19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 14 HAZİRAN 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL İş Kazalarõ ve Taşeronlaşma “Taşeron” uygulamasõ, 12 Eylül’ün Türkiye’ye armağanlarõndan biridir. 12 Eylül dönemi, “dikensiz gül bahçesi” isteyenlere de istediklerini vermiştir. Türkiye’yi “ucuz emek cenneti” yapma çabalarõ sonunda, taşeronlaşma da kurumlaştõrõlmõştõr. Taşeronlaşma ile özelleştirme, Türkiye’yi “işsizler” ve “bedavaya çalışanlar” ülkesi konumuna getirmiştir. Taşeronlaşma, Türkiye’yi “iş kazalarında” dünya üçüncüsü ve Avrupa birincisi yapmõştõr. İş kazalarõnõn en büyük sorumlusunun “taşeronlaşma” olduğu, uzmanlarõn ve meslek odalarõnõn yaptõğõ açõklamalardan anlaşõlmaktadõr. TMMO’nun (Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odasõ) Kömür Kongresi’nde bir konuşma yapan Genel Maden-İş Sendikasõ Başkanõ Ramis Uslu, olayõn sorumlusunun “kader” olmadõğõnõ açõk bir biçimde aktarmõştõr: “1980 ve 1990 sonrası ülkemizde uygulanan ekonomik politikalar, madencilik sektörünün bugünlere gelmesine neden olmuştur. Özellikle KİT’lerde yaşadığımız; yeniden yapılandırma adı altında özelleştirme, daraltma, küçültme ve taşeronlaştırma politikaları sektörü bu hale getirmiştir. TTK (Türk Taşkömürü Kurumu ), taşeron uygulamasından daha çok zarar görmeden derhal vazgeçmelidir. Türkiye, modern kölelik anlamına gelen taşeron zihniyetini terk etmelidir” (...) Ülkemiz iş kazalarõnda dünyada 3., Avrupa’da 1. sõradadõr. Sadece son 5 aylõk dönemde; Bursa Mustafa Kemal Paşa’da, Balõkesir Dursunbey’de ve son olarak TTK Karadon Müessesesi’nde 540 kodunda taşeron firmada ölümlü büyük kazalar meydana gelmiştir. Metan gazõ patlamasõ sonucu meydana gelen bu kazalarõn bilançosu ne yazõk ki 63 ölüdür. Ne tesadüftür ki bu kazalarõn çok sayõda ortak noktasõ vardõr: Kazalar, özel sektörde olmuştur. Çalõşanlarõn hepsi düşük ücretlidir. İşçiler, sendikasõzdõr. Çalõşanlar yeterince eğitilmemişlerdir. Kazalarõn nedeni grizu patlamasõdõr. Hepsinde denetim boşluğu vardõr. (...) Yeni teknoloji getirilmemiştir. İhale edilen işlerin zamanõnda bitirilemediği, ek süre alõnarak bitirilebildiği görülmektedir. Çalõşan ustalarõn çoğunluğu TTK’den emeklidir. İşçilerin çoğunluğu genç ve deneyimsizdir. (...) Bu gerçekler ortadayken yaşanan faciaya kader ya da kaza denilmesi bizim zorumuza gidiyor. Biz, göz göre göre gelen bu ölümleri güzel bulmuyoruz. Emeği “en ucuza” getirmenin yolu olarak taşeronlaşma görülmektedir. Ayrõca taşeronlaşma, emeğin tümüyle denetimden uzak tutulmasõ amacõnõ da taşõmaktadõr. Kõsaca taşeronlaşma, “köleliğin” yeniden yapõlandõrõlarak 21. yüzyõla “modern kölelik kurumu” olarak taşõnmasõ mõdõr? İş kazalarõnõn suçlusunun adresi ise “kader” değil taşeronlaşmadõr. Ulusal olmayan Recep Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu Türkiye’yi nereye götürüyorlar? Yeni Osmanlıcılığa... Belki de batağa... Uluslararası hukuk uzmanı, CHP milletvekili Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, yıllar boyunca oluşturulmuş ve Batı ile Doğu arasında denge gözeten Türk dış politikasından giderek sıyrıldığımıza inanıyor. Örnek olarak da, İran konusundaki son tutumu gösteriyor: “Ulusal çıkarımız, İran’ın nükleer silaha sahip olmamasında. Çünkü, yanı başımızdaki nükleer silah hep tehdit oluşturur, bölgedeki etkinliğimiz açısından İran önümüze geçer. Dahası, olası bir radyoaktif atakta, insanımız İran’dakiler kadar zarar görür. Kısacası, ulusal çıkarımız, İran’ın böyle bir silaha sahip olmamasındadır. Türkiye’nin de bugüne kadarki politikası, bölgede bu tür silahlara kimsenin sahip olmaması yönündeydi. Oysa Recep Bey, seçmenine yapacağı gösteriden elde edeceği prestiji, ulusal çıkara tercih ediyor. Bu bize zarar veriyor. Daha önce Batı ile kurduğumuz ilişkilerin bir tarafa bırakılması, Türkiye açısından güvenilirlik sorunu ve endişe yaratıyor. Ortadoğu yandaşlığı riski ortaya çıkınca, Batı korkuyor. Çin’den Rusya’ya dünyanın etkili devletlerinin bulunduğu BM Güvenlik Konseyi’nde, çok temel bir konuda, nükleer silahların İran’da konuşlanması konusunda Türkiye dünya ile farklı bir tavır içine giriyor. Dolayısıyla Türkiye ne dünyayla, ne de daha önce belirli birliktelikleri olan Batı ile uyuşuyor. Apayrı bir yolda; Ortadoğucu bir yaklaşım içine giriyor. Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin genel dış politikasına, yaklaşımına, uluslararası onuruna çok zarar veriyor.” Solcuya Ölüm, Sağcıya Özgürlük 7 TİP’li genci öldürmekten hükümlü Haluk Kırcı; Abdullah Çatlı’nın Kenan Evren ve yakınlarıyla yaptığı pazarlık sonucu idamdan kurtulduğuna ilişkin açıklamasına, 8 Ekim 1980’de idam edilen Necdet Adalı’nın avukatı Mehdi Bektaş’tan da karşılık geldi: “İdama karşı duran bir insan olarak, hukuk yoluyla da olsa canavarlaşmış bir insanın canının alınmasını doğru bulmam; ama bu, yapanın yaptığının yanına kâr kalması anlamında anlaşılmamalıdır. 12 Eylül’ün solu vurup sağı koruduğunun en yalın ifadesi Kırcı’nın anlatımında var. 12 Eylül yönetiminin, yaşı küçük Erdal Eren’i, Necdet Adalı’yı asarken acımayan yüreği, anlaşılan devletin âli menfaatları için 7 sol görüşlü gencin katiline acımış da eli ipe varmamış... Kırcı’nın anlatımları bilinenin yinelenmesidir. Bu açıklama, 12 Eylül yönetiminin çifte standartlı olduğunun, baskıyı genelleştirerek özgürlükleri istisna haline getirdiğinin, eşitlik düzenini yok ettiğinin, Kemalist Türk devriminin tüm kazanımlarını sulandırdığının, eğitim birliğini bozarak laik ve dinci eğitim ikiliği yarattığının, din derslerini zorunlu hale getirerek ve anayasal güvence sağlayarak eğitimin dinselleşmesinin, tarikatların önünü açarak toplumun muhafazakârlaşmasının, Kemalist devrimin çanına ot tıkamaya çalışan dinci iktidarın ülkede egemen olmasının yolunu açtığı gerçeğinin kanıtıdır. Kırcı’nın anlatımı, TİP üyesi, sol dünya görüşüne inanmış 7 üniversite öğrencisinin acımasızca katlinin bedelinin, uzun süre hapislik, sonra yine özgürlük olduğunu gösteriyor... Dünyanın neresinde, 7 kişiyi acımasızca öldüren insan bir süre hapis yattıktan sonra serbest kalabilir, özgürlüğüne kavuşabilir? İşte 12 Eylül adaletinin sonuçları bu, yaşı küçük solcuya darağacında ölüm, katliamcı sağcıya özgürlük.” Dedik ya, etlerimiz lime lime oldu, lekelendik, pislik içinde boğulduk... CHP’nin işçi kökenli üyesi İzzet Çetin, TBMM’de işçi haklarını sonuna kadar savunduğu için özellikle patronlar kulübünün tepkisini çekmişti. Çetin, 2007 seçimlerinde milletvekili yapılmayarak bir anlamda cezalandırıldı. Kemal Kılıçdaroğlu liderliğe gelince, kendisini yakın çalışma arkadaşları içine kattı. CHP MYK’ye seçilen İzzet Çetin’e, giderek cılızlaşan işçi hareketini sorduk. Gözlemlerini aktardı: “Türkiye’de sendikal hareket ne yazık ki 1970’li yılların bile gerisine düştü. Bunda sadece sendikaları suçlamak, işçileri suçlamak doğru değil. Devletin sosyal boyutu budandıkça, kamu kurum ve kuruluşları yok pahasına yerli yabancı yandaşlara peşkeş çekildikçe, kayıt dışı ekonomi kayıtlı ekonomi seviyesini aştıkça, toplumda demokrasi ve örgütlenme bilinci geriledikçe, demokrasi, kurumlar ve kurallar rejimi olmaktan çıkartılıp, sadece ‘seçim’ boyutuna indirgendikçe, yeni istihdam alanları yaratma yerine, var olanlar kapatılıp işçiler işten atıldıkça, elbette sendikalar da gerileyecek. Ayrıca sendikaların geçmişte sol ve sosyal demokrat partilerle hem dünyada, hem de Türkiye’de işbirliği ve dayanışma içinde oldukları düşünülürse bugün bu dayanışmadan da yoksunlar.” Çetin, yeni dönemde CHP olarak toplumun örgütlü kesimleri ile işbirliği ve dayanışmayı yeniden yükselterek hem sendikaların güçlenmesini, örgütlü toplumun gelişmesini, dolayısıyla da demokrasimizin güçlenmesini sağlayacaklarını, hem de partinin kuruluş felsefesine uygun politikaları sendikalar ve demokratik kitle örgütleri ile birlikte yaşama geçireceklerini söyledi. DİSK ve Türk-İş yönetimlerinin suskunluğunu da işbirliği yaparak değiştireceklerine inanıyor, İzzet Çetin. Çok doğru, ancak itilince bir şeyler yapacak gibi görünüyorlar zaten. Suskunluğa karşı PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Eksen KaymasıKomor Federal İslam Cumhuriyeti bayraklı Mavi Marmara gemisine Doğu Akdeniz’deki uluslararası sularda yapılan İsrail baskınında dokuz yurttaşımızın öldürülmesi karşısında Başbakan’ın yaptığı konuşmalarla alevlenen “eksen kayması” tartışmaları sürüyor. Sürecek de. Sürmesi de, sürecek olması da çok doğal, çünkü görünen köy kılavuz istemiyor. Ne var ki tartışmaları izleyenlerde söz konusu kaymanın son zamanlarda ortaya çıkan ve yalnızca dış politikaya ilişkin bir devinim olduğu izlenimi doğuyor. “Eksen” sözcüğü ne anlama geliyor, bir bakalım. Ali Püsküllüoğlu sözlüğünde bu sözcüğün karşılıkları “1. Bir cismi ikiye bölen gerçek ya da sanal çizgi, 2. Uzayda yön, uzaklık, açı, bakışım, konum ya da devinimleri ölçmek için kullanılan durağan bir doğru, yarım doğru ya da doğru parçası, 3. Üzerinde bir pozitif yön varsayılan sonsuz doğru, 4. Dingil, 5. Bir şeyin ağırlık noktası ya da merkezi, 6. Çevresinde bir cismin ya da geometrik bir biçimin döndüğü ya da döndüğü kabul edilen doğru” olarak veriliyor. Bu karşılıkların hangisini alırsak alalım, “eksen kayması” ediminin bir sürece bağlı devinim olduğunu kabul etmek sorundayız. Dolayısıyla Türkiye’nin ekseninin kayması da aniden ortaya çıkan bir olay değil, beli bir sürece bağlı bir devinimdir. Öte yandan bu kaymayı yalnızca dış politika ile sınırlı görmek de önemli bir yanlıştır, çünkü dış politika son çözümlemede iç politikanın bir yansımasıdır. Dış ilişkilerde bir “eksen kayması” söz konusu ise -ki söz konusudur-, bunun iktidarın siyasal yaklaşımlarının ağırlık noktasının, merkezinin önce içeride kaydığını, bunun da dış ilişkilerimize yansıdığının kabul edilmesi gerekir. Bu köşede birçok kez vurgulandığı gibi özellikle Orta Anadolu’da belirgin olarak görülen ve giderek ülke geneline yayılan altyapısı kapitalist, üstyapısı yarı feodal sosyoekonomik yapının ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan otokratik siyasal düzenin yüzünü, kendi benzeri olan oluşumların toplandığı Ortadoğu’ya dönmesi doğaldır. Bu, 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan ve AKP iktidarı döneminde hızlanarak işleyen bir süreçtir. Başbakan, uluslararası toplantılarda “Türk Arapsız yapamaz!” demek noktasına kadar gelmiştir. Bu, kapitalizmin en vahşi biçimini uygulayarak her gün biraz daha semirilen Anadolu sermayesi ile çağdışı, yarı feodal sosyokültürel kurum ve ilişkiler arasında sıkıştırılıp tutsaklaştırılmış kitleler tarafından hoş karşılanabilir. Fakat Başbakan’ın sözleri ülkemizin bilinçli emekçileri, demokrasi ve özgürlükten yana aydınları, laik, demokrat küçük burjuva kesimi ve metropol burjuvazisi için bir tehlike işaretidir. Başbakan, Arap ülkelerinin sokaklarında elinde posterlerini taşıyan insanları görmekten hiç kuşkusuz mutluluk duymakta, belki de kendini o insanların “kurtarıcısı” olarak hayal etmektedir. İnsan hayal ettiği kadar yaşar, derler, doğrudur. Fakat bu hayallere koca bir üke ve o ülkenin 72 milyon insanı ortak edilmek istenince, “Dur!” demek gerekir. Arap halklarının bir “kurtarıcı” bekledikleri yadsınamaz. Bu halklar ezelden beri üzerlerine çöken otokratik rejimlerden, sultanlardan, emirlerden, krallardan, demokrasisiz cumhuriyetlerin despotik liderlerinden kurtulmak, insanca yaşamak istemektedir. Çalışmak, çalışırken hakkını arayabilmek, özgürce konuşabilmek, yazabilmek, yargılandığında doğal yargıcının önüne çıkabilmek, kadın-erkek eşitliği, özgürce ve parasız eğitim hakkı, dernek kurma, toplanma ve gösteri hakkı, sansürsüz medya, serbest dolaşım hakkı, temel insan haklarına saygılı bir yönetim arzulamaktadır. Böyle bakıldığında, her halkın kendi kurtarıcısını kendisinin yaratması gerektiği gerçeği bir yana Başbakan, tanıdığımız nitelikleri ve siyasal uygulamalarıyla doğru bir “kurtarıcı” değildir. O ancak başlarında despot yönetimlerle cepheleşmekten çekinen öfkeli Arap kalabalıklarının içlerini dökmelerinde dolaylı bir araç olabilir. Görünen de budur. Gazze’nin mazlum halkı ise bu olan bitenlerde ne yazık ki yalnızca bir bahanedir. Kısacası eksen önce içeride kaymış, sonra dışarıya yansımıştır. Şimdi iş, kayan ekseni yeniden eski yerine oturtmaktır. Bu iş de ülkemizin yüzleri Batı’ya dönük çağdaş, özgürlükçü, laik, demokrat insanlarına düşmektedir. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ İkiliden altõlõya kadar olan iskam- bil kâğõtlarõna ve- rilen ad. 2/ Üstü kapalõ olarak an- latma... Sõrtta ta- şõnan yük. 3/ “ -- - yosunla örtülü bir göl ki yok di- bi” (Yahya Ke- mal)... Belirli nes- neler ya da du- rumlar karşõsõnda duyu- lan güçlü korku. 4/ İzin, onay... İlave. 5/ Bir iç- ki... Tavõr, davranõş. 6/ İç sõkõntõsõ. 7/ “Cümle- si giyinmiş namert pos- tunu / Avrat belli değil --- belli değil” (Ruhsa- ti)... Kedi ya da köpek yavrusu. 8/ Terbiyesiz kimse... Alan Parker tarafõndan filme de aktarõlmõş ünlü bir müzikal. 9/ Ya- põlarõ yõldõrõmdan koruyan aygõt. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Türkistan’da yapõlan bir tür nakõşlõ keçe. 2/ Kesilen ağacõn yerde kalan kütük dibi... Coğrafyadaki kõyõ tip- lerinden biri. 3/ Teorik... Türkiye’nin plaka imi. 4/ Yok etme, giderme. 5/ Uğraş... Klavsene benzer bir çalgõ. 6/ Çoğunlukla boyacõlõkta kullanõlan, petrol türevlerinden bir çeşit mineral yağ... Bir yüzeyin eğiklik derecesini an- lamaya yarayan araç. 7/ Telefon sözü... Aktif. 8/ Son- suz, ölümsüz... Tellür elementinin simgesi. 9/ Müslü- manlarõn bir çocuğun doğumundan yedi gün sonra, Al- lah’a şükretmek amacõyla kestikleri kurban... Uçurum. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A L K A N T A R A B A L K A L E T A L E E T E N E N E A R A K İ Ş A R M O B O H A M İ O Y A D E S E A Y A R A N T K R O M A L K A R A Z Z A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle