Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
12 TEMMUZ 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
‘111’ Kere Maşallah!
Geçen perşembe sabahı basına yansıyan
haber: “YÖK... başta Nobel ödülü alanlar olmak
üzere dünyaca ünlü 111 bilim insanını Türkiye’de
turist olarak ağırlayacak” diyor ve şöyle devam
ediyordu: YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya
Özcan, bilim insanlarını eylülde getirmeyi
planladıklarını ancak davetlilerin kimler olacağı
konusunda henüz karar verilmediğini belirtti.”
YÖK’ün, dünyaca ünlü bilim insanlarını,
masraflarını bizim verdiğimiz vergilerle
karşılayarak turist olarak ağırlaması, çok yönlü
etkileri olacak bir büyük olaydır.
Çağrılacakların sayısının neden 111 olduğu
açıklanmıyor. Bu sayıya hangi bilimsel yöntemle
ulaşıldığı bilinmiyor. Ayrıca, dünyaca ünlü bilim
insanları arasında bulunan Türkiye kökenliler,
örneğin Harvard’dan Doni Rodrik, MIT-
Massachusetts Institute of Technology’den
Daron Acemoğlu da çağrılacak mı?
Bu tür soruların yanıtı bir yana, dünyaca ünlü
111 bilim insanı, eğer isterlerse, ülkemizde çok
şey görecektir!
Yabancı konuklar genellikle Ankara’ya
uğramaz; varsa yoksa İstanbul ya da Batı
kıyısındaki turistik yerleri seçer.
Bu kez öyle olmaması gerekir. Nezaket
gereği, önce ev sahibi YÖK ziyaret edilmelidir.
YÖK’te bu dünyaca ünlü bilim insanlarına
gösterilecek neler yok ki?
Öncelikle “Rektör Atamalarında YÖK Etkisi”
konulu kısa bir sunum yapılmalıdır. Böylelikle
bilim insanı konuklar, rektörlerin atanmasında
yaşanan ve dünyada eşi benzeri olmayan bir
dehşeti yerinde öğrenme olanağı bulacaktır.
Öğretim üyelerinden en çok oy alan adayların
rektör atanacaklar listesine nasıl giremediği, en
az oy alanların da neden başa yazıldığı bu
topluma açıklanmıyor, belki bilimsel konuklara
açıklanır. Bu dünyaca ünlü bilim insanları,
kendilerine onca masraf yapılacağına göre,
üniversitelerde bilimsel çalışma ortamını yok
eden söz konusu uygulamanın bilimsel bir
incelemesini de yapar sanırım.
YÖK ziyaretinde üzerinde durulabilecek
önemli bir konu daha var: “Yeni üniversitelerin
kuruluş süreci”. Örneğin, yeterli nicelik ve
nitelikte öğretim üyesi bulunmadan üniversite
açma başarısının şaheser örnekleri kendilerine
anlatılabilir. YÖK bununla da yetinmez, kimi
üniversitelerin “cemaat bağları” ve “kadrolaşma”
konularında yaptıklarını, elde ettiği başarılı
sonuçları ve böylelikle ülkemizin bilimsel
gelişmesinde ulaşılan büyük sıçramayı da,
kuşkusuz, bu seçkin konuklarla bilimsel bir
biçimde irdeler.
YÖK ziyareti sırasında, ek olarak, bilimsel
hırsızlık ya da intihal konusunda da seçkin
Türkiye örnekleri; yükseköğretimdeki her türlü
atama, yükseltme ve görevlendirmelerin büyük
ölçüde ahbap-çavuş ilişkileriyle gerçekleştirildiği
görülebilir. Bunlara, disiplin ve yayın işlerinin
işleyişi eklenirse, ziyaret bir ölçüde de olsa
amacına ulaşmış sayılır.
Dünyaca ünlü bilim insanları, bu ülkede bilim
insanlarına genel olarak da neler yapıldığını
yakından izleme olanağı bulacaklardır.
İçlerinde tarihe meraklı olanlar, bu ülkede
geçmişte yaşanan bilim insanı öldürmelerini;
üniversitelerden kovulmaları, istifa zorunda
bırakılmaları; Van’a uzanarak “Bir Rektöre
Çektirilenler” konulu Kafka romanlarına taş
çıkartacak bir insanlık ayıbını ve TÜBİTAK ve
diğer bilim kurumlarında yaşanan bilim insanı
kıyımlarını da ayrıca inceleyebilir.
Bilim insanı konukların Ankara’ya gelmişken
uğrayacakları yerler arasında TÜBİTAK
Başkanlığı da olmalıdır. Kendilerine, çok yakın
bir tarihte, 2009’da, bu kurumda “Darwin’i Nasıl
Sansür Ettik?” konulu bir bilimsel brifing
sunulmalıdır. Yemek arasından sonra, MTA-
Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü
yerleşkesindeki Tabiat Tarihi Müzesi’nin neden
yedi yıldır kapalı tutulduğu da yerinde
incelenebilir.
Dünyaca ünlü bilim insanlarının bir bölümü de
şimdilerde Silivri’ye giderse çok iyi olur. 15 ayı
aşan Silivri sürecinin, içlerinde çok sayıda bilim
insanının bulunduğu gözaltılarıyla bu ülkenin
bilim dünyasında yarattığı ağır yıkımlara, bilim
insanı gözüyle, yakından tanık olur.
Kendilerinden topluca bir Silivri bilim insanları
ziyareti beklemek, masraflarını karşılayan bu
toplumun en doğal hakkı sayılmalıdır.
Türkiye’ye gelmek, hele hele her türlü gideri
ev sahibince karşılanıyorsa bir yabancı için
elbette çok çekicidir; cennete gitmek gibidir.
Ancak, bu cennetin bilim insanları için nasıl bir
cehenneme çevrildiği de kesinkes görülmelidir.
Geçen haftaki yazının başlığı, Avar değil
Havar olacaktı; düzeltir; uyaranlara teşekkür
ederim.
yakupkepenek06@hotmail.com
Bugün İsrail’in, Lübnan’da
Hizbullah hedeflerine saldırısıyla
başlayan temmuz savaşının
dördüncü yıldönümü. Yine
Ortadoğu’da savaş rüzgârları esiyor.
“Savaş rüzgârları ne zaman dindi
ki, savaş beklentileri ne zaman azaldı
ki?” diyebilirsiniz; ne de olsa burası
Ortadoğu. Ancak, geçen haftalarda
yoğunlaşan, kimi olaylara, bölge
medyasındaki yorumlara bakınca,
olağan dışı bir durumun
şekillenmekte olduğu düşünülebilir.
Lübnan’da gerginlik
Geçen haftalarda, 2006
savaşından sonra, İsrail ile Lübnan
sınırının güvenliğini korumak, İsrail’e
yönelik saldırıları önlemek, Litani
nehrinin güneyinin
silahsızlandırılmasını sağlamak için
yerleştirilen Birleşmiş Milletler
güçlerine (UNIFIL) yönelik, “bölge
sakinlerinin tepkilerinden”
kaynaklanan taciz saldırılarında
belirgin bir artış görülüyordu.
UNIFIL’e yönelik bu taşlı sopalı
saldırıların düzeyi, önceki hafta bir
derece daha yükseldi. Daha önce
Ganalı askerler taşlanmış, Hintli
askerlerin fotoğraf makineleri gasp
edilmişti. Bu kez de saldırganlar
Fransız askerlerinden oluşan birliği
etkisiz hale getirerek silahlarını
almışlar.
Cuma günü Ajans France Press,
Lübnan Genelkurmay Başkanı’nın,
böyle bir durumun bir daha
gerçekleşmeyeceğine, UNIFIL’in
güvenliğinin yüzde yüz
sağlanacağına ilişkin güvence
verdiğini aktarıyordu. Hizbullah
sözcüsüyse, UNIFIL’in kendisine
verilen yetkilerin dışına çıkmazsa,
“bölge sakinlerinin” tepkisini
çekmeyeceğini söylemiş...
Suudi Arabistan gazetesi Al
Hayat’ta, Hasan Haydar bu
gelişmeleri irdeliyor, bölge sakini
köylüler, “UNIFIL’in yetkilerinin dışına
çıktığını, acaba nereden biliyor?”
diyerek, olayların bizzat Hizbullah
tarafından düzenlendiğini ileri
sürüyordu (08/07). Böylece ortaya
şöyle garip bir durum çıkmıştı:
UNIFIL, Hizbullah’ı denetlemek,
Lübnan ordusuna destek olmak için
gelmişti. Şimdi, yerel halkın
tepkilerine karşı Lübnan ordusu
tarafından korunması gerekiyor.
Al Hayat yazarının yorumu
okuyucuyu, doğrudan, “Hizbullah
UNIFIL’in işlevini tümüyle nötralize
etti, inisiyatifi yeniden ele aldı,
dolayısıyla, İsrail açısından yine bir
güvenlik sorunu oluştu” sonucuna
götürüyor. Dahası, Haydar’ın,
gelecekteki olası bir İsrail saldırısını
meşrulaştıran yorumunda, “BM
yaptırımları onaylandı, ABD ve AB ek
yaptırımlar getiriyorlar, bu koşullarda,
Tahran’da birileri, İran üzerindeki
baskıyı azaltmak için bazı bölgelerde
kimi açılımlar gerekebileceğini”
düşünmüş olabilir diyerek, İran’ı da
denklemin içine sokuyordu.
Haydar’ın yorumu, Sünni Arap
ülkelerinin giderek yükselen İran
korkusunu yansıtıyor.
Lübnan’da giderek artan
gerginliğin bir diğer göstergesi de
İsrail ordusunun, beklenmedik bir
kararla, Hizbullah üslerini, askeri
yığınaklarını gösteren, haritaları,
fotoğrafları ve videoları basına
açıklamasıydı. Yaakov Katz’ın
yorumuna göre, bu olağanüstü
tutumun arkasında esas olarak iki
neden yatıyordu. Birincisi, İsrail
ordusu Hizbullah’a, “nerede
olduğunu biliyoruz” diyordu. İkincisi,
İsrail ordusu 2006 savaşında ve Mavi
Marmara olayında yapılan hataları
tekrarlamak istemiyordu. Bu kez
dünya kamuoyu, olaylar başlamadan
önce durum hakkında
bilgilendirilecek, İsrail’in gerekçeleri
kapsamlı bir biçimde anlatılacaktı
(Jarusalem Post, 08/07)
İran korkusu
Al Hayat yazarının Lübnan’da
gerginliklerden Hizbullah’ı sorumlu
tutan, gelişmeleri İran’la ilişkilendiren
yorumunun, bölgedeki kaygıları
yansıttığına yukarda işaret ettim.
Anımsarsanız, geçen ay, İran’a
yönelik bir savaş durumunda Suudi
Arabistan’ın hava sahasını İsrail’e
açmayı kabul ettiği ileri sürülmüştü
(The Times 12/06). Arkasından İsrail
istihbarat sitesi DEBKA, bir grup
ABD savaş gemisinin körfeze gitmek
üzere Süveyş kanalından geçtiğini
aktarmıştı. DEBKA güvenilir bir
kaynak değil. Ancak Pentagon
kaynaklarının bu haberi Press TV’ye
onaylaması (21/06), Al Quds
gazetesinin, Mısır kaynaklarına
dayanarak, 11 firkateyn ve bir uçak
gemisinin Süveyş’ten Kızıl Deniz’e
geçtiğini bildirmesi, (Haaretz, 24/06)
bir şeylerin başlamış olabileceğini
düşündürüyordu. Al-Quds gazetesi
yorumunda, ABD ve İsrail’in,
Mısır’la birlikte İran’a yönelik bir
saldırı hazırlığı içinde olduğunu da
ileri sürüyordu.
Aynı günlerde FARS haber ajansı,
İsrail helikopterlerinin Suudi
Arabistan’ın Tabuk havaalanına
malzeme indirdiğini iddia edince,
eğer haber doğruysa, İran karşıtı
koalisyona Suudi Arabistan da
eklenmiş oluyordu. Ama en önemli
petrol kuyuları Şiilerin yoğun olduğu
bölgelerde bulunan Suudi
Arabistan’dan başka ülkeler de
İran’ın atom bombası yapma
olasılığından korkuyorlar.
Birleşik Arap Emirliği’nin
Washington Büyükelçisi Yousef al-
Otaiba’nın, geçen hafta Aspen
kasabasında bir konferansta
konuşurken “Ben yalnızca BAE adına
konuşabilirim, ancak, bu İran’ı
frenlemek, caydırma sözleri beni
gerçekten çok tedirgin ediyor.
Bunların işe yarayacağına neden
inanayım ki. Bugün İran’ın nükleer
gücü yok, ama bölgedeki
davranışlarını frenleyemiyoruz.
Nükleer programları olunca nasıl
sınırlayacağız?” (The Atlantic
Monthly 06/07) sözleri İran karşıtı
koalisyonun giderek, bölgedeki tüm
Sünni Arap ülkelerini kapsamaya
başladığını gösteriyordu.
Örneğin Mısır ve Ürdün’ü ziyaret
eden İsrail heyeti, bu kez farklı bir
havayla karşılaşmış. Bu iki ülkenin
yönetimleri, İran’ın atom bombası
yapması halinde Müslüman
Kardeşler’e koruyucu bir nükleer
şemsiye sunmasından
korkuyorlarmış (Jarusalem Post,
09/07).
Gazze’deki Hamas’la aynı çizgiyi
paylaşan Müslüman Kardeşler,
Mısır’da ve Ürdün’de ana muhalefet
hareketlerini oluşturuyorlar. Mısır’da
Mübarek hükümetinin geçen aylarda
bir Hizbullah hücresi olduğu
iddiasıyla kimi Şii ve İran uyrukluları
tutuklaması da çok anlamlıydı.
Bölgede, istikrarı ve barışı daha da
zorlaştıracak bir diğer kaygı verici
gelişme de, genelde siyasal İslam,
özelde Müslüman Kardeşler içinde,
radikal eğilimlerin giderek
güçlenmesiyle ilgili. Daha önce
değinmiştik, Mısır’da siyasal İslam
içinde iki önemli gelişme yaşanıyor.
Birincisi, Müslüman Kardeşler
hareketinde, Aralık 2009 seçimlerinin
de gösterdiği gibi iktidar olmaya
yönelik daha radikal bir siyasi strateji
öneren genç bir kuşak yükseliyor.
Müslüman Kardeşler dışında, çok
daha radikal, köktendinci Salafi bir
hareket giderek güçleniyor (Arab
Reform Bulletin, 09/03/09; Al-Masry
Al-Youm, 27/04/2010, Le Monde
Diplomatique, Temmuz 2010).
Benzer bir radikalleşmenin Ürdün
Müslüman Kardeşler içinde de
yaşandığı, akımın, seçimleri
boykottan yana “şahinler” ve siyasi
katılımdan yana olan “güvercinler”
olarak ikiye bölünmeye başladığı
görülüyor (Hadeel Ghabun, Al-Ghad,
27/06/, Jordan Times, 20/06/2010).
Ortadoğu kazanı giderek artan bir
enerjiyle kaynarken, sözde stratejik
bir derinliğe sahip Türkiye’nin “sıfır
sorun” dış politikası, İran’la, Hamas
ve Müslüman Kardeşler’le ilişkileri ne
durumda acaba?
Yine Savaş Rüzgârları
erginy@tr.net
http://erginyildizoglu.blogspot.com
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA
Sosyal güvenceden yoksun, sendikal hak tanõmayan
doğrudan satõş işi krizle birlikte işsiz kalan binlerce
kişinin temel iş kapõsõ haline geldi. 600 bin kişi
doğrudan satõş işini yaparken çalõşanlarõn düzenli bir
gelirleri ve maaşlarõ da bulunmuyor.
ŞEHRİBAN KIRAÇ
Ekonomik kriz öncesinde ağõr-
lõklõ olarak ev kadõnlarõnõn ek
gelir kapõsõ olarak yaptõğõ doğru-
dan satõş işi krizle birlikte işsiz ka-
lan binlerce kişinin iş umudu ha-
line geldi. Avon, Amwey, Orfli-
me gibi ağõrlõklõ olarak kozmetik
ürünlerinin satõldõğõ doğru-
dan satõş sektörüne, kriz-
le birlikte özellikle işi-
ni kaybetmiş üniver-
site mezunu erkek-
ler de yönelmeye
başladõ. Bu alanda
faaliyet gösteren yak-
laşõk 600 bin bağõm-
sõz satõş temsilcisi her-
hangi bir sosyal güven-
cesi bulunmazken her-
hangi bir sendikaya üye
olma durumlarõ da söz
konusu değil. Satõş temsilcilerinin
belirli ve düzenli bir maaşlarõ
bulunmazken satõlan ürünler üze-
rinden gelir elde edebiliyorlar.
Yıldız da pazarda
Avon, Amway, Herbalife, Nik-
ken, Oriflame ve Tupperware
şirketlerinin faaliyet gösterdiği
Türkiye pazarõnda Ülker’in sahi-
bi Yõldõz Holding’de Dore mar-
kasõ ile doğrudan satõş pazarõna
adõm attõ. Pazarõn büyüklüğü 600
milyon TL’ye ulaşõrken önü-
müzdeki yõllarda daha hõzlõ bir bü-
yüme grafiği çizeceği belirtiliyor.
Türkiye Doğrudan Satõş Derneği
Başkanõ ve Avon Türkiye Genel
Müdürü Ron Griffiths, krizle
birlikte işsiz kalan birçok kişinin
doğrudan satõş pazarõna yöneldi-
ğini belirterek doğrudan satõş
sektörü her geçen gün da-
ha fazla erkek bağõmsõz
girişimci adaylarõnõn il-
gisini çekiyor. Grif-
fiths, krizle birlikte
doğrudan satõş temsil-
cisi olmak isteyenle-
rin oranõnõn yüzde 15
civarõnda arttõğõnõ ifade
ederek 600 bin kişiye iş
imkânõ sağlayan siste-
min, bu kişilerin ailele-
riyle birlikte tahminen
2.4 milyon kişinin yararlandõğõ bir
sisteme dönüştüğünü dile getirdi.
Griffiths’e göre, doğrudan sa-
tõş sektörü belirli bir eğitim sevi-
yesi olmayan ve iş tecrübesi bu-
lunmayan kişilere kazanç fõrsatõ
sunarak kendileri için uygun sa-
atlerde çalõşmalarõnõ sağlõyor.
Ekonomik kriz nedeniyle var olan
işlerini kaybetmiş olan kişiler
için de doğrudan satõş sektörü bir
kazanç fõrsatõ oldu.
Rakamlarla
doğrudan satış
? Dünyada kadõnõn payõ yüzde 83,
Türkiye’de yüzde 90.
? Doğrudan satõş sektörünün büyük-
lüğü dünyada 110 milyar dolara
ulaştõ.
? Avrupa’da 9 milyondan fazla doğ-
rudan satõcõ bulunuyor.
? Doğrudan satõcõlarõn yüzde
65’inin evlerinde 3 veya daha faz-
la insan yaşõyor.
? Satõş gücünün yüzde 43’ünü oluş-
turan kişiler 35-49 yaş grubu ara-
sõnda, yüzde 20’si ise 50 yaş üs-
tünde.
? Doğrudan satõş yapanlarõn yüzde
21’i 46 ve üstünde yaş grubunda,
yüzde 39’u 31-45 yaş ve yüzde
29.7’si ise 17-30 yaş grubunda.
? Doğrudan satõşçõlarõn yüzde
31.7’si üniversite mezunu.
İş tecrübesine gerek yok
Doğrudan satõş sektöründe ba-
ğõmsõz satõş temsilcisi olarak yer
almak için 18 yaşõnõ doldurmuş olmak
ve Türk vatandaşõ olmak yeterli. Sek-
törde yer almak için belirli bir eğitim
seviyesine veya iş tecrübesine sahip ol-
mak gerekmiyor. Sektörde faaliyet
göstermekte olan şirketlerin bağõmsõz
satõş temsilcilerin büyük çoğunluğunu
kadõnlar oluşturuyor. Genel anlamõy-
la bağõmsõz temsilci profilini 18-45
yaşlarõ arasõnda, bekâr ve çalõşmayan
kadõnlar oluşturuyor. Ancak ekonomik
kriz dönemi ile birlikte işlerini kay-
betmiş olan birçok erkeğin de bu sek-
töre ilgisi artmõş ve daha fazla sayõda
erkek bu sektörde yer almaya başladõ.
Ron Griffiths’e göre, sektörün süre-
gelen büyümesi ve sektörde yer almak
isteyen bağõmsõz satõş temsilcisi sayõ-
sõndaki artõş, sektörü birçok uluslararasõ
ve yerel firmalar için cazip hale geti-
riyor. Son yõllarda birçok yeni şirket bu
sektörde faaliyet göstermeye başlarken
yeni şirketlerin de Türkiye pazarõna
gelmesi bekleniyor. Griffiths, Türki-
ye pazarõna girecek kişilere şu tavsi-
yelerde bulunuyor: “İçinde yer almak
istedikleri doğrudan satış şirketinin
tüm yasal sorumlulukları yerine
getirdiğinden, gerekli izinleri ilgili
bakanlıklardan almış olduğundan,
faaliyetlerinin kanun ve prosedür-
lere uygun olduğundan ve tüketici
haklarına saygılı, etik şirketler ol-
duğundan emin olmalarıdır.”
4 Yunan bankasõ
500 milyon Avro
50 bin kişi reyting kurbanı
Ekonomi Servisi - Son dönem görülen yük-
sek reytingler ve ilgiye rağmen Türk dizi sektörü
krize kurban gitti.
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşa-
virler Odasõ’nõn (İSMMMO) yaptõğõ ‘Dizi
Ekonomisi - Mayıs 2010’ araştõr-
masõna göre, tüm hareketliliğe
karşõn sektör 2008’e göre yüzde
30 oranõnda küçülerek 1 milyar
TL’den 700 milyon TL’ye ge-
riledi. Eylül 2008’de 11
ulusal kanalda yayõnla-
nan yerli dizi sayõsõ
63 iken, Mayõs 2010
itibarõyla bu sayõ 7 ulu-
sal kanala ve 42 yerli
diziye indi. Raporda, 150
bin kişinin istihdam ettiği
sektörde krizle birlikte 50 bin kişi-
nin işini kaybettiği belirtildi. Rapora
göre geçen yõl yaşanan krizle birlik-
te kanallar, yapõmcõ şirketlere öde-
dikleri ücretlerde yüzde 30 ila 50
oranõnda değişen indirimler yaptõ.
İşlerini kaybetmek istemeyen ya-
põmcõlarõn büyük çoğunluğu bunu kabul etti. Ya-
põmcõlar da aynõ şeyi oyuncular ve teknik ekip-
ten talep edince sektördeki ücretler de ortalama
yüzde 40 oranõnda düştü. Halen kriz öncesi sevi-
yelere gelinemedi. Ayrõca yeni adõ Bloomberg
olan Kanal 1, Show TV, Kanal 7 gibi bir-
çok kanalõn dizi yarõşõndan koptuğu
ortaya çõktõ. Kriz nedeniyle reklam
gelirleri azalan kanallar, hem ya-
yõnladõklarõ dizilerin sayõlarõnõ
azaltõrken hem de düşük maliyet-
li sitcom tarzõ dizilere ekranlarõ-
na açmaya başladõlar. Drama tar-
zõ dizilerin bölüm başõna çekim
maliyetleri ortalama 300 bin
TL’yi bulurken, sitcom tarzõ diziler
bölüm başõna 60 ila 100 bin TL’lik
bütçelerle çekiliyor.
Dizilerin önemli oranda oyuncu ihtiyacõ
‘oyuncu fabrikası’ olarak da anõlan cast (oyun-
cu) ajanslarõndan karşõlanõyor. Bundan 10 yõl ön-
ce sayõlarõ ancak bir elin beş parmağõnõ geçme-
yen oyuncu ajanslarõnõn sayõsõnõn, 100’leri bul-
duğu ifade ediliyor. Türkiye’nin önde gelen cast
ajanslarõna günde ortalama 50 kişi başvuruyor.
Ekonomi Servisi - Yunanistan’da
ekonomik krizin olumsuz etkileri
sürerken, Yunan bankalarõnõn borsa-
daki değerlerinin düşmesi nedeniyle
dõşarõdan satõn alõnmalara karşõ da-
yanõksõz hale geldiği ve ordunun ya-
kõtsõz kalma tehlikesi altõnda bulun-
duğu bildirildi.
Yunan basõnõnda çõkan haberler-
de, ülkenin belli başlõ bankalarõ olan
Aspis, Geniki, Attikis ve Proton
Bank’õn toplam borsa değerinin 500
milyon Avro civarõnda bulunduğu
belirtildi. Atina’da yayõmlanan Kat-
himerini gazetesi Yunan bankalarõ-
nõn, Yunanlõlõğõnõ kaybetme riskinin
her zamankinden daha büyük oldu-
ğunu kaydetti.
Öte yandan, Yunan ordusunda
yakõt stoklarõnõn süratle tükenmesi
nedeniyle kara ve hava kuvvetlerine
ait tüm askeri araçlarõn belirsiz süre
hareketsiz kalma riskiyle karşõ kar-
şõya bulunduğu iddia edildi.
Milyonerler
servetine servet kattı
Ekonomi Servisi - Türk milyonerler krize
karşõn son bir yõlda servetine servet kattõ. Türki-
ye’nin milyoner sayõsõ mayõs itibariyle geçen yõ-
lõn aynõ dönemine göre 6 bin 390 kişi artarken,
milyonerlerin bankalarda tuttuklarõ mevduatõnda
47 milyar 718 milyon TL’lik artõş yaşandõ. Son
bir aylõk dönemde milyonerler kulübündeki mu-
diler arasõna 470 kişi eklenirken, milyonerlerin
bankalarda tuttuklarõ mevduatta 11.5 milyar
TL’lik artõş yaşandõ.
Bankacõlõk Düzenleme ve Denetleme Kuru-
mu’nun Mayõs ayõ İnteraktif Aylõk Bülten veri-
lerine göre, bankacõlõk sektörü genelindeki Tür-
kiye’nin toplam mevduatõnõn 541 milyar 238
milyon TL olduğu belirlendi. Toplam mevdua-
tõn 523 milyon 47 milyon TL’sinin yurt içi yer-
leşiklere, 18 milyar 191.4 milyon TL’sinin ise
yurtdõşõ yerleşiklere ait olduğu öğrenildi.
Yurtiçi yerleşiklere ait mevduat hesaplarõnõn
yüzde 44.5’ini 1 milyon TL’nin üzerindeki he-
saplar oluşturdu.
Ev kadõnlarõnõn ek gelir kapõsõ olarak yaptõğõ doğrudan satõş, işsiz kalan erkeklerin de ilgisini çekiyor
Krizdoğrudansattõrdõ
Ron Griffiths
Türkiye’de
ansiklopedi ve
tencere tava
satışı ile
başlayan
doğrudan satış
işi şu anda 600
milyon TL’lik
pazar
büyüklüğüne
ulaştı.
Her
üç diziden
biri krize kurban
gitti. Kriz nedeniyle
sektörde yaşanan kü-
çülmenin etkisiyle
50 bin kişi işini
kaybetti.
Geçen sezon atv’de yayımlanan Kasaba dizisi
ani bir kararla yayından kaldırılmıştı.