19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 28 AĞUSTOS 2010 CUMARTESİ 16 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Et Sorunu Et fiyatlarındaki hızlı artışları durdurmak amacıyla, başka ülkelerden yüksek miktarlarda et aldığımız halde, et fiyatlarında beklenen düşme sağlanamamıştır. Bu konuda karar vermek zorunda olanların, uzun süreli tarım ve hayvancılık politikalarımızı gözden geçirmelerinin gerekli olduğu, bu deneyim sonunda bir kez daha anlaşılmıştır. Ülkemiz ekonomisinin uzun süreli hedeflerine ulaşmasında tarım ve hayvancılık politikalarının önemi konusunda tartışma yapmaya gerek yoktur. Son yıllarda, tarım üretiminin, Milli Gelir içindeki payında önemli düşmeler olmuştur ve bu pay, 1998 fiyatlarıyla yapılan hesaplamalara göre, 2002’de yüzde 12.2’ye ve 2008’de yüzde 9.2’ye kadar düşmüştür. Ancak ekonomimiz için tarım üretiminin önemi hâlâ büyüktür. Nüfusumuzun yaklaşık yarısı, hâlâ tarımdan ve tarıma dayalı sanayiden geçimini sağlamakta ve ücretle çalışanlarımızın yüzde 30’a yakını tarım kesiminde çalışmaktadır. Ülkemizde et konusunda karşılaştığımız sorunun boyutlarını tam inceleyerek uygulanabilir öneriler geliştirmek, bu yazının boyutlarını ve yazarının uzmanlığını aşacaktır. Konu ile igili haberler ve kamu kurumlarından yapılan açıklamalara göre, büyük ölçekli dışalıma rağmen, fiyatların düşmesi sağlanamamış, tüketicilere daha ucuz ve istedikleri miktarlarda et sağlanamamıştır. Bu sonuç, tarım kesimi ve hayvancılık konusunda bir araştırma gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu araştırmadan sonra belki de, tarım ve hayvancılığımızın geleceğini güven altına alabilmek için kalıcı bir tarım ve hayvancılık politikasına da ulaşılabilecektir. Son yıllarda tarım ve hayvancılık alanında önemli yanlışlıklar yapıldığı, ülkemizin sadece et konusunda değil, birçok tarımsal üründe, eskiden kendi üretimi yeterli iken, son yıllarda yurtdışından alım yapmak zorunda kalmış olmasından bellidir. Buğday, pamuk, tütün, birçok meyve ve sebze türleri, birçok işlenmiş tarımsal ürünler, içme suyu, bunlardan en çarpıcı olanlarıdır. Bu yazıda, öteden beri uzun süreli politikadan yoksun olan tarım kesimimizin tüm sorunlarını ele almak olanağı yoktur. Ama et konusunda, pazarın gereklerini yerine getirmek için, aşağıdaki sorulara yanıt arama hedefiyle bir araştırma yapılması işimizi kolaylaştırabilir: 1. Et alanında üretimimizin yetersiz kaldığı, bellidir. Bu durumun, nüfusumuzun, üretimden hızlı artması, dışardan alınan ürünün tüketicimize ulaşımını sağlamakta güçlük çekilmesi gibi uzun süreli nedenleri vardır; bunların kıtlıktaki payı tespit edilmelidir. 2. Görevli kuruluşlar, canlı hayvan dışalımını tüketiciye ulaştırmakta güçlük çekmekte midir? Bu güçlüklere karşı ne gibi önlemler alınabilir? 3. Et üretimi kuruluşları, tüketicimizin tümüne hizmet edemiyorsa, bu nasıl önlenebilir? 4. Hayvancılığımızın, nüfüsumuzun isteklerine uygun gelişmesi için neler yapılabilir? 5. Doğu Anadolu’nun temel geçim kaynaklarından olan hayvanclığın geliştirilmesi ile dışalım yerine dışsatımı geliştirmek olanakları var mıdır? Bunlar nelerdir? 6. Hayvancılığın kalkındırılması için öteki ekonomik politikalar nasıl değiştirilmelidir? Genel tarım, sanayileşme, özelleştirme, çevrenin korunması, dış ticaret politikalarında ne gibi değişiklikler yapılmalıdır? Sorunun, dışalımla kısa sürede atlatılabilecek özellikte olmadığı anlaşılmıştır ve tarım alanındaki politikalarımızın uzun süredir fazla ilgi görmediği de bu alanlardaki tüm ilgililerce bilinmektedir. Bu noktadan yola çıkarak çözüm aramaya başlarsak büyük bir atılımı zaten sağlamış oluruz. Bu konuda belki Devlet Planlama Teşkilatı’ndan yararlanma olanağı bulunabilir. Bana göre bu, geçimimiz ve geleceğimiz için halen tartıştığımız pek çok konudan daha önemlidir. [email protected] Lumpen Dönüşümü Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Türkiye “evet-hayır” üze- rine kilitlenmişken 12 Eylül 1980’den sonrasını anımsatma gereği duydu bize: “Türkiye kapitalizmi, onun siyasal modeli ve yurt- dışı desteği 1980’den başlayarak bir bütünlük ser- gilemiştir. Kapitalizmin bu bütünlüğüne hizmet su- nanlar iki koşula bağlı tutuldular: Ona destek olacak tüm güçlerin seferber edilme- si ve işbirliği; 1923’ten sonra özenerek inşa edilmiş tüm kurumsal yapıların tahribi. İki koşulun gerçekleşebilmesi ise öncelikli bir esa- sa bağlandı ve bu öncelik hep göz önünde tutuldu. O da şudur: Türkiye’de, 1960’lar ve 1970’lerde top- lum kımıldıyor ve uyanıyordu. Devrimci/reformcu bir damar oluşuyordu. Damar, çalışan sınıflar ile orta sı- nıf ittifakının ürünü idi ve böyle bir şey ilk kez oluyordu. Belki toplum bir dönüm noktasına geliyordu. Kapi- talizm, ekonomisi ve siyasetiyle Türkiye’ye egemen olacaksa, bu ittifak ve onun yapı taşları ağır şiddet kul- lanarak dağıtılmalıydı. Bir daha oluşmaması için parçalanmalıydı. Bu ittifakın belleğini yitirmesi için her önlem alınmalıydı. Zemin, böylece, kapitalizmin do- ludizgin ve dünyaya kayıtsız şartsız bağlanarak ser- pilmesi için temizlenmeliydi. 1980’den sonra dikkat çeken şudur: Türkiye’de ka- pitalizmin ekonomisi artık, dünyadaki küresel güçler ve etkenlerin şekillendirmesine tabi olmuştur. Dün- yada ‘örnek bağımlılık’ şablonuna dönüşmüştür. Siyasal modeli ise bu şablona uyum için değişimler yaşamıştır. Şunlar özellikle dikkat çekicidir: Sosyalleşmeksizin ve olgunlaşmaksızın zenginle- şen taşra, kapitalizmin siyasal modelinin hem sonu- cu, hem de yakıtı oldu. Bir taşra zenginleşmesi, top- lumda ortaçağ kalıntılarının, hurafenin ve özellikle Do- ğu ve Güneydoğu Anadolu’daki feodal yapının pe- kişmesini özellikle gözetti ve böylece kapitalizm için sağlam kalkan oldu. Kapitalizm toplum bünyesindeki lumpen unsurla- rı daha önce olmadık şekilde bağrına bastı, büyüttü ve siyasal modele yerleştirdi.” Prof. Kuruç’a göre, zenginleşen taşra ve lumpen unsurlardan beklenen misyon, 1923’ten -hatta ön- cesinden- başlayarak toplumda yerleşen değerlerin ve kurumların tasfiyesiydi: “21. yüzyılla birlikte, dünyada -Amerika’dan kay- naklanarak- yaşanan istisnai likidite bolluğu, Türk ka- pitalizminin yeni siyasal modeli ve onun unsurları için büyük ikramiye oldu. Ülkeye giren ve çıkan büyük ha- cimli para, Türkiye’de yarattığı yeni yeni ve büyük men- faatlarla ‘örnek bağımlı ekonomi’ şablonunun harcı- nı ve sıvasını tamamladı. Böylece, siyasal modele bü- yük işleklik kazandırdı. Türkiye’yi yeniden şekillen- dirmeyi üstlenmiş ‘büyük devlet(ler)’in beklentileri, böylece umduklarından daha kısa sürede gerçek- leşmeye başladı. 2008 dünya krizi öncesinde, Tür- kiye kapitalizminin ekonomi tablosu ile siyasal mo- deli birebir örtüşüyordu. Bu siyasal modelde yeni ve aktif unsur, Cumhuri- yet tarihinde ilk kez yönetime ağırlıkla damga vuran ‘lumpen’likti. Sermaye, ekonomik varlığını çok bü- yütmüştü. Ama, kendi öz siyasal eliti yoktu! Tarihin deneyimleri gösteriyor ki, lumpenlik herhangi bir sos- yal değere ve ahlaki yükümlülüğe sahip olmayan ka- tegoridir. Belirgin özelliği emeğe hasım, hatta düş- man oluşudur. Bu negatif özellik lumpenlik için var- lık-yokluk meselesidir. Çünkü, özellikle örgütlü eme- ğin ve onu rehber edinen toplumsal unsurların yay- gınlaşarak geliştiği ortamlarda lumpenliğin varoluş ne- denleri ortadan kalkar. Lumpen unsurlar, bu neden- le ve adeta içgüdüleriyle daima sermayeye sığınırlar, ona militanca hizmet sunarlar. Zenginliğe ve güce ta- parlar. 2000’li yıllar Türkiye’si bunu göstermiştir. Eşit- sizlik ortamında zenginleşen taşra, lumpenlik havu- zunu sürekli beslemiştir ve ilk kez yönetim gücüne ka- vuşan bu unsurla birlikte 1923 sonrası değerlerin ve kurumların tasfiyesinde bir misyon birliği üstlenmiş- tir. Böyle bir siyasal modelde, çalışan sınıflarla orta sı- nıfın devrimci ittifakının en küçük canlanma olasılığı ortaya çıkarsa, keskin yıldırma girişimleri ve 12 Ey- lül 1980’in yöntemlerine eşdeğer uygulamalar dev- reye giriyor ve önlem alınıyor. Çünkü, Cumhuriyetin ilerici ve uygar özünün toplumun yaratıcı sınıf po- tansiyeli ile buluşmasını önlemek, modelin ‘olmazsa olmaz’ıdır. Demokrasi doğal zemininde, yani, sosyal olarak değil, çalışan sınıflarla orta sınıfın devrimci- reformcu taleplerle söze karışamayacağı bir başka bi- çimde kabul ettirilmelidir. Böylece ‘demokrasi’, son 30 yıllık modelin sahipleri ve memurları dışında pek kimsenin kavramadığı bir şey olup çıkmıştır. Yıldırma ve şiddet bunun tanımını kolaylaştırmaktadır!” Prof. Kuruç’un yeni 12 Eylül’e ilişkin görüşleri de pazartesiye... Koşul Bir büyük yayınevinin kitap yayımlama ölçütleri arasında yer alan bir koşul: “Yayınevimizin yayın politikası doğrultusunda şiir kategorisinde çalışmalar değerlendirmeye alınmamaktadır.” Şiire sırtını dönmüş ülkeden “hayır” gelir mi? Devlet Epeydir devlet, karpuz gibi ikiye ayrılmıştı. AKP sayesinde birbirleriyle çatışan devlet içinde devlet odakcıkları oluşmuştu. Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, görünen ama söylenmeyeni, devlet içindeki cemaat devletini açıkladı. Ve en önemlisi, devletin içindeki çatışmanın varacağı noktayı duyurdu: “Böyle giderse insanlar silaha sarılacak.” Balımız Bal Gibi Olsun! SADIK ÇELİK Her yıl bal hasadının başladığı ağustos-eylül aylarında bir kez daha hatırladığımız bal ve arıcılığımızı 22 Ağustos 2009’da bu sütunda ‘Hileyi Bal Eyledik’ başlığıyla gündeme taşımıştık. Yine 31 Ağustos 2009’da ‘Tüketirken Tükeniyoruz’ başlıklı yazımızda da; Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nca 2009’da gerçekleştirilen gıda denetimlerinde balın en çok hile yapılan gıdalardan biri olduğunu açıklamıştık. Kahvaltılarımızda önümüze geldiğinde nasıl üretildiğini, neler içerdiğini çok da bilmediğimiz balda; haksız kazanç sağlamak amacıyla yapılan hilelerin dışında üreticilerin bilinçli ya da bilinçsizce; petek için ucuz maliyet baskısıyla sıklıkla parafin, güvelenmeye karşı naftalin, arılarda çeşitli hastalıkları önlemek için yanlış ilaç ve antibiyotik kullanımı, kovanların yerleştirildiği arazilerdeki tarım ilaçlamaları balda birikerek halk sağlığını yıllardır tehdit etmekte ve kanserojen etkiye neden olmaktadır. Geçen yıl hayata geçirilen gıda denetim programı raporunda alınan 914 bal örneğinden 153’ünde taklit ve tağşiş belirlendiğini ancak standartlara uymayan numunelerin içeriğindeki sorunun net olarak ortaya konmadığını söyleyen Arıcılar Birliği temsilcileri baldaki taklit ve tağşişlerle ilgili iki konuya şu açıklamayla dikkat çekiyorlar: ‘‘Birincisi, bal kodeksi net değil, çünkü yeniden yazılıyor. Kodeksin Türkiye şartlarına göre yenilenmesi amacıyla sürdürülen bu çalışma kapsamında çiçeklerin içerisinde bulunan ve balı oluşturan sakaroz, levüloz, glikoz oranları yeniden belirlenecek. Dolayısıyla bugün kodekse aykırı görünen bir unsur, yapılacak değişiklikle normal kabul edilebilir. İkincisi, narenciye balı tek başına olduğunda kodekse aykırı çıkabiliyor veya arının; ay çiçeği, çam, akasya, ıhlamur, kestane, kekik, geven, üçgül gibi kültür bitkilerinden topladığı ballar harmanlandığında içerikle ilgili değerleri farklılaşıyor; bazı değerler düşerken, bazı değerler yükselebiliyor.’’ Toplumun taklit ve tağşişten anladığı, arı tarafından üretilmeyip, merdiven altı tabir edilen ortamlarda arı, çiçek ve bal özü görmeden hazırlanmış ve piyasaya sunulmuş üründür. Bu arıcılık sezonunda arıcılar ‘‘Oldukça keyifli bir ilkbahar yaşadık, hatta nisan- mayısta bu bahar ve arkasından gelecek bal mevsimiyle arıcılar artık en az on yılı garanti altına alır’’ demeye başlamışlardı. Ama bu durum ilerleyen günlerde hiç öyle olmadı. Çiçekler tam tatlı salgılamaya başlamış ve arı tam bunları toplayıp bala dönüştürecekken temmuz ortalarına kadar yağmurların aralıklarla devam etmesi arıların çalışmasını engelledi. Çiçeğin özündeki bal da yağmurlarla yıkandı ve boşa aktı. Sonuçta bu yıl Türkiye’nin üretebilecek bal miktarının yüzde 30 oranında düşmesine neden oldu. Ancak tüccarların elinde 2009’dan yüzde 10-20 stok bulunduğundan önümüzdeki yıl için bir sıkıntının öngörülmediği ayrıca çam balı üretiminde ağustos ve eylül sonuna doğru olumlu hasat beklentisinin balda toplam rekolteyi yükselteceğini arıcı birlikleri ifade etmesine rağmen, bu sezonun yüzde 30 kayıpla kapanacak olması ve artan maliyetlerin de etkisiyle bal fiyatlarının yüzde 20-30 yükselmesine neden olacaktır. Türkiye, dünyada