19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Sıkıntılı Bir Yaz Günümüzde zenginliğin sim- gesine dönüşen “Jeep”ler Tra- fik Kanunu’na göre de “arazi aracı”dõrlar. Çünkü dört te- kerleğin aynõ anda döndürül- mesini sağlayan “4x4” tekno- loji, ancak dağlar, tepeler, tar- lalar, bataklõklar, yani “kent dı- şında”ki ve “yolu olmayan” yerler içindir... Buna rağmen, kentte asla gerekli olmayan 4x4 çekişin “havası” uğruna, gece kulüp- lerine bile en şõk elbiselerle kul- landõklarõ Jeep’leriyle gidenle- rin çoğalmasõ, acaba neyin gös- tergesidir? Yanõtõ, keşke sadece, “zen- ginleşiyoruz” olabilseydi... 2. Dünya Savaşõ’nda “aske- ri” amaçla üretilmiş araçlarõn en pahalõ yeni modellerini “gündelik yaşam”da kulla- nanlar, “kent kültürü yoksu- nu” ve açõkçasõ “sonradan görme” bir zenginliği yansõtõ- yorlar... Tarihi çarşõlarõmõzõ yok eden AVM’lerle Jeep’lerin “eşza- manlı” yaygõnlaşmasõ; ken- ti sömüren ayrõcalõklõ gökdelenlerden “re- zidans” alanlarõn da genellikle Jeep kullanmalarõ, rast- lantõ sayõlabilir mi? Ne var ki Ay- dın ilimizin Çine ilçesinde hâ- lâ sürmekte olan “cip gelene- ği” ise Ege’nin dağ köylerinde yarõm yüzyõllõk ulaşõm kültürü... 40’lõ, 50’li yõllarõn ünlü “Willys” marka efsanevi Je- ep’leri en sarp patika yollarda bile dağdan dağa dolaşõrlar- ken, köylerden pazarlara taşõnan ürünler için de hâlâ en kullanõşlõ araçlar... Bu geleneğin “kesintisiz” sürmesindeki en önemli ne- den, Çineli “Willys ustala- rı”nõn yõllardõr “dededen to- runa” işlerinin başõnda olma- larõ... en eski araçlarõ bile “ori- jinal yedek parça”larõyla “as- lına uygun” yenileyerek çalõ- şõr durumda teslim edebilme- leri... ‘50Yıllık Cipler’ Geçenlerde “Arıcılık Mü- zesi” kuruluşu için gittiğimiz- de, çarşõda gezinen Willys’le- ri görünce “cipçi”lerle de ta- nõşmak istedim. Belediye Baş- kanõ Osman Aydın’la sanayi sitesindeki “Jeep-Oto” tamir- hanesine vardõğõmõzda, kim bi- lir hangi cephelerde savaşmõş “cip”lerle karşõlaşmak heyecan vericiydi... Kiminin şasisi var, üstü yok; kiminin tentesi bile duruyor ama motoru sökülmüş; kiminin ise dört tekerleği, direksiyon ko- lu ve “arazi vitesleri”nden başka bir şeyi kalmamõş ama aralarõnda belediye başkanõnki de olmak üzere “toparla- nan”lar da vardõ ki.. sanki fab- rikadan yeni çõkmõş gibi... Tamirhane mi “üretimhane” mi diyeceğimi bilemediğim atölyenin sahipleri ve ustalarõ Halil ve Hüseyin Yavuzkan kardeşlere “tarihçe”lerini sor- dum; önce Jeep’in doğuşunu anõmsattõlar... 1940’ta ABD Genelkurmayõ savaşta kullanmak üzere oto- mobil fabrikalarõndan dört te- kerleği de hareketli ve “hafif” bir araç tasarlamalarõnõ ister. Willys-Overland Motors’un geliştirdiği tip beğenilir ve 2. Dünya Savaşõ süresince 640 bin tane üretilir. 54 beygirlik mo- toruyla yüzde 60’a varan eğim- lere tõrmanabilen araç, Çine’nin dağ köyleri için de mükemmel bir seçenektir... Nitekim Çine’de ilk Jeep ba- yisi olan Yavaşoğlu, 1964’e ka- dar Willys’leri ABD’den getirip köylülere pazarla- mõş. 1965’ten son- ra bu araçlarõn şa- se ve karoserleri İstanbul-Tuzla’da- ki fabrikada yapõlmaya başlanõnca, oradaki Çineli iş- çiler memleketlerine dönerek kendi cip tamirhanelerini kur- muşlar. İşte o “cipçi”lerden 1932 doğumlu Reşat Yavuzkan, konuştuğum usta kardeşlerin de babalarõ.. bazen atölyeye uğra- yarak oğullarõnõ denetliyor; ha- ta yapmamalarõ için akõl veri- yor... Halil ve Hüseyin kardeşler, en eski Jeep’leri onarõrken ge- reksinim duyduklarõ yedek par- çalarõ Makine Kimya Enstitü- sü hurdalõğõndan hâlâ bulabil- diklerini söylüyorlar. Adeta “yeniden yarattıkları” Willys’leri trafiğin “fenni kont- rolünden geçmiş” olarak müş- terilerine põrõl põrõl teslim et- tiklerini belirtirken şunu da ek- lemeden duramõyorlar; “Ço- cuklarımıza da bu mesleği öğreterek, Çine’deki cip us- talığının devam etmesini isti- yoruz; ama eğer istemezlerse, gelecekte ne olur, bileme- yiz...” Yolunuz Çine’den geçerse, sanayi sitesindeki E-Blok’ta 20 No’lu dükkâna uğrayõn; ya- rõm yüzyõlõn emektarlõğõyla ta- nõşõrken Madran suyundan demli çayõnõzõ da içmeyi ihmal etmeyin... (0256 711 5440) ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Çine’nin Wilys’leri HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY 14 TEMMUZ 2010 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Ağlamaklı Can Söğüt: “El ele verdiler, bu memleketin anasını sekiz yılda, anayasasını ise dokuz buçuk saatte ağlattılar. Hayırlı olsun” Çöküntü Haluk Yalvaç: “Ülkemizde hukuk sistemi çöktü. Recep çökmüş, hukuk çok mu önemli!” Bildik Ahmet Önen: “Ağzı olan herkes, ‘konuşursam yer yerinden oynar’ diyor. Bu ülke, bildiklerini söylemeyerek, bildiğini okuyanlar yüzünden bu hale geldi! Amipsel polemik profesörü! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ANAYASA Mahkemesi’nde hukukçu olmayan iki kişinden birinin başkan Haşim Kılıç olduğunu anımsatarak söze başlıyor Necati Cebe ve: “Kılıç‘ı üyeliğe takunyalı Turgut Özal ‘ın getirdiğini biliyoruz. Bilmediğimiz hukukçu üyelerin bu kişiyi hangi beklentilerle başkanlığa seçmiş olduklarıdır. Hukukçu üyelerin Anayasa Mahkemesi’nin başına hukukçu olmayan birini getirmeleri, hukukun hukukçularca hafife alınması değilse nedir? Kapatma davasında, Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 10’u, AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu yolunda oy kullanırken yalnızca Kılıç‘ın aksi yönde oy kullanması dikkatlerden kaçmamıştı. Anayasa Mahkemesi’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu hükme bağladıktan sonra, AKP iktidarına ‘Aferin oğlum Ahmet, sen bu yolda devam et‘ dercesine ülkeyi yönetme olanağı tanıması, tarihe geçecek tam bir hukuk garabetidir. Hem iktidar partisinin laiklik karşıtı olduğunu hükme bağlayacaksın, hem de ‘laiklik karşıtı olman ülkeyi yönetmene engel oluşturmaz’ diyeceksin, Bu yaklaşım, akla ve mantığa açıkça aykırıdır. Böyle bir durum, Anayasa Mahkemesi’nin kendi var oluş nedenini yadsıması anlamına gelir. İktidarın Anayasa’ya uymak zorunda olmadığı bir ülkede, Anayasa Mahkemesi, vergi mükelleflerinin sırtına bindirilen ağır bir mali külfet olmanın ötesinde hiçbir anlam taşımaz. Anayasa Mahkemesi’nin, AKP’nin diktaya açıktan gidiş anayasasına halkoylaması yolunu açması da yeni bir kendi kendini yadsıma, yok sayma örneğidir. Demokrasilerde, özgürlük yaşamın olmazsa olmazıdır, özgürlük esastır, özüne dokunulamaz, o nedenle de oylanamaz. Halka ‘birey mi olmak istiyorsunuz kul mu‘ diye sorulamaz. Demokrasi özgür bireylerin yaşam biçemidir, kulların değil. Demokrasilerde, ‘yargı bağımsız mı olsun yoksa iktidara bağımlı mı olsun‘ anlamında bir oylamaya kesinlikle gidilemez. Ülkede demokrasi yaşam bulsun, hak ve özgürlükler güvence altına alınsın istiyorsanız, yargıyı ele geçirmek için değil, bağımsızlaştırmak için çalışmak zorundasınız. Yargı bağımsızlığı demokratik hukuk devletinin temelidir. Yargıyı ele geçirme girişimi, demokrasiye geçiş değil, demokrasiden vazgeçiştir.” Vazgeçiş Hasip Kaplan: “Biz ayrılamayız.” Kimden? YağmurDeniz HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BİR zamanlar akademisyen olmak kamuoyunda itibar nedeniydi. Profesörün önünde ceket iliklenirdi. Profesörlere yönelik ilk hakaret Demokrat Parti Başbakanı Adnan Menderes’ten geldi, “kara cüppeliler” dedi. Adalet ve Kalkınma Partisi Başbakanı Recep de hoşlanmadığı akademisyenlerden sözünü esirgemiyor. Recep’in Çankaya’daki biraderi Abdullah ise demokrasinin değil cemaatin kararına göre ona buna rektörlük dağıtıyor. Bu arada bilim insanı olarak kamuoyunun güvenini kazanmış akademisyenler yok mu? Var ama sayıları her geçen gün giderek azalıyor. Diğerleri amip gibi çoğalıyor Şefik Alan neredeyse her gece bir televizyon kanalında boy gösteren Mehmet Altan’ın iktisat profesörü mü yoksa başka bir şeyin profesörü mü olduğuna karar verememiş. Şefik Alan soruyor: “Adam, hukuk profesörü mü, ceza hukuku profesörü mü, anayasa hukuku profesörü mü, eğitim profesörü mü, sağlık profesörü mü, Kürtlerin kültürel hakları profesörü mü, Doğu profesörü mü, Güneydoğu profesörü mü anlamak mümkün değil!” Hiç biri değil, sadece polemik profesörü! 1945 model “Çineli Cip”. BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Özellikle kõzart- ma ve yemekler- de kullanõlan bir zeytinyağõ türü. 2/ Nâzım Hikmet’in bir oyunu... Meriç Irmağõ’nõn bir ko- lu. 3/ Birinin, işini görmesi için kendi yerine bõraktõğõ ya da yetki verdiği kimse... Doğu Anadolu’da kulla- nõlan bir tür küçük zurna. 4/ “ --- kapõlõ bir handa / Gidiyorum gündüz ge- ce” (Âşõk Veysel)... Tar- lada suyu akõtmak için yapõlan tahta oluk. 5/ Es- kiden ağõr hapis mah- kûmlarõnõn boynuna ge- çirilen demir halka... Vi- layet. 6/ Radyum ele- mentinin simgesi... Ha- mur topağõ. 7/ Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takõmõ... Kraliçe. 8/ Pazar ya da panayõr kurulan gün... Fizikte kullanõlan iş, enerji ve õsõ birimi. 9/ Karagöz oynatan kimse... Gürcistan’õn plaka imi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Fransa’daki Cannes yakõnlarõndan başlayõp İtalya’da Cenova Körfezi’ne kadar uzanan ve çok canlõ bir turizm yöresi olan kõyõ şeridi. 2/ Argoda çok çalõşan öğrenciye verilen ad... İşaret olarak yere dikilen çubuk. 3/ Bakan... Şarap. 4/ “Ölümdür yaşanan tek başõna / Aşk --- kişilik- tir” (Ataol Behramoğlu)... Toprak, kum ve saman elemeye yarayan iri delikli kalbur. 5/ Meyve koparmak için ucu- na üçlü ya da dörtlü bir çatal geçirilmiş sõrõk... İsrail’in plaka imi. 6/ Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ... Bir tür kuru pasta. 7/ Bir devletin ya da bir kentin simgesi olarak ka- bul edilen resim ya da şekil... Güzel kadõn. 8/ Toplantõ, düğün... Büyük Sahra’da kumullarla örtülü bölge. 9/ Ger- çek olmayan... Germanyum elementinin simgesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 F E R O M O N K İ M A İ P E K A G E V E N Y A S Ü Ç E T E K N İ R N E E Ş A S A N T R A S İ T N E İ S L A K B O Z L A K L P İ Ş M A N İ Y E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Sıkıntılı bir yaz geçiriyoruz. İşsizlik, terör, kangrenleşmiş toplumsal sorunlar… Bunalıyoruz. Fakat kendimize karşı haksızlık da etmeyelim, çünkü dünyada sıkılan, bunalan tek toplum biz değiliz. Bizden çok daha beter durumda olan ülkeler, halklar var. Irak’a, Afganistan’a, Filistin’e baktığımızda halimize şükür diyoruz. Ne var ki bunlar uygarlık yolunda yarıştığımız ülkeler değildir. Modern Türkiye Cumhuriyeti olarak koyduğumuz hedef önce Batı’nın çağdaş uygarlığına yetişmek, sonra da o uygarlığı yaratan ülkeleri geride bırakmaktı. İtiraf edelim ki bu hedefi gerçekleştirme yolunda yaya kaldık. Bir zamanlar Osmanlı’nın eyaleti olan ülkeler bile çağdaş uygarlık ölçüleri açısından bizi geçtiler. Başbakan, her olanakta Türkiye’nin dünyanın 16. büyük ekonomisi olmasını kendi başarı hanesine yazıp bununla övünüyor. Başta Yunanistan olmak üzere İspanya ve Portekiz’in içinde bulunduğu ekonomik zorluklara işaret edip Türkiye ekonomisinin ne değin iyi bir yolda olduğunu söylüyor. İşin en vahim yanı da bu söylediklerine inanıyor. Bir ülkenin ekonomisinin “büyük” olması sağlıklı, sağlam bir ekonomi olduğu anlamına gelmez. Sağlam, sağlıklı ekonomilerde sokakları işsizler doldurmaz, her iki üniversite mezunundan biri işsiz kalmaz, on binlerce aç insan karnını çöplüklerde doyurmaz. Türkiye’de ise işsizler ordusu sürekli büyümekte, yoksulların, açların sayısı sürekli artmakta, insanlar karınlarını çöplüklerde doyurmaktadır. Terör tırmanışa geçmiştir, her gün yeni canlar almaktadır. Ermenistan’la ilişkiler durma noktasına gelmiştir. Kıbrıs sorununda kayda değer bir ilerleme yoktur. Ergenekon Davası tam anlamıyla bir rezalete dönüşmüştür, Mustafa Balbay hiçbir haklı gerekçeye dayanmadan 496 gündür tutukludur. Balyoz Davası çökmüştür. İnsanlar, özgürlüklerinden olduklarıyla kalmışlardır. AKP destekli “Gazze Harekâtı” dokuz ölü verilen bir fiyaskoyla sonuçlanmış, Türkiye’nin başı dünya ölçeğinde büyük derde girmiştir. Başbakan, Batı dünyasına sırtını dönmüş, Arap sokaklarından gelen alkışlarla avunurken Batı ülkelerinden gelen turist sayısında önemli düşüşler gözlemlenmektedir. Türkiye’nin siyasal rejimi hızla otokrasiye kaymaktadır. Dine dayalı yapılanmalar, özellikle Orta Anadolu’da, birer ikişer demokratik kurumların yerini almakta, biat kültürü yaygınlaştıkça birey özgürlükleri ortadan kalkmakta, insanlar tutsaklaşmaktadır. Ülkede tüm bunlar olur, hiçbir şey iyiye gitmezken, AKP iktidarı, Anayasa Mahkemesi tarafından yarım yamalak rötuşlanan bir anayasa değişikliği paketini referanduma götürmektedir. 12 Eylül 2010 günü seçmenler sandık başına gidecek, bu pakete “evet” ya da “hayır” diyeceklerdir. Pakette, “Anayasanın 15. maddesinin kaldırılarak 12 Eylül 1980 darbecilerine yargı yolunu açacak” değişikliği gibi “keçiboynuzu” tadında değişiklikler de yer almaktadır. Ne var ki bu değişiklikleri onaylamak için paketin tümünü, dolayısıyla “yüksek yargıyı” iktidarın sultasına teslim edecek maddeleri de onaylamanız gerekecektir. Bu açıdan anayasa paketi de, referandum da bir kaşkarikodur. İnsanlar sandık başına gidecekler, sözgelimi, ille de 12 Eylül Darbesi’nin -yaş haddinden ceza alması zaten olanaksız olan- 93 yaşındaki lideri Kenan Evren’in yargı önüne çıkmasını istiyorlarsa Adalet Bakanı’nın ve müsteşarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda belirleyici üye olarak yer almalarını da onaylayacaklardır. Bunca olumsuz koşullarda yazın sıkıntılı geçmesi çok doğal değil midir? Her toplum, koşullarını kendisinin yarattığı, kendine layık gördüğü düzende yaşar. Eğer düzenden hoşnut değilse görevi o düzeni belirleyen koşulları değiştirmektir. 12 Eylül Referandumu bir olanaktır. Toplum bu olanağı doğru değerlendirerek iktidara “sivil dikta”, “otokrasi” yolunu açacak anayasa değişiklik paketine “hayır” demelidir. En azından gelecek yazları sıkıntısız geçirebilmek için. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle