22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 12 TEMMUZ 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA İLHAN ABİ’NİN ARDINDAN 9 Sihamı Kaza... MERİÇ VELİDEDEOĞLU 17 . yy. Osmanlõ şairi Nefi’nin bir yapõtõdõr Sihamõ Kaza (Kaza Oklarõ). Şairin “hiciv”lerini, yani “yergi”lerini topla- dõğõ, çok bilinen bir derlemedir. Oysa Nefi, sözcükleri büyük ustalõkla kullandõğõ duygusal dörtlükler de yaz- mõş. Ama daha çok haksõzlõklarõ, yol- suzluklarõ, yozlaştõrmalarõ ağõr bir dille yerip, devleti yanlõş yönetenleri de acõ- masõzca eleştirmiş. Ve bunlarõ kendine özgü biçemiyle dizelere aktarmõş: Sattõ- nõz iki soysuz bir olup “hanlığı” / kim- seyi etmediniz bu işe mahrem a köpek / Hiç “hanlık” satõlõr mõ hey edepsiz ha- in / Böyle kalõr mõ soysuzlar elinde devlet... Kuşkusuz bu dizeler, devlet katõndaki pek çok kişiyi tedirgin eder, kõzdõrõr. Bu tür eleştiri oklarõnõ “veziri azam”a yani yüce başbakana fõrlatõnca, kõyamet kopar. Bayrampaşalõ veziri azam paşa, döne- min “robokop”larõnõ, Nefi’nin üstüne salõverir. Dersaadet’in buz gibi bir kõş gününün gece yarõsõ Nefi’nin kapõsõnõ çalarlar. Şair anlar, içeriye buyur eder. Sanõrõm önce evi “tarumar” edip ararlar, yazõp da dõşarõya yansõtmadõğõ hicivlerinin peşindedirler. Bir şey bulamayõnca, ne alacaklarõnõ şaşõrõrlar. Günümüzde iş kolay; bilgisa- yara el koyuveriyorlar. Onlar da Ne- fi’nin duvarda asõlõ “ut”unu çekip alõr- lar, belki kimi dizelerini ona söylettir- miştir diye... Osmanlõ “vakanüvis”leri bunlarõ pek yazmaz ama, o günün tarihini mõhlar- lar: 27 Ocak 1572. Haber duyulunca, yolsuzluklara, rüş- vete, haksõzlõklara, yönetimdeki yanlõş- lõklara ses çõkarmayan ama Nefi’ye diş bileyen 3. sõnõf “şuara” ve kalemşorlar, yani, kul köle Emre Karaöz’ler, Aköz’ler; Şeyh Şamil Tayyar’lar; üs- tadõ azam (!) Korucu Fehmi’ler, Ali Bayramzadeler; Ahmedi Kekeç’ler, “kök” kazõcõ Ahmet Mehmet Altan- zadeler; Hazreti Fethullah ve kullarõ vö. “Sevinçlerini daha önce yumurt- ladıkları: Gökten nazire indi Sihami Kaza’sına/ Nefi diliyle uğradı Hakk’ın belasına” dizeleriyle haykõrõr- lar... “Rivayet” odur ki, bu “güruhu mekruh”a, Nefi de bir “cevab-ı şafi” yollar: “Sen kadar düşmen-i devlet mi olur a hınzır”lar! Aradan yüzyõllar geçer, ama Nefi memleketinde her olup biteni izlemek- tedir. Özellikle de son elli yõldõr, kendi- ne yakõn görüp dost bellediği İlhan Selçuk’u. Onu ziyaret etmek ister; 2008’in 21 Mart Cuma günü gece yarõsõ yola koyu- lur, sabah ezan okunmadan varõr. Ne var ki, ondan önce gelenler vardõr; 436 yõl, 2 ay, 19 gün önce kendini ziya- ret edenler gibi... Gerçi bu ziyaretçilerin giysileri baş- kadõr; ama tutumlarõnõ az çok benzetir. Odalara dağõlõvermişler, arõyorlardõr. Nefi, duvarlara bakar: “Eyvah, ut yok!” der; hiç “ut”suz kalõrlar mõ? Bil- gisayara çoktan el koymuşlardõr. Dostu İlhan, gece yarõsõ konuklarõna (!) çay hazõrlar; Nefi: Benim kahveyi içmemişlerdi Hünkâr’õn yasak korku- sundan, diye mõrõldanõr ve gördüklerini yavaş yavaş karşõlaştõrmaya başlar. “Güruhu mekruh” aynõdõr; hiç şa- şõrmaz. Bunlarõn “sülale”leri bitip tü- kenmez, der. Veziri azam Bayrampaşalõ değildir, ama “Kasımpaşalı”dõr. Üste- lik “paşa” da değildir; “imam”dõr. Ben 63 yaşõndaydõm, dostum İlhan 83, der; bu onu bayağõ üzer. Ayrõca, benim gibi “köpek”, “domuz”, “edepsiz” de de- medi. Ben bunlarõ kullanmasaydõm hi- civlerimi sürdürebilirdim, diye söylenir. Bizim Bayrampaşalõnõn ağzõ var dili yoktu; ama “astığı astık, kestiği kes- tikçi”ydi; Kasõmpaşalõ da öyle; üstelik dili uzun mu uzun; konuştukça “konuş- ma şehveti”ne kapõlõyor, ağzõna geleni söylüyor; bizim zamanõmõzda halk böy- lelerine “Dili ensesinden çıksın!” der- di, diye düşünür Nefi. Öte yanda, yüce Kuran’õn ayetlerini bu denli “uluorta” saçan, dahasõ kulla- nan bir “imam”õn “zuhur” etmiş ol- masõna da pek şaşõrõr. Ayrõca ABD konusunu da pek anla- maz; ama hem “güruh”un hem de Ka- sõmpaşalõnõn iplerinin ABD’nin elinde olduğunu görünce kavrar. Tiksinir; üstelik dostunu da götür- müşlerdir; nedense bir yanõt bekler. Kõsa ama anlamlõ yanõt gelir: “12 Mart’tan daha çok bilendim!” Nefi sevinir. ABD’ye, “malum” gü- ruha, Kasõmpaşalõya pabuç bõrakõlma- yacağõnõ anlar. Yorulmuştur. Ona “reva” görülen “ebedi mekânı”na döner; yani Bo- ğaz’õn serin sularõna bõrakõverir kendi- ni... Bayrampaşalõlar, Kasõmpaşalõlar ge- lip geçerler... Kalõcõ olan Nefi’ler, İlhan Selçuk’lardõr... Hallac, Nesimi, Bedreddin ve diğerleri GÜL ATMACA “Ey dünya” diyor insan: 21. yüzyõlda bilim ve teknolojide sağlanan onca gelişmeye karşõn nasõl bir “akıl tutulması” yaşõ- yorsun? Eşitsizlik, sömürü ve zu- lüm artarak devam ediyor. Radi- kal dinci ve etnik akõmlar o siyah örtüleri altõnda toprağõnõ kana buluyor. Aklõ ve vicdanõ hür her insanõn kafasõnda aşağõ yukarõ aynõ soru var: Nereye varacak bu? İktidarlarõn pek sevdiği ve ter- cih ettiği “nakledilene sorgula- madan itaat”i içeren vahiy kül- türünün nasõl bir “körleşme” ya- rattõğõ ise ortada. Doğa yasalarõ ve felsefe mi? Adõnõ bile duymak is- temiyorlar. Oysa, bu coğrafyada üç büyük dinden önce İran-Hint, Antik Yunan felsefesinden bes- lenmiş; “tanrı-doğa-insan” üç- lemesini barõndõran düşünce/inanç sistemi yeşermişti. Bu düşüncenin temsilcilerinden Hallac, Nesimi, Sühreverdi ve diğerleri Yunanca, Süryanice, Farsça ve Sanskritçeden Arapça- ya çevrilen bilim ve felsefe ya- põtlarõndan beslenmişti. Bu kay- naklarõn Endülüs üzerinden Av- rupa’ya girmesiyle Batõ’da ay- dõnlanma ateş alõrken, Doğu’nun hali ise ortada... Heterodoks inançlarõn “Tanrı” anlayõşõ, Ortodoks anlayõşõn ter- sine evrenseldir; Tanrõ’yõ insan- da/doğada içkin görür. Mistik devrimciler, insana, kayõtlar ve kaydedilmiş kutsal metinler kar- şõsõnda üstünlük vermektedir. “Konuşan Kuran”dõr insan, du- rağan değildir; her an değişir, yenilenir, adeta yaşar. Ne var ki, kendi topraklarõnda- ki Hõristiyan ve Musevilere kõs- men de olsa hoşgörü gösteren iktidarlar aynõ şeyi heterodoks inanõşlar için yapmadõlar. İnsanõ kõble kabul eden mistik devrim hareketleri, daha ilk temsilcileriyle birlikte ulemadan ve dönemin egemenlerinden zõndõklõk dam- gasõnõ yedi. Çünkü bu iktidarlar ta- rafõndan sadece bir inanç ve dü- şünce farklõlõğõ olarak görülmedi, düzene tehdit olarak kabul edildi. Mistik devrimcilerin kimisi zin- danlara atõldõ, kimisi inanõlmaz iş- kencelerle katledildi. Sevgili İlhan Selçuk’un sõk sõk konu edindiği Hallac-ı Man- sur (856-922) “Enel Hak/Ben Tanrıyım” dediği için Bağdat’ta katledildi. Dönemin iktidarõ Hal- lac ve temsil ettiği düşünceden o kadar korkmuştu ki, kollarõ ve ba- caklarõ çaprazlama kesilmek su- retiyle infaz edilmiş, cesedi uzun süre teşhir olunduktan sonra ya- kõlarak külleri Dicle õrmağõna dökülmüştür. Hallac’õn bugün Alevi-Bektaşi inancõnda önemli bir yeri vardõr: Alevi-Bektaşi der- gâhõna girişte “Dârı Mansur” di- ye adlandõrõlan ve Hallac’õn ida- mõnõ simgeleyen tören, düşünüre verilen önem ve değeri ortaya koymaktadõr. Cem’e giren her can, onun darağacõndaki duruşu- nu yineler. Hallac’õn yeniden doğuşu ola- rak kabul edilen Seyyid Nesimi adlõ sufi şair (1339?/-1418?) yine “Enel Hak” düşüncesi yüzünden dinden sapmakla suçlanõr. Hak- kõndaki suçlamalarõ reddetse de “derisinin yüzülüp ölüsünün Halep’te yedi gün boyunca teş- hir edildikten sonra vücudunun parçalanmasına ve her bir par- çanın inançlarını bozduğu bey- liklere gönderilmesine” karar verilir. İktidar halkõn gözünü kor- kutarak düşüncesini yok etmeye çalõşsa da Nesimi, Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Hallac-õ Mansur gibi he- terodoks İslam düşüncesinin “ta- hakküme karşı direniş sembol- leri”nden biri haline gelir. ‘Yârin yanağından gayri her şeyde...’ Büyük şair Nâzım Hikmet’in destanõyla bir kez daha şahlanan Şeyh Bedreddin, bundan 600 yõl önce ortak mülkiyeti savunmuş, emeği yüceltmiş, cennet-cehen- nem kavramõna karşõ çõkmõştõ. Osmanlõ’nõn ‘Fetret Döne- mi’nde, köylüleri ve yoksullarõ “Yârin yanağından gayri her şey ortak olacak, ortak payla- şılacak” görüşü etrafõnda topla- mõştõ. İsyanõn topraklarõ, İzmir’e bir solukluk mesafedeki Kara- burun’dur. Sultan Mehmet, is- yanlarõn başõnda gördüğü kişi Bedreddin’i esir alõr. Bedreddin, 1417 ya da 1420 yõlõnda Serez Çarşõsõ’nda asõlarak katledilir. Cansõz bedeni günlerce orada asõlõ kalõr... Dönemin iktidarõ bu şekilde halkõn gözü korkar diye düşünür ama bilmez ki, “Bir Bedreddin ölür bin dirilir”. Ve sevgili Miyase İlknur’un Hacõbektaş’taki törende İlhan Ağabey için yaptõğõ konuşmada söylediği gibi: “...Onu hünkârın kucağına, Hacı Bektaş Veli’ye emanet ediyoruz. Onu buraya ekiyoruz. Bakalım nerelerden fışkıracak. Nice İlhan Sel- çuk’lar çıkacak...” Selçukkardeşler Heterodoks inançlarõn “Tanrõ” anlayõşõ, Ortodoks anlayõşõn tersine evrenseldir; Tanrõ’yõ insanda/doğada içkin görür. Mistik devrimciler, insana, kayõtlar ve kaydedilmiş kutsal metinler karşõsõnda üstünlük vermektedir. “Konuşan Kuran”dõr insan, durağan değildir; her an değişir, yenilenir, adeta yaşar. “...Onu hünkârın kucağına, Hacı Bektaş Veli’ye emanet ediyoruz. Onu buraya ekiyoruz. Bakalım nerelerden fışkıracak. Nice İlhan Selçuk’lar çıkacak...” SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Gerçekler ve Mahkemeler Anayasa Mahkemesi’nin kararı açıklandı. Şimdi herkes kararın ne anlama geldiğini ve sonuçlarının ne olacağını tartışıyor. Dikkat edin, “kararın ne anlama geldiği ve sonuçları tartışılıyor” diyorum. Bu durum, maalesef Anayasa Mahkemesi’nin tutumundan kaynaklandı. Çünkü geçen gün de yazdığım gibi kendi içinde çelişkileri olan bir karar verdi. Anayasa değişikliğini iptal etmek istemedi. İptali reddetti. Ama “dostlar alışverişte görsün” gibi bir mantık izlediği için, maddeler içinden bazı ibareleri ayıkladı. Durum böyle olunca da, herkes kendine göre, haklı olarak yorumlamaya başladı. Kimi “YSK devreye girmelidir” diyor, kimi “Yeni madde yapılmalıdır” diyor, kimi de “Bu durumu ile maddeler uygulanamaz, düşmelidir” diyor. Gerçi Anayasa Mahkemesi kararı, “ne kadar tartışılırsa tartışılsın” yine de ortadadır. Mahkeme, “bazı kelimeleri” iptal etmiştir. O kadar. Bu nedenle, bu iptal edilen ibareler dışındaki düzenlemeler geçerliliğini korumaktadır. Ve eğer mahkemenin kendisi, o ibareler çıkarıldıktan sonra, geri kalan düzenlemenin anlamını ve uygulama olanağını yitireceğini düşünmüş olsaydı, yine kendisi iptal ederdi. Bu yetki, mahkemeye tanınmıştı. Tümünü iptal etmediğine göre, geri kalan uygulanacaktır. Yani halkoylaması, tüm maddeler ve geride kalan “cümleler, ibareler” üzerinden yapılacaktır. Ancak yine daha önce söylediğim gibi bu karar, kendi içinde çelişkili bir karardır. O da açık. Çünkü anayasa değişikliğindeki iki madde, yani “Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nin oluşumuna” ilişkin maddeler, “her iki kurumu da” tam anlamıyla, yürütmeye bağlı duruma getiriyordu. Dolayısıyla yargı bağımsızlığını da, kuvvetler ayrılığını da tamamen ortadan kaldırıyordu. Dolayısıyla “hukuk devleti ilkesine” aykırıydı. Bu konuda en küçük bir tartışma yok. Sağlamasını da yapabiliriz. Nasıl mı? Bir bakın, dünyanın tek bir ülkesinde bile, “Bir Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyesinden 17’sini de, tek bir siyasal partinin iradesine bağlayan” tek örnek bile yok. Olamaz da. Aynı şekilde HSYK’nin oluşumu da “yargı bağımsızlığına”, dolayısıyla hukuk devleti ilkesine tamamıyla aykırıdır. Nitekim 1982 Anayasası’ndaki uygulama da yine “hukuk devleti anlayışına” aykırı idi. Ama anayasanın metninde yer aldığı için, daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebilmesi olanağı yoktu. Ama buna karşın, 1982’den bu yana yazılan tüm makalelere, kitaplara bakın, tümünde de Adalet Bakanı’nın kurulun başkanı olması, müsteşarın yer alması, sekretaryanın bakana bağlı olması, bakanın atama taslaklarını hazırlaması, yargıçlar hakkında soruşturma açma iznini vermesi, hep tartışılmıştı. Hukuk devletine aykırı olduğu söylenmişti. Ama maalesef Anayasa Mahkemesi, HSYK içinde Adalet Bakanı’nın yetkilerini aykırı bulmadığı gibi, Anayasa Mahkemesi’ne, “tek bir siyasal partinin 17 üyeden 17’sini belirlemesini” de yargı bağımsızlığına aykırı bulmadı. Cumhurbaşkanı’nın, bu 17 üyeden, tam 7 tanesini tamamen kendi takdirine dayalı olarak atamasını da aykırı bulmadı. “Hukuk Devleti”ne de ters bulmadı. Ama tuttu, bir tek bu üyelerin “hukukçu olmamalarını” aykırı buldu. Yani belki amiyane olacak ama mahkeme şöyle bir mantık izlemiş oldu: “İsterse çamurdan olsun, ama hukukçu olsun”. Sanki iktidarın tek başına atadıkları hukukçu olursa, bu takdirin “keyfiliğini” ortadan kaldırırmış gibi... Bu söylediklerimi inceleyin, değerlendirin. Bugüne kadar yazılan, çizilenlere bakın. Her zaman söylediğim gibi, Avrupa’da bugüne kadar yetkili olan uzmanların ya da kurumların kararlarına da bakın. Sonra gerek bu düzenlemeler, gerek Anayasa Mahkemesi’nin kararı konusunda söylediklerimizin doğru olup olmadığına, sizlere, değerli dostlarımıza yalan söyleyip söylemediğimize bakın. Ve bunları yaptıktan, söylediklerimizin doğruluğuna emin olduktan sonra, bir de “bu konuda farklı şeyler söyleyenlerin söylediklerine bir kez daha bakın”. Aman Adalet Bakanı’nı, Bekir Bozdağ’ı, TBMM Başkanı’nı, Sayın Başbakan’ı ve diğer siyasetçileri filan kastetmiyorum. Zaten Sayın Başbakan, bu hukuk konularını bilmez, bilmeyebilir, bu doğaldır. Diğer siyasetçiler, bakanlar, zaten bu “söylediklerini söylesinler” diye bakan oldular, başkan oldular, grup başkanvekili oldular. Sizlere bizim anlattıklarımızı anlatsınlar diye değil. Benim asıl kastettiğim, o televizyonlarda sıkça gördüğünüz “aydınlar(!), liberaller(!), aydın ve tarafsız(!) gazeteciler”. Hani “ne var canım, eskiden de Adalet Bakanı yok muydu” diye sözüm ona soranlar, “ilerleme var canım, ilerleme” ya da “hukuk denetimi, vesayet demektir; asıl olan yürütme ya da yasamanın, yargı tarafından rahatsız edilmemesidir” diyenler. Ya da “ben değişikliğe baktım, Adalet Bakanı tamamen sembolik duruma getirilmiş” diyen akademisyenler. Ya da “Anayasa Mahkemesi yetkilerini aşmıştır, milli iradeyi çarpıtmıştır” diyen sözüm ona aydınlar(!). Kolon içinde esrar ANTALYA (Cumhuriyet Bürosu) - Narkotik ekipleri yaklaşõk 4 aydõr teknik takipte olan kişilerin, inşaat işiyle uğraşmamalarõna rağmen kendi aralarõndaki görüşmelerde sõk sõk “beton ve çimento” ifadelerini kullandõklarõnõ belirledi. Zanlõlarõn son telefon görüşmelerinde Diyarbakõr’dan Antalya’ya “beton dökmek için çimento” getireceklerini söylemeleri üzerine zanlõlarõn içinde bulunduğu otobüsü Antalya girişinde durdurdu. Otobüsün bagajõnda, antik çağdaki sütunlara benzetilmiş 4 beton kolon bulan ekipler, araçtaki 2 kişiyi de gözaltõna aldõ. Kõrõlan beton kolonlarõn içinde rulo halinde gizlenmiş 11 kilogram esrar ele geçirildi. Operasyon kapsamõnda Antalya’da 3, Burdur’da 2 kişiyi daha gözaltõna aldõ.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle