19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] 1 HAZİRAN 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Odak Necati Cebe: “Bilimsel aşırmacı, kalpazan, nüfuz taciri, ihaleye fesat karıştıran ve daha niceleri hepsi orada. Yüz kızartıcı suç oluşturan eylemlerin odağı mı ne!” Pislik Faruk Yıldız: “Yandaş, yalaka, mürit gazeteci ve akademisyenleri muhatap almak, onların yarattığı pisliğine hizmet etmektedir!” CHP’nin rotası nasıl olmalı? ARKASINA aldığı rüzgârla siyaset yelkenlerini şişiren CHP, bundan sonra nasıl bir rota izlemeli sorusuna Sıtkı Ergüney yanıt arıyor: “AKP yalakası yazılı ve görsel medya son günlerde adeta CHP’nin yayın organına dönüşmüş durumda. Yalakalık sınır tanımaz! Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP yöneticileri bu tuzağa düşmemeli ve programlarını, hedeflerini, sorunlarına ilişkin çözüm önerilerini televizyonlarda abuk sabuk sorularına muhatap olmadan Türkiye’yi dolaşarak alanlarda, salonlarda halka anlatmalıdırlar. Yeni dönemde Deniz Baykal devre dışı bırakılmamalıdır; bilgi ve deneyimleri ile CHP’ye verebileceği çok şey vardır. AKP’nin uyguladığı ‘seçmen kazanma’ yöntemleri, CHP’nin ilkelerinden ödünler vermesine yol açacak politikaları benimsemesine gerekçe olmamalıdır. Cumhuriyet’in kurucusu CHP; Türk halkını ulusluktan ümmetliğe, vatandaşlıktan kulluğa sürüklemek isteyen basitliklere, düzeysizliklere alet olmamalıdır. Boynu bükük değil, başı dik bireyler yaratmak önemlidir. Bunun ilk koşulu; onurlu iş ve yeterli kazançtır. Yönetime talip olan siyasi kadrolar; toplumun gelişmişlik çıtasını aşağıya çekmek değil, yükseltmek zorundadır. Tıpkı CHP’nin kurucusu Atatürk’ün yaptığı gibi.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” CIA’NIN montaj yoluyla hazırlanacak bir videokasetle, en güçlü olduğu sırada Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’i bir oğlan çocuğu ile ilişkide göstermeyi planladığını ancak sonradan vazgeçtiğini anımsatıyor Bülent Esinoğlu ve “Şimdi düşünün, İran yönetimini alaşağı etmek istiyorsunuz. Bunun için propaganda yapmak, kamuoyu oluşturmak ve daha başka araçları kullanmak gerekir. Bunlar oldukça pahalı, zor ve sonuç alınması riskli yollardır. Porno destekli kaset yapımı ise hem ucuz, hem de kolaydır. Üstelik etki alanı oldukça yüksektir. Kısa zamanda da sonuç verir” diyor. Ardından sözü Türkiye’ye getiriyor Esinoğlu ve CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal’a yapılan komployu değerlendiriyor: “Edindiğimiz deneysel sonuçlardan şunu söyleyebiliriz. Deniz Baykal’a uygulanan ahlaksız operasyondaki yöntemin, propaganda ve kamuoyu oluşturma gibi öteki yöntemlerden daha etkili ve ucuz olduğu ortadadır. Amerika’nın doğrudan kullanamadığı devlet ve hükümet başkanlarını bu yol ile kullandığı anlaşılmaktadır. Bizdeki durum farklıdır. Çünkü siyasi iktidar zaten Amerika ile birlikte çalışmaktadır. Konuyu ahlak merkezli tartışıyoruz da, bizim buradaki saflığımız ya da anlamakta zorlandığımız mesele; Amerikan yönetiminden ahlaki davranış beklememizdir. Böyle bir şey olmadı ve olmayacak. Anlamadığımız budur. Sağlanan servetlerini elde edilen iktidarların yol haritalarında ahlakın hiç yer alamadığı hususu acı bir gerçektir. Mafyalaşma ve çürüme ilerledikçe, komplo planları, komplo organizasyonları yapan şirketler oluşacak ve aralarında rekabet bile edecekler. Eğer insanlık bu mafyokrasi düzenlerine her ne pahasına olursa olsun rıza gösterirse komplo artarak devam edecektir. Çünkü rıza iktidarın önemli ve etkin bileşenidir. Önemli olan halkın ve medyanın bu ahlaksızlığa rıza göstermemesidir. Ancak ne yazık ki, yaşadık ve gördük, medya bu komplonun ana parçasıdır. Bir anlamda iyi de oldu. Kimin hangi kalitede olduğu ortaya çıktı. Bizleri kimlerin yönettiği kimlerle birlikte komplolar hazırladığı da belli oldu. Deniz Baykal zarar gördü ama halk çürüyen bu sürecin sahipleri konusunda bilgilenerek çıktı!” Organizasyonlar MAVİ SÜRGÜN SERDAR KIZIK Felaket Geliyorum Derken... 1. Körfez Savaşı öncesi Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında petrole bulanan karabatak kuşunu anımsıyor musunuz? Dünya medyası dönüp dolaşıp zavallı kuşun içler acısı halini yansıtmıştı. Küresel güçler yürekleri parçalayan zavallı kelaynağın görüntüsüyle “zalim” Saddam’ı örtüştürerek, insanlığın belleğine “haklılıklarını” kazıdılar! Petrol uğruna, ileriye dönük bir planlamaydı bu. 1. Körfez Savaşı, bu görüntülerin üstüne kurgulandı. Sonradan anlaşıldı ki o karabatak, bir başka yerdeki tanker kazasının kurbanıydı... Şimdi Meksika Körfezi’nde BP’ye ait sondaj kuyusunda, dünyanın gördüğü en büyük çevre felaketi yaşanıyor. Her gün 5 milyon litre petrol denize karışıyor. 20 Nisan’da açık denizdeki petrol platformundaki “kaza”yla başlayan, doğal yaşamı mahveden devasa sızıntının boyutu, uzaydan çekilen görüntülerle korkunç yüzünü sergiliyor. En son büyük umut bağlanan “çamur ve betonla kapatma operasyonu” da başarısızlığa uğradı. Sırada 1500 metreye indirilecek robotlar var, belki onlar dünyayı ve insanlığı kurtaracak! Petrol uğruna milyonlarca canlı ölüyor. Önemli bir soru: Niçin ortalıkla bu sızıntıdan etkilenen bir canlı yok? Bu felakete yol açanları ve önleyemeyenleri vicdanlarda mahkûm edecek bir görüntüye neden rastlamıyoruz? Neden dünya medyası Meksika Körfezi’nde yok olan doğal yaşamdan örnekleri Irak’taki gibi döndürüp döndürüp gözümüze sokmuyor? Dramatik bir hikâye çıkarmıyorlar bu çevre katliamından, neden? Neden ciddi bir irdeleme yapılmıyor da sıradan bir kaza algılaması yaratılıyor? Küresel çıkarlar, küresel sermayeden ötürü olmasın sakın? Irak’ta 1.5 milyon insanı katleden petrol savaşları gerçeğinin sorgulanmasından duyulacak kaygıdan olmasın... Dünyanın gözleri Meksika Körfezi’ndeki bu felakete dikilmişken, Türkiye’de tüm canlıları kucaklayan doğal yaşamı yok edecek bir felaket geliyor. Üstelik bağıra bağıra, bilerek, tasarlanarak. “Kazayla” değil, “iktidar eliyle” olacak bu yeni talan. Anayasa Mahkemesi, Maden Yasası’nı bir yıl önce iptal etmişti ya, uluslararası şirketlerin isteğiyle kolları sıvadılar. Son on yılda 50’yi aşkın ülkede madencilikle ilgili yasaları değiştiren maden lobisi, devreye girdi. Yeni yasa tasarısını komisyonlarda hazırladılar, şimdi TBMM’ye getiriyorlar. Yasa çıkarsa bundan böyle ormanlar, zeytinlikler ve yaban hayatı koruma ve geliştirme alanlarına bile maden işletme ruhsatı verilecek. Yetmedi, petrol ve doğalgaz arama ve işletme çalışmaları da yapılacak. Sonuç olarak ormanlar yağmalanacak, endemik bitkilerimiz yok olacak. Hava, su, toprak kirlenecek. HES’lerle darbe yiyen dereler, ırmaklar tükenecek. Zeytinler köklenecek ya da toza dumana bulanacak. Kısaca doğal yaşam bir daha geri döndürülemez biçimde yok edilecek. Bu manzaraya seyirci kalınabilir mi? Ülkeyi, dağını, taşını, ormanını, zeytinini, çamını kaptırmamak gerek. Türkiye topraklarının koşulsuz yağmasına çanak tutanlar, çokuluslu şirketlerin çıkarlarını düzenleyenler unutmasın sakın. Tarihten bellidir, kutsal zeytin ağacına dokunan yanar... [email protected] Yıllar sonra burada yaşananlara göz atanlar, abartıya kaçmış bir ortaoyunu seyrettiklerini sanacaklar: 50. yılını yeni kutladığımız 27 Mayıs Devrimi’ne ağzından salyalar akarak saldırmak, demokrasimize kazandırdığı inanılmaz boyutları görmezden gelmek ve ifrada kaçarak “27 Mayıs’ı yapanlar yargılansın” şeklinde mizahi teklifler ortaya atmak, bugünlerde salgın haline geldi. Siz hiç ülkesi içinde günlük siyasette 50 yıl öncesinin kavgasını dün olmuş bir konu gibi haftalarca tartışan başka bir ülke gördünüz mü? Tartıştıkları konuda da, gülünç şekilde yalancı olmadan haklı görünmeleri na-mümkün! 1980’lerde Özal’ın gündeme aldığı bu 27 Mayıs’ı karalama kampanyasının ilk suç ortaklarından biri, 1961’de Kurucu Meclis’e bile girmiş rahmetli Ecevit’ti… Tabii o yıllarda malum 2. Cumhuriyet zırvalarını yeni yeni ortalara bırakmaya başlayan Dalton biraderler de Özal’ın baş aktörleri olarak plaza medyalarımızda bu görevi fiilen üstlendiler. Yani anlayacağınız konu, bugünkü traji-komik boyutlara sıçramadan önce gelişim yıllarını 80’lerde geçirdi. Tabii “Gelişim” Yayınları ve Nokta dergisinin de hakkını yemeyelim! Onlar da bu saptırma, iftira atma ve başkalaştırma tezgâhlarında yeni söylemi her hafta damardan yayma konusunda eksper kesiliverdiler. Bir hükümet düşünün ki, sözde kendisine üye yaptığı yurttaşları “Vatan Cephesi” adı altında devlet radyosundan yayımlayarak halkı bölüyor, gençleri kurşunlatıyor, gazetelere somut sansür uyguluyor, gazeteciler, gençlik liderleri hapislerde çürüyor, kendisine oy vermeyen Kırşehir’i ceza olarak ilçe haline getiriyor, İsmet İnönü’yü linç ettirmek için Topkapı’da bir pusu tezgâhlıyor, en yakın siyasi rakibi olan partiyi kapattırmak için tarihin kara mizah sayfalarına geçen bir “Tahkikat Komisyonu” kuruyor, bu şekilde işine gelmeyen muhalifleri yasadışı yöntemlerle yargılayıp idama yollamayı tasarlıyor, bu yasadışı komisyonun utanç verici kararları halkça bilinmesin diye bunlara yayın yasağı getiriyor, kararlarına karşı koyacak, kişileri hapse attırmak için yasa çıkarıyor. Profesörler yerlerde sürükleniyor, Kızılay’da ikiden fazla vatandaşın yan yana yürümesi yasaklanıyor, demokrasiyi kalıcı olarak yok etmek için her adım atılıyor… İnönü’nün “Sizi ben bile kurtaramam” gibi tarihi ikazları dinlenmiyor ve bir dehşet politikası uygulanıyor. Demokrasi, belki sonsuza dek yok olmak üzereyken son anda ordu, gençliğin ve halkın sesini dinleyip yönetime el koyuyor. CHP’yi kapatıp göstermelik iki küçük partiyle seçime girmeye hazırlanan DP’nin oyunu bozuluyor. 27 Mayıs Devrimi’nin getirdiği anayasa, hukuk tarihimizin gördüğü en ilerici çalışmalarından biri. Getirileri saymakla bitmez: Anayasa Mahkemesi, özerk üniversite ve TRT, Yüksek Hâkimler Kurulu, Basın İlan Kurumu, ne demokratikleştirme ararsanız var! Neden bu ülkenin yüz akı olmuş ve özgürlük için çalışırken öldürülmüş İpekçi- Mumcu-Aksoy-Kışlalı gibi aydınların hepsi 27 Mayısçı? İç- dış on binlerce aydın haksız da, bizim aklı evveller mi haklı? Neden Portekiz’de her yıl askerlerin “Karanfil Devrimi” 25 Nisan’da unutulmadan kutlanıyor? Neden “Darbenin iyisi mi olur?” diye orta yerde sorgulanırken bu örnek veya Fransız Devrimi, veya Kemalist devrimle gelen Aydınlanma devrimi yok sayılıyor? Ya da Hitler seçimle gelmiş bir iktidar olduğuna göre, ona karşı darbe yapmaya çalışan albaylar faşist miydi? Bu saçma iddiayı sürdürmek “devrim” sözcüğünü yok saymak anlamına gelmez mi? Söylendiği gibi 1960’ta ordu militarist hedeflerle kendini riske atıp 10 yıl çaba harcadıysa, neden 100 yıl kalacağını ilan etmiyor da, 17 ay sonra o demokratik anayasayı devreye sokup tablodan çıkıyor? 27 Mayıs’ın gerçek suçu idamlardır. O büyük hata yüzünden getirdiği 1961 Anayasası unutuldu ve anakronik şekilde bugünün suçlarını aklamak için “kötülüklerin anası” ilan edilebildi… Adı sivil olan ne hükümetler gördüm ki, en faşist yönetimi kalıcı olarak getirmeye uğraştılar, adı militer olan ne insanlar gördüm ki tek arzuları ülkeye bir nebze özgür nefes getirmekti… Meraklısına… Sevgili dostlar, demokrasinin evrensel kriterleri vardır: Basın özgürlüğü, toplantı ve yürüyüş kanunu, yargı bağımsızlığı, özerk TRT, Seçim Yasası ve Siyasal Partiler Kanunları ve daha tonlarca madde… Bunların bir tekine bile katlanamamış bir hükümet mi demokrasi sembolünüz olacakmış? “Zararın neresinden dönersen kârdır” diye bir ünlü deyiş var, bilmem anlatabildim mi? Sevgili halkım, kendine gel ve tarih saptırmalarına karşı duyarlı ol... YAKAMOZ BEDRİ BAYKAM 27 Mayıs’a Saldırma Yarışı ve Kuklalar! BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Güneş’in gö- rünürdeki bir yõllõk hareke- tini yaptõğõ çember. 2/ Te- kerleğin orta- sõnda, ağaç parmaklõklarõn s o k u l d u ğ u çevresi delikli ağõrşak... Şar- kõnõn sert bir biçimde vurgulandõ- ğõ disko müzik üslu- bu. 3/ Halojenler grubunun dördüncü ametali olan yalõn cisim... Erkek geyik. 4/ Bir ay adõ. 5/ Bir gõda maddesi... Al- beni. 6/ Eldiven ya- põmõnda kullanõlan işlenmiş domuz de- risi... Romanya’nõn plaka imi. 7/ Asya’da bir ül- ke. 8/ Eski dilde yardõm... Yaklaşõk 30 gram ağõr- lõğõnda bir tartõ birimi. 9/ Unvan... Keman yayõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tõp dilinde sara hastalõğõna verilen ad. 2/ Kü- çük körfez... Bir yapõnõn damõnda çevresi ve üs- tü açõk yer. 3/ Fransa’da bir kent. Papua-Yeni Gi- ne’nin para birimi. 4/ Doğaçtan, hazõrlõksõz, iç- ten geldiği gibi. 5/ Panama’nõn plaka imi... Bü- yük delikli kalbur. 6/ “Gül ---, sümbül perişen, bağzârõn şevki yok” (R. Mahmut Ekrem). 7/ Dü- şünülenin tersini söyleyerek yapõlan ince alay... İyice yanarak ateş durumuna gelmiş kömür ya da odun parçasõ. 8/ Yaşamsal sõvõ... Dal, kol. 9/ Ta- hitili kadõnlardan esinlenerek yapõlmõş bir plaj giy- sisi... Tavlada “üç” sayõsõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 S A L D I R M A Ö Ğ E S A U N A L A V İ S T O R P A Ş I T T A Ü S A S I R B M A Ş R I K M A E K E N H İ N K A L T A B A N F A K U P E S 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] [email protected] www.bedribaykam.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle