19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 12 TEMMUZ 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kumpanya ve Kampanya PENCERE ‘Azınlıklar’ Öyküsü... Frenk dostlarımızın deyişiyle ‘Kürtlerin azınlık hakları’ gibi laflar ortalıkta dolaşıyor ve ilginç çağrışımlara yol açıyor... Ne gibi çağrışımlara?.. Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı; Cumhuriyetin ilanına üç ay vardı... İstanbul’da padişahçılar ayak sürüyorlardı.. Dersaadet’te hilafet yanlıları.. Osmanlı’nın yasaları yürürlükteydi; laik hukuk ufukta bile görünmüyordu.. Lozan’da Hıristiyanlar ile Museviler (bir başka deyişle Rumlar, Ermeniler, Yahudiler) ‘azınlık’ sayılmışlardı.. Osmanlı’da dinsel hukuk ağır bastığından bu kuralların Hıristiyanlara ve Yahudilere uygulanması olanaksızdı; bu ortamda azınlık hukukunun gerekçesi vardı; Müslümanın mirası, evliliği başkaydı, boşanması başkaydı; Yahudinin, Rumun, Ermeninin başkaydı... Avrupa devletleri Fransız Devrimi’nin tohumladığı ortak laik hukuku benimsemişlerdi; ama, Türkiye bu hukuka uzak yaşıyordu. 1926 yılına ulaştığı zaman, Ankara, padişahlığı ve halifeliği yıkmış, Cumhuriyeti ilan etmişti; ama, temel hukuk eski dinsel hukukun mirasını taşıyordu... 4 Ekim 1926’da ‘Medeni Kanun’ benimsendi.. 1 Mart 1926’da ‘Ceza Kanunu’ geçerli oldu.. Birincisi İsviçre’den, ikincisi İtalya’dan alınmıştı, laik temellere dayanıyordu, dinsel kanunlar tarihe karışmıştı... Ülkede yaşayan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, daha başka deyişle Hıristiyanlar ve Museviler, Cumhuriyet Devleti’ne başvurup Lozan Antlaşması’nda yazılı azınlık haklarından vazgeçtiklerini duyurdular... Çağdaş hukuk, laik yasalar, yurttaşı kulluktan birey düzeyine çıkaran temel ilkeler, Cumhuriyet devrimiyle birlikte yaşam düzenine dönüşmüştür; bu süreçte Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Ermeni, Rum, Yahudi ayrımı söz konusu değildir. Bugünkü Türkiye’nin düzeninde ne azınlıklar vardır.. Ne de azınlık hakları. AKP yöneticileri Atatürk devrimlerini ve Kurtuluş tarihimizi ne kadar biliyorlar?.. Başbakan Erdoğan, laik Cumhuriyetin hukuk yapısının nasıl oluştuğundan haberli midir?.. Bu köşede geçen gün sordum: Emine Erdoğan Hanım, Kuran’daki tesettürü benimsiyor da evlilik hukukunu neden hiçe sayıyor?.. Kadın haklarında şeriatı neden dışlıyor?.. AKP yöneticileri ve eşleri tam bir fikir keşmekeşi içinde yaşıyorlar... Türkiye Kemalist devrimle tüm hukuk yapısını çağdaşlık yolunda değiştirmeseydi, bugün AB yoluna girebilir miydik?.. Laik Cumhuriyetin hukuk yapısı çağdaşlığın mantığında hazırlanmıştır; son yıllarda temel yasalarda belirlenen kimi maddeler üzerindeki değişikliklerle Avrupa Birliği yolunda gerekli sonuca ulaşıldı. Bu sonucu AB de onaylıyor... Hiçbir İslam ülkesinde böyle bir hukuk yapısı yoktur; olabilmesi için öteki Müslüman devletlerin de Kemalist devrimi benimsemeleri gerekir; daha başka deyişle ‘Aydınlanma’sız çağdaşlık olmaz. Atatürk devrimi sayesinde, Türkiye, hukuk yapısıyla tüm Müslüman dünyaya örnek ülkedir. (7 Ekim 2004 tarihli yazısı) Y azgõ (kader), bir do- ğaüstü güç kavramõdõr. İnsanõn, toplumun (özellikle bireyin) ve doğanõn, yaşam boyunca olan tüm olaylarõn önceden belirlen- diğini ifade eder. İdealist bir kavramdõr. İslam felsefesinde, inancõn temel altõ öğesinden bi- ridir: “….. bilkaderin hayrihi ve şerrihi”. İyiliğin ve kötülüğün Tanrõ’dan geldiğine, bir yazgõ olduğuna inanmak gerekir. İmam Gazali’nin (1058-1111) “Erba- in fi usûli’d din” (Dinde Kõrk Ana Kural) adlõ yapõtõnda, Mu- hammet’in şöyle dediği yazõ- lõyor: “Tanrı buyurdu: Ben, iyiliği yarattım. İyiliğe yaraşır kişileri de yarattım. Kötülük yapanları da yarattım. İyilik için yarattığım, kendilerine iyilik yapma şansı tanıdığım kişiye muştular olsun. Ken- disini kötülük için yarattı- ğım, kötülük işlemesini iste- diğim kişiye de yazıklar olsun. Yazıklar ki, yazıklar olsun.” (Bkz. Dokuzuncu bölüm). İslamõn inanç kavramlarõ için- de, “İnşallah” kavramõ çok önemlidir. “Tanrı dilerse!” de- mektir. Kuran’da, “Tanrı dile- medikçe, siz dileyemezsiniz” deniliyor. (İnsan suresi, ayet 30). Yani Tanrõ, insan istencini hiçe sayõyor. Yeter ki, Tanrõ dilemiş ola! “Unutursan, Tanrı’yı an ve ‘Umarõm Tanrõm, beni doğruya, daha yakõn olana ulaştõrõr’ de.” (Kehf suresi, ayet 23, 24). İslama göre, insanõn, bir şeyi, “Ben yaptım!” deme hakkõ yok. “Tan- rı dilerse!’’ yaparsõn. İnsan is- tencini önemsemeyen kuram, sa- nõldõğõ gibi salt, İslamõn temel fel- sefesi değildir. Sümerler’de de özdeş inanç vardõr. Kaynağõnda, doğaya egemen olamamanõn zo- runlu sonucudur. İlkçağ Yunan inancõnda, salt insanlarõn değil, Tanrõlarõn yazgõlarõ da, “Moi- rai”ya bağlõydõ. “Moirai” ya da “Moirailar”, her kişinin, ya- şamda önceden belirlenmiş pa- yõdõr. Moirailar, Tanrõlarõn pay- larõnõ da verirler. Hesiodos (M. Ö. 700 dolaylarõnda), “Teogonia” adlõ yapõtõnda, Moirailar’õn, Ze- us’tan daha güçlü olduklarõnõ belirtir. Zeus’un oğlu “Sarpe- don”, savaşta yaralanõr. Zeus, onu alõp kaçõrmak ister, ama Hera, karşõsõna dikilir, Moirai’nin (yaz- gõ) gücüne karşõ gelmesinin yol açacağõ felaketi anõmsatõr, Zeus vazgeçer. Hesiodos “Klotho, Lakhesis, Atrepos” adlõ üç Moirai’dan söz eder: Klotho, Lakhesis, Atrepos tanrıçalar, Ki bilge Zeus, büyük üstün- lük vermişti onlara Ki onlar verir yalnız, insan- lara Mutlu mutsuz yaşama pay- larını. (Bkz. Azra Erhat, Mito- loji Sözlüğü). Ömür, mutluluk, mutsuzluk, ölüm gibi yaşam olgularõ, yaşa- mõn gerçek paylarõdõr. Her insanõn bir “Moirai”sõ vardõr. Bunlar, insan dünyaya gelir gelmez, insanõn yaşam ip- liğini bükmeye başlarlar. Kuş- kusuz, günün birinde de, bükül- müş ipliği bir yerinden keserler. Troya önlerinde dövüşen bir sa- vaşçõ için Homeros (M. Ö. VII. yüzyõl) şöyle söylüyor: Bitti ömür yumağı tam o sı- rada (İlyada, II, IV, 517, Çev. Azra Erhat). Bu soyutlama, giderek “tan- rısal varlık” durumuna geldi. “Ker”le benzerlik gösterdi, ama kesinlikle, onun gibi kan dökücü olmadõ. (Kerler: Dişi cinler). Bütün dinlerde, yazgõ, tanrõsal bir güçtür. Yazgõ, insanõn istenç özgürlüğünü kabul etmiyor. İn- san, anasõnõn karnõna düştüğü anda, yaşamdan alacağõ pay be- lirleniyor. “Tanrısal değerlen- dirme kuramı”na (ocasyona- lisme) göre insan, Tanrõ’nõn elin- Yazgõ Vecihi TİMUROĞLU Çağdaş doğa bilimleri, zorunlukla rastlantõnõn özüyle bunlarõn bağõntõlarõnõ açõk seçik ortaya koymuştur. Bay Erdoğan, öncelikle, “taşeron kuruluş”la “teknik donanõm” arasõndaki bağõntõyõ araştõrsõn. İKTİDARIYLA, devletin çeşitli makamlarına yerleşmiş, yerleştirilmiş ya da sızmış unsurlarıyla, yandaş medyasıyla, dıştaki destekçileriyle temel niteliği hep bilinen bir kumpanyaca düzenlenen oyunun referandum aşamasına geldik. Kumpanya, kendi kampanyasını başlattı bile. Uzaklardan, Atlantik ötesinden yönlendirilen kocaman bir ahtapot hışmıyla vantuzlu kollarını her alana uzatacak, ne olup bittiğini tam kestirememiş şaşkın bir halkı yeniden yanıltmak için gereken her şeyi yapacak. Peki, Cumhuriyeti ahtapotun kollarından kurtarmak isteyenler ne yapacak? Son yıllarda çoğu zaman görüldüğü gibi yine dağınık, hedefi iyi belirlenmemiş, halkı doğru yönlendirmeyen cılız bir kampanya mı? Oyunun bu ilk perdesinden sonra Cumhuriyetin temel niteliğini değiştirme operasyonunun noktalanacağı seçime geçilip yenilgi sonrasında yine hüsran mı? Öyle bir sonuç istenmiyorsa, referandum kampanyasının ciddiye alınması ve Cumhuriyeti çöküşten kurtarmak için yapılabilecek her şey yapılmalıdır. Önemli olan, ilk aşamalardan başlayarak dağınıklığı gidermek için sağlam bir eşgüdüm mekanizmasının kurulmasına öncelik verilmesidir. Yaklaşık bir ay önce, Anayasa Mahkemesi’nin nasıl davranacağı bilinmeden, “Cumhuriyetçi cephe” denebilecek siyasal ya da sivil kuruluşlar yelpazesinin iki ucunda yer alan iki partinin ortak bir açıklaması olmuştu. İlk bakışta çok kişiye tuhaf gelmişti o girişim. Ekonomik ve sosyal bakımından biri sağda, öbürü soldaydı partilerin: Demokrat Parti ile Bağımsız Cumhuriyet Partisi. Biri, çok partili düzene geçişteki 1946 coşkusunu yeniden yaşatmayı amaçlamaktaydı; öbürü de gerçek bir düzen değişikliğinin dıştan reçetelerle değil, Türkiye’yi Türkiye’den yönlendirecek ulusalcı sol politikalarla sağlanmasını savunmaktaydı. Ama, ikisi de Cumhuriyetin kuruluşundaki ilkelere bağlı kalarak yaşatılmasından, kurda kuşa kurban edilmemesinden yanaydı. Ortak çağrı, Cumhuriyeti başkalaştıracak bir genel seçim sonucunu belirleyerek sonun başlangıcı olabilecek bir referandum kampanyası için Cumhuriyetçi partiler arası bir eşgüdüm mekanizması kurmayı önermekteydi. Şimdi, Anayasa Mahkemesi’nin tutumu belli olduğuna ve halkın oyuna başvurulması kesinleştiğine göre, çağrıyı yapmış olanların öbür partilerle ilişkiye geçip söz konusu eşgüdümün ayrıntılarını görüşmesine sıra gelmiştir.. Benimsenecek stratejiyi kestirmek güç olmasa gerek. Seçmen, ayrıntılara boğulmadan ve asıl niyeti kamufle etme amacıyla oluşturulmuş bir metnin ayrıntılarında kaybolmadan, doğrudan doğruya asıl konuya girip “Cumhuriyetin temel niteliğini değiştirecek bir parti iktidarda kalmalı mıdır” sorusunu kendi kendine sorarak gereken yanıtı vermesini sağlamak temel hedef olmalıdır. [email protected] de bir oyuncaktõr. Bu ku- ram, öncesizlik (ezeliyet) uyumu kökenine dayanõ- yor. Bilim, yazgõ (kader) kavramõnõn yerine, “rast- lantı” kavramõnõ koyuyor. Rastlantõ, “zorunluluk” kavramõnõn karşõtõdõr. Zo- runluk, özdeksel (maddi) dünyada, görüngülerin (fe- nomen) derin özünden kaynaklanõr. Görüngüle- rin düzenini, düzenliliğini ve yapõsõnõ ifade eder. Bu- na karşõt olan rastlantõnõn (kaza, kader, yazgõ) kay- nağõ, görüngülerin özünde değil, bir görüngü üzerin- de başka bir görüngünün yaptõğõ etkidedir. Bilimde, rastlantõlara yer vardõr, an- cak bir deneyde birden or- taya çõkan bir görüngü- nün tek başõna ve nedensiz olduğu düşünülemez. Bu görüngü (rastlantõ) üze- rinde, kesinlikle, etkin bir ya da daha çok görüngü- nün varlõğõ düşünülür, ara- nõr ve bulunur. Bir rast- lantõnõn tek ya da çok ba- ğõntõsõ olabilir, ama ke- sinlikle bağsõz ve bağõntõ- sõz değildir. Zonguldak’ta, Balõke- sir’de ve Amasya’da olu- şan maden kazalarõ, ke- sinlikle yazgõ değildir. Ek- sik donanõmdan söz edile- bilir. Teknikbilimin ge- rektirdiği önlemler alõn- mamõş, önölçümler yapõl- mamõş olabilir. Bir grizu patlamasõnda bulunmasõ gereken araçlar ve gereç- ler yoktur büyük bir olasõ- lõkla. Kazadan hemen son- ra, işçilere ulaşõlmasõnõ sağlayacak insan ve araç hazõrlõğõ bulunmayabilir vb. Kökenindeyse, bu ka- za (Başbakan’õn deyişiyle kader), taşeron kuruluşun “kâr hırsı”yla bağõntõlõdõr. Her türlü rastlantõ, ke- sinlikle nesnel yasalarca yönetilir. Bu, özünde “nes- nel zorunluluk”tur, an- cak ilk aşamada rastlantõ görüngünün üzerinde bu- lunan görüngü bilinmedi- ği için rastlantõ olarak ifa- de edilir. Bundan, salt zo- runlukla rastlantõ arasõn- daki bağõntõ değil, bunlarõn iç içeliği de anlaşõlmalõdõr. Darwin’in organik dün- yanõn evrimi kuramõ, böy- le bir anlayõşa dayanõr. Çağdaş doğa bilimleri, zo- runlukla rastlantõnõn özüy- le bunlarõn bağõntõlarõnõ açõk seçik ortaya koymuş- tur. Bay Erdoğan, önce- likle, “taşeron kuruluş”la “teknik donanım” ara- sõndaki bağõntõyõ araştõrsõn. Ondan sonra, o işçilere, Tanrõ’nõn doğmadan önce yaşamdan ayõrdõğõ “pay”õ ölçsün, tartsõn. AKP’yi, laikliğe karşõ eylemlerin odağõ saymanõn gerekçesi de bu. Bilimsel düşünceyi bir türlü be- nimseyemiyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle