19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 HAZİRAN 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER HALK kitleleri farkında değil ama şu günlerde Cumhuriyetin kaderiyle oynanmaktadır. Oyunun bir cephesi, ne pahasına olursa olsun, adı konmasa da Cumhuriyeti başkalarının çıkarlarına da hizmet edebilecek biçimde bir İslam cumhuriyetine dönüştürmekle ilgili; buna karşılık, gidişten endişe duyup önlenmesi için çare bulmaya çalışan bir taraf var. İktidar, yeni bir anayasa yapma girişimiyle işe başlayarak sonuçta birkaç temel madde değişikliğinde karar kılıp bunu kamufle edecek bir paket değişikliğiyle yetindi ve o yolda referenduma gitmeyi göze aldı. O aşamayı farklı kazanırsa genel seçim zaferiyle asıl hedefine ulaşabileceğini hesaplıyor. Son dönemde İslam âleminde edindiğine inandığı ünün kendisine içte de yardımcı olacağına güvenmekte. Yeşil sermayenin, tarikatlar dünyasının ve eninde sonunda bölgesel çıkarlarına hizmet etme güvencesi verdiği dış çevrelerin desteğini arkasında hissediyor. Washington’ca “çizilmiş” olabileceğinin ya da İsrail’le kapışmış olmasının bu gerçekliği tersine çevirmeyeceğinden emin. Üstelik Kemalist geleneğin savunucusu olduğu söylenen Silahlı Kuvvetleri sindirmiş sayılmanın rahatlığıyla hukukun kafasını gözünü yararak asıl hedefine fütursuzca varabileceğini düşünüyor. Karşısındaki güçler hâlâ dağınık ve toparlanmamış durumda. Onlardan yana tek etken, hukuk, anayasa ve onun bekçisi sayılan Anayasa Mahkemesi gözükmekte. Bunun Cumhuriyete yönelik tehlikeyi önlemeye yeteceği düşünülüyor. Belki de devletin tarihinde böyle bir beklentiyle tek organa bu ölçüde büyük sorumluluk yüklenmesi ilk kez görülmekte. Sorumluluktaki ağırlığın mahkeme üyelerine ürperti vermesi doğaldır. Ancak, bu ürperti “şekil” şartı bakımından daha önceki yorumdan ayrılmayı gerektirmez. Cumhuriyetin “hukuk devleti” ilkesini zedeleyen değişikliklerin önerilmesi bile şekil ihlalidir. “Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki maddede değişiklik yapılması hiçbir türlü teklif dahi edilemez” kuralı 1924 Anayasası’ndan beri Cumhuriyetin temel hukuk kuralı olmadı mı? Cumhuriyet anayasa sayılan ilkeleriyle tanımlandığına göre, o ilkelerden birini ya da birkaçını zedelemek “şeklen” cumhuriyetin içini boşaltıcı bir “operasyon” değil midir? Kaldı ki bu kez yeni bir şekil ihlali daha var: Anayasa değişiklikleri oylanırken gizlilik kuralı ihlal edilerek milletvekillerinin yakından izlenmesi, hatta gözlenmesi bütün yasayı sakatlayan bir şekil ihlalinin dik âlâsı değil midir? Anayasa Mahkemesi’nin böylesine zedelenmiş bir metinle referanduma gidilmesini gönünde tutup doğal olarak bütün işlemi geçersiz bulması hiç şaşırtıcı sayılmamalıdır. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Güçler Dengesi [email protected] Daha Yaşanõlõr Bir Çevre İçin El Ele! Âşõk Veysel’in değerli yapõtõ “Uzun ince bir yoldayõm”, “doğa için çal” etkinliğinde değerlendirilen yapõtlardan biridir. Der ki âşõk: “İki kapõlõ bir handa, gidiyorum gündüz gece / Bilmiyorum ne haldeyim, gidiyorum gündüz gece...” Yeryüzünün ve gökyüzünün geldiği son noktayõ biliyoruz. Menzil eğer daha yaşanõlõr bir dünya ise hep birlikte el ele verelim... Prof. Dr. Suat GEZGİN İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanõ “K amusal alan” denildi- ğinde sevgili öğrenci- lerimizin ilk aklõna ge- len Habermas’tõr. Kamusal alan dendiğinde akõllara artõk başka şey- ler, kavramlar, değerler de geliyor. Örneğin Arjantin, “Çevre ve Ka- musal Alan Bakanlığı” diye bir bakanlõk oluşturmuş. Çevreyle ka- musal alanõn bağõntõsõ nedir diye sorgularken, ilk hamle tanõmlara bakmak olacaktõr. Genel ve kaba ta- nõmõyla çevre; “İnsanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca iliş- kilerini sürdürdükleri ve karşı- lıklı olarak etkileşim içinde bu- lundukları, fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam ve içinde yaşadığımız doğal ortam...” olarak tanõmlanmaktadõr. Bizim etkinliğimizi ilgilendiren en önemli sözcük belki de insanla- rõn ve canlõlarõn yaşamlarõ boyunca karşõlõklõ etkileşimidir. Bu etkileşim aslõnda bir ortak alandan söz aç- maktadõr. Solunan hava, içilen su, üzerinde yaşanan toprak... Bilin- mektedir ki bu alanlar ciddi bir teh- ditle karşõ karşõyadõr. Brezilya’daki asit yağmurlarõ ormanlarõ yok ediyor. Karbon gazı Atmosferin yüreğine bir hançer gi- bi saplanan ve her geçen gün açtõğõ yaradan güneşin õşõnlarõnõ tüm ya- kõcõlõğõyla insanlarõn üzerine salõmõ da bir başka gerçeğimizdir. Bu ya- kõcõlõkla birlikte anõmsanmasõ gere- ken bir başka önemli değer de kar- bon gazõ tüketimidir. En son yaşanan felaket ise, daha çok tazedir.. Mek- sika Körfezi... Bu kõsa betimleme eğer kendine yer bulabilirse, gündemde yer al- makta ve değerlendirilmektedir. Bir başka deyişle, çevre; medya gün- demi olursa, kamunun da gündemi haline gelmektedir. Oysa bu sorunun pratik yansõmasõ çok yalõn bir bi- çimde Arjantin’deki hükümet yapõ- lanmasõnda ortaya çõkmõştõr. Çevre ve kamusal alan... Arjantin’in de bu anlamda defterinin çok kabarõk ol- duğunu söylemek gerekir. Bugün bu sorunlarõn ulaştõğõ bo- yutlar, tüm insanlõğõ tehdit eder bir hal almõştõr. Dolayõsõyla sorun kü- reselleştikçe, soruna çözüm arayõş- larõ da küresel bir boyut kazanmõş- tõr. İşte sorunun bu hõzlõ gelişimi ye- ni bir kavramõ ortaya çõkarmõştõr. “Küresel kamusal mal” diye ta- nõmlanan bu kavram her şeyden önce çevrenin kamusal boyutunu or- taya koymaktadõr. Kamu maliyesi- nin yeni bir kavramõ olarak ortaya çõ- kan bu kavram, “küresel çevre po- litikaları” için yadsõnamaz bir öne- me sahiptir. Faydasõ ülkeler, insanlar ve nesil- ler açõsõndan büyük ölçüde evrensel olan mallar, küresel kamusal mal- lardõr. Bu tanõm aynõ zamanda Bir- leşmiş Milletler Kalkõnma Programõ tarafõndan hazõrlanan raporda dile ge- tirilmiştir. Çevre hepimizi bağlar Başlangõçta okyanuslar, atmosfer ve ozon tabakasõ gibi konular küresel ka- musal mal kavramõ içinde yer alõrken, bugün buna çevre, sağlõk, finansal is- tikrar, barõş ve güvenlik gibi konular da eklenmektedir. Aslõnda ortaya çõkan tablo çok da- ha yalõn bir gerçeğin altõnõ çizmek- tedir. Hiçbir toplumsal sorun, dinamik diğer bileşenlerinden ayrõlarak, so- yutlanarak tahlil edilemez. Çevre de bu bağlamda diğer bile- şenleriyle ve etkileşim ortamlarõyla değerlendirilmesi gereken bir un- surdur. Bu bağlamda etkileri ve so- nuçlarõ açõsõndan küresel ve kamu- sal niteliğe sahip çevre herkesi, he- pimizi bağlar. Kimsenin “bana ne” deme hakkõ yoktur! El ele verelim Son olarak değerli ozanõmõzõn di- zeleriyle sizlere seslenmek istiyorum. Âşık Veysel’in değerli yapõtõ “Uzun ince bir yoldayım”, “doğa için çal” etkinliğinde değerlendirilen ya- põtlardan biridir. Der ki âşõk: “İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece / Bilmiyo- rum ne haldeyim / gidiyorum gün- düz gece...” Yeryüzünün ve gökyü- zünün geldiği son noktayõ biliyoruz. Menzil eğer daha yaşanõlõr bir dünya ise hep birlikte el ele verelim... 2 010, Türkiye’de Japonya yõlõ olarak kutlanõyor ve Mardin’den Trabzon’a kadar 22 ile yayõlan bir alanda Türkiye ve Japonya el ele vermiş ba- rõş, uzlaşma ve işbirliği gibi evrensel ortak de- ğerlerini paylaşõyorlar. Anadolu’ya da yayõlan bu işbirliğinin şimdiye kadar başka ülkeyle örneği yok. Aslõnda Türk - Japon ilişkilerinin tarihi Avrupa’yla kõ- yaslanõrsa çok yeni ancak önyargõlardan arõndõrõlmõş ve işbirliğine yönelik bir hadef sayesinde iki ülke de dün- ya barõşõna katkõda bulunuyor. “Japonya’nın Dış Politikası ve Türkiye” isimli ki- tabõn yazarõ olan Dr. Hironao Matsutani’ye göre, Türk-Japon ilişkilerinin resmi başlangõç tarihi 1887. Bu ilişki Japon İmparatoru Komatsu’nun yeğeninin za- manõn padişahõ Abdülhamit’i ziyaretiyle başlamõştõr. İstanbul’a gelen Prens Komatsu Padişah 2. Abdül- hamit’e, Japon İmparatoru’nun dostluk mektubu ve ni- şanõnõ getirmiştir. Dostluk elçisi Bu nişan halen Topkapõ Müzesi’nde sergilenmektedir. Bundan sonra 1889 yõlõnda ise 2. Abdülhamit bu ziya- rete karşõlõk vermek ve dostluğu ilerletmek için Ertuğ- rul Fõrkateyni’ni Japonya’ya göndererek gemi komuta- nõ Osman Paşa’yõ da dostluk elçisi atamõştõr. Gemi uzun ve serüvenli bir yolculuktan sonra 7 Haziran’da Tokyo’ya ulaşmõş, Osman Paşa ve beraberindeki heyet 13 Haziran 1890’da Japon İmparatoru tarafõndan kabul edilmiştir. Bu tarih Türk-Japon dostluğunun başlangõcõ olarak kabul edil- miş ve 1990 yõlõnda Türkiye ve Japonya’da dostluğun 100. yõlõ şenlikleri düzenlenerek bir hatõra pulu çõkarõlmõştõr. Bu arada Ertuğrul gemisi ve mürettebatõ Tokyo’da üç ay kaldõktan sonra 14 Eylül 1890’da yola çõkmõş ancak 16 Eylül gecesi Kuşimato’da fõrtõnaya yakalanarak batmõş; gemideki 650 kişilik mürettebattan 581 kişi şehit olmuştur. Şehitler arasõnda Amiral Osman Paşa da bulunmaktadõr. Bu faciadan kurtulan 69 denizcimiz ise Japon İmpara- toru’nun emri üzerine savaş gemileri eşliğinde İstanbul’a gönderilmiştir. Tarihimizde “Ertuğrul faciası” olarak bi- linen bu olay, iki ülke ilişkilerinde acõ bir hatõra olmak- la birlikte daha sonra gelişen dostluk yaralarõn sarõlma- sõna katkõda bulunmuş, bu arada Türkiye ve Japonya’da birçok kent kardeş şehir ilan edilmiştir. Halen Kuşimoto’da bu olay anõsõna dikilen bir anõt, bir şehitlik ve bir müze bulunmaktadõr. Bununla birlikte bu müzenin Kültür Bakanlõğõmõz tarafõndan yeniden elden geçirilerek anayurttan çok uzaklarda yatan denizci şe- hitlerimizin anõsõna saygõ gösterimesi beklenmektedir. Ertuğrul faciası Diğer yandan, Ertuğrul faciasõ konusunda bu yõl De- niz Kuvvetleri Komutanlõğõmõzca İstanbul’da çok başa- rõlõ bir toplantõ yapõlmõştõr. Türk ve Japon uzmanlarõn ka- tõldõğõ toplantõ sonrasõnda Ertuğrul faciasõ konusunun da- ha fazla araştõrõlmasõ sonucu çõkmõştõr. Türk-Japon ilişkilerinin gelişmesinde önemli bir tra- jik olayda, 1. Dünya Harbi’nde Ruslara esir düşen 1030 kişinin bir Japon gemisiyle İstanbul’a getirilmesi hadi- sesidir. Bu esirlerin İstanbul’a getirilmesiyle görevli Yar- bay Tsomora gerçek bir kahramandõr. Çünkü Viladivostik limanõndan esirleri getiren gemi Midilli açõklarõnda Yu- nanlõlarca durdurulup esirlerin Yunanistan’a teslim edil- mesini istenmiştir. Ancak Yarbay Tsomora, Yunan komutana direnmiş ve büyük bir cesaret göstererek aylarca süren müca- dele sonunda esirleri Yunanlõlara vermemiş, onlarla ade- ta dost olmuş, acõlarõnõ paylaşmõş, birçok zorluğa gö- ğüs germiş ve Yunanlõlarõn bütün isteklerine karşõ ge- lerek uzun mücadelelerden sonra sağ kalanlar İstanbul’a getirilmiştir. Yarbay Tsomora’dan yaşadõğõmõz gün- lerde alõnacak çok ders vardõr. Türk-Japon ilişkileri Türk-Japon ilişkileri, genç Türkiye Cumhuriyeti dö- neminde de başarõyla devam etti. Japonya 1924 yõlõnda genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanõdõ. O yõllarda diplomat olarak Türkiye’de bulunan Hitoshi Ashida ilginç bir ka- rarla “Türk Boğazları’nda Geçiş Rejimi” konulu bir doktora tezi yazdõ. 1930 yõlõnda basõlarak kitap haline ge- tirilen bu çok kõymetli doktora tezi, eski İstanbul Japonya başkonsolusu olan Dr. Hironao Matsutani tarafõndan bü- yük bir incelikle Ertuğrul Sempozyumu sõrasõnda Türk Deniz Kuvvetleri Komutanõ’na takdim edildi. Tezin ya- zarõ Dr. Ashida 2. Dünya Savaşõ’ndan sonra Japonya’da başbakan olmuştur. Kitapta, Mustafa Kemal Paşa’nõn başarõlarõ ve yaptõklarõ anlatõlmaktadõr. Boğazlar konu- sunun anlaşõlmasõ açõsõndan bu kitabõn incelenerek ba- sõlmasõ gerekmektedir. Yine Cumhuriyetin ilk döneminde 1927-30 yõllarõ arasõnda Türkiye’de görev yapan askeri ateşe olan Kurmay Yarbay Kingoro Hashimato, Atatürk döneminde yapõlan devrimlerden öyle etkilenmiştir ki Ja- ponya’nõn o dönemdeki ümitsiz durumundan bu tür re- formlar yapõlarak çõkõlacağõnõ düşünmüştür. Hatta bu amaçla genç subaylarla bir darbe planõ yaptõğõ iddiasõy- la da yargõlanmõştõr. 1931 yõlõnda ise Prens ve Prenses Takamatsu Türki- ye’yi ziyaret ederek Atatürk’ün huzuruna çõktõ. 2. Dünya Savaşõ sonrasõnda ise savaşõ kaybeden Japonya, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin dõşõnda kaldõ ve bütün haklarõndan feragat etti. Ertuğrul faciasõyla başlayan ilişkilerin dinamiğinde Asya’nõn doğusunda bulunan Japonya ile batõsõnda bu- lunan Türkiye’nin birbirlerinin tarih, kültür ve halklarõna olan saygõsõ büyük yer tutar. Bugün Anadolu’daki bir- çok arkeolojik alandaki kazõlarõ Japonlar yapmaktadõr. Hint Okyanusu ve Aden Körfezi’ndeki korsanlõkla mü- cadelede iki ülke deniz unsurlarõ işbirliği yapmakta- dõr. Bütün bu iyi gelişmelere rağmen Türk-Japon iliş- kilerinde ekonomik dengesizlik göze çarpar. Türkiye bu ülkeye pek az ihracat yapmaktadõr. En büyük ihraç ürünümüz orkinos balõğõdõr. Buna karşõn ülkemizde bir- çok Japon yatõrõmcõsõ ve şirketi vardõr. Gümrük tarifeleri Ekonomik dengesizliğin azaltõlmasõ için Japonya’nõn Türk mallarõ konusundaki gümrük tarifelerini gözden ge- çirmesi gerekmektedir. Diğer yandan, Kaşivazaki Bele- diyesi’nin tahsis ettiği Türk köyü ne yazõk ki kapanmõştõr. Bu köyün açõlmasõ için Türk hükümeti ve müteşebbis- lerin bu konuyla ilgilenmesi gerekmektedir. Türki- ye’deki tarihi evlerin araştõrõlmasõndan, Japon davuluna kadar geniş bir yelpazede devam eden 2010 yõlõ etkin- likleri uzak iki ülkeyi birbirlerine yaklaştõrmaktadõr. Bence, İstanbul 2010’dan daha organize, ciddi ve plan- lõ ve az maliyetli olan Türkiye’de Japonya yõlõ etkinlik- leri birçok bakõmdan örnek alõnacak bir etkinliktir. Çok mütevazõ görünen, ancak iyi planlanan birçok etkinlik için görev yapanlarõ tebrik etmek gerekir. 2010 Türkiye’de Japonya Yõlõ ve Bazõ Öneriler... Prof.Dr.Bayram ÖZTÜRK Türk Deniz Araştõrmalarõ Vakfõ Başkanõ Ekonomik dengesizliğin azaltõlmasõ için Japonya’nõn Türk mallarõ konusundaki gümrük tarifelerini gözden geçirmesi gerekmektedir. Diğer yandan, Kaşivazaki Belediyesi’nin tahsis ettiği Türk köyü ne yazõk ki kapanmõştõr. Bu köyün açõlmasõ için Türk hükümeti ve müteşebbislerin bu konuyla ilgilenmesi gerekmektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle