Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
14 HAZİRAN 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
‘HİT’
Küreselleşmeyle birlikte ülkeleri gruplara
ayırmak da ayrı bir anlam kazanıyor. Eskinin
kapitalist, sosyalist ve bağlantısızlar üçlüsünün
yerine şimdilerde kapitalist dünya içinde
değişik adlandırmalar yapılıyor.
Örneğin, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin
İngilizcelerinin baş harfleri kullanılarak, BRIC
olarak anılıyor. Bir başka adlandırma, Portekiz,
İtalya, Yunanistan ve İspanya’dan da, İngilizce
adlarının baş harfleri kullanılarak, PIGS
(domuzlar) kısaltması yapılıyor. BRIC’in ortak
özelliği yükselen en büyük pazar ülkeleri
olmalarıdır. PIGS ise, AB’nin Fransa dışında
Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkeleridir. Anlaşılan
PIGS’de çalışanların sosyal haklarının göreli
olarak fazlalığı. buna karşılık günlük yaşamın
çalışma yerine eğlenceyi öne çıkardığı savları
bu adlandırmaya yol açıyor.
Gelelim HİT’e. HİT, Hamas-İran-Türkiye
üçlüsünden oluşuyor. Kanımca AKP tarafından
yapılan ısrarlı dış politika yanlışları sonuçta
ülkeyi bu noktaya taşımış bulunuyor.
Türkiye, Hamas-İran çizgisine bir günde
gelmedi. Gelinen ve son BM Güvenlik Konseyi
oylamasında ret oyu verilmesiyle netleşen
nokta, yıllardır izlenmekte olan İslamcı iç ve dış
politikaların doğal sonucudur.
Dış politikayı önceleri başdanışman şimdi de
Dışişleri Bakanı olarak yöneten Ahmet
Davutoğlu Stratejik Derinlik adlı yapıtında
Türkiye’nin nasıl ‘…merkez bir ülke konumu
kazanacağını’ (s.563) açıklıyor.
Ancak ulaşılan sonuç Türkiye’yi hiç de
bölgesinin merkez ülkesi konumuna getirmiyor.
Tam tersine Hamas ve İran’a bağımlı kılıyor.
Çünkü, ülke, uluslararası hukuk kural ve
tanımlarına göre terör örgütü olduğu
vurgulanan Hamas ve bir nükleer güç olmayı
amaçladığını saklamayan İran ikilisi ile birlikte
anılmaya başlanıyor. Hiç de demokratik
olmayan yapılarıyla öne çıkan bu ikilinin bir
ortak özelliği daha var: İsrail’i dünya
haritasından silmek.
Türkiye eğer güçlenecekse Hamas-İran
ikilisiyle kol kola girerken İsrail’i ortadan
kaldırma anlayışına açıkça karşı çıkmalı; bu
ikiliyi gerçekçi bir düzleme çekmeliydi. Bu
yapılmıyor.
Yine bölgede güç olmaya aday bir Türkiye bu
ülkelerde ve bölgede insan haklarının
güçlenmesi, kadın hakları, işkencenin
önlenmesi, düşünce özgürlüğü, barış ve
demokrasi konularında çaba göstermeliydi.
AKP anlayışında bu değerlerin de ön plana
çıkması asla olası değildir.
Kaldı ki İslamcı bağnazlığının aşırı
siyasallaşması nedeniyle AKP bölgede halklara
değil, Hamas ve İran yönetimlerine yaslanıyor.
Dış politikada, İslam bayraktarlığı insan
haklarının yerini alıyor.
Türkiye dış politikası kayıyor. Bir kez
kaymaya başladığınızda nerede duracağınız
belli olmuyor; merkez ülke olmaya uğraşırken,
kenarın kenarına savruluyorsunuz.
Türkiye Ortadoğu bölgesinde güç olmak için,
ABD, AB, Rusya, ve Çin gibi büyük oyuncularla
ters düşüyor. Bu tutum merkez ülke olmayı
kolaylaştırmaz. Ayrıca bölgenin diğer
ülkelerinin gelişmelere bakışı da göz ardı
edilemez. Bu nedenle de Başbakan’ın “Türk
Arapsız yaşayamaz” sözleri, bölgenin diğer
halklarını ikinci sınıf sayan ümmetçi bir
militanlık kokusu taşıyor. Burada hangi Arap
sorusunu sormanın hiçbir anlamı yoktur.
Başbakan’ın bu anlayışı ve tutumu aslında tam
bir küçülme ve teslimiyet demektir.
Başbakan, HİT politikasını ülke içinde kin ve
düşmanlık tohumlarını besleyecek biçimde
kullanıyor; kötü yönettiği bir yardım girişimini
toplumsal öfke seline dönüştürüyor. Başbakan,
kendi yönetim yanlışının hesabını vermiyor;
duygu sömürüsü yaparak eleştirenleri
susturmaya uğraşıyor; böylelikle hiç de
demokratik olmayan, tersine karşı çıkanı linç
etmeye yönelik bir gidişe ebelik ediyor. Ülkede,
özgürlük, eşitlik ve barış gibi değerlerden
uzaklaşılıyor; insan hakları savunulmuyor;
eleştiri ve hoşgörü ortamı hızla kayboluyor; var
olduğu kadarıyla bile ülkedeki demokrasinin ipi
çekiliyor!
HİT, birçok anlamı yanında “vurmak” demek.
Ancak burada Türkiye vurmuyor; vuruluyor! Ve
kimileri AKP iktidarıyla ülkenin nasıl bir
karanlığa doğru sürüklenmekte olduğunu bir
türlü görmek istemiyor.
yakupkepenek06@hotmail.com
George Soros krizin ikinci aşamasına
girildiğini, 1929 tarzı bir depresyon
riskinin hâlâ gündemde olduğunu
söylüyor (Bloomberg, 10/06). Dünyanın en
büyük bono fonu Pimco’nun CEO’su
Mohammed A. El Erian (Nobel ödüllü
iktisatçı Michael Spence’le birlikte),
“Yükselen piyasalar dünyayı kurtarabilir”
başlıklı yorumunda (The Moscow Times,
09/06), umudunu gelişmekte olan
piyasaların tüketicilerine bağlıyor. Kısacası
piyasaların iki büyük ismi, krizin üçüncü
yılında çok kritik bir konjonktürün
şekillenmekte olduğuna işaret ediyor.
Yas tutmanın aşamaları gibi bir şey...
Finansal kriz 2007’nin ilk yarısında ABD
ev piyasalarında başladı. Temmuz 2007’de
Bear Sterns’in çöküşü krizin gerçek
boyutlarını sergiledi. Ancak, piyasa
ekonomistleri, medya bu gerçeği, Lehman
Brothers’ın Eylül 2008’de iflasına kadar
yadsıdılar, sonra da büyük bir kızgınlıkla,
bankacıları suçlamaya başladılar.
Arkasından, uzlaşma arayışı aşaması
başladı. Krizin derinleşmemesi için
bankerlerin kurtarılması, devletlerin zararı
üstlenmesi, piyasalara yeni denetimlerin
getirilmesi gerekiyordu. Piyasalar denetim
istemiyorlardı; yarın yokmuş gibi
borçlananların hiç mi suçu yoktu?
Çalışanlar da, devletlerin açıklarını
kapatmak için yöneldikleri kemer sıkma
politikalarına direnmeye başlıyordu.
Adeta hep birlikte değerli bir şeyi (bir
insanı ya da serveti) kaybetmenin acısına
uyum sağlama sürecinin aşamalarından
geçiyorduk: Yadsıma, kızgınlık,
müzakere, şimdi de sıra depresyona
geliyordu. Durumu kabullenme
aşamasınaysa daha çok vardı.
Avrupa’da Portekiz, İrlanda, İspanya,
Yunanistan hükümetlerinin yanı sıra,
İngiltere ve Almanya gibi merkez ülkeler de
değil, G20 grubu da önceki haftaki
toplantılarında, bütçe disiplinine öncelik
vereceklerini söylüyorlar. Adeta, ABD hariç
herkes uluslararası mali sermayenin
iradesine boyun eğerek, büyük
fedakârlıklara katlanmaya hazırlanıyor. ABD
mali sermayesinin, finansal piyasaların
egemen fraksiyonu olduğunu düşünürsek,
ABD’nin mali krizin yükünü dünyanın geri
kalanına yüklemeye çalıştığını söylemek bile
olanaklı. Tabii gelecekte bir karşı tepkinin
oluşacağını da...
‘Depresyon ve kabullenme’ye doğru
Geçen hafta Financial Times’ın ekonomik
editorü Martin Wolf, “Politikacılar arasında,
büyük bütçe açıkları olan ülkelerin sıkı mali
politikalar izlemesi gerektiğine dair bir
mutabakat oluşmuş görünüyor. Peki,
politikacılar, iş çevrelerinin, tüketicinin, bu
kemer sıkma çabalarına rağmen
harcamalarını sürdürmeye devam
edeceğine nasıl bu kadar emin olabiliyorlar?
Ya sonunda bu tedbirler, ekonomileri
resesyona, deflasyona iterse” (08/06) diye
soruyordu. Diğer bir deyişle, Wolf,
depresyon riskine işaret ediyordu.
New York Times da, başyazısında,
“Atlantik’in iki yakasını ‘açığı şimdi kapa’
humması etkisi altına almış durumda” diyor
ve ekliyordu: “Özellikle güçlü
ekonomilerdeki bu bütçe açığını acilen
kapama hevesi, Avrupa’yı yıllarca sürecek
durgunluğa hatta daha kötüsüne mahkûm
edecek.” (09/06)
George Soros da “Bugünkü durum,
ürkütücü bir biçimde 1930’larda,
hükümetlerin, bütçe açıklarını kapatmaları
yönündeki basınçların altında, ekonomik
toparlanma henüz zayıfken, aldıkları
tedbirleri anımsatıyor” diyerek depresyon
tehlikesine işaret ediyordu.
Piyasalar, ekonomistler, finansal (kredi)
krizin, devletlerin mali krizine dönüşeceğini
uzun süre kabul etmek istemediler. Halbuki
Reinhart ve Rogoff’un 2008’de
yayımladıkları, sonra 2009’da This Time is
different-Eight Centuries of Financial Folly
(Bu kez farklı-sekiz asırlık mali çılgınlık)
başlığıyla kitap olarak yayımlanan
araştırmalarında çok açık biçimde
gösterdikleri gibi bu sefer de farklı değildi.
Her mali kriz, kaçınılmaz olarak
devletlerin mali krizine, ardından da
devlet iflaslarına yol açıyor. Ve her
seferinde de piyasalar “bu kez farklı”
diyerek, o umutla kaçınılmaz sona doğru
ilerliyorlardı, Rochefoucauld’un ünlü
sözünü anımsatırcasına... “Umut ne kadar
aldatıcı olursa olsun, en azından
yaşamımızın sonuna, katlanılabilir bir yoldan
ulaşmamıza hizmet eder” (anımsatan
Satyajit Das- Euroeconomics). Reinhart ve
Rogoff’a göre bu kez piyasaların küresel
çapı riskleri daha da arttırıyor.
Aslında depresyon aşamasına çoktan
girdi, ama umut birilerini biraz daha idare
edecek. Sonra bunu da kabullenecekler.
Çünkü, devletlerin kaçınılmaz mali krizinin
arkasında iki etken var. Birincisi mali
piyasaları kurtarırken üstlenilen
yükümlülükler. İkincisi, üretim ve ticaretteki
gerilemenin neden olduğu vergi geliri
kayıpları. Bütçe disiplini, yüksek faiz vb.
talebi üretimi etkileyip resesyonu
derinleştirecek, hem devletin borç ödeme,
hem sanayicinin borcunu servis etme
kapasitesini zayıflatacak. Bu süreç
bankaları yeniden vuracak, bu kez
kurtarma olanağı olmayan bir banka krizine
yol açacak. Kısacası, bir kısırdöngü
oluşmuş durumda.
Diğer bir deyişle 1930’lardayız aslında,
ama dünya piyasalarının çapı, sürecin
daha yavaş ilerlemesine neden oluyor. Bu
kısırdöngü, aşırı kapasiteyi, verimsiz
işletmeleri tasfiye edene kadar da
depresyondan çıkış yok. Egemen sınıfların
bu durumu kabullenip ona göre politikalar
üretmeleri zaman alacak.
Ama öncelikle küreselleşme adıyla
meşrulaştırılan, neo liberal kriz yönetim
modelinin tükendiğinin kabullenilmesini
gerektiriyor. Bu da hiç kolay değil. Son 25
yılın yetiştirdiği “kafalar” hâlâ yönetimdeler.
Dahası bu kabullenme hayırlara vesile
olmayacak! Çünkü, tarih bize, mali
sermayenin hem bütçe açığını kapatacak
disiplini, hem de borçların ödenmesine
olanak verecek ekonomik canlılığı sağlama
arzusunu gerçekleştirebilecek politikaların
emperyalizm ve yeniden paylaşım
kavramlarıyla çok yakından ilişkili olduğunu
söylüyor.
Bu yönde bir ipucu, A. El-Erian’ın giriş
bölümünde aktardığım saptamasında
yatıyor. El Erian merkez ülkelerin krizi (aşırı
üretim-talep ve yatırım alanı yetersizliği
sorunu) aşmalarını, merkez sermayesinin
çevre ülkelerin piyasalarına, kaynaklarına
ulaşmasına indeksliyor. Ancak, bu
kaynaklara sahip yükselen ekonomilerin
basıncını, bugünkü ekonomik düzenin
(güçler dengesi, rekabet ilişkileri)
kabullenmesinin (Batı’nın yeni gelenlere
yer açmasının) zor olacağını da kabul
ediyor. Öyleyse, zamanın egemen güçleri,
bu kaynaklara, düzeni koruyarak ulaşmak
isteyecekler. İkinci ipucu, kemer sıkma
politikalarına karşı şekillenen toplumsal
tepkilerde yatıyor. Böyle durumlarda
hükümetler iç pazarı, kendi stratejik
işletmelerini koruma, tasfiyenin yükünü
başka ülkelerin ekonomilerine kaydırma
çabalarını yoğunlaştırıyorlar.
Bu koşullarda en yüksek artı değeri
(borçlar neticede bu kaynaklarla
ödenecek), en hızlı üreten sanayilerin
önemi de artıyor. Bu da bizi, bir başka
ipucuna götürüyor: Haver analytics’in
derlediği verilere göre ABD’de 2007’nin
başından itibaren silah sanayiinin ihracatı
artarken diğer sanayilerin ihracatları
gerilemiş. 2008’in ilk yarısından 2009’un ilk
yarısına kadar, küresel daralmanın tam
ortasında silah sanayiinin ihracatı yüzde 23,
siparişler yüzde 18 artarken, diğer mallarda
toplam ihracat yüzde 20, siparişler yüzde
27 gerilemiş. Ama korkacak bir şey yok,
“bu sefer farklı olacak” değil mi?
Küreselleşme, “başkası” söylemi, insan
hakları filan...
Finansal Krizin Üçüncü Yılını Geride Bırakırken
erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.comDÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA
Özelleştirmeye ilk defa 1986’da başlayan Türkiye, 24 yõlda 39 milyar 600 milyon 581 bin dolarlõk özelleştirme yaptõ
AKP tipi özelleştirmeEkonomi Servisi - Özelleştirme uy-
gulamalarõna ilk defa 1986 yõlõnda
başlayan Türkiye, 24 yõlda 39 milyar
600 milyon 581 bin dolarlõk özelleş-
tirme yaptõ. Bunun 30 milyar 734 mil-
yon dolarlõk bölümü 7.5 yõllõk AKP
iktidarõnda gerçekleştirildi. 58, 59
ve 60’õncõ hükümet döneminde ya-
põlan özelleştirmelerin toplam içindeki
payõ yüzde 77.6 oldu.
MHP Aydõn Milletvekili Ali Uzu-
nırmak’õn verdiği soru önergesine
Devlet Bakanõ ve Başbakan Yardõm-
cõsõ Ali Babacan’õn verdiği cevapta
Özelleştirme İdaresi Başkanlõğõ’nõn
(ÖİB) 58, 59 ve 60’õncõ hükümetler
döneminde gerçekleştirilen özelleş-
tirme uygulamalarõna, bedelli ve be-
delsiz devir uygulamalarõna yer ve-
rildi. AKP iktidarõnda hisse satõşõ, sa-
tõş ve işletme hakkõ devri, devir yo-
luyla özelleştirilen taşõnmaz ve diğer
varlõklarõn satõşõyla birlikte toplam 30
milyar 305 milyon 160 bin dolarlõk
özelleştirme yapõldõ.
AKP iktidarõnda hisse satõşõ yoluyla
yapõlan en büyük özelleştirmeler ara-
sõnda Türk Telekomünikasyon’un
toplam yüzde 70’e ulaşan hissesinin
devrinden elde edilen toplam 8 mil-
yar 423 milyon dolarlõk satõş, başõ çek-
ti. Onu 4 milyar 594 milyon dolara
özelleştirilen TÜPRAŞ’õn toplamda
yüzde 86’ya ulaşan hisse satõşõ izle-
di. İşletme hakkõ devri çerçevesinde
yapõlan özelleştirmeler çerçevesinde
en yüksek rakam TEKEL’in altõ sigara
fabrikasõnõn satõşõndan elde edilen 1
milyar 720 milyon dolarõ bulan özel-
leştirme oldu. Taşõnmaz devirlerinde
de TEKEL’in çeşitli illerde bulunan
140 taşõnmazõnõn satõş yoluyla özel-
leştirmesi sonucunda toplam 930
milyon dolarlõk özelleştirme yapõlmõş
oldu. AKP iktidarõ döneminde özel-
leştirme programõna alõnan kamu
paylarõ, kamu kurumlarõna devredilen
iki kuruluş oldu. Bunlar Deniz İşlet-
meciliği ve Tankerciliği AŞ’nin yüz-
de 50.98’inin TÜPRAŞ’a devri ile
Yeşilova Halõ Yün İpliği Battaniye
Fabrikasõ’nõn yüzde 48.93 hissesinin
Burdur İl Özel İdaresi’ne devriydi.
Son 7.5 yõllõk dönemde kamu ku-
rumlarõna devredilen 300’ün üzerin-
deki taşõnmaz ve diğer varlõklarõn top-
lam devir bedeli 429 milyon 213 bin
dolar oldu. Bu gerçekleşme, 24 yõllõk
özelleştirme serüveni sõrasõnda 712
milyon dolara bedelli devredilen ta-
şõnmaz ve diğer varlõklarõn yüzde
60’õnõ oluşturdu. Kamu kurumlarõna
230’un üzerinde taşõnmaz ve diğer
varlõğõn devri ise 7.5 yõllõk dönemde
bedelsiz gerçekleştirildi.
7.5 yõllõk AKP iktidarõnda hisse satõşõ, satõş ve işletme hakkõ devri, devir yoluyla
özelleştirilen taşõnmaz ve diğer varlõklarõn satõşõyla birlikte toplam
30 milyar 305 milyon 160 bin dolarlõk özelleştirme yapõldõ.
KOBİ’ler kredi
takibinde
Maaşlaraenflasyonfarkõndagözler,temmuzdaaçõklanacakhaziranenflasyonunaçevrildi
Ekonomi Servisi - Batõk kredileri ne-
deniyle bankalarõn kõskacõna düşen KO-
Bİ’lerin sayõsõ nisan ayõ itibarõyla geçen
yõlõn aynõ ayõna göre yüzde 48.7 artõşla
206 bine dayandõ. 2009 yõlõ sonuna gö-
re ise kredisi takibe düşen KOBİ sayõ-
sõnda yüzde 1’lik artõş görüldü. Takibe
düşen kredi miktarõ nisan ayõnda geçen
yõlõn aynõ dönemine göre yüzde 23.4 ar-
tõşla 6 milyar 532.7 milyon TL olurken,
2009 yõlõ sonuna göre ise yüzde 5.2 ge-
rileme yaşandõ. Nisan sonu itibarõyla
KOBİ’lerin kullandõğõ kredi miktarõnda
geçen yõlõn aynõ ayõna göre yüzde 15.8 ar-
tõş yaşanõrken, krediye ulaşan KOBİ sa-
yõsõnda yüzde 2 gerileme görüldü. Mik-
ro işletmelerde ise kredi kullanan müş-
teri sayõsõ yüzde 4.5 azalõrken, kullandõ-
rõlan krediler yüzde 1.3 oranõnda arttõ.
Güney Kore’den
sıcak para önlemi
Ekonomi Servisi - Güney Kore, ‘sı-
cak para’ olarak da adlandõrõlan kõsa
vadeli sermaye giriş ve çõkõşlarõndan
korunmak için yeni önlemler aldõ.
Yeni önlemlere göre, yerli bankalara,
öz sermayelerinin yüzde 50’sine kadar
vadeli döviz işlemi ve opsiyon işlem-
leri yapabilme sõnõrõ getiriliyor.
Yabancõ bankalara da, bu konuda da-
ha fazla serbesti tanõnarak, öz serma-
yelerinin yüzde 250’sine kadar vadeli
döviz işlemleri sõnõrlamasõ getiriliyor.
1997’deki Asya krizi ile küresel
mali krizden bazõ dersler çõkartan
Güney Kore, yeni getirdiği önlemler
ile ani sermaye giriş ile çõkõşlarõnda,
ulusal para birimi won’un aşõrõ de-
ğerlenmesi ya da değer kaybetmesini
önlemeyi amaçlõyor.
Memura ek zam gündemde
Yõlbaşõnda yüzde 2.5 zam
alan devlet memurlarõ,
sözleşmeliler ve memur
emeklilerin bu ayki enflasyon
rakamõna göre temmuz başõnda
ek zam alabilirler.
ANKARA (AA) - Devlet memurla-
rõ, sözleşmeliler ve memur emekli ma-
aşlarõna, haziran ayõ enflasyon rakam-
larõna göre ay başõnda ek zam yapõlmasõ
gündemde bulunuyor.
2010 Merkezi Yönetim Bütçe Kanu-
nu ile devlet memuru, sözleşmeliler ve
memur emekli maaşlarõna yõlõn ilk ya-
rõsõnda yüzde 2.5 oranõnda zam yapõl-
dõ. Bütçede yõlõn ikinci yarõsõnda da ma-
aşlarõn aynõ oranda arttõrõlmasõ öngö-
rüldü. Bu şekilde yõllõk zam oranõ, yüz-
de 5.06 olarak belirlendi.
Bütçede 6’şar aylõk dö-
nemlerdeki tüketici fi-
yat artõşõnõn, yüzde
2.5’lik zam oranõnõ
aşmasõ halinde, ara-
daki farkõn geçen
yõllarda olduğu gibi
bu yõl da maaşlara ek
zam olarak yansõtõlacağõ
belirtildi. Haziranda tüke-
tici fiyatlarõ sabit kalsa bi-
le devlet memurlarõ, söz-
leşmeliler ve memur emek-
lileri, yüzde 1.67 oranõnda
enflasyon farkõ alacak.
Memurlar ve sözleş-
meliler, 15 Tem-
muz’da zamlõ maaş
alacak.
Emeklibuparaylageçinemez
MUSTAFA ÇAKIR
ANKARA - Hafta sonu Ankara Güvenpark’ta
eylem yaparak seslerini duyurmaya çalõşan emek-
liler, 700-800 lira maaşlarla geçinmeye çalõşõyor.
Maaşlarõnõn yarõsõ ev kirasõna giden, kalanõ ile ilaç
paralarõ ile çocuklarõnõn üniversite masraflarõnõ kar-
şõlamaya çalõşan emekliler, hükümete, “Bu parayla
nasıl geçinelim” diye soruyor.
Oturma eyleminde sorularõmõzõ yanõtlayan
DİSK/Emekli-Sen Başkanõ Veli Beysülen, hükü-
metin en iyi yaptõğõ işin sorunlarõ dinliyor gibi ya-
põp dinlememek olduğunu söyledi. Beysülen,
AKP’nin 8 yõldõr uluslararasõ sermayenin temsil-
cisi gibi hareket ettiğini, sosyal devlet ilkesini yok
ettiğini vurguladõ. Anayasa maddelerinin de ihlal
edildiğini söyleyen Beysülen, emeklilerin yüzde
75’inin açlõk sõnõrõnda yaşadõklarõnõ dile getirdi.
Beysülen, 1 Ekim 2008’de yürürlüğe giren ve hü-
kümet tarafõndan “reform” olarak duyurulan
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlõk Sigortasõ Ya-
sasõ’nõn aradan 20 ay geçtikten sonra “cilasının dö-
küldüğünü, gerçeklerin bir bir ortaya çıktığı-
nı” dile getirdi.
Cantek Afrika’ya
kar yağdıracak
Ekonomi Servisi - Antalyalõ işadamõ Hakan
Can Karaca, 750 bin Avro’luk yatõrõmla
geliştirdiği kar yağdõrma teknolojisiyle Kar
Ada ile Güney Afrika’ya kar yağdõracağõnõ
açõkladõ. Bu yõl temmuz ayõnda Güney
Afrika’da gerçekleştirilecek African’s Big
Seven Fuarõ’nda 10 santimetre kar
yağdõracaklarõnõ belirten Karaca, Kar
Ada’nõn ülkesine göre anahtar teslim
fiyatõnõn 3 milyon Avro olduğunu, Güney
Afrika’dan 10 ciddi sipariş beklediklerini
bildirdi.
Antalya’da düzenlenen Kar Ada’nõn tanõtõm
toplantõsõnda konuşan Cantek Soğutma
Yönetim Kurulu Başkanõ Karaca, 45 derece
sõcaklõkta dahi kar yağdõrabilen bu
teknolojiyi ilk olarak Antalya’ya
kurduklarõnõ, 8 bin 848 metre
yüksekliğindeki Everest koşullarõnõ bölgeye
taşõdõklarõnõ söyledi.
(Fotoğraf:NECATİSAVAŞ)