koloni sayısı bakımından Çin’den sonra ikinci sırada, ballı bitkilerin de yüzde 75’ine sahip olduğu halde neden bal verimi bakımından dördüncü sıradayız? Neden balı daha pahalı tüketiyoruz? Neden balda hileyi ve usulsüzlükleri konuşuyoruz? Bunların yanıtını; damızlık ırklarımızın yetersizliği ve ıslah çalışmalarının yapılmaması, eğitimsizlik, fiyat, şeker uygulaması, tüketim ve mevzuat yetersizliği, arıcılığın topraksız çiftçilerin işi olarak görülmesi, devletin arıcılığı bütün olarak desteklememesi ve teşvik etmemesi, kayıt dışılık ve denetimsizliktir. Bu olumsuzluklar vb. balcılığımızın gelişememesinin, kalite düşüklüğünün, verimsizliğinin ve arıcılığımızın sürdürülebilir olamamasının en önemli nedenleridir. Ülkemizde kişi başı yıllık bal tüketimi 1 kg. iken bal üretemeyen gelişmiş ülkelerde bile kişi başı bal tüketimi 3 kg’dir. ABD’de ve Kanada da arıcılığa devletin yüzde 35’lere yakın desteği söz konusu ve bu destek sadece daha çok bal üretmenin ötesinde; arıların yardımıyla doğal dengeyi korumak, doğal döllenmede arıların bilinen katkısı dolayısıyla tarımsal verimliliği arttırmak için yapılıyorken; Türkiye dünyanın en mucizevi besini olan balın doğallığını ve saflığını koruyarak, sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir unsuru haline getirerek, değerini hak ettiği en yüksek düzeye çıkarmalıdır. Diğer taraftan da doğal dengesini arılarla korumalıdır. (*) Keyveni Catreing Yönetim Kurulu Başkanı KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Gümüşhane ilinde, sarkõt ve dikitleriyle ta- nõnmõş bir ma- ğara. 2/ Şaşma belirten bir ün- lem...İstanbul’un bir semti. 3/ Ka- dõn giysilerinin etek ucu, kol gi- bi yerlerine ve- rev kesilmiş ku- maştan yapõlan süs... Kötü, fena. 4/ Birçok organik mad- deyi eritmekte kullanõ- lan, eter kokusunda bir sõvõ... Fas’õn plaka imi. 5/ Hile yapan. 6/ Sod- yum elementinin sim- gesi... İnce yapõlõ. 7/ Ağaç oymaya yarayan kesici bir araç... “Gü- zelliğin --- par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa” (Âşõk Veysel). 8/ Çõplak vü- cut resmi... Damarlõ ve yarõ saydam bir taş. 9/ Köy muh- tarõ yardõmcõsõ... Âdem ile Havva’nõn üçüncü oğlu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bursa’nõn Nilüfer ilçesinde, Türkiye’nin en uzun ma- ğaralarõndan biri. 2/ Karõşõklõk, kargaşa... Fatih Sultan Mehmet’in şiirlerinde kullandõğõ mahlas. 3/ Polonya halkõndan olan kimse... Sonbahar. 4/ II. Abdülhamit’in sürgüne gönderildiği Selanik’te ikamet ettiği köşkün adõ. 5/ Yurdumuzda da yetiştirilen bir yağ bitkisi... Si- per, hendek. 6/ Bir renk... Ünlü bir Roma imparatoru. 7/ İzmir’in Tire ve Ödemiş ilçelerine özgü bir tür bil- ye oyunu... Marangozlukta tahta üzerine boydan boya açõlan kanal. 8/ Bir toplulukta çalõşan insanlarõn her bi- ri... İlgi eki. 9/ Bayõndõrlõk... Birinin buyruğu altõnda olan görevli. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T O P O N İ M İ E R O S M A N A O D M E F H A R L U G A Z İ N O Ö N E L M İ J Ö N L A P A S İ B E R M İ K A E N E M E K L O K T E L E M E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle