüyoruz.
Egemen güçler yeni muhafazakâr-liberal
burjuva düşüncesinin son sığınağı olan bireysel
“özgürlükler” kavramını da bir kenara itmeye,
kendi gereksinimlerine göre yeni değerleri
gündeme getirmeye başlıyorlar. Liberal-
muhafazakâr ittifakı çatlıyor, liberal eğilimler
geriliyor; yeni muhafazakârlığın, reaksiyoner,
totaliter eğilimleri öne çıkmaya başlıyor…
AKP hükümetini destekleyen ve taşıyan
uluslararası eğilimleri, siyasal İslamın
gelişmesine verilen desteği yukarıdaki
tanımlamalar altında anlamlandırabiliriz. Eğer
referandumdan “evet” sonucu çıktıysa, birinci,
totaliter seçeneğin Türkiye’deki yansıması
giderek güçlenecek demektir.
Öyleyse, Türkiye’nin de ufkunun ötesinde
“büyük resme” bakarak, geniş kitleleri pasif,
çocuksu, yönetilecek kalabalıklar olarak değil,
ortak çıkarların etrafında bütünleşmiş, aktif bir
irade olarak düşünen bir başka seçenek
gerekiyor.
Bu seçenek uygarlık krizinin gündeme
getirdiği sorunları, büyük çoğunluğun çıkarları
açısından ele almalıdır. Bu nedenle “genel
irade” kavramına geri dönülmelidir. “Genel
irade”, kamusal alan, kamu katılımı
kavramlarıyla birlikte, sermayenin
küreselleşmesinin, karşısına çalışanların,
emeklilerin, çocukların, engellilerin, genel
çıkarlarını temsil eden evrensel haklarını
koyarak, yeniden düşünülmelidir.
Şimdi bir yol ayrımındayız. Bu yollardan iyice
aşınmış olanını seçersek, önümüzde totaliter
kapitalizm var. Eğer farklı bir şey istiyorsak
(Robert Frost’un ünlü şiirinden çalarak) “daha
az gidilmiş olanı” seçebiliriz.
İki Seçeneğin Yol Ayrımında...
erginy@tr.net
http://erginyildizoglu.blogspot.comDÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA
Bağımlı mıyız?
Aşağõdaki 8 kriterden 5
tanesinin yaşanmasõ du-
rumunda kişi bağõmlõ ola-
rak nitelendiriliyor.
1. İnternet ile ilgili aşı-
rı zihinsel uğraş.
2. İnternete bağlõ kalma
süresinde artõşa ihtiyaç
duyma
3. İnternet kullanımını
azaltmaya yönelik başa-
rısız girişimlerde bulun-
mak.
4. İnternet kullanõmõnõn
azaltõlmasõ durumda yok-
sunluk belirtileri (huzur-
suzluk, disfori vb.)
5. Zamanı (günlük ak-
tiviteleri) programlama
ile ilgili sorunlar.
6. Aşõrõ internet kullanõ-
mõ nedeniyle çevre ile
problemler.
7. İnternete bağlı kala-
bilmek veya bağlanabil-
mek için dürüst olmayan
girişimlerde bulunmak.
8. İnternete bağlandõğõ
süre içerisinde duygula-
nõmda değişiklik olmasõ.
İnternet bağõmlõlarõ
yaptõklarõ işten zevk al-
dõklarõ için çoğu zaman
hastaneye başvurmuyor-
lar. Bu kişilerin genellikle
başka bir zevk alanlarõ
kalmõyor. Başka şeylerle
uğraşõrken bile akõllarõn-
da bilgisayarla ilgili şey-
ler oluyor. İlk fõrsatta bil-
gisayarõn başõna geçi-
yorlar.
Tek tuşla
iki nottbook
Tek tuşta aynı notebook’u iki
notebook gibi kullandıran
teknoloji switchable grafik
teknolojili yeni Casper Nir-
vana piyasaya sunuldu. Cas-
per Nirvana serisinde bulu-
nan switchable ekran kartı
teknolojisi, kullanıcıya dahi-
li ve harici ekran kartı özel-
liğini aynı notebook’ta tek
tuşla yaşatıyor.
Panasonic’den
yeni projektör
Şirketlerin ve eğitim kurumla-
rının ihtiyaçlarına yönelik üre-
tilen Panasonic LB1 ve LB2
projeksiyon Türkiye’de satı-
şa sunuldu. Panasonic PT-
LB1 ve Panasonic PT-LB2.
Yalnızca 2.3 kg. ağırlığın-
daki bu yeni projektörler tak-
çalıştır, otomatik sinyal ve
format arama gibi kullanım
özellikleriyle ve aynı zaman-
da taşınabilirlik hedeflenerek
tasarlandı.
Samsung
LED Türkiye’de
Dünyanın en innce Full HD
3D LED televizyonlarından
Samsung 9000 serisi, Türki-
ye’de satışa sunuldu. 7.98
mm inceliğinde ve gömme
ses sistemi özelliklerine sa-
hip Samsung Full HD 3D
LED 9000 serisi ilk kez do-
kunmatik ekran uzaktan ku-
mandasını da sunuyor.
Yasaklamayalım yönlendirelim